Dinlediklerim

SNAKEROOT – “DOWNTOWN TO GHETTO”


Gezi direnişi süresince üretilen ya da gündeme uyarlanan şarkılar arasında dikkat çekenlerden biri de Snakeroot’un “Generation Lost” adlı şarkısıydı. Birçokları gibi ben de ilk duyduğumda adını bilmediğim yabancı bir gruba ait bir şarkı diye düşünmüştüm. Bir kere “we don’t need no savior, we just need our food, that’s all (kurtacıya ihtiyacımız yok, bütün ihtiyacımız olan sadece yemeğimiz/ekmeğimiz)” gibi cümleler, İngilizce sözlü bile olsa, bizim buraların “rock” tayfasının dilinden/kaleminden çıkmış gibi durmuyordu. Solistin telaffuzu, “sound”un parlaklığı filan da iyiden iyiye şüphe bırakmıyordu dinleyende.


Kimdir nedir diye araştırdığımda ise Snakeroot’un bir Türk “rock” grubu olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kaldım ve şaşırdım haliyle. Grubun 2013 Ocak ayında dijital platformlarda kendi hesabına satışa sunulan “Downtown To Ghetto” adlı albümünü dinlediğimde ise şaşkınlığım daha da arttı. Başından sonuna dek, dünya standartlarında bir “rock” albümü dinledim çünkü. Olamaz mı? Olabilir. Ama bilirsiniz, yurt dışına oynayan her grubumuz/şarkıcımız bir yerden falso verir, vermiştir bugüne dek. Ya içinden olmadık bir yerden bir oryantal melodi, ses, nefes geçer (yani hiçbir şey olmazsa “world music” kategorisinden yırtma kaygısı güder), ya gitarı, davulu, ne bileyim bası kendini ele verir (“bizim oralarda bu böyle çalınır” diye bağırır) ya da yazıldığı dile hâkim olamamış sözleri, şarkı söylediği dile dili dönmemiş solistiyle arızalı durur, inandırmaz. Bütün bunların üstesinden gelebilmiş olabilsek, hiçbir zaman sektör olamamış müzik piyasasına rağmen, uluslararası popüler müzik arenasında en azından birkaç şarkıcımızın/grubumuzun at koşturuyor olması gerekirdi, tıpkı klasik müzikte ya da caz müziğinde olduğu gibi.


Evet, kabul etmeli ki dünya pazarına sunulacak kadar yetkin bir iş çıkaramamamız bir yana, çıkarsak da pazarlayamamak gibi bir sorunumuz vardı yakın zamana kadar. Neyse ki artık internet var.

Nitekim Snakeroot da buradan yürüyerek, yerli müzik sektöründe majör firmalar tarafından pek de şans verilmeyeceği aşikâr albümlerini dijital platformlar üzerinden dünyaya sunmuş. Karşılığını da almış. Grubun şarkıları ABD’nde ve Norveç, İngiltere, Belçika, Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde çeşitli radyo istasyonlarında “playlist”lere girmiş, Fireworks ve Powerplay Rock & Metal Magazine adlı İngiliz müzik dergilerinde albüm kritikleri yayımlanmış. Bahis konusu ülkelerde bu tip yayın mecralarının ilgisini çekebilmek (hele ki Avrupa’nın doğusundan çıkıp gelmişseniz) ne kadar zordur, bilen bilir. Sadece bu bile Snakeroot’un kerameti konusunda merak uyandırabilir ki o kerametin ne olduğunu yukarıdaki satırlarda az çok anlatmaya çalıştım. Ama biraz daha derine inmek gerekirse…


Öncelikle sağlam şarkı sözleri... Tamamen İngiliz dilinin ve o batı kültürünün düşünce yapısı, ifade biçimleri ve tavrıyla yazılmış şarkı sözleri var bu albümde. Siz istediğiniz kadar Batı’ya yaklaşmaya çalışın, Türkçe düşünüp İngilizce yazdığınızda anlatmaya çalıştıklarınız çoğu zaman karşı tarafa geçmiyor, sakil duruyor. Benzetmek gibi olmasın ama “Foolish Casanova”dan öteye geçemiyor yapılan iş (Petek Dinçöz’ün o dinlemelere seza İngilizce şarkısından bahsediyorum, evet.) Ana dilinden başka bir dilde şarkı yazan bir şarkı yazarı için bu çok önemli bir beceri. Ve kabul edelim, hiç kolay değil. Snakeroot’un şarkıları bu meseleyi toptan halletmiş görünüyor. Üstüne solist Bülent Çallı’nın adeta bir “native speaker” kadar doğru İngilizce telaffuzunu da koyunca, işin en önemli kısmı hallolmuş gözüküyor.


Ağırlıklı olarak Serhat Akalın ve Bülent Çallı tarafından yazılmış on şarkının yer aldığı albümün prodüktörlüğünü Cenk Eroğlu yapmış. Bilenler bilir, Eroğlu sesi az duyulan, adı az anılan müzisyenlerimizden biridir ama yıllardır yaptığı işin en iyilerindendir. İşin prodüksiyon tarafına baktığınızda albümün hiç aksamadan, teklemeden akıp gittiğini görüyor/duyuyorsunuz zaten. Kayıtlar, “mix”ler ve ortaya çıkarılan “sound” her bakımdan olması gerektiği gibi tınlıyor. Bülent Çallı ve Serhan Akalın’ın yanı sıra Ali Evcimen, Can Turfan ve Dost Akyıldız’dan kurulu Snakeroot, dinleyenlere Def Leppard’dan Bon Jovi’ye uzanan bir çizgide, daha ziyade klasik ve melodik “rock” sularında yüzen, buna karşın “garage” gibi, “rap” ve “punk” gibi daha farklı müzikal akımlarından da beslenen, ama başından sonuna “hard” bir çizgiden yürüyen bir “rock” anlayışı vaat ediyor. Mensubu olduğum kuşak itibarıyla ben ve benim yaştakilere ya da yaşı ne olursa olsun klasik “rock”ı her daim baş tacı edenlere kendini daha kolay sevdirecek bir anlayış bu. Hele ki bitmek tükenmek bilmeyen “indie”den bunaldıysanız, soluklanacağınız yer tam da burası olabilir.


Yayımlanışının üzerinden bire yıl geçmesine karşın Snakeroot’un bu albümünü yazmak istedim. Es geçilmesin, arada kaynamasın diye. Mutlaka dinlemeli, bir köşeye koymalı. Türkiye’den dünya müzik piyasasına çıkış kapısı diye bir kapı varsa, anahtarı Snakeroot ve benzerlerinin elinde olabilir.

THE RINGO JETS – “THE RINGO JETS”


Yakın zamanda piyasaya sürülen bir başka İngilizce sözlü “rock” albümü de The Ringo Jets’in ilk albümü. Tantana Records etiketiyle öncelikle dijital platformlarda piyasaya sürülen albümün sınırlı sayıda CD baskısı da yapılmış.

Deniz Ağan, Tarkan Mertoğlu ve Lale Kardeş’ten kurulu The Ringo Jets, 2011’de yine dijital ortamda yayımladığı ilk mini-albümü “Limited Luncpack”ten sonra, 2012 yılında da “Darmdstadt Tapes” adı verilmiş bir mini-albüm daha kaydetmiş. Grubun adını taşıyan bu ilk albüm ise 2013 yılında tamamlanmış, ancak Gezi direnişi nedeniyle albümün çıkışı ertelenmiş. Buna karşın albümden yayımlanan ilk tekli olan “Spring Of War”ın klibi Gezi ruhundan yola çıkılarak çekilmiş. Sosyal medyada epeyce ses getiren bu klip, Gezi sürecinde çok açık ve net bir biçimde ortaya çıkan basın sansürü ve yandaş medya meselesine Haber Türk üzerinden ağır göndermeler içermekle kalmıyor,  aynı zamanda direnişin sebebi ve polis şiddetinin bizzat sorumlusu olanları da bir kez daha ifşa ediyor.


Albümde yedi yeni şarkının yanı sıra, ilk mini-albümde yer alan “Tease” adlı şarkının yeni kaydı ve iki de “cover” var. “Cover”lardan biri özellikle The Rolling Stones versiyonuyla hafızalara kazınmış “Shake Your Hips”, diğeri ise bir The Yardbirds klasiği olan “Heart Full Of Soul”. Seçilen “cover”lardan da anlaşıldığı üzere The Ringo Jets, ‘60 ve ‘70’li yılların “rock’n roll” anlayışından beslenen bir grup. Bu anlayışın içerisinde yer yer saykodelik izler, “grunge” ve “garage” da var. Ne ki böyle söyledim diye The Ringo Jets müziğinde ‘60’ların naifliğini aramayın. Üzerine bolca (grubun kendi tabiriyle) “gürültü” ilave edin. Zira sert, yüksek enerjili ve modern bir “retro” bu.


The Ringo Jets, albümü Milano’da, Tommaso Colliva’nın prodüktörlüğünde ve canlı kaydetmiş. Pek alışılmadık bir biçimde bas gitar kullanmayan grubun bir özelliği de her üç elemanın da şarkı söylüyor olması. Yani bir tane solist yok. Grup elemanlarının uzunca bir süredir hem canlı perfomans hem de stüdyo kaydı konusunda deneyimli olmaları albüme doğrudan yansımış. Bir ilk albümden daha fazlasını vaat ediyor bu albüm. Ben kendi adıma iki gitar bir davul kompozisyonuna bayıldığımı söyleyemem. Zira “rock” müzik demek, biraz da bas gitar demek benim indimde. Solist sesinin şarkı sözleri anlaşılmayacak derecede geride olmasına da kulağımızın pek alışık olduğu söylenemez. Ancak bunun bir batı standartı olarak tercih edilmiş olmasını da haklı buluyorum.


Albüm kapağı için John Howard tarafından çizilen illüstrasyon yine Gezi olaylarından ilham alınarak yapılmış. Tek başına kapak görseli bile dikkate değer. The Ringo Jets, Türkçe “rock”tan umudunu tamamen kesenlere ilaç gibi gelebilir.  

Meraklısına not: Albümün iTunes’ta bulunan “deluxe” baskısında dijital kitapçık, “Black Coffee Blues” adlı şarkının canlı kaydedilen videosu ve “Whatever Happens” adını taşıyan bir ekstra şarkı da bulunuyor.

THE FREE LICKS – “EXIT PLAN”


The Free Licks’in 2013’ün son aylarında Monoplay etiketiyle piyasaya çıkan ilk albümü “Exit Plan” de İngilizce sözlü bir başka albüm.

Grubun tamamen İngilizce olarak hazırlanan resmi internet sitesinde biyografisinin son cümlesi mealen şöyle: “Dinleyicileri ve elindeki malzemeleri giderek artan The Free Licks, Haziran 2011 tarihinde prodüktörlüğünü de yaptığı ilk albümünü kaydetmek üzere stüdyoya girdi. Albüm yakında hazır olacak ve The Exit Plan dünyayı fethedecek. Hatta belki de Mars’tan başlayarak birkaç gezegeni daha…”


Biyografi 2011 yılında kalmış olsa da, hem bu cümleler, hem de sitenin, sosyal medya hesaplarının ve dahi albümün İngilizce olması gösteriyor ki The Exit Plan de yüzünü ülke sınırları dışına çevirmiş bir grup. Bunun böyle olmasının sebebi de grup üyelerinin müzikal geçmişinde saklı gibi. Grubun kurucusu Ekin Kışlalı, ABD ve Kanada’da geçirdiği yıllar boyunca müzikle ilgili olmuş, hem solo hem grup çalışmaları yapmış. Türkiye’ye döndükten sonra tanıştığı ve aynı müzikal anlayışta buluştuğu Cem Konuk’la birlikte de grubun temellerini atmış. Berklee mezunu olan Cem Konuk ve Ekin Kışlalı’nın ortaklığına, İngiltere’de ses mühendisliği eğitimi alan Veli Erişim Meral de dâhil olmuş daha sonra. Albüm kayıtları sırasında klavye çalan Arda Algül ise grubun dördüncü elemanı oluvermiş.


Her ne kadar albüm dediysem de, aslında beş şarkıdan oluşan bir mini-albüm “Exit Plan”. Grubun müziği yer yer farlı türlerin yakınından geçse de, bütünde “indie” izlerin daha belirgin olduğu söylenebilir. Tıpkı yukarıda bahsi geçen diğer iki grup gibi, The Free Licks de hem şarkı sözlerinin yazılması hem de o sözlerin telaffuz edilmesinde handikap olabilecek ana dil sorununu ortadan kaldırmış gibi görünüyor. Dilerim albümü yurt dışında dinleyenler de böyle düşünür. Mesela ben kendi adıma iyi niyet çıtasını fazla yükseğe çıkarmak pahasına, albüme adını veren “Exit Plan”i bir Tarantino filminde duymak isterdim.


Son olarak bu iddiada bir albüm için Özer Şahin imzalı kartonet tasarımının fazla iddiasız ve sönük kaldığını da söylemeliyim. Ha bir de, kartonet içerisinde yer alan ve Doğan Emre Yakupoğlu tarafından çekilen fotoğrafın “umutsuz ev kadınları” esprisine de anlam vermemiş olabilirim.

MART 2013

Yavuz Hakan Tok

1 yorum:

  1. okuyunca birkaç şeyden bahsetmek istedim.
    avrupa'da bizden hard rock/heavy metal türünde müzik yapanlara dergilerde yer verilmesi çok da ekstra bir durum değil. daha önce pekçok grubumuzu yazdı çeşitli konusunun ehli dergiler.
    aksan konusunu da çok dert etmiyorlar, zira metal ve sert rock kıta avrupasının dominantlığında. alman ve iskandinav gruplar başı çekiyor rock'ın sert türlerinde.
    bizden burada ana akımda yer bulmasa da avrupa turnesine çıkan, albümü orada basılan epeyce grup var aslında. ingiltere bu konuda burnu havada yerdir (kendi büyük ismini çıkarmak için uğraşıp durduğundan başkalarına az alaka gösterir) ama onlar da avrupa'nın aksanlı ve 'eksik' ingilizcesine açıklar ne zamandır. metal hammer gibi has dergiler avrupalı grupları kapak yapıyor ediyor.
    tabii bu dediklerim snakeroot'u kötülemek için filan değil. ama bunlar göz önünde bulundurulduğunda henüz esas adımı atmamışlar. ki bu şekilde o adımı da atacaklardır kuvvetle muhtemel. bizden gruplar yurtdışında konser vermekte hep zorlanır, zira herhangi bir ödeme almak güçtür, yol masrafı bile cepten karşılanır. bu yüzden çok az isim bir turneye dahil olabilmiştir. bir büyük festivalde çalıp dönmektir genelde yapılabilen.
    snakeroot da the ringo jets de en az 'onlar' kadar iyi müzik yapabildiklerini bu ilk albümlerle gösteriyor. burada sınırlı dinleyiciye ulaşacaklarının da farkındalar - sanırım.
    umarım bir sonraki adımı da atarlar.

    YanıtlaSil