Yine karıştırdım adresi. Bu Göksu Evleri’nin bahçe
kapılarında neden sayısız harf ve numara var ki? Sorun bende değil yani; adres
bulma konusunda fena değilimdir yoksa. Derken bir araba yaklaşıyor, şoför el
sallıyor bana. Çok müzisyen oturuyor ya bu muhitte, kim bilir hangi tanıdık,
göremiyorum da arabanın içini. Araba yanaşıp duruyor. E Ersay bu! Zaten ben ona
geldim! Meğer o da basın danışmanı Cansu’yla beraber bir radyo röportajından
geliyormuş, tam da randevulaştığımız saate yetişmiş. Doğru kapıyı bulup çalsam,
açan olmayacakmış, iyi ki bulamamışım yâni.
Ersay çok candır. İlk röportajımızı yaptığımızda ahbap
olmuştuk ki üzerinden 6 yıl geçmiş. Sonrasında nerede karşılarsak hep candan
gönülden sarılmış, hâl hatır sormuş, beni gördüğüne sevindiğini lafın gelişi
değil, samimiyetle söylemiş ve göstermiştir. Bana özel de değil; herkese karşı
böyle. Onun için de herkes seviyor onu. Hakkında kimle laflasam aynı şeyi
söylüyor. Nitekim yine aynı sıcak karşılamayla karşılaşıyorum. Arabayı park
edip evinin alt katındaki stüdyoya geçiyoruz beraber.
Birkaç saat evvel yağmur yağmış ama İstanbul’un nemini
arttırmaktan başka bir işe yaramamış. Bahçe ıslak, mecburen içeride oturacağız.
Cansu bize kahve yaparken Ersay anlatmaya başlıyor. “Dur, anlatma, kayıt
cihazını açayım,” diyene kadar albümünün hikâyesini dinliyorum bile. Öyle
tezcanlı, heyecanlı… Söylemiş miydim? Hiperaktiftir Ersay. Aaevet!
Girizgâhtan anlaşıldığı üzere Ersay Üner’le röportaja
geldim. 6 sene önce onun hayat hikâyesini, müzik yolculuğunu konuşmuştuk uzun
uzun. Bugünse yeni albümünü merkez alarak konuşacağız. Yeni dedim ama eskisi
yok zaten. Yıllardır sektörün tam göbeğinde bir dolu iş yapmış Ersay Üner ilk
kez bir albüm çıkardı. SM Production ve DMC işbirliğiyle piyasaya çıkan albümün
adı “Nokta”. Daha önce tekli olarak yayımlanmış 2 şarkının yanı sıra 5 de yeni
şarkının olduğu 7 şarkılık bir albüm bu. Zaten albüme adını veren şarkı çoktan
yürüdü gitti bile.
Kahveler geldi, kayıt cihazı açıldı. Hadi başlayalım
röportaja.
YAVUZ HAKAN TOK: Bu kadar yıl sonra ilk kez bir albüm
yaptın. Az önce bana anlattıklarını kayda almam için yeniden anlat bakalım
şimdi. Nedir bu albümün hikâyesi?
ERSAY ÜNER: Bu albüm aslında arayışla başladı. “İki Âşık”ı
yaptıktan sonra bir şey daha yapmam lazımdı ama onun benzeri ya da onu takip
eden, sürdüren bir şey yapmak anlamına gelmiyordu bu benim için. “İki Âşık” o
dönemde benim için yapılabilecek en uygun şarkıydı ama ondan sonra bence devam
edilecek bir şey değildi. Zaten o tarz da çok uzun süre devam etmeyecek bana
kalırsa. İşte ne yapacağım diye düşünürken, ilk “Selam”ın nakaratı çıktı. “İki
Âşık”tan iki ay kadar sonraydı. “Tamam,” dedim, “Şarkıyı buldum, bu şarkıyı bir
tekli yapabilirim.” Sonra ekip olarak toplandığımızda “Ben albüm yapıyorum,”
dedim. “Bu şarkıyı duvar olarak belirliyorum, her şeyi bunun etrafına öreceğim.”
YHT: Yâni yeni şarkıların hepsi bu albüm için yapıldı öyle
mi?
EÜ: Aynen öyle. Hiçbiri daha önce var olan şarkılar değildi,
hiç kimse için düşündüğüm şarkılar da değildi. “Selam”ın nakarat dışındaki
bölümlerini yazmamıştım bile ama onu 3 numaraya koyacağımı biliyordum. Sonra
üstünü ve altını nasıl yaparım diye düşündüm. Tabii bunun bir ön değerlendirme
süreci var. ‘90’larda sevdiğimiz bütün albümleri fazlasıyla dinledim, notlar
aldım. Levent Yüksel’in “Medcezir” albümünden Sertab Erener’in “Lâl” albümüne
kadar… Tarkan’ın “Ölürüm Sana”sı, Kenan Doğulu’nun “Sımsıkı Sıkı Sıkı” albümü…
O dönem bizi besleyen şarkılara ve albümlere baktığımda, ne var içlerinde diye
düşündüm. Bir büyü var onlarda. Nedir o büyü? O kadar albüm yapıldı da bunlar
neden kült oldu? Başka albümler de var içlerinde muhteşem şarkılar olan ama
hayır; bu albümlerde başka bir şey var. Onun üzerine yoğunlaştım ve biraz daha
düşününce zaten sır kendiliğinden çıktı ortaya.
YHT: Neymiş? Merak ettim…
EÜ: Bence ana mesele şu Yavuz Abi: Şarkılar birbirinden
farklı. Farklı melodiler, farklı duygular, farklı anlatımlar… Ama genel olarak,
bir bütün olarak aynı hissiyatı veriyor. Düzenlemeler de farklı farklı. Ama
duygudan hiç kopulmadan yapılmış, bir bütünlük var. Dinlediğin zaman da her
şarkı kendi kendinin “hit”i, kendi kitlesine hitap ediyor, orayı besliyor. İlk
yapmam gereken şeyin bu olduğuna karar verdim. “Bunu arayacaksın Ersay, ne yaparsan
yap, şarkı yazarken de düzenleme yaparken de bu ruhtan, bu duygudan
kopmayacaksın. Alt metnin bu olacak. Sonra her şey yeni olacak. Şu anda dünyada
her tarz müzik birbirine karışmış durumda. Bunun iyisini, doğrusunu yapan karşı
tarafa direkt iletiyor zaten müziğini. İşte diğer şarkılar da öyle öyle çıkmaya
başladı.
YHT: Sahiden de “Selam”ın altını üstünü doldurmaya başladın
yani?
EÜ: Evet. “Güm” çıktı mesela. Nakaratını New York’da yazdım
onun, gerisini burada. Sonra “Yıldızlar”ın nakaratı çıktı. Onu bir kenara
bıraktım, “Selam”ın A kısmını yazmaya başladım. Düzenlemeler yapıyorum filan
derken kendiliğinden gelişmeye başladı. Tabii bu süre bir, hatta bir buçuk
sene. Son 4-5 ayı zaten inanılmaz. Burada, stüdyoda yatıyorum kalkıyorum, kayıt
alıyorum, ful bir konsantrasyon hali…
YHT: “Yürüdüm” niye yok albümde?
EÜ: Zaten fiziksel olarak piyasaya çıkmıştı, o yüzden koymadık.
Sevmiyor muydum? Hayır, seviyorum o şarkıyı da ama müzikal olarak tam geçiş
yerinde duruyor o. Dışarıdan bana bir şeyler yapmam konusunda çok fazla şey
söylendiği bir dönem ve ben sahiden bir şey yapma sorumluluğu hissediyorum. O
dönemde yaptığım bir şarkıydı. Tam ben değil. Evet güzel şarkı ama tam Ersay
Üner değil. Zaten insanlardan da o tepkiyi almışım. Yerine ulaşabileceği kadar
ulaştığını da düşündüğüm için bu albüme koymak istemedim. Genel olarak albümün
“sound”u içerisinde de tam olarak tamamlamayacaktı “vibe”ı.
“Nokta” mesela, en son çıkan şarkı. Her şey bitti, kayıtlara
giriyorum. Canlı çaldıracağım şeyler vardı, ufak tefek vokal kayıtlarını almaya
başlamışım, eminim her şeyden… Ama bir şarkının daha olması gerektiğini
hissediyorum ve gelecek diye bekliyorum.
YHT: Nasıl geldi?
EÜ: Bir gün sosyal medyaya bir video koyayım dedim. “Beat” nasıl
yapılır anlatayım diye düşünüyorum. “Template kullanmayın, oturun kendiniz beat
yazın,” diyeceğim bu işi yeni yapmaya başlayanlara. Çok basit aslında. Bir
“drum machine”e bile gerek yok. Onu göstereyim diye ufak bir şey hazırlayayım
dedim. Telefonu da kenara koydum. Videoyu kaydetmeden önce bir provasını
yapayım dedim. “Beat”i yazmaya başladım. Sonra üzerine armoniyi buldum, “synthesizer”
da onu çaldım. Derken videoyu falan unutup telefonu kapattım. “Aradığım şarkıyı
buldum,” dedim kendi kendime. Üzerine çalışa çalışa, 2 haftada filan çıktı
“Nokta”. O da bitince “Albüm şimdi hazır,” dedim.
YHT: Ve albüme son olarak giren şarkı çıkış şarkısı
oldu.
EÜ: Tabii ekipteki herkes hangi şarkıyla çıkıyoruz diye
soruyor. “’Nokta’yla çıkıyoruz,” dedim. Çünkü aradığım çıkış şarkısı oydu.
Çünkü benim için çıkış sizin o zamana kadar yaptıklarınızı içinde barındıracak,
yapabileceklerinizi de barındıracak ve albümün genel konseptini dinleyiciye
hissettirecek ve aynı zamanda merak ettirecek bir şarkı olmalı. Bir de bizim
Büşra ile beraber vizyonumuzu, klip olarak da şarkı olarak da çok doğru bir
şekilde anlatabileceğimize inandığım bir şarkıydı. Çıkış şarkısı olarak cesaret
gerektiren de bir şarkıydı. Çoğu arkadaşım benim yerimde olsa tercih etmezdi,
biliyorum. Benim de tereddüt ettiğim anlar oldu ama hayır, çıkış şarkısı
“Nokta” olmalıydı.
YHT: Zaten albümün adı da “Nokta” olunca haber başlığı
kendiliğinden geldi değil mi? “Ersay noktayı koydu!”
EÜ: Evet herkes öyle yazdı. Diyeceksin ki “Bunu planladın
mı?” Hayır asla planlamadım. Ama ben de bir “PR”’cı olsam aynı cümleyi
kurardım. Doğal olarak oraya gitti. Çoğu kişi ilk başta bunun bir tekli
olduğunu zannetti. Albüm olduğu fark edilince iş başka bir yere gitmeye
başladı.
YHT: Nasıldı gelen ilk tepkiler?
EÜ: Bu kadar kısa sürede anlaşılmasını beklemiyordum çünkü
yeni bir şey yaptım ve biraz zaman geçer herhalde diye düşünüyordum. “Şapkanı
önüne koy, düşün,” dedim kendi kendime. Sıfır beklenti. Ama algılayacak
insanların güzel şeyler düşüneceğini biliyordum. Ve beklediğimden çok hızlı
gelişti o süreç. Demek ki doğru bir şey yapmışım. Bu beni çok mutlu ediyor.
Yıllardır dönüp duran söylemi kırabilmek… Bunu ben birebir yaşadım ya… Yeni
yapmaktan korkmayacaksın. Tabii ki yeni yaparken kalkıp da alternatif
yapmayacaksın. Bunu alternatif müzik kötüdür manasında söylemiyorum. Tam tersi;
alternatif olan popüler olanı her zaman besler. Hatta sonuçta her alternatifin
sonu popüler olmaktır.
YHT: Bu iyiymiş.
EÜ: Evet Abi, imkânsızdır onun popülere dönmemesi. Şöyle
olur kısacası: 30 tane dinleyicin vardır, bir hafta, iki hafta idare eder o
seni ama üçüncü hafta niye 45 kişi yok diye düşünmeye başlarsın. Bu sefer o 15
kişiyi almak için alternatifin içine bir şey katarsın. Kitleyi ne kadar
büyütürsen o kadar popülerleşirsin. Çok da örneği var, isim vermeyeyim ama bu
yıllardır hep böyle gelişti. Hem bizim piyasada hem dünya piyasasında…
Alternatif müzik de önemlidir, pop müzik de önemlidir. Yeter ki bir form içinde
olsun. Derdini anlatabil. Nasıl kendini konuşarak anlatırken kelimelerine özen
gösteriyorsun, şarkı yazarken de aynı şey geçerli. Karşı tarafta ne kadar fazla
kişiyi etkilemek ne kadar fazla kişiye ulaşmak istiyorsan onlarla o empatiyi
yapmak zorundasın. Bence keyifli olan da bu. Yoksa ben tek başıma evde
arkadaşlarımla da şarkı söylerim.
YHT: Ben de oraya getirecektim konuyu zaten. Az önce bahsettiğin
‘90’lar albümlerinde hep bir ekip çalışması vardı. Senin ekibinde kim var?
Ersay ve Üner mi?
EÜ: 4-5 tane Ersay var. Kendi kafamda burada neler yaşıyorum
onlarla. Bu albümde Ozan Bayraşa bir şarkının düzenlemesini yaptı ama fikir
olarak hep yanımdaydı, hep ona da sordum. Müzisyen arkadaşlarıma, dostlarıma da
sordum ama albümün müzik kısmında her şeyiyle tamamıyla ben uğraştım. 5 adam
var. Söz yazarı besteciye diyor ki: “Bak melodiyi bilmem ne yap Ersay.” O,
“Tamam abi,” derken yukarıdan prodüktör Ersay geliyor, “Çocuklar çok güzel
olmuş da öbür tarafta şu şarkının bilmem nesi olmayabilir,” diyor. Oradan
şarkıcı Ersay geliyor “Arkadaş tamam yapmışsın da ben şarkıcı olarak burayı
böyle söylersem sesimde öyle tınlamaz ha hay!” deyip gidiyor kendi havasıyla.
Ben bunların hepsiyle uğraşıyorum. Yani sahiden 4-5 adam oluyorum burada. “Ne
yapacağım ben sizle!” diyorum bazen. Hepsini idare etmeye başladığınız zaman bu
çıkıyor. Bu kadar çıkabiliyor ama. En fazla 5-6 şarkı çıkıyor işte, bu kadarını
bitirebiliyorsun.
İşin diğer tarafında ise Büşra zaten 24 saat yanımda. Onun
inanılmaz vizyonuyla gerçekten biz her zaman birbirimizi tamamlıyoruz Yavuz
abi. Çok acayip bir yetenek. Herkes onun sadece oyunculuk tarafını biliyor.
Tabii ki yetenekli olduğunu biliyoruz, kendi yazıyor, kendi oynuyor ama arka
tarafında onun da çok büyük bir dünyası var. Prodüktör zekâsı… Bir şeyleri
prodükte etmek konusunda bence üstüne yok. Çok iyi görüyor, vizyonu çok iyi. Ne
nasıl olur, neyi ne tamamlar… Kulağı da inanılmaz. Müzisyen kulağı gibi kulağı
var, kontrşanlara kadar duyuyor. Dinlediğini alıyor, müzik konusuna hâkim.
İkimizin güçleri birleştiği zaman da bu iş bu noktaya geliyor.
Sonra benim büyük ekibim devreye giriyor. İnci Razaki ve
ekibi giriyor işin içerisine, diğer tarafta Mete var, SN Production’dan. Şöyle
bir şey olabilir mi mesela, Mete albümün çıktığı gece, saat 2’de beni arıyor ve
“Biz sadece ‘Nokta’ya klip çektik de albümdeki diğer şarkıların boynu bükük
kalacak. Niye hepsine klip çekmiyoruz?” diyor. Ben bunu başka bir prodüktöre teklif
edecek olsam arkasına bakmadan kaçar. Adam bana bunu söyleyecek zekaya, vizyona
sahip ve bir şeyleri gerçekten değiştirmeye niyetli, buna kafası basan bir
prodüktör. Zaman içerisinde çok daha güzel işler çıkaracak, eminim.
YHT: Yıllardır bu işin içindesin. Albüm yapmak için
niye bugünü bekledin?
EÜ: Yavuz Abi benim için her şey müziğin peşinde koşarken
başladı. Ben hayatımda “besteci olacağım, aranjör olacağım, şarkıcı olacağım,”
demedim. Benim tek amacım, hep peşinde koştuğum şey müzik. Müzik yapacağım.
Bunun alt metni de kendi müziğimi yapayım, insanlara onu ulaştırayım. Zamanla
buraya geldi. Ben 18 yaşımdan beri aktif olarak sahnede şarkı da söyledim ama
göstermedim onu. O başka bir durumdu benim için. Şimdi zamanı geldi, şarkılar
oluştu, yapıyorum. İyi ki şimdi olmuş. Şu müzikal olgunluğumla, bunu yapmanın
keyfi tadından yenmiyor, çok güzel bir şey.
YHT: Daha önce düşünmedin mi hiç? Demet’in söylediği
şarkıların patladığı zaman mesela?
EÜ: O zamanlar hiç düşünmüyordum. Demet bana kaç defa
söyledi. Etrafımdakiler de defalarca söyledi. Prodüktörler teklif etti. Ben
duyduğum yerde konuyu kapatıyordum. Üretirken mutluydum çünkü, hâlâ da
mutluyum. Üretimimin önüne geçecek her şeyi durdururum. Çünkü en mutlu olduğum
yer burası. Sahneden keyif almıyor muyum? Ondan da alıyorum. İzleyiciden o
tepkiyi alıyorsun, o başka bir şey. Geziyoruz, bak bugün de senden önce
radyodaydım, şimdi seninle röportaj yapıyoruz. Bunlar çok keyifli şeyler ama en
çok kapıyı pencereyi kapatıp burada bu cihazlarla baş başa kaldığımda mutlu
oluyorum. Bunu da bırakmam. O denge beni var ediyor.
YHT: İşte bu röportajlar, radyoları gezmek zorunda kalmalar
filan… Şarkıcılığın gerekleri var bir sürü. Bunların seni sıktığı zamanlar
oluyor mu?
EÜ: Sıktığı değil ama yorulduğum zamanlar oluyor. Gün içinde
arka arkaya 6-7 toplantı arka arkaya filan oluyor bazen. Katlanamadığımdan
değil ama yorucu geliyor ister istemez. Çok sık olsa ne olur bilmiyorum.
Aslında kötü de bir şey yok ortada. Motive ediyor beni. Ne anlatacağınla ne
konuşacağınla, olaylara nasıl baktığınla alakalı birazcık. Her gün her yerde
aynı şeyleri söylediğin zaman sıkıcı hale gelebiliyor ama her yerde farklı
konuları konuştuğun zaman keyifli hale de gelebiliyor. Bu sizin kadar
konuştuğunuz kişiyle de alakalı.
YHT: Bu albümdeki şarkılarını yeni yaptığını söyledin ya...
Yâni kendin için yaptın ama bundan önce başkalarına verdiğin şarkılarda hiç
“Bunu da kendime saklasam, vermesem,” duygusu yaşadığın olmuş muydu?
EÜ: Hiç olmadı. Aksine, bir şarkı yapmışsam ve o orada duruyorsa
kaşınıyorum ben. “Niye duruyor ki bu şarkı?” diyorum. Çünkü o da çok keyifli
bir şey. Yapabildiğim şeyler içerisinde farklı tarzlarda şarkı üretmek de var.
O zaman bunu da değerlendirmek lazım. Biten şarkıyı hiç düşünmeden yolluyorum
birilerine. Bazen “Nasıl verdin sen o şarkıyı oraya? İnanamıyorum sana Ersay,
bu şarkı bende olsa klip çekerdim!” diyenler var bana. Bendeydi verdim, ne
yapayım? Bu kadar net. Paylaşmayı gerçekten çok seviyorum.
YHT: Şarkıyı verdiğin kişi, şarkı çıktığında ilk aklına gelen
kişi midir genelde? Sen mi seçersin kime vereceğini yoksa senden isteyenler mi
olur?
EÜ: Ben de öneriyorum, Büşra’ya da soruyorum “Sen ne
düşünüyorsun?” diye. Aleyna örneğinde olduğu gibi. Kafamızda üç beş isim
varken, Aleyna’da karar kıldık. Büşra “Bu şarkı Aleyna’ya çok yakışır,” dedi.
Haklıydı. “Sen Olsan Bari”yi ben mi okusaydım Yavuz Abi? Sahnede okuyorum,
güzel oluyor ama ben o şarkıyla çıktığımı düşünemiyorum. Olmaz. “Af Edersin”i
ben şimdi söylesem belki farklı bir etki yaratır ama Demet kadar taşıyarak
söyleyemezdim, olmazdı. Kendi söyleyeceğim şarkılar için benim kendime
konsantre olmam gerekiyor. Dışarıyı tamamen unutmam gerekiyor. Ben bu albümü
yaparken kenara belki 30-35 tane şarkı koydum. Bir şarkıya başlıyorum, çok
güzel ama bu ben değilim ki. Albüme koyamam, o zaman kenarda dursun, sonra
bakarım ben buna. Orada duruyor hepsi. Şu koşturmacalarımı bitireyim, kapanıp
onları tamamlayacağım ama albüm için kendime konsantre olmam gerekiyordu. Bu,
bir solistle çalıştığım zaman da böyle oluyor. O zaman da o şarkıcıya konsantre
olduğum için şarkı doğru yere ulaşıyor.
YHT: Peki bir şarkıcıya kendisinin haberi olmadan şarkı
yaptığın olur mu?
EÜ: Oluyor. Şu anda birçoğunun haberi yok mesela. Bende
şarkıları duruyor burada ama haberleri yok. Çok keyifli bir durum bu. Yanından
geçiyorum mesela sabah, selam veriyorum, “Şarkı var mı?” diye soruyor, “Yok,”
diyorum ama aslında şarkısı burada duruyor. Bitmemiş, bekliyor. O hep
sürprizdir bende. Bazen o günkü havanın durumuna göre bile bitirebilirim bir
şarkıyı. Bitince de direkt ararım zaten, herkes müsaitse bir araya geliriz.
Zaten o heyecanla o iş bitiyorsa yürür. O heyecan çok önemli. Arayı çok açmamak
lazım. Eğer tekli çıkaracaksan… Şarkıyı buldun mu, inandın mı? İnandığın gün
aranjesi, klibi, fotoğraf çekimi osu busu, o heyecanla başlasın. Şarkıyı 3 gün
dinlemekle 5 gün dinlemekle, beklemekle iyi mi kötü mü anlayamazsın. O şarkıya
ne tepki geleceğini de şarkıyı çıkarmadan anlayamazsın. Seni
heyecanlandırıyorsa doğru şarkı o işte. Onun heyecanını bozuyorlar genelde.
Bazen klip de heyecanını bozuyor. Klibi daha çok düşünüyor mesela, şarkıyı
unutuyor.
YHT: E ne olacak bu atarlı – giderli şarkıların sonu gelecek
mi bir gün?
EÜ: Atarlı – giderli şarkıların sonu hiçbir zaman gelmez.
Formları değişir. Çok eskiden de vardı. “Artık sevmeyeceğim, bütün kabahat
benim,” diyordu mesela. Hep bir formu vardı. Döneme göre o jargonu, o dili
aldık. Avamı da oldu, kalitelisi de. Hiçbir zaman bitmeyecek ama her zaman
içerisinde bir mizah olan ve çizginin üzerinde olan kazanacak.
YHT: Senin albümünde yok ama böyle bir şarkı?
EÜ: Benim duruşumda öyle bir şey yok. Olsa, o zaman güzel
olur. Onu yapmaya çalışınca değil, kendin olduğunda güzel oluyor her şey. Öyle
bir adam değilim. Ama okumaz mıyım? Sahnede yapıyorum, çok da beğeniliyor. Yine
de kendi duruşumda onu görmüyorum, o yüzden yapmam. Belki de bir tane yaparım
bir gün, eğlenmek için.
YHT: “Atarlı - giderli şarkıları en iyi ben yaparım,” der
misin?
EÜ: Asla! Ben hiçbir zaman “Bu işi en iyi ben yaparım,”
demedim. Deseydim zaten çoktan kaybolup gitmiştim. Kendim için bir şey
söyleyeceksem hep şunu derim: “Ben bu iş için çok çaba sarf ediyorum, çok emek
harcıyorum, çok çalışıyorum.” Başka bir şey diyemem. Bunun karşılığında benim
bu işi iyi yapıp yapmadığım ne benim tartabileceğim ne de başkalarının
tartabileceği bir şey. Bunu en iyi dinleyici tartar ve zaman gösterir. 3 ayda 5
ayda, 2 senede, 5 senede, 10 senede anlamazsın. Sen gidersin, tarih olursun,
birileri senin arkandan senin tarihini yazıyorsa bu işi başarmışsın demektir. Şu
anda yaşadığımız dönem içerisinde bunların hiçbirisi belli olmaz. Benim
yükümlülüğüm üretmek, yenisini bulmak, güzelini bulmak. Beğenirler,
beğenmezler… Hayat böyle bir şey zaten. Devamlı yükseliş yoktur.
Bir an gelecek ben yine duracağım. Planlıyorum da zaten
durmayı. 2021’de mesela 1-2 sene durayım diyorum. İşin sırrı durmak. Müzikteki
es gibi. Sürekli çalan, es olmayan bir melodiyi anlayamazsın. Aynı şey… Doğru
zamanda durmak, durduğun zaman kendini iyi beslemek, boşa yaşamamak. Bunların
hepsi bizim yaşam tarzımız. Müziğin, sanatın gerekliliği. Yoksa aynı şeyler
ortaya çıkar, aynı şeyler üretmeye devam ederiz ve bir süre sonra biz de
kendimizden sıkılırız. Bir müzisyen için dünyanın en tehlikeli şeyi yaptığı
müzikten sıkılmaktır; hayatından sıkıldığı anlamına gelir bu. Hiç oralara
gitmeye gerek yok. Cesur olmak lazım, denemek lazım. Ama hayal kurarken de
cebine gerçekleri koyup yola öyle çıkacaksın. O zaman güzel oluyor. Piyasanın
seni yönlendirmesine izin vereceksin ama senin de o piyasayı yönlendirebilmen
gerekiyor. Yani her şey birbirine paralel gidiyor. Bunların hepsini ben
tecrübeyle öğrendim. Bunlar benim tecrübelerim. Herkeste başka yürüyebilir
sistem.
YHT: Ne yapıyorsun peki güncel kalabilmek için?
EÜ: Çok dinliyorum. Yeni olan her şeyi dinliyorum,
izliyorum. Yeni olan her sohbete katılıyorum. Yeni jenerasyonu çok yakından
takip ediyorum. Neyi seviyorlar, neyden hoşlanmıyorlar?.. Ve en önemlisi onlar
gibi yaşıyorum. Yaşam tarzım o. Hiçbir zaman yaşımla yaşamadım ben, bir yerde
kaldı, oradan devam ediyor her şey. Oradan ileri gitmeye de hiç niyetim yok.
Kim ne derse desin çok keyifli. Biliyorum ki herkes 70’li yaşlarına geldiği
zaman benim şu anda ruh olarak kendimi tuttuğum yaşlarda, 27-28 yaşlarında
olmayı çok istiyordur. Ben orada sabitledim bazı şeyleri, çok şükür. İçimde hep
o enerji var. Nasıl eğleniriz, nasıl mutlu oluruz, nasıl keyif alırız?.. Karşı
tarafa ne verebilirim, karşı taraftan ne alabilirim? Bunun üzerine kurulu her
şey. Bu, yaptığın işe de yansıyor ister istemez ve bir şeyler değişiyor ufak
ufak.
YHT: “Adam 17 yaşında mı 40 yaşında mı?” diye yazmışlar Ekşi
Sözlük’te senin için. Birden fazla yorumda gördüm buna benzer cümleler.
EÜ: Ben de görüyorum. O kadar mutlu oluyorum ki. Bence bu
zaten. O şekilde görünmek sizin elinizde. Etraftakiler ne der, aman şöyle
konuşayım, şöyle poz vereyim de kamerada iyi çıkayım gibi şeylerle… Yani hep
etrafında kamera varmış ve hep sana mikrofon tutuluyormuş gibi yaşarsan tabii
ki hayat çok sıkıcı. Ben onu sevmiyorum. Yapabileceğim zamanlar oldu. 22-23
yaşlarında hem müzikal olarak esiyorum hem de kendi kendime esiyorum, çok
hızlıyım. O dönemlerde tecrübe ettiğim şeyler bunlar zaten. Asıl dönmen gereken
yer kendin ve müziğin. Onun haricindeki her şey varyete.
YHT: Kendine bakar mısın peki?
EÜ: Dönem dönem. Stüdyoda çalışırken, ne kendine bakması? Şu
koltukta yatıyorum, kalkıyorum, ne verirlerse yiyorum, vermezlerse yemiyorum…
Ama diğer zamanlarda “Biraz dikkat edeyim bari,” diyorum. Yemeye, uykuya… Bu
ara spora başlayacağım mesela, lazım. Dönem dönem bunlar var. Ama hiçbir zaman
öyle baştan sona spor yapayım demedim.
YHT: Başka bir bestecinin de şarkısını söyler misin?
EÜ: Sevdiğim şarkıyı söylerim. Mesela çok azdır benim
tarihimde, Tuğba Yurt için bir şarkının düzenlemesini yaptım ama şarkı benim
değil. Sevdim şarkının formunu. İki yeni, genç besteci. Şarkının formu da bana
yakın geldi. Düzenledim. Sevdiğim şarkıları sahnede söylüyorum zaten.
YouTube’da da görecekler yakında. Söylüyorum yani güzel olan her şeyi.
YHT: “Nokta”nın klibini Büşra çekti. Kimin fikriydi bu?
EÜ: Büşra’nın zaten kamera önü ve arkası vizyonu
tartışılmaz. Daha önceki klip çekimlerimde ben onun o yaratıcı tarafını gördüm.
Beni tanıması, yüzümü tanıması, beni nasıl oynatacağını bilmesi… Çekim
ekibindekiler bilmiyorlar mıydı? Tabii ki biliyorlardı ama Büşra’nın etkisinin
farklılığını gördüm. Genel olarak bizde olmayan bir bakış açısı ve doğru
bakıyor. Onun için “Nokta”nın klibi çekileceği zaman “Ne yapacağız?” diye
sordum ona. Kim çeker diye düşünürken “Sen çeksene,” dedim. Bir baktı bana,
“Çekerim,” dedi. Ondan sonra düşünmeye başladı, bir hafta filan çalıştı. Biz de
“mix” ve “mastering” için Amerika’ya gidecektik, tarihler alınmış filan. “Klibi
acaba Amerika’da mı?..” dedim, cümlemi tamamlamadan daha bizimkinin yüzünde bir
tebessüm belirdi. Çünkü bana gösterdiği görüntüler, yapmak istediği şeyler,
onun hayal dünyası orasıydı. Ve gittik Amerika’ya. Bir tane prodüktör
tanımıyoruz, bir tane görüntü yönetmeni tanımıyoruz. Hiç kimseyi bilmiyoruz.
Dünyanın en saçma ve en komik işi. Büşra gece gündüz uğraştı. İnanmazsın Abi,
insanlara “DM”den filan ulaşıyor, “mail” atıyor. Herkesi tek tek buldu. O
olmazsa bu olur diye yedekleriyle beraber…
YHT: Hangi şehirde oldu bu?
EÜ: Los Angeles. Belediyeden gitti, izinleri aldı filan.
Muhteşem, inanılmaz bir performans gösterdi. Ve başardı. Ben böyle güzel bir
şey olacağını hissediyordum zaten.
YHT: Bir yönetmen olarak zorladı mı seni peki?
EÜ: Hiiiiiç. O beni çok tanıyor ya… Neyi nasıl yapacağımı,
benden ne alabileceğini çok iyi bildiği için ben çok rahattım. Ben aşağıda
oturuyorum, “Ersaaay” diyor, çıkıyorum yukarı, ne isterse yapıyorum sonra onlar
devam ediyor ben tekrar aşağıya iniyorum. Zaten bu klipte çok fazla yüze de
oynamadık. Daha önümüzde şarkılar var. Hikâyeli klipler de çekeceğiz, yüz de
göreceğiz ama bunu öyle istemedik. Çünkü hikâye olsa şarkının önüne geçebilirdi
ki bu şarkı ona çok müsaitti. Büşra da onu anladı ve başardı.
YHT: Bundan sonraki klipleri de o mu çekecek bu durumda?
EÜ: Valla ben aynı şeyi ona da sordum, o da bana aynı şeyi
söyledi. Biz bu işin prodüksiyon kısmında zaten hep beraberiz. Bir klibi eğer o
çekmek istiyorsa o çeker ama başkasının çekmesi gerekiyorsa da önce Büşra
söyler bunu bana zaten. Bir yönetmenle sürekli çalışmak bana çok doğru
gelmiyor. Bir aranjörle sürekli çalışabilirsin. Seni anlıyordur ve sana sürekli
farklı şeyler üretebiliyordur. Ama bir yönetmenle arka arkaya 3-4-5 klip çekince
yönetmene de iyilik etmiş olmuyorsun, kendine de. Bunun örneğini ben müzik
dünyasından veriyorum hep. Erdem Sökmen’imiz var bir de Erdinç Şenyaylar’ımız
var. İkisi de muhteşem gitaristler. Peki ben niye bir kayıta birini, diğerine
öbürünü çağırıyorum? Çünkü onun “vibe”ı başka, öbürünün bende yarattığı duygu
başka. Yeri geldiği zaman onun duygusunu alıyorum, yeri geldiği zaman
diğerinin. Klipler de aynı şekilde. Aynı mantalite. Enerjimize ortak olan,
bizim duruşumuzu, mottomuzu anlayan herkesle, her yaratıcıyla çalışabiliriz,
çalışacağız da zaten, niye çalışmayalım?
YHT: Bu iş ortaklığının sonu Büşra’nın şarkı söylemesine
kadar gider mi?
EÜ: Zaten evde söylüyor. Bizim onunla yaptığımız kayıtlar da
var. Hiçbir zaman “Böyle bir şey yapmayız,” da demedik. Doğru proje, doğru
zamanda, o an gelirse neden olmasın? Yapacağız tabii. Belki bir filmde denk
gelecek, belki bir şarkıyı sevecek ve söylemek isteyecek. Ama “Büşra’nın sesi
çok güzel, ona bir şarkı yapmamız lazım, şarkı şarkı şarkı…” diye ararsak
yanlış bir şey yaparız. Zaten o hiç bunlarda değil. Ben bazen söylüyorum,
“Yaparız be aşkım,” deyip geçiştiriyor, o kadar. Onu benim gaza getirmem lazım.
YHT: “Büşra benim ilham kaynağım,” demişsin bir röportajında
ama uzun süreli birlikteliklerde her zaman güllük gülistanlık olmaz ya ortalık.
Ara sıra kavga da edersin, bozuşursun…
EÜ: O senin tetikleyicindir işte Abi. İş yapmana da
yöneltebilir, iş yapmamana da ama sonunda yine iş yaparsın. Doğru motivasyonla,
kavgayı bile enerjiye çevirebilirsin. Kızmıyor muyuz birbirimize? Kızıyoruz
bazen, tabii canım. Ama hayat böyle bir şey zaten, bunu kabul edeceksin.
Birbirine saygıyı konuşurken gösterdiğin kadar kavga ederken de göstereceksin,
bu kadar basit. Kızabilir sana. Bir gün sen de ona kızdın çünkü, hiç olmadık
yere. Niye berabersiniz? Birbirinize nazınız geçiyor çünkü. Yolun sonu aynı
yere çıkıyor, O diyor ki “Ben buradan gideceğim,” ben diyorum ki “Hayır ben
buradan gideceğim.” Aynı yere varacağız aslında. “Tamam sen oradan git,”
diyorum. O da bana aynı şeyi söylüyor. Aynı şeyi düşünüyorsunuz aslında, onun
için ilişki yaşıyorsunuz zaten. Fikriniz aynı, zikriniz farklı. Erkek kafasıyla
kadın kafası zaten farklı çalışıyor. Bunlar olağan şeyler.
YHT: Şu anda da görüldüğü üzere, anlatırken bazen ayağa
kalkıyorsun, yerinde duramıyorsun. Hiperaktif bir durumun var. Zor mudur senle
yaşamak bu durumda acaba?
EÜ: Onu yaşayanlara sormak lazım Abi. Bana kalsa ben kendi
halimden çok mutluyum. Bu daha bir şey değil, sen beni sosyal ortamlarda gör
bir de. Beş dakika duramam kapalı alanlarda. Sevmem. Bir bahçe olacak, dışarı
çıkıp tekrar geleceğim. Çalışırken sıkıldığım için şimdi şu masamı
tasarlatıyorum tekrar. İstediğim zaman bir düğmeyle yukarı kalkabilecek masam
ki ayakta da çalışabileyim. Oturmaktan sıkılıyorum çünkü. Erhan Bayrak’ın
Etiler’de bir stüdyosu vardı, çalışırken sağ ayağını yere vura vura yerdeki
parke kırılmıştı artık. Nasıl bir enerjiyse o… Erhan da hiperaktif. Hepimiz
hiperaktifiz abi, emin ol.
YHT: Daha önce çalıştığın ama şimdi çalışmadığın
şarkıcıların senden sonra yaptıkları işlere nasıl bakarsın?
EÜ: Ben hep eleştiren değil, geliştiren olarak bakmayı
tercih ederim. Gördüğüm olumsuz şey benim o solisti daha ileride görmem
nedeniyledir. Yani şöyle olsa daha iyi olurdu, şöyle yapsa çok daha ileri
gidebilirdi gibi. Şu olmasa şu şarkı goldü aslında… Bunun gibi şeyler… Ama onun
haricinde eleştirmek benim haddime değil.
YHT: Yüzlerine söyler misin bunları?
EÜ: Hayır. Çünkü yanlış anlaşılıyor. Eskiden daha çok
söylerdim. Hâlâ anlayabilen arkadaşlarıma söylüyorum ama anlaşılamayacağını, o
söylediğimin ego sanılacağını hissettiğim noktada söylememeyi tercih ediyorum.
Çünkü birçok kişinin konsantrasyonunu dağıtıyorsun o anda Yavuz Abi; sadece
solistin değil. O ona söylüyor, öbürü berikine söylüyor. Yanlış bir şey söylediğim
için değil belki ama söyledikten sonra o enerjinin bozulmasını istemiyorum.
Onun için söylememeyi tercih ediyorum. Ama karşı taraf açıksa bu konuda,
“Arkadaşım ben bilgiye, dürüstlüğe açım,” diyorsa, bütün birikimimi paylaşırım,
hiç çekinmem. Bağıra bağıra söylerim.
YHT: “Ersay Üner Klasikleri” diye bir liste yapılsa o
listeye hangi şarkıların konulmasını istersin?
EÜ: “Söyleyin”, “Kızıl Mavi”, “Af Edersin”, “Dans Et”,
“Yankı”, “Üzülmedin mi?”, “Ben Bazen”, “Sen Olsan Bari”, “Nokta”, “İki Âşık”,
“Hayrandım”… Çok var da ilk aklıma gelenler bunlar.
Benim kendi proje albümü
fikrim var, şimdi başlasam zaten anca biter. Uzun zamandır kafamda vardı, artık
zamanı geldi diye düşünüyorum. Bu proje albümünde biraz daha farklı bir yol
izleyeceğim. Bir ekip kurup ekiple çalışacağım çünkü 60 şarkılık bir proje
düşünüyorum. Şu ana kadar yaptığım 240 kadar şarkı var, onların içerisinden 60
tanesini seçtim. O 60 şarkıyı 60 farklı biçimde nasıl yaparız diye düşünüyorum.
Solistler olacak, oyuncular da olacak, “YouTuber” da şarkı söyleyecek.
Düşünüyorum şu anda. Şu şarkıyı kim söylerse tatlı olur, değişik olur? Nasıl
düzenlesek? Daha önce Erhan düzenledi mesela, acaba Ozan düzenlese nasıl olur?
Orada bir ekip kuracağım. Bundan önceki jenerasyonun dinlediği şarkıları yeni jenerasyona
aktarmak adına bunu yapmak istiyorum. Saygı albümü değil de eğlence albümü
diyelim.
Bıraksanız daha konuşacağız ama Ersay’ın benden sonra bir
röportajı, daha doğrusu bir YouTube çekimi var. Zaten çözmesi saatler sürecek
kadar konuşmuş durumdayız, Cenk de gelmek üzere. Cenk dediğim Cenk Alptekin.
Arabada Yoklama programı çekmek için özel donanımlı arabasıyla gelecek, Ersay’ı
kapıdan alacak ve sohbet ede ede tur atacaklar yollarda. Yukarıda okuduklarınız
sizi kesmediyse, sahiden de bu sohbetin hemen ardından devam eden o sohbeti YouTube'dan izleyebilirsiniz.
Pop müzik piyasasını bunca yıldır besteleriyle domine
etmesinin sırrı, yıllar sonra yaptığı bu ilk albümünün bu kadar doğru ve
yerinde olmasının sırrı, bu enerjisinin ve genç kalmasının sırrı… Hepsi bu
röportajdı. Öyle hızlı hızlı geçtiyseniz paragrafları, fark etmemiş
olabilirsiniz. Ben Ersay’ı dinlerken hepsini aldım, cebime koydum. Küçüklerin
büyüklerden öğreneceği şeyler vardır hayatta. Ama büyüklerin küçüklerden
öğreneceği daha çok şey vardır. Ben öğrendim. Atlamadan okuyun, siz de
öğrenin.
keyifle okudum, emeginize saglik
YanıtlaSilharika bir röportaj olmuş 6 yıl öncede ersay üneri ve daha bir çok kişiyi sizin doğru ve yerinde sorularınızla yakından tanımıştım. emeğinize sağlık
YanıtlaSil