(10 Haziran 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Sırmalı aslında opera sanatçısı Oğuz Sırmalı’nın kendi adını verdiği “rock” grubu idi ve ilk albümünü 2014 yılında piyasaya çıkarmıştı. Sonrasında ise Oğuz Sırmalı yoluna tek başına devam etmeye karar verdi ve 2015 Aralık ayında Türkvizyon şarkı yarışmasında Türkiye adını yarışarak “Serenat” adlı şarkısıyla Jüri Özel Barış Ödülünü kazandı. Sırmalı’nın ilk solo teklisi “Gökyüzü Olsam” ise 2016 yılının ilk ayında yayımlanmıştı.
Geçtiğimiz günlerde Ada Müzik etiketiyle piyasaya sürülen “Özlenmeyen Yürekte Aşk” ise Sırmalı’nın ikinci teklisi. Bu şarkıda Sırmalı, kendisi gibi Ankaralı bir başka müzisyenle, Gizem Berk’le düet yapıyor. Şarkının söz ve müziği Oğuz Sırmalı’ya, düzenlemesi ise Bijen Rahimi’ye ait.
Vurucu bir şarkı “Özlenmeyen Yürekte Aşk”. Güçlü “sound”u ve bir kısa film tadındaki klibiyle de hem işitsel hem görsel olarak nokta atışı yapıyor. Sırmalı ve Gizem Berk’in ses uyumu da yerli yerinde. Tek sorun şarkıdaki kimi prozodi hataları. Sırmalı’nın ilk albümünü yazdığımda da bunun altını çizmiştim. Opera aryalarında prozodi aranmadığı, şan tekniğinde insan sesi bir enstrüman gibi kullanıldığı için Oğuz Sırmalı muhtemelen operadan gelme alışkanlıkla prozodiyi göz ardı ediyor (“oooo-da-da, öööööö-le-cek-sin” gibi.) Bu meseleye çok da takılmazsanız, bu gerçekten iyi “rock” şarkısını sevmemek için bir sebep yok.
(10 Haziran 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Düetlerin dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çok fazla yaygınlaşması boşuna değil. Bir taşla iki kuş vuruluyor, çifte “PR” yapılıyor çünkü. Yapan, sunan memnun, alan, dinleyen memnun sonuç itibariyle. Tabii kazın ayağı her zaman öyle olmuyor ve bazen düet bir şarkı bir tarafın lehine, diğer tarafın aleyhine bir sonuç da verebiliyor. Hem müzikal, hem görsel, hem ticari hem de stratejik dengeler söz konusu çünkü.
Geçtiğimiz günlerde tekli formatında DMC etiketiyle yayımlanan Melis Kar ve Halil Sezai düeti belli ki aslında Melis Kar “PR”ı için yapılmış bir iş. İlk albümüyle sesinin rüştünü ispat etse de yeterince güçlü bir çıkış yapamamıştı Melis Kar. Önce ENBE albümünde, daha sonra tekli olarak yayımlanan “Yerin de Dolmuyor ki” ise onun daha fazla tanınmasında işe yarar bir etki gösterdi. Bu düet o etkiyi arttıracaktır şüphesiz çünkü Halil Sezai ismi çok ciddi bir reyting (tıklanma/indirilme/satış) garantisi demek.
Kaldı ki şarkı da hiç fena değil. Söz ve müziği Timur Arat imzası taşıayn “Yalnız Masal”ın düzenlemesini Ekin Eti yapmış. Şarkının hem çok dokunaklı, hem akılda kalıcı, nefis bir melodik yapısı var, düzenleme ise hiç arabeskleşmeden, duygu sömürmeden, kulakta müzikal tatlar da bırakarak akıp gidiyor. Bir taraftan zor da bir şarkı zira şarkının A kısmı epeyce pes tonlarda geziyor, köprü kısmı ise emprovize havasında. Buna karşın Melis Kar özellikle pes tonlara hakimiyeti ve doğru vurgular kullanarak yarattığı duygusu ile son derece başarılı. Halil Sezai ise ne bir eksik, ne bir fazla tıpkı kendi şarkılarındaki gibi. Hatta şarkı mı Halil Sezai şarkıları havasında yoksa Halil Sezai mi öyle zannettiriyor, anlamak zor.
Bu arada daha önce Emir Ersoy’un ilk albümünde ve Emel Yalçın’ın “Beni Sevdiler Sandım” adlı teklisinde besteci olarak gördüğümüz Timur Arat’ın ve bir enstrümanist olmasının yanı sıra film ve tiyatro müzikleri de yapan aranjör Ekin Eti’nin isimlerini kayda almak için bu şarkı iyi bir vesile olabilir.
Doğru şarkı ve doğru isimlerle gerçekleştirilmiş bu düet, son albümünün üzerinden bir buçuk yıl zaman geçen Halil Sezai için de, adını giderek daha fazla duyurmakta olan Melis Kar için de faydalı olacak gibi ama galiba en çok Melis Kar kârlı çıkacak bu işten.
Emre Atabay, yeni nesilde dikkatle takip ettiğim birkaç isim arasında. Çünkü çok sağlam bir müzik geçmişi var ve 2015 baharında piyasaya çıkan ilk teklisi “Yok Sana” da bunu hissettiren bir şarkıydı. Zira sağlam bir müzik geçmişine sahip olmak iyi işler yapabilmek için her zaman yeterli olmayabiliyor.
Malum olduğu üzere, Türkçe popüler müzikte genç erkek şarkıcı konumlandırması genellikle bıçkın, biraz tacizkâr, biraz posta koyan, çok artist ya da aşırının aşırısı, iç bayıltıcı romantik, gerçeklikle bağları kopma noktasında cefakâr ve fedakâr bir profilde seyrediyor. Bu kalıpların dışına çıkabilmiş, suniliği göz ve kulak yakmayan her deneme başımızın tacı ki Emre Atabay ve müziği her şeyden önce bu açıdan dikkat çekici. Naif, sade, sakin ve müzikal açıdan da Türkçe pop kriterleri içerisinde yenilikçi.
Emre Atabay’ın ilk teklisi ile ikinci teklisi arasına lüzumundan fazla bir zaman aralığı girmiş olması bir dezavantaj. Popüler müzikte yeni bir önermede bulunuyorsanız, bu konuda devamlılığı sıcak tutmanız şart. Bunu bir kenara koyarsak, ikinci tekli de ilk tekliyi aratmayacak kadar iyi.
GNL etiketiyle yayımlanan “Deli Gibi” adlı teklinin basın bülteninde Emre Atabay’ın şarkısı hakkında şunları söylediği yazılı: “İçinde hem blues, hem türkü hem de triphop öğelerini barındırıyor. Şarkıda hüznü yaşarken aynı zamanda mutluluğun da tadını alıyorsunuz, şarkının modu oldukça baskın bir durumda…”
“Blues”, türkü ve “triphop” bileşimi kulağa biraz tuhaf gelse de şarkıyı dinlediğinizde sahiden bunu fark ediyorsunuz. Emre Atabay şarkıyı yazmakla kalmamış, düzenlemesini de kendisi yapmış ve kayıt esnasında bütün enstrümanları da kendisi çalmış. Daha yolun başındayken bu derece bildiğini okuyabilmesi ilginç. Öyle ya, radyolarda şarkıların çalınması için şarkıcılar bir yana, söz yazarı ve bestecilerin ve hatta aranjörlerin adları sorgulanıyor bu zamanda. Tanıdık bir isim yoksa vay halinize. Atabay’ın bu zinciri kırabilen genç isimlerden biri olduğu rahatlıkla söylenebilir.
“Bir seni sevdim, inanır mı ki? Bir seni seni sevdim inanmadı ki,” cümlelerinde bir özne karmaşası yok değil. Sevilen kim, “İnanır mı ki?” diye bahsedilen ve inanmayan kim, orası biraz karışık. Bunu görmezden gelirsek hem söz hem de beste açısından ferah, açık, temiz bu şarkı ile Emre Atabay bir kez daha dikkat çekmeyi ve bundan sonra yapacağı bir üçüncü işi merak ettirmeyi başarıyor.
(10 Haziran 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Yonca Evcimik, 2014 yılında yayımlanan “15.” albümünü nedendir bilinmez pek değerlendiremedi. Kendi kulvarında çok iyi bir albümdü oysa. Gençti, dinamikti, tazeydi. Geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle çıkan yeni teklisinde ise bildik bir formülü yineliyor. Bir Sezen Aksu şarkısıyla ‘90’lara göz kırpıyor.
Sezen Aksu oturmuş, tam da Yonca Evcimik söylesin diye bir şarkı yazmış. Basit, hafif, uçucu, eğlenceli, son yıllardaki hemen hemen tüm Sezen şarkılarından farklı olarak kalabalık sözlerle boğulmamış, dile kolay, gündelik bir şarkı. Yani neresinden baksanız doğru bir bileşim. Gelgelelim Aytuğ Yargıç’ın yaptığı düzenlemenin şarkının amacına ne kadar hizmet ettiği tartışılır. Hani şarkının çatısı çıksın diye ritim ve akor üzerine “demo” yapılır ya, sanki öyle yapılmış da, sonra böyle kalmasına karar verilmiş gibi. Çok daha coşkulu, eğlenceli olabilecek bir şarkı, hiçbir etki bırakmadan başlayıp bitiveriyor; artık aceleyle mi yapıldı, özellikle böyle olsun mu istendi bilmiyorum.
Şarkının klibi ise Yonca’nın dans edip şarkı söylerken bunu hem nasıl abartısız ve doğal, hem de nasıl ehil bir biçimde yaptığını ve bu konuda memlekette belki de hala rakipsiz olduğunu bir kez daha ispat ediyor. Yakın dönemde bir dolu dans eden genç şarkıcı çıktı ama kameraya bu kadar iyi oynayan kimse çıkmadı.
(1 Haziran 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Cihan Orhan, Türk halk müziğinin yeni kuşağında adı ilk sıralarda anılan solistlerden biri olan Sevcan Orhan’ın ağabeyi. Zaten adını Sevcan’ın albümlerinde müzik yönetmeni olarak görüyor idik. Müzik çevrelerinde daha ziyade bir bağlama ustası olarak tanınan Cihan Orhan, bir yandan sahnede başta Sevcan Orhan olmak üzere çeşitli isimlere bağlama çalıp vokal yaparken, bir yandan da mezun olduğu İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nda öğretim görevlisi olarak müziğin akademik saflarında da emek veriyor. Cihan Orhan geçtiğimiz günlerde yayımlanan ilk albümüyle bu defa solist olarak adından söz ettirecek gibi.
Özdemir Plak etiketiyle yayımlanan bu ilk albüm “İlmek” adını taşıyor. On beş şarkıdan oluşan albümde türkülerin yanı sıra türkü formunda besteler de var. Erkan Yavuzer’in 2009 yılında piyasaya çıkan “Ardımdaki Yalnızlık” adlı albümünden alınmış iki şarkı, “Yalnızım” ve “Unutma”, Cihan Orhan’ın bu albümünde yeni düzenlemelerle seslendirilmiş mesela. Daha önce Edip Akbayram’dan dinlediğimiz bir Metin & Eda Özülkü şarkısı “Köhne Liman”, Ahmet Kaya’dan “Sel Dağ”, Güler Duman’dan “Gül Koklar mıyım?” da albümün özenle oluşturulmuş repertuvarındaki diğer “cover” şarkılar.
“Kahve Yemen’den Gelir”, “Le Le Çoban”, “Yüzünü Sevdiğim”, “Altın Yüzüğüm Kırıldı”, “Bu Dağlarda Bağ Olmaz”, albümdeki anonim türküler. Yanı sıra yazanı belli olsa da, dilden dile dolaşa dolaşa artık neredeyse anonim hale gelmiş türküler de var: Malatyalı İbrahim’in sözlerini yazdığı, bestesi Ceal Uluslu’ya ait “Şimdi mi Geldim Aklına”, Sulari’den “Yaban Gülü”,Haydar Telhüner’den “Bağa Girdim Kiraza”, Musa Eroğlu’ndan “Şu Dağların Yükseğine Erseler” ve Zaralı İbrahim’in sözleri, anonim müziğiyle “Sabah Güneşi Doğmuş”.
Yakın dönemde yayımlanmış bu tür albümlerin büyük kısmında fazla bildik, ağızlara sakız olmuş türküler/şarkılar tercih ediliyorken Cihan Orhan bu ilk albümünde dengeyi doğru kuracak bir şarkı listesi oluşturmuş. Sevdiği şarkıları, sesine yakışan şarkıları seçmiş ve belli ki kolay yoldan dikkat çekme, popüler olma kaygısına düşmemiş. Albümün müzik yönetmenliğini üstlenmesinden de anlaşıldığı üzere bu sadece bir solist albümü değil zaten. Buna karşın dinleyici kolay kavrayan, yormayan şarkı söyleme biçimi ile solist olarak da yetkinliğini ispat ediyor.
Albümün düzenlemelerinde Müslüm Sevim, Ömer Okay, Murat Çorak ve Önder Meral’in imzaları var. Özer Arkun’dan, Eyüp Hamiş’e, Turgay Özüfler’den Hüsnü Şenlendirici’ye, albümün müzisyen kadrosu da yabana atılır gibi değil.
“Unutma” ve “Sel Dağ” da Sevcan Orhan, “Köhne Liman”da Metin Özülkü, “Bağa Girdim Kiraza”da ise Hüsnü Şenlendirici Cihan Orhan’a eşlik ediyorlar.
Belli ki uzun yılların birikimi, deneyimi ve yetkinliği ile hazırlanmış, üzerinde uğraşılmış bir albüm bu. Başından sonuna dek dinlerken, en çok bunu hissediyorsunuz.
Ali Eşitmez tarafından çekilmiş enerjik fotoğraflarla süslü, Özgür Arcan imzası taşıyan kartonet tasarımı da albümün formuna gayet uygun. En azından Cihan Orhan’ın elinde bağlamayla klişe pozlar vermemiş olması yeter.
Bu türü seviyor ve dinliyorsanız, bu albümden hoşnut kalacağınıza garanti veririm.
“Ay kafam çok güzel,” dedi bir eliyle boynuzunu, bir eliyle
mikrofonunu tutarken. Biri çıkıp “Bu neyin kafası?” diye sorsa bir Allah’ın
kulu cevap veremezdi. Ki sorunun muhatabı Hakan Akkaya, sahnenin tam önünde,
protokol sandalyelerinin arasında zıplaya zıplaya şarkılara eşlik ediyordu o
sırada. Hande’nin kafasındaki boynuzlu, acayip başlığı o tasarlamış, Hande de
belli ki çok beğenmişti. “Kafam çok güzel,” derken kast ettiği oydu; yanlış
anlaşılmasın.
“35 yıl geçmiş üstünden. 70 yaşına gelmişsin, saçın
beyazlamış, gözünün feri gitmiş. Ortalıkta fıstık gibi kızlar var. Bu ne risk
almaktır? Bu ne iddiadır? Bunun cevabını ben bulamıyorum. Siz verin bana
cevabını. Nedir bendeki bu yaşam açlığı, illa hayatı bir yerinde tutmak?”
(Milliyet Sanat dergisi Haziran 2016 sayısında yayımlanmıştır.)
“O münferit benimdir, haksız da değilimdir…”
“Cemali sözüyle, hissi celaliyle…”
“Göster hadisene sual ettim, maharetini aşk hayal ettim…”
Hayır, dersimiz Divan şiiri değil; yukarıdaki cümleler de Nedim’den, Nefi’den ya da Nabi’den mısralar değil. Geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan en yeni Sıla albümünün şarkı sözlerinden alıntılar bunlar.
(20 Mayıs 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Tıpkı Soner Arıca gibi Yeşim Salkım da ‘90’lardan bu yana müzik kariyerine aralıksız sürdürüyor. Onun farkı şarkılarını kendisinin yazmıyor olması. Bu açığı ise her şarkıcıya kolay nasip olmayan bir “şarkı avcılığı” meziyetiyle kapatıyor. ‘90’larda henüz kimselerin pek tanımadığı Tamer Özkan’ın bir dolu şarkısını albüm yapan da oydu, 2010’ların hemen başında biz Zeki Güner’in ismini yeni yeni duyuyor iken tamamı Zeki Güner bestelerinden oluşan bir albüm yapan da. Sezen Aksu’dan şehrazat’a, Cenk Taşkan’dan Onno Tunç’a, popüler müziğin klasikleşmiş bestecilerinin şarkılarını da seslendirdi, günü geldi Gülşen gibi Serdar Ortaç gibi gündemdeki şarkı yazarlardan şarkı da aldı.
Yeşim Salkım yeni teklisinde ise bu defa söz ve müziği Sadettin Dayıoğlu’na ait bir şarkıyı seslendiriyor. “Erkeğin Zillisi”, geçtiğimiz günlerde Ossi Müzik etiketiyle yayımlandı. Şarkının düzenlemesi, Salkım’ın bir önceki teklisinde de birlikte çalıştığı Serdar Ayyıldız’a ait.
Sadettin Dayıoğlu aslında müzik çevrelerinin yakından tanıdığı bir avukat. Ama onun müzikle ilgisi hukuksal boyunun ötesinde. Bugüne dek çok sayıda şarkı yazmış ve yazdığı şarkıların bazıları Betül Demir, Erkan Güleryüz, Günce Koral gibi isimler tarafından seslendirilmiş. Arkadaşım olduğu için yakından biliyorum; Sadettin’in elinde daha gün yüzüne çıkmamış sayısız iyi şarkı var. Mesela bunlardan birini, sözlerini yazdığı “Büyümedim” adlı şarkıyı çok yakında Işıl Yücesoy’un sesinden duyacaksınız ki o şarkının popun son dönem klasikleri arasına gireceğini şimdiden söyleyebilirim.
“Erkeğin Zillisi”, gayet eğlenceli, esprili, “atarlı” bir şarkı ve Yeşim Salkım’ın müdanasız tavrı ve tarzına çok yakışmış. Salkım’ı güncellemiş, gençleştirmiş, hatta “Göz Kör Olası” dönemlerindeki enerjisine döndürmüş. Serdar Ayyıldız’ın şıkır şıkır düzenlemesi de şarkıyı radyo-kulüp-plaj üçgeninde popüler kılacak tüm trüklere sahip. Böyle şarkılara da ihtiyacımız var. Hele ki bugünlerde.
(20 Mayıs 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Teoman ve Yalın’a sahnede bas çalarak ve vokal yaparak eşlik eden Ayşegül İnci 2013 yılında ilk albümü “Zamanı Tamir Eden Adam”la adından söz ettirmişti. Ayşegül İnci, üç yıllık bir aradan sonra yeni teklisi “Seni Görmemem Lazım”ı Pasaj Müzik etiketiyle yayımladı. Şarkının söz ve müziği Ayşegül İnci’ye, düzenlemesi ise Koray Erkan’a ait.
Ayşegül İnci’nin ilk albümünü yazdığımda şu cümleleri sarf etmişim: “Nicedir Türkçe “rock” müzikte vokal tekniği hep birbirini andıran kadın sesler duyuyoruz. Hatta buradan yola çıksak, “Şebnem Ferah’a benzeyenler” ve “Fatma Turgut’a benzeyenler” diye iki kategori yaratmak mümkün; bir üçüncüsü neredeyse yok. Yer yer kafa seslerini kullanmaları ortak özellikleri olsa da, Şebnem Ferahgillerde daha yırtıcı, daha dominant bir tutum, Fatma Turgutgillerde ise daha edilgen, daha içli ve “tiki genç kız” telaffuzu temel özellikler olarak ayırt edilebiliyor. Sıkıcı mı? Evet! Ama gerçek bu.
Sadece bu yukarıdaki genelleme bile Ayşegül İnci’nin bu ilk albümüne kulak kabartmak için yeterli sebep olabilir. Zira Ayşegül İnci bu iki kategorinin dışında durmayı başaran açık, net ve temiz vokal tekniğiyle dikkat çekiyor öncelikle. Elbette “rock” müzik kadın şarkıcıları için artık bir dünya standardı haline gelen kafa seslerini o da kullanıyor ama en azından yerinde ve dozunda. Hatta biraz da abartmak gerekirse, şarkılarda ne dediğinin anlaşılıyor olmasının dinleyici için büyük lüks olduğu bile söylenebilir.”
Nitekim bu yeni şarkısında da bu yazdıklarımı doğruluyor Ayşegül ve hatta ileri de götürüyor. Şarkı yazarı olarak, çok naif, çok dokunaklı bir şarkı yakalamış ve şarkıyı aynı naiflikte bir yorumla seslendirmiş. Tam tabiriyle içinize oturuyor şarkının sözleri. Düzenleme de son derece yerli yerinde; ne çok gürültülü ne de arabesk/alaturka sularına giriyor. Şarkının klibi ise Gökçe tarafından çekilmiş.
Yakın dönemde yayımlanmış ve kesinlikle ıskalanmaması gereken şarkıların başında geliyor “Seni Görmemem Lazım”. Dinleyin, dinlettirin.
(20 Mayıs 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Dilek Ay, müziğe profesyonel olarak 2005 yılında başlamış, 2008-2012 yılları arasında ENBE Orkestra’sında solistlik yapmış. Sonrasında kendi orkestrasını kurarak çalışmalarına solo olarak devam eden Dilek Ay’ın ilk teklisi “Kurşun Masum”, İda Müzik ve Seyhan Müzik ortaklığıyla birkaç ay önce servis edildi aslında ama yeterince tanıtılamadı. Bu tanıtım sorunu özellikle “noname” tabir edilen şarkıcılar için bir kâbusa dönüşmüş durumda. Profesyonel “PR” firmalarıyla anlaşsanız bile, televizyon ve radyoların tekellerini kırmak çok ama çok zor. Dinleyici deseniz, bu karambolde kendisine dayatılanın dışında bir şeylerin farkına varmak için çaba göstermeye zaman bulamıyor. Arada bir sürü harcanmış emek, çaba, bir sürü güzel şarkı ve iyi şarkıcı güme gidebiliyor.
Nitekim söz ve müziği Adnan Fırat’a ait “Kurşun Masum”, pop kalıpları içinde gayet iyi bir şarkı. Dilek Ay ise hiç de yabana atılmayacak bir şarkıcı. Hem duygusu kalbe dokunan bir ses rengi, hem de sağlam bir şarkıcılık tekniği var. Okan Akı’nın nefesli enstrümanlarla işlediği, su gibi akan düzenlemesi de nefis. Şarkının bir tek kusuru varsa o da ilk kelimelerinin (“sen benden”) dinleyicide “Ben Sevdalı Sen Belalı” şarkısının başladığı yanılgısını yaratması. Hem kelimeler, hem notalar (saniyelik de olsa) aynı çünkü.
Dilek Ay’ı bundan birkaç yıl önce bir konserde (ENBE konseri değildi ama neydi hatırlamıyorum) vokalist olarak sahnede izlemiş ve sahne enerjisinden etkilenerek “Kim bu kız?” diye aramış taramış, takibe almıştım. Bu şarkısını dinleyince boşa dikkatimi çekmediğini anladım. Daha profesyonel bir strateji izleyebilirse (işin şarkılardan ve şarkıcılıktan azade kısımlarından bahsediyorum)adını çok daha fazla duyacağımız garanti. Bekleyip görelim.
(20 Mayıs 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Yeni bir albüme doğru yol aldığını öğrendim Soner’den ama o, tam da bugünlerde yapılması gerektiği gibi, belirli aralıklarla yeni şarkılarını servis ediyor ve arayı soğutmuyor. Bu konuda çok zorlanmadığı da kesin çünkü yıllardır onun ne kadar üretken ve çalışkan olduğu bir sır değil.
“Bir Yanım Gitti”, Soner Arıca’nın Arıca Müzik etiketiyle yayımlanan yeni şarkısı. Söz ve müziği Soner Arıca’ya ait şarkının düzenlemesi ise Enver Günen tarafından yapılmış.
Sosyal medyada şarkının ilk anonslarını gördüğümde, hem teklinin kapak fotoğrafı, hem de şarkının adı bende bu defa yavaş ve romantik bir Soner Arıca şarkısı duyacağımız kanısını uyandırmıştı; ancak tam tersi oldu. Evet, bir ayrılık şarkısı ama gayet ritmik ve hatta bir dans şarkısı aynı zamanda. Aslında akustik bir kayıtla pekala yavaş bir versiyonu da yapılabilecek bu şarkıyı Enver Günen, 70’ler disko müziğinin izlerini taşıyan bir düzenlemeyle mevsime uydurmuş. İyi de yapmış. Şarkı bu haliyle hüzünden çok umut barındırıyor; sözlerde geçen “hallederim ben tek başıma” cümlesi boşuna değil.
Yıllardan beri yaptığı bütün albümleri/şarkıları, tamamen kendine münhasır bir görsel estetikle paketlemeyi iyi biliyor Soner Arıca. Bu şarkının Gökhan Özdemir imzalı klibi de bunun bir kez daha altını çiziyor. Rengarenk görsel efektlerle bezeli klip amaca çok doğru hizmet ediyor ve Soner Arıca’nın 2010’lu yıllardaki yürüyüşüne hızlı adımlarla eşlik ediyor.
(20 Mayıs 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Sadece şöhretinin, popülerliğinin, soyadının arkasına sığınmamış, yaptığı işi başından bu yana çok ciddiye alarak müziğe çok emek harcamış bir yıldız Nazan Şoray. Gazino dünyasının kendine has kuralları içinde yetişip sonra ‘90’lar müziğinin bambaşka düzenine ayak uydurmak, oradan 2010’lu yıllara uzanıp kendini güncelleyebilmek, güne ayak uydurabilmek de başka türlü olacak şey değil. İşte yine yepyeni bir şarkı, güncel bir “sound” ile pırıl pırıl bir Nazan Şoray var karşımızda. Şoray’ın yeni teklisi “Steril Sevda”, geçtiğimiz günlerde Avrupa Müzik etiketiyle yayımlandı.
Teklide söz ve müziği Selahattin Erhan’a ait “Steril Sevda” adlı şarkının iki farklı versiyonu var. İkinci versiyonda Nazan Şoray’a Yunan pop yıldızı Stergios eşlik ediyor ve şarkıyı Türkçe-Yunanca bir düet olarak dinliyoruz. İlk versiyonda ise Nazan Şoray şarkıyı solo olarak seslendiriyor. Düzenlemeler Erdem Kınay tarafından yapılmış. (Şarkılarda duymaya pek de alışık olmadığımız “steril” kelimesinin şarkının içindeki anlamının yanı sıra şarkının bestecisi ve söz yazarı Selahattin Erhan’ın doktor olmasından kaynaklı saklı bir esprisi de var bu arada.)
Tam da yaz üzeri kulüplerin, plajların, radyoların “playlist”lerine rahatlıkla girebilecek, hareketli ritmi ve eğlenceli melodisi, gelip geçici, gündelik aşklara inat “steril sevda” arayanların diline slogan olacak sözleriyle bu şarkı Nazan Şoray’ın kendine has ses rengiyle de kulaklara yer edecek gibi görünüyor. Teklinin kapağından şarkının klibine dek her zamanki titizliğinin izlerini taşıyan bu yeni çalışmasıyla Nazan Şoray, yine nokta atışı yapıyor.
(17 Mayıs 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
2004 yılında yayımlanan Gülay albümü “Adı Yok” için şu cümleleri kurmuşum: “Rahatlıkla yurt dışına da pazarlanabilecek bir etnik müzik albümü aslında bu. Gülay vardığı noktada artık bu tarzın üzerine gitmeli ve böylesi çalışmalara imza atmalı.”
Albümlerini yurt dışına pazarlama konusunda bildiğim kadarıyla bir çabası olmadı ama o albümün üzerine 2010 yılında “Aşkname” gibi bir nefis bir albüm daha koyarak, bu konuda ne kadar haklı olduğumu bir kez daha gösterdi Gülay. (Tabii arada 2006 yılında yayımlanan ve onun sesinden türkü dinlemeyi sevenleri memnun edecek “Dalgalar” albümü de var.)
Beş yılı aşkın bir aradan sonra piyasaya sürülen yeni albümünde ise Gülay bir kez daha, daha önce söylenmiş şarkılardan oluşan bir repertuvarla çıkıyor karşımıza. Geçtiğimiz günlerde Pasaj Müzik etiketiyle yayımlanan albüm “Gri Şarkılar” adını taşıyor.
Herkesten değil ama Gülay’dan bildik şarkıları dinlemek asla can sıkıcı değil; aksine heyecan verici. Zira diğer albümlerinden de aşina olduğumuz üzere Gülay en eskitilmiş şarkıyı bile yeni kılmayı, kendine has ve farklı hale getirmeyi başarıyor. Hem çok iyi müzisyenlerle çalışarak, çok iyi düzenlemeler ve icralarla sağlıyor bunu, hem de şahsına münhasır şarkı söyleme stili ve o stilde doğru tınlayacak şarkıları seçebilmesiyle.
Bakın mesela albümün çıkış şarkısı olarak seçilen “Mucize”ye. Ajda Pekkan gibi niteliği tartışılmaz bir yorumcudan, Müslüm Gürses gibi karakteristik bir sesten ve de şarkının asıl sahibi, yazanı ve haliyle de duygusunu en iyi bileni Tuna Kiremitçi’den sonra Gülay, kelimenin tam anlamıyla yeni bir “Mucize” yaratmış ve şarkı asıl şimdi söylediklerini anlatabilir hale gelmiş gibi. Bir başka örnek daha vereyim: Hadi koyun Özcan Deniz’i bir kenara, Nükhet Duru gibi üzerine asla gül koklamayacağım bir şarkı anlatıcısından sonra kim söylese dinleyebilirdim “Beni Affet”i? Ya da söylene söylene sahiden suyu çıkarılmış “Kimse Bilmez” bir kez daha dokunabilir miydi kalbe?
Hüsnü Arkan’ın “Kadınımsın, ecemsin, yarınımsın, nazımsın…” gibi “erkek ağzı” kelimeler barındıran “Senin Gibi”si, Ortaçgil’in ismi Ege olan kızına yazdığı “adı denizden gelen kızım” cümlesinden anlaşılan “Kızıma”sı gibi asıl sahibinin kimliğini açık eden şarkıları da albüme almış Gülay. Bu bir cesaret. Buna karşın şahsen benim bir “cover” albüm için kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek Keremcem şarkısı “Son Bir Kez” ile Burak Aydos şarkısı “Beni Verme Ellere”yi repertuvara almak da bir başka cesaret. Alpay’dan bu yana her nedense kimsenin yeniden seslendirmediği “Yanımda Kal”ı bu albümde görmek ise benim için sürprizin büyüğü oldu. Bir şarkının nasıl baştan ayağa yeniden yaratılabileceğinin en “baba” örneklerinden biri olabilir “Yanımda Kal”ın bu düzenlemesi ve yorumu.
Cemali’nin artık klasikleşmiş “Duymak İstiyorum”u, İlhan Şeşen’in yine epeyce dilde dolaşmış “Sensiz Olmaz”ı, Grup Merdiven’in “Hasretler Ayrılıklarla Başlar”ı ise albümdeki diğer şarkılar.
Albümün düzenlemelerine Hüseyin Cebişçi, Gökhan Varol, Cihangir Aslan ve Evren Arkman imza atmış. Tamamen akustik düzenlemeler ve kayıt, albümü başından sonuna iyi bir ses düzeninin olduğu bir salonda, canlı bir konser izlermişçesine dinlemenizi sağlıyor.
Çok farklı iklimlerde müzisyenlerin şarkılarından derlenmiş bu seçkide, o farklılığı kendi ortak paydasında bir bütünlüğe ulaştıran rengin gri olduğuna kanaat getirmiş olmalı ki, albümün adını “Gri Şarkılar” koymuş Gülay. Kerem Yılmaz tarafından çekilmiş fotoğraflar ve Berkcan Okar’ın kartonet tasarımı da bu temayı bütünlüyor. Renkbilimciler gri rengi için iyi şeyler söylemezler ama bu albüme bundan daha yakışan bir başka isim bulunabilir miydi onu bilmiyorum.
Gülay’ı ve albüme emek veren tüm müzisyenleri tebrik etmek lazım. Hem müzikal niteliği yüksek, hem de kişilikli ve kalıcı bir işe imza attıkları için.
(10 Mayıs 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
‘70’lerden bu yana sayısız oyuncu şarkıcılığa soyunmuş, gazino sahnesine çıkmış, albüm yapmışken ve de sayısız Sezen Aksu şarkısı defalarca ama defalarca yeniden söylenmiş iken ne yalan söyleyeyim, “Bergüzar Korel, Sezen Aksu şarkılarından oluşan bir albüm yapıyor” haberi benim açımdan çok da heyecan verici değildi. İşin içinde Aykut Gürel olduğunu duyunca da şaşırdım ve açıkçası pek de konduramadım. Bir gece vakti posta kutuma düşen albümü dinlemeye başlayınca ise tam anlamıyla ters köşeye yattım.
Geçtiğimiz günlerde İrem Records etiketiyle piyasaya sürülen “Aykut Gürel Presents Bergüzar Korel” adlı albüm, Sezen Aksu’nun 1977-2008 yılları arası, yani 30 yıllık bir zaman diliminde yazdığı şarkılar arasından seçilmiş 12 şarkı ile oluşturulmuş evet ama bu şarkılar bildiğimiz hallerinden oldukça farklı bir formda, bir biçimde çıkıyor karşımıza. 2006 yılında bir albüm dolusu Sezen Aksu şarkısı tamamen Batılı bir bakış açısıyla düzenlenmiş bir biçimde ve İngilizce sözlerle Kanadalı şarkıcı Karine Hannah tarafından seslendirilmişti. Yakın zamanda ise İngiliz Kraliyet Filarmoni Orkestrası’nın Aksu bestelerinden oluşan konserine şahit olduk, konserin albümünü dinledik. Ağırlıklı olarak alaturka tınılar taşısa da Aksu şarkılarının evrensel müzikal formalara aktarılabilirliği konusunda iyi kötü bir fikrimiz vardı. Söz konusu şarkıların caz kalıplarında çalınıp söylendiğini duymak ise bu albüme nasip oldu.
Bu şarkıları caz formunda düzenlemek neresinden baksanız tek başına bir iddia. Ve projenin fikir babası Aykut Gürel, albümde birlikte çalıştığı Cem Tuncer, Ediz Hafızoğlu, Siney Yılmaz ve de Volkan Topaloğlu ile birlikte bu iddiayı üstleniyor haliyle. Gelin görün ki albümün baş aktristi Bergüzar Korel, son derece iddiasız bir biçimde adım atıyor şarkıcılık macerasına. Bırakın bir caz vokali, bir şarkıcı olduğu iddiasına bile kalkışmadan, alabildiğine sade, duru ve sakin bir biçimde ses veriyor şarkılara.
Caz dediysem de öyle atışmalı emprovizasyonlar, enstrümanistlerin virtüözitelerini sergilediği uzun uzun sololar, karmaşık akor düzenleri, çoklu ritimler filan gelmesin hemen aklınıza. Tam tabiriyle “smoothjazz” bir albüm bu. Kolay dinlenilebilir, gündelik hayatın herhangi bir diliminde, mesela gece saatlerinde, belki bir kadeh bir şey içip sevdiklerinizle sohbete koyulmuşken, bir akşamüstü kulağınızda kulaklık, şehrin caddelerini turlarken ya da kumsalda şezlonga uzanmış kitap okurken size eşlik edebilir bir albüm. Tam da bu niyetle yola çıkılmış zaten ve sonuç amacı karşılamış.
Bu pencereden baktığınızda düzenlemeler ve icralar şahane. Bergüzar Korel pürüzsüz, çapaksız bir solist olarak projeyi bütünlüyor. Elbette bu acılı, ağrılı, hatta kimisi kanlı bu şarkılar çok başka bir biçimde de (sözgelimi Korhan Futacı ve Kara Orkestra’nın “Ben Sana Vurgunum” şarkısına yaptığı gibi) düzenlenebilir, söylenebilirdi. Elbette Bergüzar Korel’in temiz şarkı söyleme çabası içerisindeyken oyunculuğunu büsbütün unutmak yerine şarkı sözlerinin ruh halini sesine yansıttığını duymak işe başka bir ruh katabilirdi (misal “hani büklüm büklüm boynunda, hani paramparça ruhunda” cümleleri bu kadar mütebessim dökülmezdi ağzından o vakit.) Çünkü proje ne kadar “easy listening” olsa da, şarkıların kimi öyle değil; özellikle de sözler bakımdan. Yani işin o noktasında (belki sadece şarkı sözleriyle bencileyin patetik bir ilişkisi olanların umursayacağı) bir çelişki var ki bu çelişki dediğim şey, “İzmir’in Kızları”, “Kaçın Kurası” gibi kimi şarkılarda zerre kadar söz konusu değil; tam tersine solistin pozitif tınısı bir avantaja dönüşüyor.
Kaldı ki Bergüzar Korel’den bir Billie Holiday, Bir Nina Simone acı sosu beklemek de snopluk olur. Şimdilik ses rengi ve kalitesini, derli toplu şarkı söyleme biçimini ve bunların da ötesinde bu projede yer alma cesaretini önemsemek lazım. Üzerine daha fazla konuşmak için, müzikte bundan sonra yapacaklarını beklemek durumundayız. (İlla acı sos sevenler de Muazzez Abacı’nın yine tamamı Sezen Aksu şarkılarından oluşacak albümünü beklemek durumunda.)
Alkışın büyüğü ise cesaretin büyüğünü gösteren Aykut Gürel’e aslında. Popüler piyasasının içinde bilenmiş bir müzisyenin şimdi aynı piyasaya böylesi bir alternatif öneri sunması, hele ki bu zamanda, hiç de hafife alınacak bir şey değil.
Müzikal niteliği yüksek, kapağından kartonet tasarımına dek incelikli, özenli, usta işi ve sıra dışı bu albümün benzer yeni albümlere, farklı denemelere, cesur başka işlere kapı açması ise bırakın müzik yazarlığını bir tarafa, bir dinleyici olarak benim en büyük dileğim.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.