Yeter ki Müzik Olsun
  • Seninle Üç Dakika
  • _Giriş
  • _1975
  • _1976
  • _1977
  • _1978
  • _1979
  • _1980
  • _1981
  • Röportajlar
  • Konser Yazıları
  • _2019 Konserleri
  • _2018 Konserleri
  • _2017 Konserleri
  • _2015 Konserleri
  • _2016 Konserleri
  • _2014 Konserleri
  • Günün Şarkısı
  • Albüm / Şarkı Eleştirileri
  • Güncel
  • Yıldızlar
  • Klasikler
  • Ses Dergisi
  • Günlükler
  • _Eurovision 2011 Günlüğü
  • _Eurovision 2010 Günlüğü
  • _Nasıl TV Programı Yaptık?

 Jale - "Sandık Lekesi"


Tam anlamıyla bir “stage animal”, hani nasıl diyorsunuz siz Türkçede, hımmmm evet evet bir “sahne hayvanı”dır Jale. Bakmayın siz onun öyle ufacık tefecik olduğuna, sahneye çıktığında boyu en az 1.90’dır. Sorarsınız: “Jale Abla senin gözlerin niye bu kadar keskin?” Cevaplar: “Salonun en uzak masasındaki seyirciyi de görebilmek için.”

“Jale Abla senin burnun niçin böyle hassas?”

“Salondaki seyircinin ruhunu koklayabilmek için.”

“Jale Abla senin niye başının arkasında da gözlerin var?”

“Arkadaki orkestrayla uyumu kaçırmamak için.”

Böyle uzar gider… Kuzuyken kurda dönüşür, sahneye çıktığı anda seyirciyi yutar, program bittiğinde karnını yarıp çıkmanız gerekir.


Jale sahnede sadece kendi şarkılarını söylemez; dünden ya da bugünden hangi şarkıların sevildiğini çok iyi bilir, onları da repertuarına alır. Ben bildim bileli böyle ama çok daha öncesi de var tabii. ‘70’ler sonlarından beri sahnede Jale.


Buna karşın 1986’da yayımlanan ilk albümünden bu yana ilk kez bir “cover” yayımladı. Şarkı, 20 sene kadar evvel (2002, “yirmi sene evvel” mi oldu? Zalımsın hayat!) Sezen Aksu tarafından yazılan ve Gülben Ergen tarafından seslendirilen “Sandık Lekesi”. Hoop geldik mi 2000’ler nostaljisine? Hadi bakalım, yakındır 2000’ler partileri, türlü çeşitli “cover”lar, “Ah 2000’lerde müzik ne güzeldi ne kaliteliydi,” sayıklamaları… Fitili Jale ateşliyor, gerisi şimdi 30’larına gelen 2000’ler çocuklarında.


Kıyaslamayayım kıyaslamayayım diyorum ama “cover” denen şeyin eğlencesi de en çok burada. İlla kıyaslayacaksın, kesecek ahkamlar, yapacak şakalar, espriler bulacaksın ki tadı çıksın. Açıkçası ben o iş bana kalmaz diye düşünüyordum. Gülben Hanım’ın çocukluklarına şöyle ya da böyle nüfuz ettiği bir fan kitlesi var ya hani, ne yalan söyleyeyim, Jale’yi topa tutarlar diye düşünmüştüm. Malum, fan kitleleri için hayranı oldukları sanatkâr ne söylese ne yapsa kutsal; dokunulamaz, dokunulması teklif dahi edilemezdir. Üstüne üstlük rivayet o ki Sezen Aksu bu şarkıyı Gülben Hanım’ın bizzat kişisel hikâyesinden etkilenerek yazmış. Yani Gülben Hanım “Hani bunun ilk sahibi?” diye sorulamayacak bir biçimde mülk sahibi sayılabilirmiş.


Neyse ki şarkıların mülkiyeti ne söyleyeninde ne yazanında… Zaten bizzat Gülben Ergen’in kendisi dâhil, kimsenin de Jale’nin bu şarkıyı söylemesi konusunda gıkı çıkmamış, kimse yadırgamamış. En azından internette yazılan yorumlardan ben öyle anladım.


E zaten şöyle de bir durum var: Gülben Ergen 2002 yılında neresinden baksanız toy bir şarkıcı. Seren Serengil, Pınar Eliçe ve en önemlisi de tabii ki Hülya Avşar klasmanından yırtmaya çalışıyor. Nitekim bir sonraki albümde Demet Akalın’ı rakip alacak kendine ama henüz vakit var. Bu bakımdan “Sade ve Sadece” alaturka-poptan popa geçiş hattında duran bir albüm. Bu vesileyle şarkıyı o albümden yeniden dinleyince basbayağı henüz şarkıcı olamamış, sesini nasıl kullanacağını bilememiş, sönük bir Gülben Ergen duydum. Şarkı bir şeyler anlatıyor ama Gülben orada değil; dümdüz yürüyor, biraz da yol kazasız belasız bitsin diye bekliyor gibi.


Haliyle Jale de almış şarkıyı, içine duygu iniş çıkışlarını, coşkusunu, neşesini, hüznünü katmış, bir de aşinası, hatta yakın ahbabı olduğunuz o Jale vurgularını serpmiş üzerine… Düzenlemeyi yapan Hasan Çiçek de 2000’ler ruhunun (Ah nerede o 2000’ler?) sokaklarından ayrılmadan, azıcık da stadyum efektinde vokallerle güncellemiş şarkıyı. “Rap”, “trap”, “R&B”, “synth-pop” dolaylarından çalmayan düzenlemeye güncel demiyorlar artık ama yani bu şarkı da o yola gelmezdi sanki. İyi ki getirmeye çalışmamışlar.


Bu şarkının ilginç bir yanı da Jale’nin ilk kaydettiği “cover” olmasının yanı sıra Sezen Aksu ve Jale isimlerini yıllar sonra yan yana getirmesi. Bilen bilir, 1987 Altın Güvercin Yarışması’nda Jale “Çok Geç” adlı Sezen Aksu şarkısıyla yarışmış ve yarışmadan sonra basılan kasette kalan bu şarkı, Jale kariyerindeki tek Sezen Aksu şarkısı olmuştu. “Çok Geç”i yıllar sonra Jale’nin değil de Ebru Polat’ın yeniden seslendirmesiyse benim gibi şarkıyı çok sevenler için atlatması zor bir travmaydı. Allah beterinden saklasın!

“Sandık Lekesi” malum, sandıkta bekleyen çeyizlerin, dantellerin mantellerin üzerinde oluşan sarı lekelere verilen ad. Ara sıra çıkarıp havalandırmak lazım. Jale de öyle yapmış. İyi yapmış. Yakışmış, yakıştırmış.

0
Share

Hande Yener - "Sahte"


Hande Yener geçenlerde “Cumartesi Sürprizi” adlı televizyon programına verdiği röportajda, bir yıl kadar önce kanser tedavisi gördüğünü açıkladı. Haberi görünce, şöyle bir kaldım, durdum, düşündüm. Hayat kimse için kolay değil. Allah’ın her günü kendimizi, yaşadıklarımızı, bulunduğumuz yerleri, aman da ne kadar çok eğlendiğimizi filan insanlara fotoğraflar ve videolar yoluyla gösterirken aslında çok insani bir şeyi kaçırıyoruz: Üzüntüyü, sıkıntıyı, derdi paylaşmayı… Yıllar sonra dönüp baktığımızda “Aslında o gün nasıl da canım yanıyordu,” diyeceğimiz ne çok neşeli, güzel, afili fotoğraf biriktiriyoruz kim bilir. Kimse bilemez. Çünkü paylaşmıyoruz. En “no filter” fotoğrafımız bile aslında (bir bakıma) “sahte”.  


Konuyla ilgisi yok, zaten Hande Yener de en çok annesi öğrenmesin diye saklamış hastalığını. Yine de zaman zaman bir insanı üzecek, kıracak cümleler kurarken, onun aslında neler yaşadığını bilmiyor oluşumuzun çok can sıkıcı bir tarafı var ve buradan bakınca, hayatta hep temkinli cümleler kurmak lazım diye düşünüyor insan.


Hande Yener’in yeni şarkısı “Sahte”, sözleri Berksan’a, müzik ve düzenlemesi Misha’ya ait bir şarkı. Onlar bir ekipler artık, bunun farkındayız. Nitekim “Sahte” de bu ekibin büyük yüzdeyle beraber kotardığı 2020 çıkışlı “Carpe Diem” albümünün bir uzantısı gibi. O albüme dair olumlu ya da olumsuz genel fikirleri bu şarkı için de yinelemek mümkün bu yüzden. İyi prodüksiyon, havalı düzenleme, kendini bulmuş bir Hande ve fakat arızalı şarkı sözleri.


Aslında sahte seven “Beni sahte sevme,” diyen mi? Sevişirken bazen orada olmama halinin itirafı bunu getiriyor akla. Yoksa karşı taraf sahte sevdiği için mi kopuyor hatlar? Bir soğukluk var, o belli; yani en azından “Böyle soğumaktan haberim yoktu,” derken kastedilen o olsa gerek. “Birbirimizden böyle soğuyacağımızı tahmin edemezdim,” demek istemiş muhtemelen ama belli ki söz cümleleri müzik cümlelerine sığmamış. Sadece o kısımdaki ifade bozukluğu değil mesele; şarkı boyunca köşeli sözler yuvarlanmıyor, akmıyor ve elde bir tek “Beni sahte sevme, sana bir gün böyle,” cümleleri kalıyor. Gerisine eşlik etmek zor ki bu da şarkının “hit” olabilmesinin önündeki en büyük engel.


Burasını geçersek, elimizde “so ‘80’s” bir düzenleme, ona keza ‘80’lere göndermeli bir klip var ki işin bu kısmı dinlerken ve izlerken beni gayet eğlendirdi.Bu ritimler, bu elektronik sesler, bu yürüyüşler bir kuşak için ne kadar modernse bir kuşak için de o kadar nostaljik aslında. Eh, bir şarkıyla iki kuşağa birden aynı anda hitap etmek de fena bir şey değil. Buna karşın “Sahte” eğer bir albüm şarkısı olsaydı; bence A1 olmazdı.     

0
Share

 


“Bayram gelmiş neyime, kan damlar yüreğime,” diye bir türkü var, bilirsiniz. Zamanında radyodan televizyondan duya duya nasıl işlemişse bilinçaltıma artık, “Hadi bize bir bayram şarkısı söyle,” deseler ilk bunu söylerim hiç tereddütsüz. Neyse ki durup dururken “Hadi bize bir bayram şarkısı söyle,” diyecek manyak arkadaşlarım yok. Ve fakat “Bayramda ne dinleyelim?” diye soran olursa hem soru hem de cevap daha makul olur zannımca.


Size bir bayram listesi yaptım. Bir nevi karışık kaset doldurdum. Arabanızın kasetçalarında mı dinlersiniz eşe dosta bayram ziyaretine giderken yoksa halk plajında kiralık şemsiyenin gölgesindeki kiralık şezlonga uzanıp “walkman”inizde mi dinlersiniz, orası size kalmış.

0
Share

Onurr – “Ağlak Disko”


“Rakçıydı popçu oldu,” dediler, döve döve bitiremediler. Zaman geçti, bütün rakçılar “synth” mynth ayağına popçu oldu, fark etmediler.

Onurr çıtayı yükseltmiş, meydan okumuş, “buyurun buradan yakın,” demiş. Yeni bir albüm yapmış, adını “Ağlak Disko” koymuş. Kelimenin tam manasıyla albüm yani; birbiriyle hem akraba ve benzer hem bağımsız ve özgür, benzersiz birer birey olabilmiş 10 şarkı var içinde. Bütünlüklü, bağlantılı, hikâyeli, melodili şarkılar. Bazen elektro gitar cayırdatmadan da “rock’n roll” olunabilir, ne haber?   


İsterdim ki alayım elime CD kartonetini, her şarkının sözünü kelime kelime takip edeyim dinlerken. Şarkıların trafiğine karışayım, yön levhalarını takip edeyim, yeni caddeleri, sokakları sindire sindire öğreneyim. Maalesef ki artık navigasyon çağındayız. “Yok, oradan gitme buradan git, bak en popüler olacak şarkı bu, önce onu dinle, sen o güzel kafanı yorma, bu şarkının, bu albümün kategorisi bu, onu şu benzerlerinin arasında bulabilirsin,” filan diyor sürekli robotik bir ses. Belki ben kaybolmak istiyorum, sana ne!

O yüzden navigasyonu kapatmak, şarkıları Onurr’un bize sunduğu sırayla dinlemek lazım. Çünkü bir albümde şarkıların sıralamasının bile anlattığı bir şey vardır bazen. Bir dünyanın kapıları açılır, bir süre orada kalınır ve çıkılır. Üç dakikada beş dakikada, çalma listelerinin arasından boy göstermeye çalışarak olmaz o işler.


“Ağlak Disko”, tamamı Onurr tarafından yazılmış, söylenmiş, düzenlenmiş ve kaydedilmiş şarkılardan oluşuyor. Pandeminin kısıtlayan, hapseden, asosyalleştiren bununla beraber bir miktar da insanın kendi kendisine soru sorup cevap aramasına neden olan o tuhaf ruh halinde üretmiş bu şarkıları Onurr. Kendi ifadesine göre “kendisi için” yazmış bu şarkıları. İnsan en yalın, en sahi, en katışıksız, en saf cümleleri kendine kurar zaten. Sonra dur şu kelime şunu üzmesin, bu kelime öbürünü kızdırmasın, aman o kelimeyi küçümsemesinler derken ele güne karşı çıkardığı cümleler hep temkinli, ondandır ki eksik kalır. Ben de müzik eleştirisi yazıyorum ya, oradan biliyorum.


Ben bu melodi işini çok önemsiyorum. Hâlâ “beat”e değil, besteye inanıyorum. Şarkı sözünün bir yerinden şiirin ruhu hortlasın, öbür yerinden gündelik dilin zekice kullanımı pırtlasın ama öyle ya da böyle söz etrafı kirletmesin, üstümüze kusmasın istiyorum. Bin yıllık heykel çok kıymetli, bin yıllık şiir, resim, roman, sinema filmi çok kıymetlidir de bin yıllık şarkı neden “demode” olur hiç anlamam. Bin yıl öncesi gibi şarkı yazın demiyorum kimseye elbette ama binanın temeli harçla, şarkı formunun temeli melodiyle, sözle atılır. Bunun dışında yapılanlar bence şarkı değildir ki o kadarını Veli Göçer de yapar.      


Niye bu biçim söylev ve demeçlerde bulunuyorum? Çünkü Onurr’un şarkıları tam da bu düşüncelerimin elinden tutuyor, beni haklı çıkarıyor, burnumu büyütüyor. Demek ki mevcut zamana ve zemine rağmen hâlâ “şarkı” yazılabiliyor. İş ki yazacak birikiminiz ve cesaretiniz olsun. Yoksa adım gibi eminim ki Onurr mevcut “Top 50”lerin en tepesine oturacak sinsilikte “şey”ler de yazabilecek kadar matematik ve kimya bilen bir insan. Havayı koklamak için burnunu sadece evinin penceresinden dışarı çıkarmıyor, bir küçücük fıçıcık yerküremizin uluslararası hava sahasına da sokuyor. Bunu sadece internetle, uydu alıcısıyla filan mı yoksa bizzat gidip gelerek mi yapıyor, orasını bilmem.


Nitekim “Ağlak Disko” en çok bu sınır ötesi müzikal altyapısıyla kulak yakalıyor. Küçük bir melodi cümlesiyle kırk saatlik elektronik müzik üretebilirsiniz, bu genellikle kolay ve hesaplı olur; üreteni de tüketeni de yormaz. Ancak büyük büyük melodi cümleleriniz ve içinde de dolu dolu kelimeleriniz varsa elektronik müziği işlemek o kadar da kolay değildir. “Nedir ki, bilgisayarla yapılıyor alt tarafı,” deyip geçmeyin. Onurr’un hemen her şarkısı başından sonuna beklenmedik müzikal sürprizler barındırıyor, şarkıların bir yarısı diğer yarısını kopyalamıyor, dinleyiciye yol üzerinde oyunlar oynuyor, tuzaklar kuruyor, hinlikler yapıyor.       

Misal, kendi sesini de bir enstrüman ya da daha doğrusu bir elektronik ses, bir “sample” gibi kullanmış yer yer Onurr. “Auto-tune”dan içi çıkmış bir dinleyici olmama rağmen bunu sevmediğimi söyleyemem. Maria Callas pürüzsüzlüğünde bir vokal (hani bin yıllık şarkıları seviyorum ya ben) bu dokunun içinde kelebek gibi kalabilirdi. Olmazdı yani.


Albümdeki sekiz şarkıyı ilk defa duyuyoruz, iki şarkı ise tanıdık. Daha önce İrem Derici’nin seslendirdiği “Güz Dönümü” ve Gülşah Kömür’ün tekli olarak yayımladığı “Çok mu Zor?” tanıdık şarkılar. Okuduğum yorumlara bakılırsa albümü dinleyenler en çok “Deniz Tuzu”na yükselmiş. Ona da okey ama ben galiba en çok “Acemi Gönlü”yü sevdim. Bir de bayağı rakı masalık “Schade”yi ki rakı masalık şarkılara zaafım bir sır değil (içinde darbuka ve ud olmasa bile.)


Albümün adı “Ağlak Disko” ya, orada diyalektik bir yaklaşım var aslında, orası belli. Ancak bu vesileyle son zamanlarda “disko” kelimesinin albüm adı içinde kullanımındaki hata üzerine yeri gelmişken ahkam kesmek isterim. “Funk” başka bir şey “disko” başka bir şey. Biraz Donna Summer, Ottowan, Boney M. filan dinleyin; ben şahsen bizzat kendim oralardan yetiştim, New York’taki değil ama Etiler’deki “Studio 54”te filan dans ettim, bir şey diyorsam vardır bir bildiğim.

Misal albümün çıkış şarkısı olarak seçilen “Muamma”, temizinden bir disko şarkısı. Albümün bütününde de 2020’ler ritim anlayışının zaten içine bir şekilde sızmış olan ’70 sonu ’80 başı disko ritmi yâd ediliyor edebince, adabınca. “Funk” başka bir şey, tamam mı Zeynep?


“Muamma” demişken, şarkının içinde geçen “Gönderdiğin çorap bana hiç olmadı aslında,” cümlesini öpüp başıma koymak istedim dinlerken. Düşünün oradan Haluk Levent bar bar bağırıyor “Gönderdiğim çoraplar ayağına oldu mu?” diye, Onurr gayet sakin ve fakat kendinden emin, “Olmadı”, diyor. İşte gelenekselle modernin çatışması, işte romantizm ve gerçekçilik, işte dün ve bugün. Bazen saçma sapan tınlayan bir cümlenin içinden beş kitap dolusu felsefe çıkar ki sanat diye buna diyorlar zaten. (Bunu yapmak için de elektro gitar cayırdatmanız şart değil ayrıca.)


Laf karıştı, ne diyordum? Albümün açılışında yer alan “Alemde Seyr-i” ve “Yorgun Sevda”yı da favorilerim arasında sayabilirim. E zaten geriye de ne kaldı? Baştan sona iyi albüm işte, daha da ince detay yazsam okumuyorsunuz biliyorum. Klavyemin tuşları silindi, kısa yazacağım artık.

Şaka maka tebrikler Onurr. Epeydir bir müzisyenle el ele tutuşup onunla onun dünyasında bir seyre çıkmayı özlemiştik. En çok da bunun için teşekkürler.

0
Share

Sertab Erener - "Ateşle Barut"


“Evergreen”in İngilizce kelime anlamı “yaprak dökmeyen ağaç”. Ayrıca “unutulmaz” gibi mecazi bir manası da var. İngilizce öğrenmeden çok önce Barbra Streisand’ın aynı adlı şarkısı sayesinde öğrenmiştim bu bilgiyi. “Love ageless and evergreen” diyordu şarkı sözlerinde.

Sertab Erener için de “ageless and evergreen” diyebilir miyiz? Belki durup dururken böyle bir şey demek aklıma gelmezdi ama son projesinin adını “Her Dem Yeşil” koyarak bizzat Sertab aklıma getirdi bu teşbihi. Kaldı ki teşbih yapmak da teşbih kelimesini kullanmak da bizatihi bizim işimiz; z kuşağının işi olacak değil ya.


Peki nedir “Her Dem Yeşil”? Sertab’ın 30 yıllık kariyerinden seçilmiş 30 şarkıdan oluşan bir albüm projesi. Şarkıların seçkiye girebilmesi için bir tek kriter konmuş: “Her dem yeşil” kalabilmiş olmaları. Size bir şey söyleyeyim mi? Şarkılar her halükârda kalır zaten, kalmıştır. Mesele onları seslendiren şarkıcı kalabiliyor mu otuz yıl, kırk yıl, elli yıl yaprak dökmeden? Yüzü kırışmadan, sesi çatallaşmadan, vücudunun şekli bozulmadan demiyorum, dikkatinizi çekerim. Tüm bunlar insan olmanın doğal ve kaçınılmaz sonucu. Yüzü kırışsa, sesi çatallaşsa, vücudunun şekli bozulsa da üretebilir. Ürettikçe “her dem yeşil” (ya da “ageless anda evergreen”) kalabilir.


Sertab’ın “Her Dem Yeşil” projesinde ilk yayımlanan şarkı “Sakin Ol” oldu. Artık hangileriyse o seçilen 30 şarkı, şimdilik bilmiyoruz ama tüm bu şarkıları bir senfoni orkestrasıyla filan düzenleyip söyleyebilmek de mümkündü, Sertab’ın opera eğitiminden gelme şanına da yakışırdı, o ayrı ama görünen oydu ki Sertab öyle yapmamıştı. “Bakın benim şarkılarım ne kadar da klasik,” demek yerine, “Bakın benim şarkılarım 30 yıl geçse de ne kadar da modern,” demeye getiriyordu. Nitekim popüler bir şarkıcı olma yolunda attığı ilk adımın ilk şarkısı “Sakin Ol”, yeni düzenlemesiyle bugünün müziğine kafa tutuyordu.


“Sakin Ol”un yeni halini şarkı yayımlanmadan çok önce, konserinde izlemiş, akıllıca bir iş diye düşünmüştüm. Bir tek neye takıldım? “Her Dem Yeşil” tabirinin bana çağrıştırdığı ferah, aydınlık, parlak, pozitif havanın taban tabana zıttı, koyu karanlık, havasız, boğucu bir havası vardı bu yeni düzenlemenin. Gerçi son dönemin güncel müziği de tam olarak bu kelimelerle anlatılabilirdi: Koyu karanlık, havasız, boğucu.


Neyse ki projenin geçtiğimiz günlerde yayımlanan ikinci şarkısı “Ateşle Barut”, bu havayı dağıtıyor. (Bu ‘geçtiğimiz günlerde’ lafı da boşa düştü yeni düzende; ‘geçtiğimiz hafta,’, ‘iki hafta önce’, ‘üç cuma önce’ filan demek lazım.) Proje kronolojik sırayla mı gidecek bilmiyorum ama bildiğiniz gibi “Ateşle Barut” da Sertab’ın ilk albümünden bir şarkıydı.


Ben o vakitler Garo Mafyan’ın “Abone” kasetiyle hayatımıza giren ‘90’lar düzenleme ve “sound” estetiğini hiç beğenmiyordum (ukalaydım, evet.) “Bu şarkıyı Onno düzenlemiş olsa ne biçim olurdu,” filan diye ahkam kesiyordum. Dahası “Yalnızlık Senfonisi”nin Garo Mafyan düzenlemesiyle ‘piç edildiğini’ söyleyecek kadar da biliyordum bu işleri, nereden biliyorduysam artık. Ne çare Onno’yla Sezen kanlı bıçaklıydı o ara. Kaldı ki "Ateşle Barut"un bestesi Garo Mafyan’ındı, elbette kendisi düzenleyecekti, bana mı sorsalardı. Neyse… İşte “Ateşle Barut” bir şekilde Aysel Gürel’in ateşli sözleri, Garo Mafyan’ın fingirdek melodisi ve Sertab’ın henüz şarkının ruhu kadar şuh olamayacak derecede genç, pürüzsüz sesiyle gönlümüzü fethetmişti.


30 yıl sonra şarkının düzenlemesi Ozan Yılmaz tarafından yapılmış ve Ozan Yılmaz şarkıyı bulunduğu yerden çekip çıkarıp bugüne getirmiş, bugünün müziğinin tam ortasına getirip bırakmış. Zaten biliyoruz, görüyoruz ya da duyuyoruz ki adam yetenekli. Şarkı da bu biçim çekip çıkarmalara, bugünlere gelmelere teşneymiş ki sonuç şahane olmuş.


Sertab’ın sesi hâlâ pürüzsüz ama şarkının ruhu kadar şuh olamayacak derecede genç değil artık. O da bunun farkında ola ola, tadını çıkara çıkara, bütün anlamışlığı, olmuşluğu, oturmuşluğuyla yeniden yazmış hikâyeyi. Hooop döndük mü yine “ageless and evergreen” mevzuuna.

Bir şeyi anlamadım, sorsam söylerler mi bilmem. Şarkının “rap” kısmı malum, bir dörtlüktü. Yeni versiyonu yayımlandığı gece dinlediğimde o kısma bir dörtlük daha ilave edildiğini duydum. Hatta okuduklarıma göre bu yeni dörtlüğü Sezen yazmıştı. Ancak şarkının yeni yüklenen resmi “lyric video”sunda o dörtlük yok. Spotify’da dinledim, orada var, videoda yok. Niye yok?


Sözün kısası, “Her Dem Yeşil”, fikren güzel bir projeyken, hayata geçirilme aşamasında da güzel ilerleyecek gibi görünüyor. En azından bir sonraki şarkı ne olacak, nasıl bir oyunbazlıkla karşımıza çıkacak filan derken, e 30 şarkı, neresinden baksanız bir yıl, iki yıl gider. Sertab da böyle böyle fikirler, projelerle kolay kolay yaprak maprak dökmeden öyle devam eder, demişti dersiniz.

0
Share

Yüzyüzeyken Konuşuruz – “Sen Varsın Diye”


Gençken her şeye “alternatif” olmak istiyor insan. Kendisinden önce yapılmamışı yapmak, yeni bir öneri sunmak, bu yolla belki de dünyayı değiştirmek. Şayet yeterli donanımı, birikimi, yeteneği varsa kimi zaman başarabiliyor da. Ne var ki başarının kelime anlamı sürdürebilirliği de içeriyor; içermeyenine “saman alevi” deniyor.


Beraberinde “neye”, “kime”, “niye” ve “ne kadar” sorularını getirse de müzikte alternatif tabirinin ya da klasmanının kabul gördüğü bir gerçek. Hatta genç dinleyici için bir statü sembolü olduğu da söylenebilir. Bir nevi “Ben zaten hep belgesel…” işlevi görüyor.

Müzikte alternatif olmanın birinci şartı o güne dek yapılmışlarından bir fazlasını yapmak. Belki de bir farklısını. Gelin görün ki bunu sürdürmek hiç de kolay değil. Çünkü sizin bulduğunuz o bir fazla, mutlaka bir başkasına ilham oluyor ve o bir başkası da onun üzerine bir fazla koyuyor. İkinci adımı atarken artık benzersiz değilsiniz; bir fazlaya daha ihtiyacınız var.


Böyle böyle döngü tamamlanıyor ve mevcut düzene alternatif olan, mevcut düzenin ta kendisi oluyor. Tıpkı son dönemde Türkiye’de “alternatif” ya da “ikinci yeni”, ya da şu veya bu diye adlandırılan müziğin giderek ana akımın bir parçası olması gibi.

Örnekleri çok ama bu yazının konusu olan Yüzyüzeyken Konuşuruz üzerinden sürdüreceğim yazıyı. Kimileri sevdi, kimileri hiç sevmedi ama Yüzyüzeyken Konuşuruz önce internet videoları, sonrasında “Evdekilere Selam” adlı ilk albümüyle, sahiden de dönemin müzik piyasası içinde bir alternatif yarattı. Kaan Boşnak’ın şarkı yazarlığının o günlerde çok gence ilham verdiği rahatlıkla söylenebilir.


Grup zamanla değişti, dönüştü, şarkı stilini değil ama müzik formunu başka bir yere taşıdı. Bu anlamda üçüncü albüm “Akustik Travma” bir nevi zirve oldu. 2020’de çıkan son tekli “Kazılı Kuyum”sa büyük bir dinlenme başarısı yakaladı ve alternatifin olanın en büyük düşmanı popülerlik geldi kapıya dayandı. Artık “Ben zaten hep belgesel…”cilerin dışında bir kitlenin de, sözgelimi Tik Tok videosu çekenlerin de ilgi alanına girmişti. Şarkının ta New Yorklarda yapılmış analog kaydı dinleyici için o kadar da mühim değildi; “Sen kazamazsın kazılı kuyum” iyi slogandı, çalışırdı… Ki çalıştı.


Yüzyüzeyken Konuşuruz’un yeni teklisi “Sen Varsın Diye”, geçtiğimiz günlerde piyasaya çıktı. Uzun bir aradan sonra yayımlanan bu yeni şarkı açıkçası bende hayal kırıklığı yarattı ve yukarıda yazdıklarımı düşündürttü. Nitekim basın bültenindeki şu cümle de grubun kafa karışıklığını anlatır gibi:

“Yüzyüzeyken Konuşuruz’un bu kadar geniş bir dinleyici kitlesine sahip olmasının sebebi çok geniş bir sound yelpazelerinin olmasından kaynaklandığı için, ‘Sen Varsın Diye’ ile hem ilk yıllardaki akustik singer/songwriter tınılarını isteyen, hem de Akustik Travma’nın elektro ritmleriyle dans edenleri aynı otobüse bindiriyor.”


Meali şu sanki: “Herkesi memnun etmeye çalıştık.” İşte müzikte tam da buna ana akım deniyor. Sözlerde eski şarkıların yaratıcılığının, kelime oyunlarının, grubun bir fazlası olan gündelik dil kullanımının yerini ortalama bir “şarkı dili” almış. Genç “rock” akımı tedavülden kalkalı beri hemen her grubun ucundan kıyısından içine düştüğü “synth-pop”la ,” akustik versiyon” klişeleri basın bülteninin tabiriyle “aynı otobüsle” yola çıkmış. Sadece soruyorum şimdi: Peki bu otobüs nereye gidiyor?           

0
Share

Serkan Ferat - Bugün Fark Ettim" 


Türkçe “rock” müziğin kısa ömürlü ama etkili gruplarından biri olmuş Kreş’in solisti olarak tanıdık Serkan Ferat’ı. Ferat, 2015 yılından bu yana solo çalışmalar yapıyor. Şarkılar kaydediyor, tekliler çıkarıyor, “loop cover”lar yapıyor, sahneye çıkıyor(du).


Bir süre önce Almanya’ya yerleşen Serkan Ferat, orada da boş durmuyor, üretmeye devam ediyor. Kendine ait bir dili ve tavrı olan, iyi şarkılar yazıyor, kendi imkânlarıyla kaydedip yayımlıyor. Adeta tek kişilik bir grup gibi.


2020 yılında “Çıkmamış Bir Albüm’ün Demo’su” adlı albümünü ve Melisa Uzunarslan’la birlikte “Öyle Ya da Böyle / Yarım Kalan Şarap (Akustik)” teklisini yayımlayan Serkan Ferat’ın yeni teklisi geçtiğimiz günlerde dijital raflara çıktı. “Bugün Fark Ettim”, söz, müzik ve düzenlemesi Serkan Ferat’a ait bir şarkı.  


2021 usulü bir “elektronik-rock” örneği “Bugün Fark Ettim”. Serkan zaten bu ses ve şarkı söyleme biçimiyle ninni bile söylese “rock’n roll” olur, o ayrı. Bence memleketin en iyi ‘rock’ solistlerinden biri. Onun ötesinde, zaman zaman hepimizin içine düştüğü o sarmalı, sorgulamayı, sonra farkına varmayı, çok sade, çok açık ve net sözler ama bir o kadar kaotik bir müzikal yapıyla şarkıya sığdırırken, insanı şöyle bir silkeliyor Serkan. Şarkı ilerledikçe elektronik sesler giderek artıyor ve sonunda sözü teslim alıyor.


“Bugün Fark Ettim” bende bir “senfonik-rock” albümünün bir parçasıymış duygusunu uyandırdı. Hikâyenin başı ya da sonu, belki de ortası bilemem ama öyle bir bütünden kopup gelmiş gibi. Her ne kadar Serkan Ferat parçayı sosyal medya hesabından servis ederken “Her zaman bu yoğunlukta bir şarkı yazamam,” notunu düşmüşse olsa da…

0
Share

Derya Uluğ - "Kanunlar Gibi" 


Hemen her popçu gibi Derya Uluğ da bir sendelemişti. Bir süre önce birileri çıkıp “pop bitti, artık yeni pop rap ve trap” dedi. Her dönem ne moda olduysa ona “abi çok iyi yeaa” diyenler buna başparmak havaya emojisi attı ve hep beraber “geçici” bir dönem yaşadık. Adı üstünde “geçici”ydi. Zamanla taşlar yerine oturacak, neyin ne olduğu anlaşılacaktı.


Bu ülke insanının damarlarında akan kanı ne ‘30’larda radyoda alaturka müziğin yasaklanması, ne ’70 ve ‘80’lerde radyo ve televizyonda arabesk müziğin yasaklanması, ne 2000’lerde “rock” müziğin önlemez yükselişi durdurabilmişti. Bu ülke insanının damarlarında akan kanı kalbine pompalayan makam müziğiydi çünkü. Bu ülkede ne orta çağ Avrupa’sının saray müziği ne Arjantin tangosu ne siyahi cazı ne İngiliz “indie”si ne de Amerikan “rap”i ayrı ev açabilirdi. Bir nağme, bir âşık söz, bir aksak ritim, bir çeyrek ses gelir hepsini yerle bir ederdi. Hep etmişti, etmeye de devam edecekti.


Evet, bir dönem radyolar ve müzik televizyonlarının zoraki standart haline getirdiği 130 BPM devrini doldurmuş, popun ‘90’lardan bu yana süregelen gelenekleri demode olmuş, yeni kuşak hepsini elinin tersiyle itmişti. Evet, dünyadaki plak kartellerinin yerini alan dijital müzik devleri “maliyeti ucuz ürün” dayatıyordu ve bunda başarılı da olmuşlar, bestenin yerine “beat”i, güftenin yerine küfür kıyameti yutturmayı başarmışlardı. Türkiye de bundan payını alacaktı elbette. Elbette geçici bir süreliğine.


Derya Uluğ da sendeledi ve artık en iyi bildiği formülün işe yaramadığını düşündü ki, tam da popta kendine bir alan açmışken “trap” bir şarkı yaptı (BKNZ: 2019 yılında yayımlanan “Göremedim Bi’ de Sen Bak” adlı şarkı.) Sadece o değil, onun kulvarındaki çok kişi benzer şeyler denedi ama elbette kabul görmedi. O alanın (tırnak içinde) starları başkaydı çünkü. Oysa biraz zaman geçince, sapla saman ayrılınca, bu ülke insanının damarlarında akan kan şüphe götürmez bir biçimde, bir kez daha galip gelecekti. Geldi de nitekim. Bakın, yeni formülü bulanlar kâra geçmeye başladı bile.


Bu yeni dönem popunun lokomotifi şimdilik iki besteci gibi görünüyor: Ersay Üner ve Emrah Karakuyu. Başka bir dolu isim de var tabii ama bu iki isim son bir yılda yaptıkları şarkılarla eskinin geleneğini yeni döneme adapte etmeyi gayet güzel başardılar. Misal son ayların iş yapmış üç parçasında da Emrah Karakuyu imzası var: Ziynet Sali’nin “Efkârım Var”ı, Edis’in “Martılar”ı ve Derya Uluğ’un “Kanunlar Gibi”si.


Emrah Karakuyu’nun hem eski nesil hem de yeni nesil popu iyi analiz ettiği zaten çok belli ama parçanın düzenlemesi de bir o kadar doğru yakalamış meseleyi. Ozan Bayraşa zaten poptaki değişimi çok önceden yakalayabilmiş birkaç isimden biriydi. Asil Gök’le ortak imza attıkları düzenleme hem şarkıyı hem de Derya Uluğ’u parlatıyor. 


Derya Uluğ’un su gibi berrak, akışkan, tertemiz bir ses var. Nitekim kendi YouTube kanalına yaptığı “cover”lar da zevkle dinleniyor. Mutlaka biliyordur ama ben yine de her zaman her şarkıyı çıkabileceği en üst perdeden söylemek zorunda olmadığını küçük bir tavsiye olarak buraya bırakayım. Bu anlamda “Kanunlar Gibi”deki Derya çok daha “soft” geliyor kulağa.


Bu arada geçtiğimiz günlerde şarkının Metehan Köseoğlu tarafından yapılmış akustik versiyonu da servis edildi. Bu versiyona orijinal versiyonun klibiyle bağlantılı ama bağımsız bir klip yapılmış olması da hoş ki orijinal versiyonun Aytekin Yalçın tarafından çekilen klibi de çok göz alıcı bence.


Demek ki neymiş? Buradan devam edilebilirmiş. İlla “rap”e, “trap”e yanlamaya gerek yokmuş. Pop akar, yolunu bulurmuş.

0
Share

Demirhan Baylan - "Yaratan"


“Daha iyisini üretebilmek için elbette ki paraya ve imkana ihtiyacım var. Orası kesin. Ama çok daha önemli bir şey var; küsmemem, bir sebep bulmam gerekiyor. Bu illaki ‘beğeni’ olmak zorunda değil. ‘Nesi yanlış?..’ Bu bile işe yarar.”


Demirhan Baylan geçenlerde böyle yazdı Twitter’a. Üzerinde uzun uzun düşündüm. Her iki cepheyi de biliyorum. Yazan da oldum, yaptığı iş hakkında yazılmayı bekleyen de. Bazen ürettiği üzerine kurulmuş bir tek cümle bile motivasyon sağlayabiliyor üretene. Ya da motivasyonunu alıp dipsiz, karanlık bir çukura fırlatabiliyor. Bazen üretenin niyetinden bağımsız, çok daha büyük cümleler kurulabiliyor üretilen hakkında. Ya da küçük, yıkıcı cümleler… İki cephe için de bıçak sırtında bir denge.


Demirhan Baylan, daha ülkede “bağımsız müzik” tabiri moda olmamışken bağımsız olabilmiş, hatta işin komiğini çıkarmak gerekirse, bağımsız müzisyenliği Türkiye’ye getirmiş isimlerden biri. Haliyle de hep özgür ve yalnızdı. Bundandır ki zincirlere sığmayıp taşabilecek bir özgüvene sahip olması gereken konumda ve kıdemdeyken bile çekingen hâlâ.


Şimdilerde kimsenin yeni bir şey deneyesi yok. Sanatın çıkış noktası “fikir”, bu yeni dönemde en çok müzikten elini eteğini çekti. Yeni nesil müzisyenlerin sırtını yasladığı standartlar, içinde rahat ettikleri konfor alanları neredeyse madde madde aynı ve eşit yüzölçümde. Demirhan Baylan’sa başından beri müzik üzerine kafa yoran, müziğini fikriyle şekillendiren, yanılsa da deneyen, deşen, kazıyan bir müzisyen. Yeni şarkısı “Yaratan” da ancak bunu iyi bilenlerin tadına varabilecekleri bir şarkı. Çünkü alışılageldik, bildik bir yerden yakalamıyor kulağı.  


Son derece sakin, (moda deyimiyle) “akustik” başlıyor “Yaratan”. Sonra ‘70’ler Anadolu-popunun tam ortasından geçiyor. Derken sertleşiyor, hatta küstahlaşıyor. Öfkesi tepeden aşağı iniveriyor sonra, duruluyor, sakinleşip nihayete eriyor. Aynı şarkının üç farklı versiyonunu dinlemiş gibi oluyoruz 5 dakika 50 saniye içinde. İncelikli müzikal (ama müzisyen olmayanın, enstrüman çalmayanın öyle  ha deyince keşfedemeyeceği) “numaralar”sa işin tuzu biberi oluyor. (O numaralara da yine Demirhan’ın Twitter’da yazdıklarını okuyup kulak kabarttım, ayıptır söylemesi. Malum, “kimsenin zamanı yok durup ince şeyleri anlamaya.”)


Peki “Nesi yanlış?” Nesi yanlış olacak? Akılda kalıcı değil bir kere, nakaratı yok gibi bir şey. “Sabah kalktım yataktan pijamamı çıkardım, dişimi fırçaladım, seni özledim”, filan gibi “samimi ve doğal” sözleri yok; alegori, metafor filan var ki demode. Bir de türü tam net değil kardeşim. Hangi listeye koyacağız bunu, “Üçüncü Yeniler”e mi yoksa “Bağımsız Sahne”ye mi? Müzisyenin yaşı da biraz geçkince… Bilemedim.

0
Share
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

Hakkımda


Photo Profile

Yavuz Hakan Tok
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci

2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.

Daha Fazla



Takip Et

  • Instagram
  • YouTube
  • Twitter
  • Facebook

Bu Hafta Çok Okunanlar

  • Tarkan Kurtlar Sofrasında
     TARKAN - "KUANTUM 51" Tarkan'ı öncelikle günün avam tarz ve türlerinden uzak durduğu, "rap"çilerle filan iş birliği...
  • Ne Kadarı Fatih, Ne Kadarı Mabel?
    MABEL MATİZ - "FATİH"  “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
  • Hande Yener - "Afrodizyak"
    "BAZEN SIĞ, BAZEN DİBİ YOK" Hande Yener albümleri/şarkıları hakkında yazmayı seviyorum, o belli. Neredeyse her albümünü yazmışım. ...
  • Kim, Ne Demiş?
    ZEYNEP BASTIK NE DEMİŞ?   Zeynep Bastık Sober dergisine verdiği röportajda şöyle demiş: “’Cover’ şarkılar söylemem ve kendi şarkılarım yok...
  • Prestij Müzik'in Film Gibi Hikâyesi
    (Milliyet Sanat dergisi Şubat 2023 sayısında ve 5 Şubat 2023 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanmıştır.)    1997 yılında bir vesileyle Pre...

Arşivden

  • Suna Yıldızoğlu Röportajı
    Yabancı Gelin Sonia, Türkiye'de nasıl ünlü bir sinema oyuncusu ve şarkıcı oldu?.. Yetmişlerde ona kim, neden açık çek verdi? Dillere...
  • Ne Kadarı Fatih, Ne Kadarı Mabel?
    MABEL MATİZ - "FATİH"  “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
  • Prestij Müzik'in Film Gibi Hikâyesi
    (Milliyet Sanat dergisi Şubat 2023 sayısında ve 5 Şubat 2023 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanmıştır.)    1997 yılında bir vesileyle Pre...
  • İzlediklerim Ocak 2012
    ENBE ORKESTRASI - "SENDEN KIYMETLİ Mİ?" Bütün tartışmalara, eleştirilere rağmen popüler müzik piyasasında ENBE damgası vurulmuş ...
  • Oya Bora Röportajı
    "Hani Peter Pan masalı gibi bir hayal dünyası vardır ya; orada kötülük yoktur, orada ihanet yoktur, orada acı çekilmez. Bizim şarkılar...
Copyright © 2019 Yeter ki Müzik Olsun

Created with by Beauty Templates | Distributed by Gooyaabi Templates