Geç de Olsa... Dinlediklerim


ALPER CENGİZ – “ALPER CENGİZ” 


Memleketin müzisyen tayfasına sorsanız, herkesin bayıldığı, dinlemelere doyamadığı, ama iş icraya gelince benim diyenin gözünün yemediği müzik türleridir “blues”, “soul” ve “funk”. Başka türlü bir şarkıcılık tekniği, enstrüman virtüözlüğü, az biraz bir caz tuşesi, emprovizasyon yeteneği ve daha fazlasını gerektirir çünkü bu birbirine yakın akraba müzik türleri. Bundan olsa gerek, Türkiye’de bu türlerin icracıları parmakla sayılacak kadar az olmuştur hep.



1995 yılında Ankara’da kurulan Soulstuff, o parmakla sayılacak gruplardan biri olarak anılır yıllardır. Ankara’da popüler olduktan sonra İstanbul, İzmir ve başka şehirlerde devam eden sahne performanslarıyla meraklılarının yakından takip ettiği bir grup haline gelen Soulstuff’ın ülkedeki gelmiş geçmiş en iyi “cover” grubu olduğu konusunda hemfikir olan çok kişi var.


“Rock’n roll”, “soul”, “blues” ve “funk” klasiklerinden oluşan sahne repertuarı ve yüksek performansıyla, canlı müzik mekanlarında dolaşmayı sevenlerin birinci tercihi haline gelen grup, bunca yıldır bir albüm yapmamış, dolayısıyla da adını daha geniş kitlelere duyuramamıştı. Buna karşın Soulstuff’ın kurucusu ve solisti olan ve grup dışında da çalışmaları olduğu bilinen Alper Cengiz’in solo albümünü merakla bekleyenlerin sayısı hiç de az değildi. İşte o beklenen albüm, geçtiğimiz günlerde nihayet dinleyici karşısına çıktı.

Alper Cengiz 41 yaşında. Ankara’da başlayan okul yıllarında önce tiyatro eğitimi alarak sahne tozunu yutmuş, sonrasında aldığı müzik öğretmenliği eğitimi ile de meslek edineceği müziğin teorisini öğrenmiş. Birkaç farklı grupla başlayan müzik macerası, 1995 yılında Soulstuff’ı kurmasıyla ivme kazanmış ve bir süre sonra grubun solisti olarak tanınan bir yüz haline gelmiş. Tabii bu tanınırlıkta Alper Cengiz’in çok enerjik ve çok hareketli sahnesinin, kendine özgü dans stilinin ve vokal tekniğinin de payı büyük.


2007 yılında İngiltere’nin resmi televizyon kanalı BBC’nin düzenlediği “World’s Greatest Elvis” adlı yarışmaya davet edilmiş Alper Cengiz. Elvis şarkılarını en iyi icra edenlerin ve ona en çok benzeyenlerin yarıştığı bu şovda finale kadar kalmayı da başarmış üstelik. Onu belki o günlerde Türk basınında epeyce yer bulan bu haber nedeniyle katıldığı televizyon programlarından ve haber bültenlerinden hatırlarsınız. Ya da belki de bir dönem Soulstuff’ın devamlı orkestrası olduğu Passaporola adlı yarışma programından. Alper Cengiz o programda çalacakları şarkının konseptine göre giyinir, bazen makyaj yapar, öyle çıkardı seyirci karşısına.


Alper Cengiz’in kendi adını taşıyan bu ilk albümü, beş şarkıdan oluşan bir mini albüm aslında. Beş şarkının tamamında söz ve müzikler Alper Cengiz’e ait. Yeni neslin iyi müzisyenlerinin yanında, Turhan Yükseler ve Fuat Güner gibi iki duayen de destek vermiş albüme. Açılışta yer alan “İstanbul” adlı şarkının düzenlemesi Turhan Yükseler’e ait. Batılı bir formda, “blues” sularında dolaşan şarkı, bir ara içinden geçen kanun soloyla da ayaklarını bu topraklara değdiriyor.

Boston Berklee Müzik Okulunda Emir Cerman’ın prodüktörlüğünde kurulan ve doksan ayrı ülkenin müzisyenlerini bir araya getiren Ryhthm of the Universe (Kâinatın Ritmi) proje korosu Van depreminden sonra seslendirdiği “Bizim Eller” türküsü ile Türk basınında yer almıştı. Aynı koro bu defa Alper Cengiz’in albümünde, “İstanbul”un vokallerinde çıkıyor karşımıza. Daha ilk saniyelerinden itibaren şarkıyı alıp götüren de o müthiş vokaller oluyor zaten. Balkan ve Latin esintili şarkılar dışında Türkçe müzikte kulaklarımızın pek de aramadığı “brass”lar ve Batur Yurtsever’in çaldığı bas partisyonları da şahane yürüyor.


Şaire göndermeyle “Hiç de aziz değilsin artık, sana dün bir tepeden baktım,” diyen Alper Cengiz’in Türkçe vokal tekniğinde Fuat Güner ve bir parça da Fatih Erkoç izi hissettim ben, ama yanlış ama doğru.

Albümün çıkış şarkısı olarak seçilen ve klip de çekilen “Rüya” ise ikinci sırada çıkıyor karşımıza. Arda Algül’ün düzenlemesi yetmiş ve seksenler “soft-rock” şarkıları tadında. Türkçede ancak Mazhar-Fuat-Özkan’ın ilk dönem  şarkılarından alabildiğimiz bir tat bu. Hiç bugüne ait değil belki ama iyi ki de öyle. Bu şarkıda Fuat Güner’in de vokal yaptığını söylemeden geçmeyeyim.



“Yalan”, albümün en sert şarkısı. Müzikal anlamda söylüyorum bunu. Yoksa sözlerdeki “barlarda fink atan yarin peşinden dağları aşan ve de heder olan adam” modelinin belli ki kafası biraz karışık. Kolay eşlik edilecek, “Yalan” tekrarlarıyla akılda kalacak, hatta birlikte söylerken “headbang” yapılacak şarkı, ne çare ki sözlerde kelimenin tam anlamıyla çuvallıyor.

Dördüncü sırada yer alan “Yetmiyor”, yine Mazhar-Fuat-Özkan etkisinde bir şarkı. Üçlünün “Geldiler ve “Agannaga” döneminin, yani doksanlar başındaki hicivli şarkılarının bir benzeri “Yetmiyor”. Mesajı çok açık, hatta biraz “kör parmağım gözüne” şeklinde. Şarkının sürprizi ise oyuncu Engin Günaydın’ın baba rolünde karşımıza çıkması. Düzenleme ise Targan Türe tarafından yapılmış.


Mini albümün son şarkısı “Yorgun Gemi”. Yakın zamanda aynı adla bir başka şarkı yapılmış ve hatta klip de çekilmiş iken (Ravi İncigöz tarafından), ben olsam bu ismi ve bu metaforu kullanmayı tercih etmezdim. Bu çekince bir tarafa, albümdeki etkileyici şarkılardan biri “Yorgun Gemi”. Nefeslilerin yerini bu defa yaylılar alıyor ve bu yumuşacık şarkı, sözlerindeki hüzne rağmen umutlu bir yolculuğa çıkarıyor dinleyeni.

Başından sonuna çok belirgin Mazhar-Fuat-Özkan etkisi beş şarkılık bu mini albümün hem en büyük eksisi, ama bir taraftan da artısı. Babaların pek artık bu tarzın yakınından geçmediği düşünülürse, o dönemlerini çok sevmişlerin Alper Cengiz şarkılarında bulacağı çok şey var. Ben kendi adıma çok sevdim bu yüzden. Buna karşın bu albümü bugünün Türkçe “rock” müziğinde bir yere koyabilmek çok zor. “Sound” o kadar başka bir telden çalıyor ki, “Yetmiyor” gibi “teenage” dilinden yazılmış bir şarkının bile bugünün gençlerini yakalaması zor gözüküyor. Yıllardır Soulstuff’ı takip eden, neredeyse gelenekselleşen Hayal Kahvesi konserlerini kaçırmayanlar –ki asıl hedef kitle odur belki de- bu albümden hoşnut kalır mı, işte onu hiç kestiremiyorum.

KOZ – “DEVAM”


Gökhan Durak, Burak Akçaoğlu ve Gökhan Kalafat tarafından 2006 yılında kurulan Koz’un ilk albümü “Beklemeye Devam” 2011 yılında yayımlanmıştı. Sarp Özdemiroğlu prodüktörlüğünde yayımlanan bu albüm, müzikal yetkinliği ve “sound”unun sağlamlığı ile bir ilk albüm gibi tınlamıyor ve emsallerinden birkaç adım öne çıkıyordu. Bununla birlikte solist Gökhan Durak’ın bir “rock”çıdan çok bir popçu gibi şarkı söylemesi, kendi şarkılarını bir kenara koyup ilk çıkışı Yaşar’ın ağır melankolik şarkısı “Kör Bıçak”ın “cover”ıyla yapmaları grubun strateji hataları olmuştu.

İlk albümün piyasaya sürülmesinin üzerinden tam bir yıl geçtikten sonra, geçtiğimiz Şubat ayında Koz, bir “single”la tekrar dinleyici karşısına çıktı. Çok kişi de bu çıkışı ilk çıkış zannetti çünkü grupta önemli bir değişiklik olmuş ve vokal değişmişti.


Bir grubun hem sesi, hem de ön plandaki görsel öğesi olan solistinin değişmesi belki de en zorudur. Enstrümanistlerin değiştiğini sadece yakın takipçiler ve hassas kulaklar fark eder ama solistin değiştiğini herkes fark eder ve bu neredeyse yeni bir grup kurmak anlamına gelebilir. Neyse ki bu defa öyle olmamış.

Albümün promosyon döneminde ön plana çıkarılamamış iki şarkı yeni düzenlemeler ve yeni solist Çağatay Değirmencioğlu’nun yorumuyla yeniden seslendirilmiş ve ortaya “Devam” adı verilmiş bu “single” çıkmış. 


Dolayısıyla ilk albümle organik bağı olan, adını bile oradan ilham alan bir “single” bu. Böyle olması çok da doğru olmuş. Bununla birlikte, muhtemelen olası kıyaslamalardan kaçınmak için, bu iki şarkının albüm versiyonlarını yasal dijital platformlardan kaldırmışlar. Yani daha önce dinlemediyseniz ya da albümü satın almadıysanız, bu şarkıları eski solistin sesinden dinleme şansınız artık yok.

Yeni solist Çağatay Değirmencioğlu’nun ta lise yıllarına dayanan bir müzik macerası var. Pop Star yarışmasının 2004 yılında yapılan ikinci sezonunda ilk ona giren, ancak ilk hafta elenen Çağatay, sonrasında kendi yazdığı şarkılara kendi çektiği kliplerle müzik kanallarında görünmekle kalmamış, 2009 yılında Fanta Gençlik Festivalinde Ege bölgesi birincisi, Miller Music Factory’de ise alternatif “rock” üçüncüsü olarak adından söz ettirmiş. (Pop Star’daki tek performansı olan “Gemiler” şarkısı, “Pop Star 2” adlı albümde yer almıştı. Bahsi geçen klipler ise internette arandığında bulunabiliyor.)


Nicedir kendi albümünü hazırlama derdinde olan Çağatay’ın yolu günün birinde Koz’la kesişmiş ve çok da iyi olmuş. Çağatay Değirmencioğlu hem fiziği, hem de sesiyle gruba önemli bir artı getirmiş zira. Önceki kayıtlarına kıyasla şarkıcılık tekniği açısından da grubun Çağatay’a epeyce artı getirdiği fark ediliyor.

“Single” da klip çekilen ilk şarkı “Kaç Gece” oldu. Melodik yapısı ve yürüyüşüyle bugünün popüler Türkçe “rock” şarkılarına çok yakın duran ve bu nedenle albüm yayımlandığı günlerde de dikkat çeken bu şarkı, albüme son anda girmiş olmasına karşın, grubun en önemli kozlarından biriydi. Yeni düzenlemesi ve yorumuyla daha da etkili olan şarkı, beklendiği üzere grubun adını daha fazla dinleyiciye duyurmak adına epeyce işe yaradı. 



“Single” da bu şarkının bir de “Reprise” olarak adlandırılmış daha “soft” bir enstrümantal düzenlemesi var. Bu düzenlemede özellikle Gürkan Çakmak’ın “duduk” solosu dinlenilmeye değer.

İkinci şarkı “Çirkin Kız” ise yaşadığımız dünya kurulduğundan beri nasılsa değişmeyen güzellik ve çirkinlik algıları üzerinden dramatik, hatta travmatik bir hikâye anlatıyor. Bu çok görece ve bir o kadar da öğrenilmiş/öğretilmiş kavramları dalgaya almak da bir tercihken, grup bunu bahis konusu çirkin kızın ancak rüyalarda mutlu, gerçek hayattaysa sonsuza dek mutsuz olacağı gerçeğine yaslandırarak  anlatmayı tercih etmiş. Yani aslında istemeden de olsa eleştirdiği düşünceyi doğrulamış.


Çok güzel başlayan, çok güzel yürüyen ve yaylıların da etkisiyle nakarata çok güzel yükselen melodik yapı, düzenleme ve vokal zenginliği ise şarkının olumlu yanları. Sözler konusundaki çekincem bir yana, klip çekildiğinde bu şarkının da yükseleceği aşikar ki duyduğuma göre klip çekmek için Eylül ayı bekleniyormuş.

Koz bir çok yeni yetme “rock” grubunun türediği bugünlerde ayağı yere basan ve derli toplu bir “sound” yakalamış ender gruplardan biri olarak dikkat edilmesi gereken bir yerde duruyor. Hala dinlemediyseniz, bir dinleyin derim.

AMBULANS – “ZİGZAG”


Çok genç bir kadroyla yola çıkan Ambulans, son dönemin dikkat çeken gruplarından. Lise yıllarından beri birbirini tanıyan grup üyeleri 2009 yılında albüm hazırlıklarına başlamışlar ve iki yıla yakın bir sürenin sonunda ortaya “Zig Zag” adı verilmiş ilk albümleri çıkmış. Geçtiğimiz aylarda Pasaj Müzik etiketiyle yayımlanan albümde sekiz şarkı var. Tüm söz ve müzikler grup elemanlarına (çoğunlukla da solist Turan Sarıbay’a) ait.

Grup kurulduğundan bu yana değişikliklere uğramış doğal olarak. Hatta albüm yayımlandıktan sonra da değişiklikler olmuş. Şu anki kadrosunda ise Turan Sarıbay, Özgen Akçetin, Baran Bekiroğlu ve Şafak Ezer var.


Basın bülteninde şöyle bir açıklama var: “Şarkılar sosyal kansere yakalanmış bir gencin ambulansta gördüğü sanrılarla başlayıp, hastaneye kaldırılışı sırasındaki öyküsünü ve aklından geçenleri anlatmaktadır.” Buradan yola çıkarak, bu sekiz şarkının aslında anlatılan tek bir hikâyenin parçaları olduğu düşünülebilirse de bu bir “senfonik-rock” albümü değil. Daha modern, daha genç, bir parça “punk”a kaçan bir tarzı var grubun.

Şarkı sözlerinde yer yer hissedilen eleştirel tavır olması gereken dozun biraz altında. Oysa söz konusu “rock” müzik olunca, bu bana hep tam tersi daha doğruymuş gibi geliyor. Yoksa elbette “Uhh baby, i need you so much” diye de “rock” şarkıları var. Hatta bizde şakır şakır yağmurun altında sırılsıklam, salya sümük olanından yatağın, o da olmazsa odanın soğukluğundan dram çıkaranlara dek türlü “rock” çeşitlemeleri de var. Onlar da olsun, peki. Ama en çok öteki olsun. Kulaklar çatlak sesler de duysun ve mümkünse bu sesler daha ziyade genç olsun ki bizim de umudumuz, ümidimiz korunsun.


Bu anlamda Ambulans bekleneni vermese de, umut vaat ediyor. “Sensizlik ölümden de beter,” klişesinden beslenen ve aşk acısının jilet kesiğiyle inceden dalgasını geçen “Acil Servis Lütfen”le başlayan albüm, “Alışveriş yaptıkça arınma duygusu, dergilerde sunulmuş ideallik duygusu ve modernite olgusu”na ayak uyduramamış genç adamın, uyumlanmak için doktordan ilaç istediği “Bir Şeyler Yazıver Be Doktor”la devam ediyor.

Sonra birbirinin devamı gibi duran ve dinleyene tek bir cümleyle “kendi hayatını yaşamayı” telkin eden iki şarkı, “Kaç” ve “Söyle Ne Zaman” geliyor.

Beşinci sırada yer alan “Yangın Var” albümün ilk klip çekilen şarkısı oldu. Bu şarkının “intro”sunda Sezen Aksu’nun vokalini de duyacaksınız. Duyduğuma göre Sezen Aksu hem grubu, hem de şarkılarını çok seviyormuş. Hatta Nükhet Duru’nun yeni albümüne Ambulans’tan da bir şarkı girmiş bu vesileyle. Sezen bu. Ne yapmış etmiş, bu çok sevdiği albüme kısacık bir vokalle de olsa izini sürmüş.



“Yangın Var” ve ardından gelen “Bugün Cumartesi”, albümün bütünü içerisinde daha az sert duran, “rock”tan ziyade popa gönül vermiş dinleyiciye de sıcak gelebilecek şarkılar. Töre cinayeti eleştirisi yapılan “Vurun”dan sonra albüm seksi sözleriyle dikkat çeken “Alarm”la sona ulaşıyor.

Şarkıların yer yer birbirine benzer yerlerden geçmesi, söz ve müziğin iyi öpüşmediği/örtüşmediği kimi müzik cümlelerinin kulağa çarpması gibi gibi kısa vadede kolayca aşılacak bazı sorunlar dışında bir ilk albüm için hiç de fena olmayan bir “sound” ve gayet temiz enstrüman ve vokal icraları dinliyoruz.


Birbirinden farkı ilk bakışta ayırt edilemeyecek çok fazla “rock” grubunun son dönemde adeta önümüzden resm-i geçit yapmakta olduğunu düşünürseniz, ben olsam Ambulans’ı “eğlenceli grup” diye tanımlamak, “bir teenage” grubu gibi göstermek ve bu uğurda yola en ticari şarkıyla yola çıkmak yerine biraz daha farklılığının altını çizen bir yerden başlamayı tercih ederdim. Belli ki böyle bir potansiyel var ama bilerek ya da bilmeyerek üzerine oynanmamış.

İşin bu tarafını bırakırsak, dinlenilmeye değer bir albüm “Zigzag”. En azından daha iyisini yapabilecek bir grubu dinlediğinizi hissettiriyor ki bu da az şey değil.

TEMMUZ 2012

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder