(1 Mart 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Soner Sarıkabadayı 2009’dan bu yana tekliler ve mini albümlerle yürütüyor albüm kariyerini. 2001’de yayımlanmış ama o dönemde pek de ses getirmemiş bir tek albümü var ki o albümdeki Soner, 2009’dan itibaren tanış olduğumuz Soner’den hem fiziksel olarak, hem de müzikal anlamda epeyce farklı.
Çok istikrarlı bir çizgiyle, tamamen kendine has stili, şarkıları ve şarkı söyleme biçimiyle kendi markasını yarattı. Beğenirsiniz beğenmezsiniz o ayrı mesele ama bunu takdir etmek lazım. Bir de teklilerin dinleyiciye ulaşması konusunda gösterdiği mücadele için de ayrıca takdiri hak ediyor. Bir dönem teli CD’lerini 1 liradan satışa sunmuş ve piyasanın şartlarını zorlamıştı. Yeni teklisini de 4 liradan gazete bayilerinde satışa sunarak mücadelesine devam ediyor. Neden “mücadele” kelimesini kullanıyorum zira içinde tek şarkı bile olsa, 5 liranın altında CD satmaya kalktığınız zaman, benzin istasyonları ve müzik marketler, kar marjının düşüklüğü sebebiyle rafa çıkarmak istemiyorlar. Yani bir türlü doğru düzgün bir sektöre dönüşememiş müzik dünyamızda böyle şeylerle de uğraşıyor müzisyenler ve genellikle alıcının (ya da tüketicinin) bundan haberi bile olmuyor.
Soner Sarıkabadayı’nın geçtiğimiz günlerde PDND Müzik etiketiyle yayımlanan yeni teklisi “Taş” adını taşıyor. Teklide şarkının üç farklı versiyonunun yanı sıra, bir önceki teklisi “Unuttun mu Beni?”nin de altı farklı versiyonu yer alıyor ki bu versiyonlar teklinin daha önce yayımlanan dijital formatında yoktu. “Unuttun mu Beni?”yi sevenlerdenseniz ki ben sevmiştim, bu teklide şarkıyı önce Ozan Çolakoğlu’nun orijinal “mix”i, sonra Serhan Yasdıman’ın “Akustik” versiyonu ile ardından da sırasıyla Suat Ateşdağlı, Yalçın Aşan, Alper Atakan, Emrah İş ve Nurettin Çolak “remix”leri ile dinleyebilmeniz mümkün.
Gelelim yeni şarkıya… Soner Sarıkabadayı, “Taş”ı 13 yıl önce yazmış ancak şimdi dinleyiciye sunmaya karar vermiş. Her bakımdan tipik bir Sarıkabadayı şarkısı ile karşı karşıyayız yine. Şarkının orijinal düzenlemesini Erdem Kınay, akustik versiyonunu Yıldıray Gürgen, “Tripmix”ini ise Emre Bayar yapmış. İlk olarak orijinal düzenleme servis edilmişti ve hemen peşi sıra sosyal medyada şarkının A$AP Rocky’nin “Electric Body” şarkısına benzediği konuşuldu. Evet, bir benzerlik vardı sahiden ama bu benzerlik şarkıyla değil, şarkının düzenlemesinde kullanılan “sample” ile ilgiliydi belirgin bir biçimde. Nitekim şarkının diğer versiyonlarında böylesi bir benzerlik olmadığı CD yayımlanınca ortaya çıktı.
Aslına bakarsanız şarkının ruhuna en uygun düzenleme, akustik düzenleme olmuş. Elbette diğer düzenlemeler daha yenilikçi ve modern olma çabasında ama akustik versiyonun müzikal tadı daha fazla. En azından ben öyle düşündüm dinlerken.
Fiziksel görünüş bakımından tam bir “anti-star” havasında olmasına rağmen, her defasında konsept bir görsellik çalışmasıyla yaptığı işleri bütünlüyor Soner Sarıkabadayı ve alışılmışın dışındaki karakteristiğini bir şekilde avantaja dönüştürüyor. Yine öyle yapmış. Teklinin kartonetinde, CD üzerinde taş resimleri ve de “promo” kutusunun içinde yapay bir taş görmek şaşırtmadı beni bu yüzden. Bunlar hep görsel bütünlüğü ve akılda kalıcılığı tamamlayan şeyler. Soner Sarıkabadayı bu işi iyi biliyor.
(1 Mart 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
‘90’lı yıllardan bu yana popüler müzik piyasasına yön veren isimlerden biri olan Aykut Gürel, artık daha butik işler yapıyor, ana akımın malum karmaşasından uzak durmayı tercih ediyor. Yıllardır bir yandan prodüktörlük de yapan Gürel, iyi şeyler yapmak niyetiyle yola çıkan genç isimlerin kapısını çaldıklarının da başında geliyor bu yüzden. Mesela ben bir müzik dinleyicisi olarak Aykut Gürel’in sahibi olduğu İrem Records etiketi taşıyan bir albümün, adını hiç duymadığım bir isme ait dahi olsa, belirli bir müzikal çizginin altında olmayacağını gözü kapalı tahmin edebiliyorum ki bu da ciddi anlamda bir marka değeri taşımak demektir.
İşte İrem Records etiketli son albüm de yine genç bir isme ait. Şatıroğlu, “Birdenbire” adı verilmiş üç şarkılık mini albümüyle, Aykut Gürel’in prodüktörlüğünde müzik dünyasına merhaba diyor.
İzmir kökenli bir müzisyen Şatıroğlu. Üniversite eğitimi almak için İstanbul’a geldiği yıllarda bu şehirde yaşamaya başlamış ve bir yandan bilgisayar mühendisliği eğitimi alırken, bir yandan da müzik çalışmalarını sürdürmüş. Kendi şarkılarını da yazan Şatıroğlu’nun bu ilk albümündeki üç şarkı da onun tarafından bestelenmiş. Düzenlemeler ise Aykut Gürel imzası taşıyor.
Albüme ismini veren ve ilk klip şarkısı da olan “Birdenbire”, Orhan Veli’nin aynı adlı şiirinden ilham alınarak yazılmış bir şarkı. Feridun Düzağaç’ın ilk dönemlerini anımsatan naif, yumuşak havası ile dinleyeni kolay yakalayan, etkili bir şarkı bu. İkinci sırada yer alan ve sözü müziğiyle Şatıroğlu’na ait olan “Bitti” ise ‘70’ler tadındaki “pop-rock” düzenlemesi, “retro” gitar ve bas yürüyüşü ile dikkat çekiyor.
Albümdeki üçüncü ve son şarkı olan “Günlerden Öyle Bir Gün”, Şatıroğlu tarafından Metin Altıok’un dizelerinden bestelenmiş. Altıok’un ezber edilmiş şiirlerinden biri olan bu şiiri birkaç kelime değişikliği ile şarkı haline getirmiş Şatıroğlu ve Altıok şiirlerinden bestelenmiş şarkılar albümüne girebilecek kalibrede bir iş çıkarmış ortaya. Keşke daha erken davransaymış da o albümde olsaymış bu şarkı. Türkçe “rock” sularında orijinal bir “riff” duymayalı uzun zaman olmuştu ki bu şarkı da o da var.
Bugünün şartlarında on şarkılık bir albüm yapmanın çoğu zaman boşa masraf, boşa emek olduğunu ben de kabul ediyorum artık. Ama doğrusu Şatıroğlu’ndan bu üç şarkıdan fazlasını dinlemek hiç de fena olmazdı. Yormayan, daraltmayan, kafa ütülemeyen, sakin, temiz bir üç şarkı ile Şatıroğlu müzikte bundan sonra yapacaklarına dair umut vaat ediyor. İsmini bir kenara yazın derim.
(24 Şubat 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com'da yayımlanmıştır.)
Özgün cephesinde değişen bir şey yok. Yeni teklisi “Bu Kadar mı Zor?” geçtiğimiz günlerde Avrupa Müzik etiketiyle yayımlandı. Sözlerini Oytun Karanacak’ın yazdığı şarkının bestesi Özgün’e, düzenlemesi ise Alper Kömürcü’ye ait.
2014’de yayımlanan “Öpücem” ve 2015’de yayımlanan “Şimdi Burada Olsan” nispeten farklı denemelerdi. Bu defa ise daha bildik bir yoldan gitmiş ve adeta “Elveda” zamanlarına selam göndermiş.
Her bakımdan derli toplu bir şarkı ama yeni bir öneri getirmiyor. Etkili bir melodi, hüzünlü sözler ve ona koşut bir düzenleme… Aslına bakılırsa Özgün’ün en çok bu tür şarkılarının prim yaptığı bir gerçek. Galiba dinleyici onu böyle seviyor. Bu yüzden de bu şarkının görevini yerine getireceğine kuşku yok. Beni çok heyecanlandırmadı, o ayrı.
(24 Şubat 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com'da yayımlanmıştır.)
İlk albümü “Uzak Yollar”, 2014 yılında yayımlanmıştı. Aynı yılın sonlarına doğru bu defa “Tersine” adlı sinema filminin jenerik şarkısıyla çıktı karşımıza. Ve Merve Çaloğlu’nun yeni teklisi “Aşk Benim İşim”, geçtiğimiz günlerde 3 Adım Müzik etiketiyle yayımlandı.
CD’yi bir anda görünce Merve’ye “Aaa CD de mi bastınız?” diye sordum gayriihtiyari. Dijital teklilere ve hatta albümlere ben de alışmaya başladım galiba yavaş yavaş ki bir teklinin CD baskısını görmek şaşırtıcı geldi. Yine de arşivleme meraklısıysanız CD candır tabii, o ayrı.
Şarkıya gelince… Söz ve müziği Merve Çaloğlu’na ait “Aşk Benim İşim”, güncel Türkçe pop piyasasının tam da aradığı türden bir şarkı denilebilir. Tabii müzikal geçmişi ve birikimi nedeniyle Merve, anlam bütünlüğü olmayan ve imlası bozuk şarkı sözleri yazamıyor ki bu kulvarda bu bir dezavantaj. Aynı şekilde çok da düzgün şarkı söylüyor, özellikle de diksiyon ve artikülasyon bakımından ki bu da başka bir dezavantaj çünkü deforme vokal makbul biliyorsunuz. Hatta Naim Dilmener, kimi kırk yıllık şarkıcılarımızın bile bu sebeple vokal tekniklerini bilerek deforme ettiklerini iddia ediyor. Gözümle görmesem de kulağımla duyuyorum ve zaman zaman ben de bu iddianın doğruluk payından endişe ediyorum.
Evet “giderli” bir şarkı, evet hareketli ve hafif de seksi bir klip… Yani ne isteniyorsa o. Ya da ne isteniyorsa onun doğru düzgün yapılmış hali. Eminim ki bu tekli tanınırlık ve bilinirlik açısından Merve Çaloğlu’nun kariyer çizgisinde çok doğru bir yerde duracaktır.
Şarkının düzenlemesini İzmirli genç bir müzisyen olan Gökhan Holat’ın yaptığını da unutmadan ilave edeyim.
(24 Şubat 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com'da yayımlanmıştır.)
Merve Deniz, 8 yaşından bu yana devam eden müzik macerasına konservatuar müzikal bölümü eğitimini, müzikal oyunculuğunu, sayısız sahne performansını, caz vokal eğitimini ve vokalistlik deneyimini sığdırmış. Geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlanan ilk teklisi için de vokalistliğini yaptığı Emre Aydın’dan destek almış.
Bestesi Kyriakos Papadopoulos’a ait bir Yunan şarkısını Emre Aydın’la birlikte yazdığı Türkçe sözlerle seslendiriyor bu ilk teklisinde Merve Deniz. Şarkının adı “Dönsün Dünya”. Elektro gitarlarla “pop-rock” bir hava da verilmiş, oryantal bir şarkı “Dönsün Dünya”. Hani aslında Gripin ya da Zakkum söylese yadırgamayacağımız türden. Zaten şarkının “sen doldur kadehleri durma” diyen çakırkeyif sözleri de bu minvalde.
Bu bakımdan ticari açıdan avantaj taşıyan şarkı, Merve Deniz’in şarkıcılık ve vokal performansı için doğru şarkı olmamış gibi. Zira Deniz’in Youtube’da başka bir dolu kaydını izledim ve gördüm ki özellikle İngilizce sözlü şarkılardaki tekniğinin bu şarkıyla ilgisi yok. Sanki o da yadırgamış şarkıyı ve içine girememiş. Zira “öleceksek şimdi burada ölürüz aldırma,” derken hiç mi hiç o canı yanmışlığı, acı çekmişliği ve boş vermişliği hisset(tir)miyor. Şarkıyı sadece sesini vermekle yetinmiş adeta. Klipteki yersiz komiklik çabasının ise “şarkı sözlerinde anlatılanlara rağmen hayatta hep gülmeliyiz” gibi grotesk bir alt metni mi var yoksa ben mi yanlış anladım onu da bilmiyorum.
(24 Şubat 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Çocuk yaşlarından itibaren müzik eğitimi almaya başlayan Cenk Taşdemir, Berklee Collage of Music’de caz vokal eğitimini tamamladıktan sonra hayallerini gerçekleştirmek için çalışmalara başlamış ve yolu İskender Paydaş’la kesişmiş. Cenk Taşdemir’in söz ve müziği kendisine ait “Söndür” adlı şarkısının yer aldığı tekli geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlandı.
Teklide şarkının üç farklı versiyonu var. Klip de çekilen ilk versiyon İskender Paydaş tarafından yapılmış. Yanı sıra Dj Oğuz Saraç’ın “Remix” versiyonu ve bir de akustik versiyon var.
“Söndür” batı armonisine sahip, içinde alaturka öğeler barındırmayan bir pop şarkısı. Bundan mıdır, yoksa bir dönem yurt dışında yaşaması ve İngilizce şarkı söylemesinden midir bilinmez, Cenk Taşdemir’in yer yer ufak tefek (özellikle sesli harflerde) Türkçe diksiyon sorunları var. Bununla beraber, bu şarkı ve klip her ne kadar onu dans edip şarkı söyleyen yeni nesil erkek popçu kategorisine konumlandıracaksa da, aslında kendine has ses rengi ve sesini kullanma biçimi zamanla ayırt edici bir nitelik ve önemli bir avantaj olabilir Cenk için. Mesela Justin Timbarlake ya da Robbie Williams’ın yaptığı türden bir pop-caz şarkısı ile çok parlak bir sonuç çıkabilir ortaya. Nitekim “Söndür”ün bir tek piyano eşliğinde kaydedilmiş akustik versiyonunda bunun ipuçları fark edilebiliyor.
Güzel bir kartonet ve klip çalışmasıyla görsel yönden de doğru desteklenen bu şarkı, pop müzikte artık daha genç isimlerin bayrağı devralmasını nicedir bekleyenler için umut verici olabilir.
(24 Şubat 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com'da yayımlanmıştır.)
Hem görsel hem de müzikal anlamda “başka” bir Soner Arıca var karşımızda. 2015’in son günü Arıca Müzik etiketiyle yayımlanan yeni şarkısı “Saklı”, Soner Arıca kariyerinin en radikal değişimini de beraberinde getirmiş olabilir.
Şarkının söz ve müziği Soner Arıca’ya ait, düzenlemeyi ise Enver Günen yapmış. Adını aranjör olarak ilk kez Hande Yener’in 2011 çıkışlı “Teşekkürler” adlı albümünde gördüğümüz Enver Günen, sonrasında Ziynet Sali, İrfan Özata, Elif Kaya, Demet Akalın gibi isimlerin albümlerinde yer almıştı. Soner Arıca ile Enver Günen “Saklı”da çok doğru bir kimya yakalamışlar ve ortaya tertemiz bir iş çıkmış.
Teklide şarkının iki farklı versiyonu daha var. Enver Günen düzenlemesinde şarkıyı daha dominant ve sert bir yorumla seslendiren Soner Arıca, düzenlemesi Sezgin Gezgin tarafından yapılan ikinci versiyonda alışageldiğimiz romantik Soner Arıca olarak çıkıyor yine karşımıza. Zaten düzenleme de o minvalde. Üçüncü versiyon ise bir tek gitar eşliğinde çalınıp söylenmiş, adı üzerinde, “Homemade Version”. Ben galiba en çok ilk versiyonu ve “yeni” Soner Arıca’yı sevdim. Onu da söylemeden geçemeyeceğim.
(23 Şubat 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
İlk albümünü 2011 yılında piyasaya çıkarmıştı ve sadece Ravi adını kullanmıştı o günlerde. Oysa biz onu “Eksik” gibi “Kalp Kırılsa da Sever” gibi “hit” şarkıların bestecisi Ravi İncigöz olarak tanıyorduk. İyi bir albümdü ama sanırım albümün kendisinden azade bir takım problemlerden dolayı üzerine fazla oynanmadı. 2014 yılında “Şeker” adlı şarkısıyla ve Mustafa Ceceli’nin düet desteğiyle karşımıza çıkan Ravi İncigöz, geçtiğimiz günlerde ikinci albümünü DMC etiketiyle yayımladı.
Albümde yedi şarkı ve iki farklı versiyon var. Bu yedi şarkının biri daha önce tekli olarak yayımlanan “Şeker”, ikisi ise ilk albümde de yer alan şarkılar. Yani toplamda dört yeni şarkı var bu albümde. Bu da bugünün müzik piyasası için makul bir sayı.
İlk albümün en iyi şarkılarından biri olan “Bugün”, bu albümde Febyo Taşel tarafından yapılmış yeni düzenlemesiyle çıkış şarkısı olmuş. İyi de olmuş. İlk versiyonu daha akustikti ve hiç de fena değildi ama bu düzenleme şarkıyı daha kolay algılanabilir kılmış.
İlk albümden bu albüme transfer olan diğer şarkı ise “Acı Aşk”. Bu şarkının sözlerinde kısmen değişiklik yapmış Ravi İncigöz ve hem Febyo Taşel’in yeni düzenlemesiyle, hem de Soner Türksoy’un “House Versiyon”uyla bu albüme dâhil etmiş. Albümlerdeki çok şarkının heba olduğu, kısa sürede “eski” kabul edilip gündemden düştüğü bir zamanda aynı şarkıları 5 yıl sonra yeniden söylemek tuhaf olmasa gerek artık. Hele ki şarkılar daha fazla ilgiyi hak ediyorsa.
Sözleri Ravi İncigöz ve Cüneyt Tek’e, bestesi Ferdi Karameşe’ye ait “Şeker” de hem daha önce yayımlanan “Feat. Mustafa Ceceli” tekli versiyonu, hem de “Remix” versiyonu ile yer alıyor albümde.
Gelelim yeni şarkılara…
Söz ve müzikleri Ravi İncigöz’e ait dört şarkının dördü de hem söz hem de melodik yapı olarak güçlü pop şarkıları. Daha ilk dinleyişte nasıl da Mustafa Ceceli’ye uygun bir şarkı diye düşündüren ama Ravi’nin de solist olarak altından başarıyla kalktığı “Bi’ Dön”, alaturka-arabesk tınılarıyla kulağa hemen yer eden “Yapamam”, İspanyol yürüyüşlü “Canım” ve romantik mi romantik “Teşekkür Ederim” türün sevenlerini ziyadesiyle memnun edecektir.
Her şeyden önce Ravi İncigöz, koştuğu kulvarda ve konumlandığı müzikal kategoride iyi bir şarkı yazarı. Şarkıcı olarak ilk albümüne kıyasla gözle görülür (daha doğrusu kulakla duyulur) bir fark da var. Şimdi daha kendinden emin, sözlere, notalara daha hâkim. Daha önce de yazmıştım, yineleyeyim; ses renginin ilk dinleyişte yadırganan bir tarafı, bir tizliği de yok değil. Bunu bir karakteristik olarak da kabul edebilirsiniz tabii.
Ravi’yi bir animasyon film karakterine dönüşmüş kapak fotoğrafını saymazsak, Serkan Özdemir tarafından çekilmiş siyah beyaz kartonet fotoğrafları ve Fatih Kocatürk’ün tasarımı albümün ruhuna ve iklimine gayet uygun.
Özetle Ferhat Göçer – Mustafa Ceceli – Yalın çizgisinde solistleri ve şarkıları seviyorsanız bu albümü sevmemeniz için bir neden yok. Bu genelleme bir haksızlığa da yol açsın istemem zira Ravi’nin şarkıları ve sesiyle yarattığı epeyce romantik atmosfer, bahsi geçen her üç isimden de daha samimi, daha inandırıcı. Bunu da söylemeden geçemeyeceğim.
(17 Şubat 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Mabel Matizler, Cem Adrianlar filan hiç yokken, alternatif müziğin yeraltından yer üstüne çıkmasında payı olanlardandır Murat Yılmazyıldırım. Murat Çelik’le birlikte kurdukları Düş Sokağı Sakinleri, sadece üç albüm yayımlamış olsa da, ‘90’lı yılların müziğine derin izler bırakmıştır.
İkili ayrılmadan evvel bir solo albüm yayımlayan Yılmazyıldırım, ikili ayrıldıktan sonra da bir süre yoluna Düş Sokağı Sakinleri ismiyle devam etti, sonrasındaysa Düşlerin Ressamı olarak tanımladı kendini. 1998 yılından bu yana 12 albüm solo yayımlayan Murat Yılmazyıldırım’ın 2015 Aralık ayında Gar Müzik etiketiyle raflarda yerini alan yeni albümü “Düş Öncesi” adını taşıyor.
Adından da anlaşılacağı üzere bu albümde Düş Sokağı Sakinleri kurulmadan önce yazdığı şarkıları bir araya getirmiş ve bir anlamda hikâyenin başına dönmüş. Albümde sözleri ve müzikleri kendisine ait 16 şarkı var ve bu şarkıların düzenlemelerini de kendisi yapmış, enstrümanları da (Tolga Çebi’nin çaldığı keman dışında) yine kendisi çalmış.
Her ne kadar bugüne dek 12 albüm yayımladı desem de, aslında bu sayı neredeyse üç katına yakın. Zira söz konusu albümlerin büyük kısmı çift diskli, kimisi üç diskli ve hatta aralarında 12 diskten oluşan bir albüm de var. Bir hayli üretken bir müzisyen Murat Yılmazyıldırım. Kendine ait bir dünyası, bir felsefesi, bir dili var ve özellikle 2000’lerin ikinci yarısından itibaren giderek daha zor içine girilebilen, daha zor anlaşılabilen şarkılar yazıyor. Öyle ki kendince kurguladığı anlamsız bir dille yazdığı şarkıları bile var. Şarkıları varoluş, doğa, cennet, cehennem, ölüm, tasavvuf gibi temalara dair metaforlarla dolu. Müziğinin iskeleti ise basit ama etkili melodik yapılar üzerine kurulu.
Bu anlaşılmazlık ve farklılık kimi zaman kemik dinleyicisini bile yormuş olsa da, tıpkı İlhan İrem gibi ortalıkta çok fazla görünmeden, adeta bir inziva hayatı yaşamasına karşın sadece müziğiyle iletişim kurduğu bir kitlesi (tabiri caizse müritleri) var.
Bu yeni albüm ise Murat Yılmazyıldırım’ın son 10 yıllık serüveninden farklı olarak daha çok Düş Sokağı Sakinleri dönemine temel teşkil eden bir müzikal form taşıyor. Bu nedenle de son dönem müziğinden hoşnut olmayanların bu albümü sevme ihtimali yüksek. “Kanrevan İçindeyim” başta olmak üzere, “Unut Beni”, “Sen Değiştirdin Zamanı”, “Adını Sen Koy” gibi birçok şarkıda Düş Sokağı Sakinleri albümlerinin tadını almak mümkün.
Albümde daha önce yayımlanmış tek şarkı, açılışta yer alan “Kanrevan İçindeyim”. 2002 çıkışlı “Cennet” albümünde yer alan bu şarkıyı bu defa daha akustik bir düzenlemeyle yeniden seslendirmiş Yılmazyıldırım. Zaten albümün bütünü akustik. Öyle ki albümü yapmaya karar verdikten sonra sadece altı gün içerisinde kaydetmiş. Çünkü neredeyse sahnede çalar gibi çalmış ve söylemiş. Şarkıları fazla süslemeye, makyaj yapmaya gerek görmemiş. Böylece yıllardır “demo” olarak kalmış şarkılar, dinleyici karşısına en sade haliyle çıkmış.
Murat Yılmazyıldırım’ın başından beri çok eleştirilen ses tınısı ve şarkı söyleme biçimini müziğinin karakteristik bir parçası olarak kabul edip dinlerseniz mesele yok. Tıpkı Mabel Matiz gibi, tıpkı Cem Adrian, hatta Nazan Öncel gibi. Zaten eğer yeni başlayacaksanız bu albüm Yılmazyıldırım külliyatına giriş için en doğru seçenek olabilir. Yok eğer başından beri biliyor ve seviyorsanız, “Düş Öncesi”ni en sevdikleriniz arasına almanız kuvvetle muhtemeldir.
Türkçe “rock” müziği yakından takip edenlerdenseniz, 2011
yılında “Gelecek” adını taşıyan bir albüm yayımlamış Planeur grubundan mutlaka
haberdarsınızdır. Onur Ataman ve Serkan Modalı tarafından kurulmuş Planeur,
Türkçe “rock” standartlarının epey dışında, sağlam bir ilk albümle dikkatleri
üzerine çekmişti. Sonrasında gruptan ikinci bir albüm gelmedi, sadece Serkan
Modalı gruptan bağımsız olarak solo çalışmalar yaptı. Ama ben bu yazıda ondan
değil, Planeur’un diğer elemanı Onur Ataman’dan bahsedeceğim. Çünkü Ataman, az
bulunur bir müzisyen, bir müzik adamı ve çok daha fazla bilinmesi gereken, çok
acayip işler yapıyor bu sıralar.
(Blue Jean dergisi Şubat 2016 sayısında yayımlanmıştır.)
Konçlu Converse ayakkabılarımın beyaz bağcıklarını söküp,
yerine o sıralar her köşe başında satılmakta olan fosforlu bağcıklardan
almıştım. Studio 54’de “Brother Louie” çalarken piste çıkıp dans edeceksem, turuncu
fosforlarım cayır cayır göstermeliydi kendini. Kollarını dirseğime kadar
sıvadığım ceketimin vatkaları omuzlarımı olduğundan geniş gösterir, yüksek
belli ve pilili kot pantolonumun içine soktuğum Shetland kazağım pembe yeşil
desenleri ile göz alırdı. Ray-Ban güneş gözlüğümse kenarı kıvrılarak pantolonumun
üzerine doğru sarkıtılmış örme kemerime takılı kutusunda durur, havama hava
katardı o esnada. Kelebek tokalı tunikli, taytlı, tozluklu kızlar Flashdance
figürleri yaparken karşımda, ben kâh Tolga Savacı sanırdım kendim, kâh Patrick
Swayze.
Attila Özdemiroğlu’nu alkışlarla uğurladık dün. Sonsuzluğa…
O, neresi olduğunu bilmediğimiz ama varlığına inanarak, oraya
uğurladıklarımızın acısına bir nebze olsun teselli bulabildiğimiz yere…
(4 Nisan 2015 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmıştır.)
“Yolu sevgiden geçen” şarkılar öksüz kaldı. Kayahan, 66’ncı doğum gününden sadece beş gün sonra, kıştan kalma, soğuk bir Nisan sabahında sonsuzluğa kanat açtı. Ardında şarkılarını ve sesini bırakarak… Hayatlarımıza sinmiş şarkıların, seslerin sahipleri bir gün bizi terk ettiğinde tek avuntumuz bu oluyor hep. Sonsuza dek baki kalacak olan hoş sadaları…
(11 Şubat 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Adını kimi zaman sözünü yazdığı, kimi zamansa bestesini de yaptığı ve başkalarına verdiği şarkılarla duyurdu Ayla Çelik. En çok “Türkân”ın söz yazarı olarak yer etti hafızalara. Müziğin okullusuydu. Basamakları ağır ağır çıkmakta idi. Ülke çapında tanınmaktan çok sektör bazında tanınmak açar kapıları bizde. O da oradan yürüdü.
Ayla Çelik’in Melih Kibar’ın yanında reklam cıngılları seslendirerek başlayan profesyonel müzik yolculuğunun ilk albümü aslında 2007 yılında piyasaya çıkan “İstanbul Türküleri” adlı konsept albüm olmuş. O albümde Belma Şahin’le birlikte İstanbul türküleri seslendirmiş Çelik. İlk solo çalışması ise 2008’de yayımlanan “Bir Dönebilsem” adlı tekli. 2010’da ilk albümü “Lavanta” yayımlanmıştı. Ve altı yıl aradan sonra Ayla Çelik, ikinci albümü “Ben” ile bir kez daha şarkıcı olarak karşımıza çıkıyor. Albüm geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.
Albümde altı şarkı ve dört farklı versiyon var. Açılışta yer alan ve ilk klip şarkısı olarak da seçilen “Aşk Şarkıları” hem farklı müzikal yapısı hem de sözleri ile dikkat çekici. Söz ve müziği Ayla Çelik’e ait bu şarkının A ve B bölümleri tango, nakarat kısmı ise İspanyol yürüyüşünde. Aslında bu müzikal yapıyı biraz da şarkının sözleri belirlemiş gibi. İlk yarıdaki sert ve keskin tavır nakaratta efkârlı bir serzenişe teslim ediyor kendini ve sözlerle müzik çok doğru örtüşüyor. Büyük yüzdeyle aynı tempoda başlayıp biten şarkılardır popun matematiği aslında ama az sayıda olmak kaydıyla “Türkan” gibi aykırı örnekler de var ki bu da onlardan biri. Belli ki Ayla Çelik de “Türkan”dan ilham almış. Söylemek lazım, Erhan Bayrak gerçekten çok iyi bir düzenlemeyle şarkıyı adeta oya gibi işlemiş. Nitekim aynı şarkının albümdeki bir diğer versiyonu olan Ozan Çolakoğlu aranjesi bende aynı etkiyi uyandırmadı. (Bu arada albüm künyesinde bu şarkının aranjörü olarak Erhan Bayrak’ın yanı sıra henüz bir bebek olan kızı Ayris’in de adı geçiyor. Burada bir espri var muhakkak ama onu biz anlayamıyoruz haliyle.)
İkinci sıradaki “Bağdat”, albümün “hit” potansiyeli en yüksek şarkısı. Söz ve müziği yine Ayla Çelik tarafından yazılan “Bağdat”, Orhan Sancak tarafından düzenlenmiş. Bütün gün evde oturup hiçbir şey yapmayan, telefona filan bakmayan ve bu durumu sevgiliye ince ince göndermeli cümlelerle anlatan kadın şarkıları hep tutmuştur memlekette (Bknz: Göksel’den “Depresyondayım”, Sertab’dan “İyileşiyorum”, Model’den “Makyaj”.) Hâl böyleyken nakarat sloganı da çok sağlam olan “Bağdat”ın çekilecek bir kliple birlikte yılın “hit” şarkılarından biri olmaması için bir sebep yok. Hatta ben “Aşk Şarkıları”ndan daha fazla dikkat çekeceğini bile düşündüm dinlerken.
“Bağdat”ın albümde bir de “düet” versiyonu var. Düzenleme aynı ancak bu defa Ayla Çelik şarkıyı Beyazıt Öztürk ile beraber söylüyor. Beyazıt gibi komikliği ile mimlenmiş bir adamı, iyi de şarkı söyleyemiyorken üstelik, bu derece dramatik bir şarkıda kullanmak iyi bir fikir değilmiş sanki. Nitekim şarkı bir de Ayla Çelik’in tonundan olunca, Beyaz epeyce zorlanmış; zaten ancak sesinin nispeten iyice duyulduğu kısımlarını kullanmışlar. Halbuki “Osman” gibi esprili bir şarkının içinde, hadi o şarkı düete gelmezse de “Haberim Var”ın A bölümünde pekala daha başarılı olabilirmiş Beyaz. Ya da en azından dinleyene daha sempatik gelebilirmiş. Ama şöyle ya da böyle Beyazıt Öztürk isminin “Bağdat”a ve de albüme ilave reyting getireceği de şüphe götürmez.
Ayla Çelik’in kendini şarkıcı olarak Sibel Can ile Demet Akalın arası bir yere konumlama gayreti var. Bunu ilk albümünde de hissettiriyordu, bu albümde de öyle. Nitekim albümün üçüncü sırasındaki “Altın Sarısı”, neresinden baksanız bir Demet Akalın şarkısı olabilirmiş. Sözleri Ayla Çelik yazmış, besteyi Gökhan Tepe yapmış ve düzenleme yine Erhan Bayrak’a emanet edilmiş. Ayla Çelik hem eli yüzü düzgün cümleler kurup hem de şarkı sözlerinin içine bolca slogan ve az kullanılmış kelime, tabir, tamlama serpiştirme konusunda bütün hünerini gösterdiği şarkılar sıralamış bu albüme. “Altın Sarısı” da bunlardan biri. Aslına bakılırsa albümün radyo-kulüp-“beach” hattında iş yapmaya en müsait şarkısı da bu. Şarkının hem Erhan Bayrak hem de Mustafa Ceceli versiyonları pekala bu işi yapabilir. Bir üçüncü versiyon olan Miraç Kutlu düzenlemesi ise şarkıyı bu defa düşük tempoda işleyerek aslında albümün bütününe en uygun halini sunuyor dinleyene.
Söz ve müziği Ayla Çelik’e ait “Haberim Var” da tıpkı “Aşk Şarkıları” gibi iki farklı müzikal formun bir araya getirildiği ve metronomu sabit kalmayan bir şarkı. Nakarat kısımlarında alaturkaya bağlanıyor ve “yanıyorum ah, ölüyorum ah” kelimeleri ile de o hissiyat iyice tetikleniyor. Aslında başından sonuna teatral havada, bir parça müzikal oyun şarkıları tadında bir şarkı “Haberim Var”. Erhan Bayrak yine çok iyi bir düzenleme yapmış ve aslında bu tarz şarkıların hem besteci hem de aranjör olarak piri sayılabilecek Atilla Özdemiroğlu’nu aratmamış.
Beşinci sıradaki “Aynalı Dolap” ise Ayla Çelik’in Sibel Can tarafından ses veriyor. Sözleri Çelik’in, beste Gökhan Tepe’nin , düzenleme ise Ceceli’nin. “Aynalı Dolap” Sibel Can tarafından söylense ikinci bir “Lale Devri” olur muymuş, olurmuş. Çünkü tam da o incelik ve nezakette, o tavırda makamlı bir şarkı.
Yine Ayla Çelik sözleri, Gökhan Tepe bestesiyle “Osman”, albümün en matrak şarkısı. Yine bir teatral hava, bir müzikal oyun formu ve yine Erhan Bayrak’ın akıllıca düzenlemesi. Ankara havalarına da şöyle bir dokunup geçen “Osman”, hemen birlikte söylenecek bir şarkı değil belki ama insan ister istemez ne oluyor, burada ne anlatılıyor diye bir kulak kabartıyor ilk dinleyişte. Sonra da eğleniyorsunuz zaten. (Bu arada Beni Osman Öldürdü diye bir ‘60’lı yıllar Yeşilçam filmi de var, sanırım Ayla Çelik oradan esinlendi bu şarkıyı yazarken.)
Toplamda şarkı sözleri, besteler ve düzenlemeler açısından baktığınızda kendine ait bir tavrı da olan, iyi bir pop albümü bu. Bence bir tek sorun var ise o da Ayla Çelik’in naif ve çekingen şarkıcılık biçimi. Bu, alaturka eğitimi de almış olmanın bir deformasyonu mu onu bilemeyeceğim ama pop şarkıları, özellikle de böylesi iddialı sözleri olan şarkılar daha baskın bir solist tavrı istiyor. Ancak Ayla Çelik bu şarkıcılık biçimi ile şarkılarını yeterince domine edemiyor ve bu durum da bir parça inandırıcılık sorununu beraberinde getiriyor. Sanırım şarkıları dinlerken kulağımın kimi zaman yukarıda ismi geçen şarkıcıları araması da bundandı. Şarkılar bu kadar iyi olmasaydı bunu de dert etmezdim belki, o ayrı.
Albüm kapak fotoğraflarında değil ama klipte bir önceki albümün promosyon safhasında ısrarla vurguladığının aksine bu defa “seksi olmamaya çalışan” bir Ayla Çelik yok, aksi var. Jülide Güngör imzalı fotoğraflar ve Cumba imzalı kartonet tasarımı ise gayet güzel.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.