Yeter ki Müzik Olsun
  • Seninle Üç Dakika
  • _Giriş
  • _1975
  • _1976
  • _1977
  • _1978
  • _1979
  • _1980
  • _1981
  • Röportajlar
  • Konser Yazıları
  • _2019 Konserleri
  • _2018 Konserleri
  • _2017 Konserleri
  • _2015 Konserleri
  • _2016 Konserleri
  • _2014 Konserleri
  • Günün Şarkısı
  • Albüm / Şarkı Eleştirileri
  • Güncel
  • Yıldızlar
  • Klasikler
  • Ses Dergisi
  • Günlükler
  • _Eurovision 2011 Günlüğü
  • _Eurovision 2010 Günlüğü
  • _Nasıl TV Programı Yaptık?

(10 Aralık 2015 tarihinde Hayat Müzik'te yayımlanmıştır.)

Yorumcu olmak, stüdyo şarkıcısı olmak, sahne şarkıcısı olmak hep başka başka şeyler… “Entertainer” (yani eğlendirici) olmaksa başka bir meziyet. Kötü şarkıcıdan da iyi “entertainer” olabilir mesela; örnekleri çoktur. Bununla beraber iyi şarkıcı olmak “entertainer” olmaya yetmez.  

Kabul etmeli ki Cenk Eren, memleketin en iyi “entertainer”larından biri. Bir dönem sahnelerde fırtınalar estiren nice isim şimdilerde hemen hiç iş yapmazken, Cenk Eren’in yıllardır ve hâlâ bu işi hakkıyla yapıyor olması hafife alınacak bir şey değil. Üstelik Cenk Eren iyi de şarkı söyleyebilen bir “entertainer”. Son albümüyle bunu bir kez daha kanıtlıyor.


İlk albümü “…Ve Cenk Eren” yayımlandığında takvimler 1995 yılını gösteriyordu. Herkes onun sahnesinden bahsederken, albümü pek ilgi görmemişti. 2000 yılında “Gözlerin” adlı ikinci albümünde albüme adını veren şarkı ve Nükhet Duru ile düet yaptığı “Deli Gönlüm” dikkat çekti. Aslında Cenk’in şarkıcılıkta yol almasında Nükhet Duru’yla 2002’de başlayan ve yıllar süren ortak sahne çalışmalarının payı büyük oldu. Nitekim 2003’de piyasaya çıkan “Kader Çıkmazı” adlı üçüncü albümden sonra, 2004’de bu defa Nükhet Duru ile birlikte “Muhteşem İkili” adlı albüme imza attı. 2006’da yayımlanan “Kiraz Mevsimi” ise onun en iyi albümü oldu. “İnce Saz” başta olmak üzere “Kiraz Mevsimi”, “Cancağızım” ve “Sarı Sonbahar” gibi olgun ve demlenmelik şarkılar sesinde çok doğru tınlıyordu çünkü.


2009 çıkışlı “Dönüm Noktam” albümü ve 2012’de yayımlanan “Kasetimi Al” adlı mini albümü “Kiraz Mevsimi” albümünün etkisini devam ettiremedi. 2014’de piyasaya sürülen “Az Zehir Az Bal” teklisi de öyle. Ve 2015’in bitmesine çok az kala Şafak Karaman Production etiketiyle Cenk Eren’in yeni albümü “Repertuvar – Tanju Okan Şarkıları” yayımlandı.


Bir kere şunu söylemek lazım ki, bir tek şarkıcının şarkılarından oluşan bir albüm yapmak (saygı albümleri bir kenara) epeyce riskli bir iş. Çok sık da yapılmıyor zaten. Bu konuda ilk aklıma gelenler İpek Açar’ın “Kayahan Şarkıları” albümü ile Mine Geçili’nin “Bir Ömrün Şarkıları” adlı Zeki Müren şarkıları albümü. Her ikisinde de bir erkek şarkıcı ve bestecinin şarkılarını bir kadın solist seslendiriyordu.  Buradaysa durum daha farklı… Tanju Okan bir besteci değil, bir yorumcu ve üstelik çok da baskın karakteristiği olan, nevi şahsına münhasır bir yorumcu. Dolayısıyla daha albümü dinlemeden ilk sorunuz “Bu albüm ne kadar iyi olabilir ki?” oluyor.


Ama olmuş. Hem de beklenmedik derecede iyi olmuş. Bunda şarkıların orijinal versiyonlarındaki ruhu hiç bozmadan bugüne aktarabilmiş aranjör Sarp Özdemiroğlu’nun payı büyük. Bu şarkıların bazılarını Tanju Okan’ın Atilla Özdemiroğlu düzenlemeleriyle plağa okuduğu düşünülürse, babadan oğula geçen mirasa özenle sahip çıkmış Sarp Özdemiroğlu. Birçok aranjörün sıklıkla düştüğü hataya düşüp, eski şarkıları yeniden ele alırken kendi imzasını atma uğruna şarkıları ters yüz etmeye, trafiklerini, “intro”larını değiştirmeye yeltenmemiş. Göksel’in benzer albümlerinden de bildiğimiz üzere Sarp Özdemiroğlu bu ülkede bu işi en iyi yapan aranjörlerden biri.


Albümün başarısındaki diğer paysa elbette Cenk Eren’in. O kadar doğru ve iyi söylemiş ki bu yadigâr şarkıları, hiç yüzünüzü buruşturmadan, “Keşke bunu da söylemeseymiş,” demeden dinleyebiliyorsunuz albümü başından sonuna dek. Eh, zaten ortada zamanında çok sevilmiş, çok dinlenmiş, bugün hâla bilinen ve sevilen şarkılar var. Haliyle ticari olarak da şansı yüksek bir iş söz konusu.

Albüm, Tanju Okan’ın az bilinen şarkılarından biri olan “İki Yabancı” ile başlıyor. Bu şarkının aynı adlı diğer versiyonu, yani sözlerini Fecri Ebcioğlu’nun yazdığı ve Ajda Pekkan’ın söylediği versiyonu bilinir. Oysa Fikret Şeneş’in yazdığı ve Tanju Okan’ın seslendirdiği bu sözler, Şeneş’in yazdığı ilk Türkçe şarkı sözü olması nedeniyle de ayrıca kıymetlidir.


Tanju Okan’ın en çok bilinen şarkısı “Kadınım” ise ikinci sırada karşımıza çıkıyor. Albümün ilk klip şarkısı olarak da bu şarkı seçildi. Şöyle bir dönüp bakınca, yakın geçmişte bu şarkıyı Teoman, Yaşar ve Mehmet Erdem’in de seslendirdiğini hatırlıyoruz. Normal şartlarda bu kadar rağbet görmüş, deyim yerindeyse yıpratılmış bir şarkıyı çıkış şarkısı olarak seçmek hata olabilirdi. Ama Cenk Eren’in yorumu ve şarkının bu düzenlemesi ortada şüphe bırakmıyor. Yeri gelmişken, bu şarkının olağanüstü güzel sözleri için Mehmet Teoman’ı ne kadar yere göğe sığdıramasak az.


Moustaki’nin dünyaca meşhur “Le Meteque”inden Nino Varon marifetiyle Türkçeleştirilmiş “Hasret” de bir başka aranjman klasiği olmasının yanı sıra Tanju Okan’ın da dillerden hiç düşmemiş şarkılarından biri. “Deniz ve Mehtap” ise yıllardır hep Tanju Okan’la birlikte anılır ama aslında Okan bu şarkıyı hiç plağa okumamış, sadece Fakir Bir Kız Sevdim adlı Yeşilçam filminde ve de çok kez televizyonda, sahnede seslendirmiştir. İnternette Tanju Okan adıyla yüklenmiş sayısız video var ama çoğunu söyleyen aslında Tanju Okan değil.


Tanju Okan deyince akla gelen ilk şeylerden biri de hiç kuşkusuz onun içkili, meyhaneli, kafa çekmeli şarkılarıdır. Bu albümde “Öyle Sarhoş Olsam ki”, “Kadehi Şişeyi Kırarım Bugün” ve “Şerefe” ile sınırlı tutulmuş bu şarkılar. Buna karşın Okan’ın inceden arabeske meylettiği “Kemancı” ve “Deli Gibi Sevdim” de aynı etkiyi yaratan cinsten şarkılar. “Gözünde Yaşlarla” ise yine 70’lerden sıkı bir aşk şarkısı.

Albümün Cem Bayoğlu imzalı fotoğrafları ve Göknil Mustafa imzalı kartonet tasarımı da işin ağırlığını ve zarafetini doğru yansıtacak nitelikte.



Bu şarkıları kim söylese risk alacaktı. Ancak Cenk Eren yukarıda da bahsi geçtiği üzere, olgun ve demlenmelik şarkılarda (en azından albümlerinde) genç ve hareketli, piyasa işi şarkılarda olduğundan çok daha fazla etki yaratabiliyor. Bu nedenle de bu proje onunla çok doğru örtüşmüş. Daha piyasaya çıkalı kısa bir süre olmasına rağmen, son zamanların en çok satan albümü olması boşuna değil. Bu sebeple, prodüktör Şafak Karaman da dahil olmak üzere, emeği geçen herkesi tebrik etmek lazım.

ARALIK 2015 
0
Share
ORTALAMANIN İZİNDE


(24 Kasım 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.) 

Galatasaray Lisesi’nde öğrenci iken müzik öğretmeni Candan Erçetin’in teşvikiyle konservatuarda yarı zamanlı müzik eğitimine başlayan Cihan Güçlü, üniversite eğitimini de konservatuarın klasik gitar bölümünde almış. Kendi şarkılarını da yazmaya başlamış bu süreçte. Candan Erçetin’in onun bestelerini albümüne alması ile de ilk profesyonel bestecilik deneyimini yaşamış. İlk albümü “Ama”yı 2010 yılında piyasaya çıkaran Cihan Güçlü, yaptığı müzik türünün meraklılarınca keşfedilmiş ve dikkat çekmişti ama o albümde “Hani Hayat Bir Oyundu?” adıyla yer alan, Mehmet Erdem’inse ikinci albümünde “Acıyı Sevmek Olur mu?” adıyla seslendirdiği şarkısı, Cihan Güçlü isminin daha geniş kitlelerce tanınmasını sağladı. Erdem’in o albümüne adını veren “Hiç Konuşmadan” da bir Cihan Güçlü bestesiydi.


Cihan Güçlü’nün ikinci albümü “Kim Anlıyor ki?”, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle piyasaya çıktı. Tıpkı ilk albümünde olduğu gibi, bu albümde de Cihan Güçlü (bir şarkı hariç) kendi bestelerinden oluşan bir repertuarla dinleyici karşısına çıkıyor. Düzenlemeler ise Alper Atakan tarafından yapılmış.

Yukarıda “yaptığı müzik türünün meraklılarınca” tabirini özellikle kullandım zira Cihan Güçlü’nün yaptığı müzik türünün yapanı da, dinleyeni de çok bu ülkede. Yalın’dan başlayıp Fettah Can’a kadar sayılabilecek onlarca isim var. Şarkıların akışları, kullanılan temalar, şarkı söyleme biçimleri filan çok benzer bu isimlerin. Farklılıklar ise ancak detaya indiğinizde göze çarpıyor.


Mesela Cihan Güçlü’nün farklılığı, kimi şarkılarında bir pop şarkısı ortalamasında iyi sözler ve güçlü melodiler yakalaması. Bu albümde de “Korkuyorum”, “Yalandır Güldüğüm” ve “Kim Anlıyor ki?” bu anlamda nispeten öne çıkan parçalar. Bununla birlikte albümün çıkış şarkısı olarak da seçilen “Canım Sevgilim”, “Gitme” ve “Bihaber” başta olmak üzere, albümün ağırlığındaki şarkılar çok bildik bir tavır üzerinden yürüyor. Fena mı? Değil belki ama yeni bir şey de sunmuyor dinleyene.


Cihan Güçlü’nün çok iyi bir solist olduğu söylenemez. Mesela “Korkuyorum” şarkısında yer yer sesindeki deformasyon net bir biçimde duyuluyor. Sanırım özellikle öyle kalsın istenmiş; yoksa teknik olarak halledilmeyecek bir mesele değil. Aslında farklı bir ses rengi olmasına rağmen, sesini kullanma biçimi, kelimeleri vurgulaması da ortalamanın izinden gidiyor. Böyle olunca da şarkıyı söyleyenin kim olduğunu bilmiyor iseniz, benzerlerinden ayırt edebilmeniz imkânsız hale geliyor.


Albümde söz ve müziği Cihan Güçlü’ye ait olan 10 şarkıdan biri olan “Biz İkimiz”, ilk albümden çıkıp gelmiş ve bir takım değişikliklerle bu albüme tekrar girmiş. Bir de “cover” var. Sezen Aksu’nun “Serçe” albümünde yer alan ve sözleri Aksu’ya, bestesi Hurşit Yenigün’e ait olan “Gelen Gideni Aratır”, ‘70’lerin moda akımı disko müziğinin bir Türk usulü denemesiydi ve bugüne dek hiç yeniden seslendirilmemişti. Özellikle “cover” konusunda epeyce deneyimli Alper Atakan, şarkının ritmini bugüne uydurmakla birlikte, orijinalindeki keman ve gitar partisyonlarını çok fazla değiştirmeden, o havasını korumayı tercih etmiş. Şarkı böylece farklı bir renk olarak albüme hareket katmış.


Bütününde eli yüzü düzgün, özenli, temiz bir albüm bu. Cihan Güçlü, şarkıcılığından ziyade şarkı yazarı olarak bu albümle daha fazla dikkat çekecektir. Keşke albüm kapak tasarımına da bir parça özen gösterilseymiş. Kapak görseli, kullanılan yazı karakterleri filan hiç profesyonel görünmüyor çünkü. “Kim Anlıyor ki?” başlığında soru işaretinin konulmamış olması da cabası.

KASIM 2015
0
Share
O KISACA F.D.


(16 Kasım 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)

Son 20 yılın iz bırakan müzisyenlerinden biri Feridun Düzağaç. Bunu da kendi gibi olabilmeye ve kalabilmeye borçlu şüphesiz. 1996 yılında ilk albümü “Beni Rahatta Dinleyin” piyasaya çıktığında, henüz Türkçe “rock” müzik ana akımın içinden ses vermiyordu. Yıllar içerisinde müzik anlayışımız ve beğenilerimiz kadar müzik dinleme alışkanlıklarımız da değişti. Müziğin sunulduğu mecralar da öyle. Feridun Düzağaç bütün bu değişimden hasar almadan geçmekle kalmadı, hiç “kötü” diyebileceğimiz bir şeye de imza atmadı.


Nitekim geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle piyasaya çıkan dokuzuncu albümü “Başka” ile de bunu bir kez daha gösteriyor. Türkçe popüler müzik tarihinde çok az ismin başarabildiği bir şey bu. Feridun Düzağaç’ın kendi müziği var ve bu müzik dönemsel olarak değişen moda akımlardan azade. “Başka” tam da böyle bir albüm.

Albümde 8 şarkı ve 2 farklı versiyon var. Bu 8 şarkıdan biri, Düzağaç’ın ilk albümünde yer alan ve ilk “hit”lerinden de biri olan, sözü müziği kendisine ait “Beyaz”. Bunun dışındaki 7 şarkıyı ise ilk kez duyuyoruz. Bunlardan 5’inin söz ve müziği yine Feridun Düzağaç’a ait. İki şarkıya ise Flört ve YAYA gruplarından tanıdığımız Ata Akdağ imza atmış.


Albümün açılışında yer alan ve çıkış şarkısı olarak da seçilen “Biçare”nin albümdeki iki düzenlemesinden birini Can Alper ve Arıkan Sarıkaya, diğerini ise Oya Erkaya yapmış. Türkiye’de aranjörlük diye adlandırılan iş her nedense erkeklerin tekelindedir bildik bileli. Nazan Öncel, Sezen Aksu gibi kimi müzisyenler, şarkılarının düzenlemelerine birebir katılırlar ama başkaları için düzenleme yaptıklarını hiç görmedim ben. Oya Erkaya, müzik mutfağında erkek tekelinin kırılması adına ilklerden biri olacak gibi gözüküyor. Zira bu albümdeki üç düzenlemesi de hiç hafife alınmayacak kadar iyi. Özellikle de “Biçare”nin tango esintili “Başka Versiyon”u.


“Biçare”, “Olmaz” ve “Kül” albümün açılışında ardı ardına dinleyeni vuran şahane Feridun Düzağaç şarkıları. Özellikle şiirli sözleri ve etkili melodisiyle “Kül”, uzun vadede bir Düzağaç klasiğine dönüşecektir mutlaka. Şarkının Can Alper ve Arıkan Sırakaya imzalı “Demli Versiyon”u, ‘bir şarkıyı arabeskleştirmeden Türk müziği enstrümanlarıyla nasıl renklendirebiliriz?’ sorusunun tam karşılığı olabilir.

Söz ve müziği Ata Akdağ imzalı iki şarkıdan biri olan “Olmasaydın”da Feridun Düzağaç’a YAYA eşlik ediyor. Piyano ve gitarların çello ile “tatlı-sert” atışmasıyla başlıyor şarkı ve su gibi akıp gidiyor. Hemen ardından gelen “Sorma” da yine bir Ata Akdağ şarkısı.


Albüm hiç boşluk hissi yaratmadan, en az öncekiler kadar güçlü “Ah O His” ve “Fer”le devam ediyor. “Fer”in yine Oya Erkaya imzalı düzenlemesinde bu defa caz akorlarının buzuki ile buluşmasına şahit oluyoruz. “Beyaz”ın yeni versiyonu ise yine cazın içinden geçerek “chill-out” sularında yüzüyor.

Yeni albümlerde müzikal tat denilen şeyi bulmak pek kolay değil artık. Bu genellemeleri sevmesem de, basit melodilerin, basit sözlerin, sentetik seslerin ve kopyala-yapıştır pratiği nedeniyle giderek ruhsuzlaşan müzikal içeriğin tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hükmünü sürdüğü bir dönemden geçiyoruz. Bu rüzgâra karşı durabilmek her şeyden önce yüksek bir mutfak maliyetini, sonrasında ise kolay algılanamamayı, hatta anlaşılamamayı, dolayısıyla ana akımın dışında kalma riskini göze almayı gerektiriyor. Ama bir kez göze aldım mı da, ortaya çıkan şey tadından yenilmiyor. Tıpkı bu albümde olduğu gibi. Bir şarkıyı, “ah o bas gitar nasıl güzel duyuluyor”, “ah o sözler nasıl incelikli”, “ah o intro melodisi ne kadar etkili” diye anabilmek ne güzelmiş. Bu albüm bana bunu hissettirdi en çok.


Bahadır Fenerci tarafından çekilen fotoğraflar ve yapılan grafik tasarımla dinleyiciye sunulan albüme kartoneti de özenli işçiliği ile değer katıyor.


Bu albümü mutlaka edinmek, iyi dinlemek ve hatta oturup etüt etmek lazım.

KASIM 2015 
0
Share


“Vayomini dö pua, yunaytıd kindım tu points… Lalmeyn di pua, görmıni ten points…”

Ecnebi ülkeler birbirine böyle böyle puan dağıtırken biz siyah beyaz televizyonumuzun başında bize de bir iki puancık veren olur mu diye nefesimizi tutar beklerdik. Hayaller ilk beş, hayatlar son beş olurdu her seferinde. Sonra gecelerden bir gece Bülent Özveren’in canlı yayında kendinden geçerek haykırdığını da gördük: “Türkiye birinci değerli seyirciler, Türkiye birinci! Şu an herkes bana döndü salonda çünkü şeyimin önünde… naklen yayın kulübemin önünde bir tane Türk bayrağı var!”


0
Share

Meşhur olmak istiyorsunuz. Çok haklısınız. Kim istemez ki? Toprağı bol olsun, selam edelim Andy Warhol’e de bu vesileyle ama on beş dakika meşhurluk filan kimseyi kesmez artık bu devirde. O kadarını O Ses Türkiye’ye çıkarak da yapabilirsiniz, çok kolay. Üstelik besteleriniz, şarkı sözleriniz var. Devir Küçük Emrah filmlerinin devri değil ki, orada gördüğünüz gibi Taksim’den belediye otobüsüyle Unkapanı’na giderek otobüsten inince heyecan içerisinde alt geçitten geçip İMÇ altıncı bloğun önüne gelesiniz. 


0
Share

"NİYE PUCCİNİ'DEN MAHRUM OLALIM Kİ YA DA SEZEN AKSU'DAN?" 

(Milliyet Sanat dergisi Aralık 2015 sayısında yayımlanmıştır.)

Nuri Harun Ateş, “kafası karışık kontrtenor” olarak tanınıyor. Bu tanımlama adının bile önüne geçmiş durumda. Kontrtenor olmanın az bulunurluğu ile kafası karışık olmanın (hele ki bu ülkede) çok bulunurluğunu aynı tamlamada bir araya getirmiş olması, yaptığı işin de özeti aslında. Türkiye’de ve yurt dışında yıllar süren şan eğitimi, tiyatro, opera ve müzikal kariyeri bir yana, Bergen’den Yıldız Tilbe’ye, Puccini’den Ajda Pekkan’a uzanan geniş bir yelpazede, müzikte tür ve tarz ayrımlarına adeta kafa tutan repertuarı ile son birkaç yıldır sahnesi büyük ilgi gören, adından çok söz edilen bir isim Nuri Harun Ateş.



0
Share

Dün Tepe Nautilus alışveriş merkezindeki müzik pazarına gittim. Ben daha kapsamlı bir şey hayal etmiştim ama bayağı mini bir pazardı. Beş bilemediniz altı stant vardı sadece. Ağırlıklı olarak plak, bir miktarda video kaset, DVD, CD gördüm. Birkaç pikap dışında elektronik pek bir şey de yoktu. Hammer Music, Rainbow45 Records, Mega Müzik gibi ciddi plak dükkânları stant açmıştı neyse ki. “Yam yam” tabir ettiğim sahaflar yoktu. Plaklar makul fiyattaydı. Ben de uzun bir zaman süre ilk kez iki eski baskı plak aldım. Mega Müzik standındaki plak “box-set”lerine ağzımın suyu aktı tabii (özellikle Beatles kutusuna) ama elbette benim için öncelik her zaman yerli plaklarda. Sözgelimi bir Kibariye plağı, Beatles plağından daha önemli benim için, öyle bir manyaklık işte ne yaparsınız.


Eve gelip internete girince Zehra Eren’i kaybettiğimizi öğrendim. İçim acıdı. Bu Ocak-Şubat ayları hep böyle kayıplarla geçiyor nedense.


Duyduğum en etkileyici kadın seslerinden biri, gördüğüm en güzel kadınlardan biriydi Zehra Eren. Ben çok geç tanıdım onu. 2003 yılında Ankara’da Kavaklıdere Rotaract kulübünün düzenlediği, benim de hasbelkader danışmanlığını yaptığım Tangoya Saygı gecesinde ödül alanlardan biriydi. Yirmi yıldır sahneye çıkmayan Zehra Eren, o gece orkestra eşliğinde üç şarkı seslendirmişti. Büyülenmiştim adeta. O dakika hayranı olmuştum. Nezaketi, zarafeti, “aura”sı ama en çok sesi…


Yıllarca radyo emisyonlarında ve sahnede tango söylemiş ama gelgelelim pek az sayıda plak doldurmuştu Zehra Eren. Kalan Müzik’in bastığı “Tangolar” albümündeki tek tangosu dışında ona ait bugünlere ulaşan yayımlanmış bir kayıt yoktu. Bu nedenle TRT, 2014 yılında arşivindeki emisyon kayıtlarından derlediği bir Zehra Eren seçkisini, üstelik plak formatında yayımlayınca çocuk gibi sevinmiş, duyduğum gün koşa koşa Harbiye’deki radyo binasına gidip, plağı satın almıştım. Hatta Erdener Abi’yi (Koyutürk) aradığımı hatırlıyorum o heyecanla. Tango dünyasının cengaveridir çünkü Erdener Abi. Yaparsa bir tek o yapabilir, Zehra Eren’i o yaşında stüdyoya sokup yeni tangolar kaydedebilirdi belki. O da böyle bir niyetinin zaten var olduğunu söylemişti bana. Ne çare, olamadı. Bir devrin son tanıklarından, son izlerinden birini daha yitirdik. 

Aşağıdaki video, yukarıda bahsi geçen Tangoya Saygı gecesinde Zehra Eren'in sahneye çıktığı bölüm. Yıllar sonra arşivden bulup çıkardım ve internete yükledim. Bugüne kısmetmiş.



0
Share

Aylin Aslım’ın Kiamore için yazdığı “Memleketimden Konser Manzaraları” başlıklı yazısını okudum dün. Yazının konusu kısaca seyircinin sahnedeki müzisyene saygısızlığı olarak özetlenebilir. Evet, böyle bir gerçek var nicedir memlekette. Biz eskiden konserlerde bağıra çağıra her şarkıya eşlik edenlerden şikayet ederdik. Sahnedeki şarkıcıyı duyamıyoruz diye. İş keşke o kadarla kalsaydı. Gel zaman git zaman, bırakın şarkılara eşlik etmeyi, sahnede olan bitenle ilgisiz, salonun içinde sürekli gezip dolaşan, sohbet eden, fotoğraf çeken, sahnedeki müzisyeni bile rahatsız edecek kadar çok gürültü çıkaran bir seyirci profili oluştu.


0
Share

(Milliyet Sanat dergisi Kasım 2015 sayısında yayımlanmıştır.)

“Binlerce, on binlerce, kanayana kadar alkışlayan ellerden sonra, bir yatak odası ve dört duvar, bir ayna… Elbette ki yavaş yavaş başlayan bir bunalım. Günde otuz dört ilaç ve iki insülin iğnesi… Ve bununla yaşayan yapayalnız, evet hayret edeceksiniz ama yapayalnız bir Zeki Müren…”


1996 yılının yaz aylarında çekimine başlanan Batmayan Güneş Zeki Müren belgeseli için uzunca bir inziva döneminden sonra ilk kez kamera karşısına geçen Zeki Müren, bir süredir kendini dinlediğini, dinlendiğini anlatırken, yıllardır içinde yaşadığı büyük yalnızlığı da bu cümlelerle ele veriyordu. Yalnızdı. Kimseyle görüşmüyordu. Bodrum’daki evinin kapısına gelenler onu göremeden geri dönüyor, evinin telefonları açılmıyordu. Yorgun, bitkin ve hasta haliyle görünmek istemiyordu kimselere. Sahnedeki, ekrandaki, gazete ve dergi sayfalarını dolduran fotoğraflarındaki ihtişamlı, ışıltılı, pullu, payetli, fönlü, makyajlı haliyle hatırlansın istiyordu. Yıllardır canla başla, iğne oyası işler gibi yarattığı illüzyon bozulsun istemiyordu. Belki ölümünün ardından çok kez yazılıp çizildiği gibi, son nefesini adeta bile isteye, kameraların karşısında, spot ışıklarının altında vermesi de bu yüzdendi.


Zeki Müren’i 24 Eylül 1996 günü kaybettik. Ölümünün üzerinden geçen on dokuz yıla rağmen, sadece sesi ve şarkılarıyla değil, yaptıkları, ettikleri, giydikleri, taktıklarıyla, içinde yaşadığımız toplumun en derin tabularına “saygılı” kafa tutuşuyla da ikonik bir figür olarak hâlâ konuşuluyor. O günleri yaşayanlar kadar, Zeki Müren’in sahnelerde fırtınalar estirdiği, plaklarının peynir ekmek gibi satıldığı, televizyona çıktığında hayatın durma noktasına geldiği günlere yetişememiş bir nesil de var. Ve pek yakında onun kaleminden, kabinden dökülmüş şarkıları bir kez daha, bu defa başka başka seslerden dinleyeceğiz. Uzun süredir çalışmaları devam eden “Zeki Müren’e vefa” albümü tamamlanmak üzere çünkü.

SÜRPRİZ ŞARKICI HALİT ERGENÇ


Daha önce Kayahan ve Aysel Gürel için yapılmış saygı albümlerine prodüktör olarak imza atan Murat Yıldırım, bu defa bir başka proje için kolları sıvamışken, gördüğü bir haber üzerine fikrini değiştirmiş. Zeki Müren’in ölüm yıldönümünde mezarına müzik camiasından kimsenin gitmediği haberine içerleyen Yıldırım, Müren’in tüm mirasını bağışladığı vakıflarla iletişime geçerek vefa albümünün ilk adımlarını atmış. Albümde Zeki Müren’in besteci ve şarkı sözü yazarı olarak imza attığı şarkılar var. Bir şarkı hariç… Söz ve müziği Sait Ergenç’e ait olan ve Müren’in 1972 plağa okuduğu “Şeytana Uyduk Bir Kere”, albümde Sait Ergenç’in oğlu Halit Ergenç tarafından seslendiriliyor. Her ne kadar yakın geçmişte Sultan Süleyman rolüyle hafızalara yer etmiş olsa da, opera ve müzikal oyunculuğu eğitimi olan ve kariyeri boyunca çok sayıda müzikalde rol alan Halit Ergenç, albümdeki sürpriz şarkıcılardan biri.

'BEKLENEN VARİS' VİETNAM'DA


Alaturka müzikte Müren’den sonra kendi ekolünü yaratmayı başarmış sayılı şarkıcıdan biri olan Muazzez Abacı, “Bir Gönül Hikâyesi” ile albüme dâhil olmuş. Zeki Müren’in en çok bilinen dört şarkısı ise dört popüler şarkıcı tarafından seslendiriliyor albümde. “Şimdi Uzaklardasın” Funda Arar, “Beklenen Şarkı” Mustafa Ceceli, “Bir Demet Yasemen” Göksel ve “Manolyam” Sibel Can yorumlarıyla albümde yer alacak. Zeki Müren’in ilk sinema filmine de adını veren ve kariyerindeki dönüm noktası şarkılardan biri olan “Beklenen Şarkı”nın söz yazarı olan ve 2002 yılında kaybettiğimiz Sabih Gözen’in varislerine bir türlü ulaşılamamış albüm çalışmaları başladıktan sonra. Murat Yıldırım şarkı sözlerini kullanmak için izin almak üzere Gözen’in varislerini bulabilmenin yolunu gazetelere ilan vermekte bulmuş. İşe de yaramış bu yöntem. Ve nihayet “beklenen varis”, Sabih Gözen’in kızı, Vietnam’da ortaya çıkmış, şarkı da böylece albüme girmiş.


Zeki Müren ilk bestesini henüz lise öğrencisi iken, İstanbul’dan Bursa’ya yarıyıl tatili için geldiğinde babasıyla birlikte gittiği kaplıcada yapar. Bursa’daki müzik hocası şarkıyı çok beğenir, notaya alır ve İstanbul Radyosunun müdürü olan arkadaşına gönderir. Henüz 18 yaşındaki Zeki, o günden sonra her radyo başına geçtiğinde kendi şarkısını duyabilmenin ümidiyle geçirir günlerini. Ve bir gün o hayali gerçeğe dönüşür. Sesine hayran olduğu Suzan Güven tarafından seslendirilir üstelik şarkısı. Güven, bestesinden çok etkilendiği bu genç bestekârı görmek üzere okuluna gider, onu ziyaret eder ve Müren’in İstanbul Radyosu’na girmesini ve sesini radyo vasıtasıyla geniş bir dinleyici kitlesine duyurmasını sağlayacak süreç böyle başlar. İşte her şeyin başlamasına sebep olan o ilk beste, “Zehretme Hayatı Bana Cananım”, albümde alaturka müziğin genç temsilcilerinden Yaprak Sayar tarafından seslendiriliyor.


İLK ÖPÜCÜKLÜ ŞARKI


Müren’in yine erken dönem şarkıları arasında yer alan ve çok fazla bilinmeyen iki şarkısı daha var albümde. Her iki şarkı da ‘50’li yıllarda ilk olarak taş plak formatında yayınlanmış. Birisi, bir filmine de adını veren “Berduş”, Kıraç tarafından yeniden seslendirilmiş. Diğer şarkı “Öpücük”ü ise bu satırlar kaleme alındığında henüz kimin seslendireceği belli değildi. Yalnız şunu söylemeliyim ki, memleketin ilk öpücüklü şarkısı, Tarkan’dan çok önce Zeki Müren tarafından seslendirilmiş ve bu şarkı gün ışığına çıkınca bunu bilmeyenler de öğrenecek.


Zeki Müren’e vefa albümünün sürprizlerinden biri de Boğaziçi Caz Korosu olacak. Masis Aram Gözbek şefliğinde uzunca bir süredir hem yurt içi hem de yurt dışında bir hayli ses getiren koro, Gezi direnişi günlerinde yaptıkları “Çapulcu musun Vay Vay” uyarlamasıyla da çok konuşulmuştu. Boğaziçi Caz Korosu, Müren’in bir nevi iç döküşü gibi de dinlenebilecek “Ben Zeki Müren” adlı o çok meşhur şarkısını farklı bir yorumla, ‘a capella’ olarak seslendirmeye hazırlanıyor.


Zeki Müren’in hem sahnede hem de plaklarında, alaturka eserlerin yanında, zaman zaman türkü, arabesk ve pop gibi farklı türlerde şarkılar söylediği biliniyor. 1972 yılında, Türkiye’de aranjman furyasının alıp başını gittiği günlerde, dünya çapında bit ‘hit’ olan “Ne Mes Quitte Pas”yı kendi yazdığı Türkçe sözlerle, “Beni Terk Etme” adlıyla seslendirmişti Müren. Bu şarkı bu albümde Türkçe-Fransızca bir düetle karşımıza çıkacak. Fransızca kısmını Enrico Masias’ın söylemesi kesinleşmiş ki malum olduğu üzere Türkçe’ye adapte edilmiş çok sayıda şarkısıyla Enrico Masias, bir dönemin Türk popuna kendisi bile farkında olmadan damga vurmuş bir isim. Bu şarkıda Masias’la düet yapacak Türk şarkıcının ismi ise bu yazı yazıldığında henüz belli değildi.

ÖZENER - YARKIN DÜETİ


Albümdeki bir başka düet ise Belkıs Özener ve Ferda Anıl Yarkın tarafından yapılıyor. Hak ettiği vefayı henüz hayattayken görebilmiş ender isimlerden biri olan Belkıs Özener bir dönem Zeki Müren’e vokal yapmış. Ferda Anıl Yarkın henüz küçük bir çocukken, sahnede kemanıyla eşlik etmiş Müren’e. Belkıs Özener ve Ferda Anıl Yarkın, bu albüm için “Tekrar Bana Dönsen” adlı Zeki Müren şarkısını seslendirmek üzere birlikte girmişler stüdyoya.


Albümde yer alması kesinleşen şarkılar ve şarkıcılar bunlar olmakla birlikte, böylesi projelerde alışık olduğumuz üzere, son dakika sürprizleri her zaman olasıdır. Mesela günümüz gençliğinin çok sevdiği bir erkek pop şarkıcısının daha (bu defa Tarkan değil, hayır) albüme gireceğini öğrendim ama sürprizi bozmamak için onu yazmıyorum.


Büyük yıldızlar, ışığı çok parlak yıldızlar hep yalnız mıdır? Müren’in hayat hikâyesi üzerine çalışırken bu sorunun cevabını çok düşünmüştüm. Bahsi geçen belgeselde söylediklerini duymamış olsam bile onun yalnızlığının ipuçlarını bütün bir hikâyenin içinde fark etmemek mümkün değildi. Çünkü bir isim, bir marka, bir illüzyon yaratmaya soyunduysanız, bunun yolu en çok kendinizi korumaktan geçiyor. Kendinizi korudukça da içinize kapanıyor, dışarıdan gelecek tehditlere karşı kılıçlarınızı kalkanlarınızı hep hazır ediyorsunuz. Bedeli çok ağır bir yaşam biçimi bu... Zeki Müren böyle bir hayat yaşadı. Bedelini de ağır ödedi. Işıkların altında, kameraların karşısında noktalanmış bir hayatın, mikrofonlarla kayda alınmış şarkıları, objektiflerle tespit edilmiş fotoğrafları kaldı geriye. Yani Zeki Müren’in sadece bize gösterdiği kadarı. “Vefa uzaklarda kalan bir his,” demişti sözlerini kendi yazdığı “Kandil” şarkısında. Bir albüm vesilesi ile bile olsa, vefayı yakınlarda hissetmek, en çok da içinden geçtiğimiz bugünlerde şüphe yok ki iyi gelecek hepimize. 

EKİM 2015
0
Share

Yılbaşı öncesi çok koşturmacalı ve yoğun geçince, üzerine bir de gripten yatakalınca, Milliyet Sanat internet sitesine yılın son yazısını yazamadım. Konu belliydi aslında. Her sene yaptığım gibi yine yılın en popüler şarkılarını yazacaktım. Bugün oturdum onu yazdım. Bu defa yılın ilk yazısı olacak, ne yapalım.

Geçen yıl da bu liste için 40 şarkı seçmiştim ama bu sene 40’ı tamamlamak biraz zor oldu. “Müzik her geçen gün daha kötüye gidiyor, vah vah tüh tüh”cülerden değilim ama sahiden de bu sene az sayıda “hit” çıkmış. Şöyle bir geriden bakınca daha net görünüyor bu. Aslında yılın genel olarak nasıl geçtiğine bakınca sebebini anlamak mümkün. İki seçim, bir sürü kötü olay, kayıplar, ölümler, kargaşa… 2015 hem ülke tarihi açısından hiç de iyi hatırlanmayacak. Bunun popüler müziğe de sirayet etmesi kadar doğal bir şey olamaz.


Bugün sosyal medyada bol bol Barış Manço paylaşıldı. Doğum günüydü çünkü. Nasıl ahbaptan, dosttan, aileden saydıysak onu, üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen özleniyor hâlâ. Birkaç kez gitmiştim Moda’da şimdi müze olarak kullanılan evine. Hani şu adresini ezbere bildiğimiz ev. Müze olmak için çok eksik. Az sayıda eşya kalmış, o meşhur kostümlerinin, takılarının çoğu yok. Kim bilir ne oldu onlara? Plakları filan da yok denecek kadar az. Yine de bir tanıdıklık duygusuyla seviyorsunuz daha kapısından girmeden. Sanki orada yaşamışsınız hissine kapılıyorsunuz hatta gezerken. Her defasında çok etkilendim. Bugün tekrar bir gidesim geldi.


Tepe Nautilus alışveriş merkezindeki müzik pazarı bugün açıldı. Plak, kaset, CD, müzik sistemleri filan varmış. Tam benlik yani. 2-3 sene var ki sahaf festivallerine de gitmez oldum. O kadar uçuk fiyatlar konuşuyor ve satıcılar o kadar şuursuz ki, artık bu işin tadı iyiden iyiye kaçtı. Birkaç yıl önce 20-30 liraya satılan ve arşivci olarak değerli görüp almadığımız plaklar bile anormal rakamlara satılır oldu. Yine de bu festivali bir görmek istiyorum. Bu hafta bir fırsatını bulup gitmek lazım. 

0
Share

Yıllar sonra ilk kez karlı bir yılbaşı gecesi geçirdi İstanbul. Burnumuzdan da getirdi haliyle. Trafik sarpa sardı, taksiler adam seçti, yayanın payına kara çamura bata çıka yürümeler düştü. Rezidanslar, gökdelenlerle dünya şehri olmuyor bir şehir. Konargöçer kavimlerden, obalardan, çadırlardan gelmiş bir toplumun bireylerinin şehir planlamacılığı denen şeyi iplememesinin, şehri yönetecekleri planları için değil, mensup oldukları partilerin taraftarlığı ile seçmelerinin doğal sonuçlarını İstanbul’da dibine kadar yaşıyor ve faturayı yine şehre kesiyoruz. Sokakta çevirip sorsan, on kişiden sekizi kaçıp gitmek istiyor şehirden. Sanki gidilecek yer bundan daha iyi olabilirmiş gibi. Yeni bir ülke bulamayız, başka bir şehir de bulamayız; Kavafis İstanbul’dan ilham alarak yazmış bunu. “Bu şehir arkandan gelecektir,” de demiş. Bu kadar açık ve net.


Neyse… Taksilerle ve karlı buzlu Tepebaşı merdivenleriyle cebelleşerek de olsa eve vardığımızda sabah olmak üzereydi. En azından başımızı sokacak bir evimiz vardı. Sokakta yaşayan her canın işi zordu o ayazda. İnsan olsun, hayvan olsun… O yüzden apartmanın kapısına paspası sıkıştırıp kapanmasını engelleyen bir komşuya (her kim ise artık) sahip olduğumuz için mutlu oldum gece gece. İçeri üç kedi sığınmıştı. Queen ise sıcacık evinde, yediği önünde yemediği arkasında girmişti yeni yıla. Bazıları şanslı doğuyordu işte böyle. Tıpkı insanlar gibi. Eski bir hayat bilgisini yeni yılın ilk saatlerinde böyle tazeledim.  


Televizyon kanallarında pek bir şey yoktu. Biz gençken yılbaşı geceleri televizyon başında en çok bu saatleri beklerdik oysa. Yabancı müzik bu saatlerde yayınlanırdı çünkü. Ne her yılbaşı televizyona çıkışı olay olan dansöz, ne Zeki Müren, ne de yılbaşından yılbaşına ekranda görünebilen Orhan Gencebay… Varsa yoksa CC Catch, Europe, Modern Talking bilmem ne… Gecenin bir yarısı olacak da bir saat, bir buçuk saat onları izleyeceğiz televizyonda.


Hakan Hepcan’ın NTV’deki yılbaşına özel şovunu tekrar gösteriyorlardı. Biraz ona baktım. Sefa Doğanay’ın Yıldız Tilbe ve Nur Yerlitaş taklitleri sinir bozucuydu. Söz konusu isimlerin taklitlerini Fehmi Dalsaldı’dan izlemeyi bin kere tercih ederim. Sadece sesi ile değil, jet ve mimikleriyle, tüm bedeniyle büründüğü kişiyi yaşayarak taklit edebilen bir adam Fehmi çünkü.


Hakan Hepcan’ın konuklarından biri de Simge’ydi. “Miş Miş”i canlı söyledi. İyi de söyledi. Trafiği çok karışık, canlı söylemesi zor bir şarkı ama hiç falso vermedi. Sinan Akçıl ise “1001 Gece” adlı şarkısını ilk kez seslendirdi ama tabii “playback” yaparak. Yine bir Justin Bieber kostümü ve saç modeliyle hedef kitlesini memnun etti muhtemelen. Zaten Twitter da bu yeni şarkının mükemmelliğinden, olağanüstülüğünden, bombalığından dem vuran “RT”lerden geçilmiyordu o vakitte hâlâ. Ne diyeyim, alan memnun satan memnun. Şarkı güzel yalnız. Yani en azından ilk dinleyişte öyle geldi kulağıma.




Başka bir kanalda Suzan Kardeş’in programının tekrarı vardı. Ona da Özge Fışkın konuktu. Suzan Kardeş’in benim diyen “talk-show”cudan daha iyi soru sorduğunu, konuğunu konuşturduğunu gördüm. Bir kez daha sevdim bu nevi şahsına münhasır kadını.


Sessiz ve sakin bir 1 Ocak öğleden sonrasına uyandık doğal olarak. Hem yılbaşı gecesi ertesi, okullar, iş yerleri tatil, hem de sokaklar kar beyaz. İnsanlar evlerine kapanmış, hava hiç olmadığı kadar temiz… Markete gittim geldim. Ot, Kafa, Bavul, Yumuşak G, Blue Jean ve Milliyet Sanat’ın yeni sayılarını aldım.


Blue Jean bu sayısıyla beraber format değiştirmiş. Neredeyse 30 yıldır “rock”çısından, “teenage-pop”çusuna yabancı müzik sevenleri pek memnun eden dergi artık bir müzik dergisi değil. Evet, format değişikliği mutlaka gerekliydi zira ‘80’lerde hadi bilemediniz ‘90’larda kalmış poster ve çıkartma geleneğini ısrarla sürdürmesinin bir anlamı yoktu. Ancak piyasada bu kadar kültür-sanat-politika yazıları dolu dergi var iken, onlarla aynı görsel formu benimsemek neyse de benzer içeriğe sahip olmak anlaşılır gibi değil. Müzik ekseninden ayrılmamalıydı bence.

Soner Arıca’nın yeni şarkısı “Saklı” da yeni yılın ilklerinden oldu. Şarkı da, klip de uzun zamandır görmeye, duymaya alıştığımızdan farklı bir Soner Arıca çıkarıyor karşımıza. İlk izlenimim bu oldu.


Müzik dünyasından bir de ölüm haberi düştü internete bugün. Natalie Cole sonsuzluğa göç etmiş. Çok yakından takip ettiğim bir şarkıcı değildi ama babası Nat King Cole’u bir dönem dinlemelere doyamazdım. Bu yüzden de Natalie Cole’un babasının şarkılarını söylediğini “Unforgettable… With Love” albümünü uzun süre “walkman”imden düşürmemiştim. 65 yaşında hayata veda etmiş. Ben daha genç sanıyordum.



0
Share
SERKAN FERAT – “SICAK GELDİYSE ÇIKAR”


Sadece iki albüm yayımlamış olmasına rağmen, Türkçe rock müziğin 2010’lu yılları anlatıldığında es geçilmeyecek, adından mutlaka söz edilecek bir gruptu Kreş. Di’li geçmiş zaman kullandım çünkü Kreş artık yok. Grubun solisti Serkan Ferat ise geçtiğimiz günlerde ilk solo teklisini yayımladı. Söz ve müziği kendisine ait “Sıcak Geldiyse Çıkar” adlı şarkı Jeton Yapım etiketiyle servis edildi.


0
Share
MİSAFİR ŞARKILAR


Pınar Ayhan, 2000 yılı Eurovision Şarkı Yarışmasında Türkiye’yi temsil etmiş, yıllarca hem televizyon programları, hem de sahne performanslarıyla adından söz ettirmiş, iki de albüm yayımlamış, Ankaralı bir müzisyen. 


0
Share
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

Hakkımda


Photo Profile

Yavuz Hakan Tok
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci

2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.

Daha Fazla



Takip Et

  • Instagram
  • YouTube
  • Twitter
  • Facebook

Bu Hafta Çok Okunanlar

  • Tarkan Kurtlar Sofrasında
     TARKAN - "KUANTUM 51" Tarkan'ı öncelikle günün avam tarz ve türlerinden uzak durduğu, "rap"çilerle filan iş birliği...
  • Hande Yener - "Afrodizyak"
    "BAZEN SIĞ, BAZEN DİBİ YOK" Hande Yener albümleri/şarkıları hakkında yazmayı seviyorum, o belli. Neredeyse her albümünü yazmışım. ...
  • Ne Kadarı Fatih, Ne Kadarı Mabel?
    MABEL MATİZ - "FATİH"  “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
  • Prestij Müzik'in Film Gibi Hikâyesi
    (Milliyet Sanat dergisi Şubat 2023 sayısında ve 5 Şubat 2023 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanmıştır.)    1997 yılında bir vesileyle Pre...
  • Issız Adam'sız Bir Nil Burak Hikayesi
    Bir sayım günüydü. Eve hapis olmuştuk. Sayım memuru ha geldi ha gelecekti. Anneannem, içi saman dolu boz ala boz renkli misafir odası ko...

Arşivden

  • Suna Yıldızoğlu Röportajı
    Yabancı Gelin Sonia, Türkiye'de nasıl ünlü bir sinema oyuncusu ve şarkıcı oldu?.. Yetmişlerde ona kim, neden açık çek verdi? Dillere...
  • Ne Kadarı Fatih, Ne Kadarı Mabel?
    MABEL MATİZ - "FATİH"  “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
  • Prestij Müzik'in Film Gibi Hikâyesi
    (Milliyet Sanat dergisi Şubat 2023 sayısında ve 5 Şubat 2023 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanmıştır.)    1997 yılında bir vesileyle Pre...
  • İzlediklerim Ocak 2012
    ENBE ORKESTRASI - "SENDEN KIYMETLİ Mİ?" Bütün tartışmalara, eleştirilere rağmen popüler müzik piyasasında ENBE damgası vurulmuş ...
  • Oya Bora Röportajı
    "Hani Peter Pan masalı gibi bir hayal dünyası vardır ya; orada kötülük yoktur, orada ihanet yoktur, orada acı çekilmez. Bizim şarkılar...
Copyright © 2019 Yeter ki Müzik Olsun

Created with by Beauty Templates | Distributed by Gooyaabi Templates