"TUHAF BİR ACISI VARDIR BU COĞRAFYADAKİ SESLERİN"
(Milliyet Sanat dergisi Kasım 2017 sayısında yayımlanmıştır. Aşağıdaki röportaj, dergide yayımlayan bölümleri de içermektedir.)
Yazdan kalma bir Ekim gününde, Kanlıca sahilinin şehrin
gürültüsünden fersah fersah uzak sükunetinde, kuş sesleri ve deniz kokusu eşlik
ediyor sohbetimize. Ara ara yanımızdan geçenler duruyor, gülümsüyor, selam
veriyor, hatır soruyorlar. Belli ki Nurcan Eren oyuncu olarak çoktan sevgisini
kazanmış insanların.
“En çok teyzelerle konuşuyorum sokakta. Ben bunu nereden
tanıyorum acaba arka sokaktan komşu mu filan diye düşünüyorlar yüzüme
bakarken,” diyerek açıklıyor bu durumu.
Çocukluğundan beri müziğin içinde olan, yıllardır sahnede
şarkı söyleyen, son on altı yıldır Sezen Aksu konserlerinin vazgeçilmez
figürlerinden biri olan Nurcan Eren’le DMC etiketiyle piyasaya çıkacak ve “Tin”
adı verilmiş ilk albümünü konuşmak için bir araya geldik.
_”İlk kez bir
şeylerin sahibi olmak istedim. Bunca yıldan sonra kendi şarkılarımın sahibi...
Ve kalmak da iyi geldi laf aramızda; misal bir radyoda, bir anıda,
kulağınızda…” diye yazmışsınız albüm kartonetindeki teşekkür yazısında. Neden
bu kadar gecikti bu albüm?
Beste yapmaya başladıktan çok sonra albüm yapma fikri
oluşmaya başladı aslında. Ufak ufak vardı bestelerim ama onların geliştirilmesi
gerekiyordu. Hadi tutmayayım artık bunları albüm yapayım dedim sonra ama biraz
uzun sürdü o aşama. Yaptığım tarzı insanlar beğenirler mi, dinlerler mi?.. O
çelişkiler… “Ay güzel oldu mu olmadı mı”lar var sonra. Baktım benden çıkan
şarkılar şimdiki popüler müziğe pek yakın değil. Sonradan o şarkıları biraz
daha yumuşatmayı akıl ettim filan derken süreç uzadı. Nasılsa bir gün yaparım,
acelesi yok derken 30 sene geçti. Geçsin, hiç acele etmiyorum. Aleyna Tilki’ye
rakip olarak çıkacağım (gülüyor.)
_Neler var bu albümde?
Yedi şarkının söz ve müziği benim. Bir tane sözlerini benim
yazdığım Erdinç Şenyaylar bestesi, bir de Sezen Aksu şarkısı var. Daha önce
Burak Kut’un “rock” tarzında söylediği “Ben Yokum”u Arjantin tangosu gibi
yaptık. Bir de Sibel Algan’ın bir şarkısı var. “Başkasına verme, benim olsun,”
diye ağlaya zırlaya istedim o şarkıyı Sibel’den. Çok güzeldi çünkü. Albümün
müzik direktörü Göksun Çavdar. Hem düzenlemeleri yaptı, hem de çaldı aynı
zamanda.
_Doğal olarak bir Sezen Aksu parmağı aranacaktı bu albümde değil mi?
Onun parmağı olmaz olur mu? Çok danıştım tabii ki. Bazen
işin içinden çıkamıyorsun bir şarkı yazarken, bunun şurası burası nasıl olsun
diye soruyorsun. Aslında danışmaya da gerek yok o zaten hissedip çağırıyor,
“Bir gelsene bakayım ne yapıyorsun ne ediyorsun sen,” diye. Ama illa Sezen
Hanım’dan şarkı alayım diye bir talepte bulunmadım ben. O zaten elindeki
şarkıları hangisi kime yakışır diye belirler kendi kafasında.
_Nasıl başladı Nurcan Eren’in müzikle mesaisi?
Herkes gibi benim de çocukluktan ilgim vardı müziğe ama ben aslında
keman çalmak istedim en çok. Şarkı söyleyebildiğimi bilmiyordum. Konservatuara
girerken fark edildi. Enstrüman bölümüne girmek için yaşım büyüktü, şan
bölümüne girmemi önerdiler. Oradaki Kurul fark etti, “Enteresan bir ses,”
dediler. İstanbul Belediye Konservatuarı’na girdim öylece.
_Sahneye çıkmaya nasıl başladınız?
Konservatuardayken caz müziğini sevmeye başladım. Öğrenciydim
daha, kulüplerde caz söyledim o dönemde. İlk Gülhane şenliklerinde bir müzik
yarışması düzenlenmişti. Dört arkadaş Grup Pi adıyla katıldık. Bütün dallarda
birinci olduk. Çok eğlenceliydi. Sonra ‘90’larda Türkçe pop müziğin zirve
yaptığı dönemde bir kulüpten pop söylemem için teklif geldi ama “Bir kız daha
gelecek, iki kişi olarak çıkacaksınız,” dediler. O kız da Işın Karaca’ymış
meğer. İkili olarak bayağı bir program yaptık biz. Çok eğlendik, çok komiktik
sahnede. Hakan Peker de eski arkadaşımız, bir gün “Bir çocuk var, biraz gelsin
sizinle o da sahneye alışsın,” dedi. O çocuk da Burak Kut. Daha küçücük.
_O yıllarda sahneye çıkan herkes albüm teklifi alırdı hemen. Size de
gelmediler mi?
Geldiler, gelmez olurlar mı. Bayağı büyük şirketlerden
teklifler geldi. Ama ben o zaman Amerika’ya gidip caz okuyacağım diye takmıştım
kafama. Burada öyle bir eğitim şansım olmadığını biliyordum. Şimdiki aklım
olsa… O eğitim bir şekilde alınabilirmiş aslında, zorlasaydım yaparmışım onu.
Bir de tabii burada toprağındasın ve benim sesimin karakteri bu topraklardan
zaten. Opera bölümünde okudum evet ama benim sesim etnik bir ses. Yaş ilerleyip
ses oturmaya başlayınca iyice Akdeniz, Orta Doğu havasında çıkmaya başladı.
Tuhaf bir acısı vardır bu coğrafyadaki seslerin. Oraya doğru gittiğini gördüm
ben sesimin. Daha bir anlatıcı, daha bir kadın… O yüzden burada kaldım belki
de.
_Sezen Aksu’yla nasıl tanıştınız?
Bir dönem İstanbul’daki müzik piyasasına küsüp Antalya’ya,
ablamın yanına gittim. Orada da müzik yapıyordum gerçi, çok da güzel bir mekândaydım.
O sıra Sezen Hanım bir proje hazırlıyormuş, “Bana joker birisi lazım,” demiş. Türkçe
de söyleyecek, başka dillerden de söyleyecek biri. Burak Kut, Işın Karaca,
Cihan Okan, Aydın Karabulut filan oturmuş konuşurlarken benim adım geçiyor.
“Öyle küsmek olmaz, gelsin bakayım o buraya,” diyor Sezen Hanım. Öylece geldim
ben. O projeyi yaptık ama hemen Sezen Hanım’la çalışmaya başlamadık.
Kuruçeşme’de Ece Bar vardı o zaman. Sezen Hanım beni oraya yerleştirdi ve ben
bayağı uzun süre orada program yaptım. Çok da güzeldi. Anadolu’nun farklı
dillerinden türküler, pop, caz filan her şeyin içinde olduğu bir programdı. Çok
eğlenceliydi o da. Yalnız hep “eğlenceli” diyorum her şeye. Ben bayağı eğlenmek
için müzik yapan bir karaktermişim meğerse (gülüyor.) Neyse, sonra Sezen
Hanım’la başladık çalışmaya. 16 senedir de çalışıyoruz beraber.
_Sezen Aksu’ya vokal yapıp bu kadar uzun süredir albüm yapmamış bir tek
siz varsınız herhalde?
Geçen gün ikimiz de şaşırdık. “Kaç sene oldu?” diye sordu
Sezen Hanım. “16 sene,” dedim. “Hiii, acilen sana bir şey yapmamız lazım,”
dedi. Bayağı güldük. Olsun, ben geç kalmış hissetmiyorum kendimi.
_Bir an önce popüler olma, tanınma kaygısı taşımamışsınız sanki
hiç.
Evet, popüler olmaktan haz ettiğim söylenemez. Güzel bir şey
belki de aslında ama benim açımdan şöhret konusunda biraz da özel bir durum
var. Ben çok orada göremedim kendimi, o yüzden.
_Tabii dizi oyuncusu olarak tanınmaktan kaçınamadınız?
Uğur Yücel “Alacakaranlık” dizi projesi için bütün
karakterleri bulmuş ama birini bulamıyor bir türlü. Sezen Hanım’la
konuşurlarken söylüyor bunu. “Bana eski Türk filmlerindeki kadınlar gibi biri
lazım,” diyor. “O bende var,” diyor Sezen Hanım da. Beni çağırdılar ama ben
oraya dizi müziğine vokal yapmaya gidiyorum zannediyorum. Orada bayağı bir itiş
kakış oldu. “Yok, yapmam ben oynayamam, oyunculara ayıp olur,” dedim ama “ayıp
olur” diye diye bayağı girdim işin içine. On dizi oldu.
_İçinizde oyunculuk varmış demek.
Varmış da ben bayağı bir saklıyormuşum demek. Çok zor bir
şey tabii oyunculuk. Ben çok kitap okurum. Ve insanları çok incelerim. Sanırım
ona borçluyum oyunculuğumu. Bir de çok danıştım tabii. Oyuncu arkadaşlarıma,
yönetmenlere, set çalışanlarına… Hepsine sora sora öğrendim. Çünkü baktım o iş
öyle zannedildiği gibi bir iş değil. Bir milim sağa dönseniz başkasının yüzüne
gölge yapıyorsunuz filan, öyle şeyler var. Önce onları öğrenmek gerektiğini
anladım. Sonra da iyice kafama yerleştirdim işte.
_Sevdiniz yani oyunculuğu?
Ay evet. Başkalarıyla birlikte oynuyorsunuz ediyorsunuz ama
tek başınıza yaptığınız bir şey aslında. Kendini kontrol etmeyi öğrenmek. O da
bir ders, büyük bir okul, bambaşka bir durum. Sevdim, evet. Bazen çok sıkılıyor
insan, hadi hemen oynayayım istiyorsun. Dizi setlerinde uzun beklemeler oluyor
ya, onlar sıkıcı. Öte tarafı öğrenmek. Kendinizi öğreniyorsunuz. Başka insana
dönüşebildiğinizi. Ne büyük yalan. Aaa başkası olabiliyormuşum! Bakmayı
öğreniyorsunuz bir daha bir daha. Hiç kanınızın tutmayacağı birisine âşıkmış
gibi bakıyorsunuz mesela. Ben bunları yaptıkça, daha doğrusu yapabildikçe
hayretler içerisinde kalıyorum. Büyüleyici bir durum aslında.
_Empati yapma yetisi isteyen bir iş değil mi?
Evet, ne kadar doğru. Sadece oyunculukta değil, sahnede de
öyle. Orada da oynuyorsunuz çünkü. Bir şarkının sözünde bir göz temasında o
insanın içerisindeki derin acıyı görüyorsunuz. O öyle bir geçiyor ki insana.
Hop diye benden çıkıp o insana dönüştüğüm anlar oluyor. Oyunculukta da bu başka
türlü gerçekleşiyor. Oynayacağınız insanla empati kuruyorsunuz. Ne yapar bu
kadın, nasıl düşünür acaba? Özellikle çok sorarım, bu kadının geçmişi ne, neden
var bu kadın? Düşünürüm onun üstünde.
_Oyunculuk yaparken öte tarafta sizi bekleyen bir müzik kariyeri vardı.
Onun zedelenme ihtimalinden endişe duymadınız mı? Anne rolleri oynadınız
mesela. “Durun benim daha albümüm çıkacak, ben anne rolü oynayamam,” demediniz
mi?
Denmemeli. Ne alakası var? Yaşla ilgisi yok ki bunun. Sizi
makyajla yaşlandırabilirler, sonra birdenbire gençleştirebilirler. Bunlar
mümkün. Onu yapabilmek önemli olan. Evet, bir dezavantaj olarak söylüyorlar
bunu ama ben hiç o tarafından bakmadım o işe. Zaten o kadar da küçük değildim
anne rolü oynarken. Bir tek torun sahibi olmak fazla oldu (gülüyor.)
_Albüm çıktıktan sonra da devam edecek mi oyunculuk?
Dizi olursa da oynarım ama ben en çok bir müzikalde oynamayı
istiyorum. Çünkü çok aktif bir durum o. Sahne, başka insanlar, müthiş bir
adrenalin… Ezber gibi, her gün yanı şeyi yapıyormuşsunuz gibi görünüyor ama her
gün başka bir şey yapıyorsunuz aslında orada. Hayat gibi aynı. Her gün aynı
yürüyorum zannediyorsunuz ama değil. Her gün aynı yolu aynı şekilde
yürüyemezsiniz, mümkün değil. Sonra çifter çifter gözler var orada. İzliyorlar
sizi. “Bungee jumping” gibi bir şey; büyük cesaret.
_Çok genç yaşlardan itibaren sahne üzerinde solist olarak var oldunuz.
Sonra vokalist mikrofonunun önüne geçmek egonuzu zedelemedi mi?
Hayır. Sesinle birine eşlik etmek şarkıcılık mesleğinin bir
türüdür çünkü. Egoyla alakası olmayan, tamamen müzik adına yapılan bir şeydir.
Mazhar-Fuat-Özkan da Sezen Aksu’ya vokal yapmıştır; o da onlara yapmıştır.
Whitney Houston’ın arkasında Chaka Khan vokal yapmıştır. Hiç anlamazsınız,
Sting’in bir şarkısının arkasında Steve Wonder’in sesi vardır. Yani hiç öyle
bir ego meselesi değil bu. Yanlış bir görüş o.
_Şarkıcılıkta mı oyunculukta mı daha çok para var?
Bilemem ki. Benim adıma şimdilik oyunculukta daha fazla para
var. Ama bir albüm yapıldığında sahneden alınan ücretler yükselmiş oluyor.
Bilmiyorum, o zaman kıyaslarız beraber, tekrar bir araya geliriz. Belki de
yatımda ağırlarım o zaman sizi (gülüyor.)
_Hangi sektör daha temiz peki sizce?
Temiz sektör yok. İyi dostluklar var. Kendi kendinizi
koruyamadığınız zamanlarda sizi koruyan güzel dostlarınız var.
_Sezen Aksu’ya çok benzetiyorlar sizi.
Ağız yapımızdan dolayı konuşmamız çok benziyor. İlk
tanıştığımızda çok gülmüştük; aynı kişi konuşuyor gibi. Şarkı söyleme biçimimiz
benzemiyor aslında ama eğer Sezen Aksu sahnesindeysek ben ona uygun söylemek
zorunda olduğum için, eşlik ettiğim için bunu benzerlik zannediyorlar. O, iş
icabı aslında. Benim görevim orada sahnedeki enstrümanlar gibi soliste eşlik
etmek. O yüzden orada benzerlik olur ve olması da gerekir zaten.
_Bir de siz sahnede birlikte çok eğleniyordunuz. Sizin meşhur
danslarınız var mesela.
Tamamen benim uydurmam. Öyle bir dans etme şekli yok zaten.
Sezen Hanım’ı kıramadığım için… Çok mutlu oluyor ona komiklik yapınca. Bunu çok
kalben söylüyorum, en çok o gülsün diye yapıyorum. Çünkü çok stresli oluyor,
sahne çok zor bir yer. Elli seneniz de
geçse orada, ne olursa olsun yine heyecan, yine stres. O yüzden çok hoşuma
gidiyor onu eğlendirmek. Küçükken filan oynardım, severdim, kalmış öyle içimde
ukde. Hayır, sahnede çalınan parça da güzel, illa ki o duygu geliyor. O yüzden
yapacak bir şey yok.
_Herkesin başka bir Sezen Aksu’su var. Siz kendi Sezen Aksu’nuzu nasıl
tanımlarsınız?
‘Akıllı bir tatlı’ ismi var mıdır acaba? Öyle bir şey o benim
için. Onu bir fanusta dikkatlice korumamız gerekiyor. Her açıdan. Hayati
şartlarda mikroplardan da, manevi açıdan ruhunu zedeleyecek herhangi bir şeyden
de… Benim için öyle birisi.
_Bu albüm neyi değiştirecek?
Sahneden aldığım ücreti değiştirecek. O yat buraya gelecek
(gülüyor.) Şaka bir yana bana iyi gelecek bir kere. Beni değiştirecek. Bazı
şeyler de son zamanlarda gidememeye başlamıştı. Yetemedim. Hiç tarzım olmadığı
halde acaba çok mu geç kaldım demeye başladım. Özellikle müzik konusunda hiç
böyle bir sıkıntım yoktur gerçekten. Ama ufak ufak bunların gelmeye başladığını
hissettim. Otuz sene beklemişsin zaten, “Tamam şimdi yapayım,” diyorsun ama bu
sefer de başka şeyler çıkıyor. Ben o yetişemediğim şeylerin ne olduğunu
biliyorum aslında. Teknik şeyler, detaylar… Ama bu albümün bende değiştireceği
şeyi biliyorum. Çok daha fazla beste yapıp, daha da üreteceğimi biliyorum.
Başka şeyler var biriken ve onları çıkartmam lazım. Çünkü durduğu zaman
olmuyormuş, onu anladım.
EKİM 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder