Yeter ki Müzik Olsun
  • Seninle Üç Dakika
  • _Giriş
  • _1975
  • _1976
  • _1977
  • _1978
  • _1979
  • _1980
  • _1981
  • Röportajlar
  • Konser Yazıları
  • _2019 Konserleri
  • _2018 Konserleri
  • _2017 Konserleri
  • _2015 Konserleri
  • _2016 Konserleri
  • _2014 Konserleri
  • Günün Şarkısı
  • Albüm / Şarkı Eleştirileri
  • Güncel
  • Yıldızlar
  • Klasikler
  • Ses Dergisi
  • Günlükler
  • _Eurovision 2011 Günlüğü
  • _Eurovision 2010 Günlüğü
  • _Nasıl TV Programı Yaptık?

Şarkıyı ilk dinlediğimde, tıpkı Sıla’nın bir zaman radyoculara yaptığı gibi, Hande’nın de bize bir şaka yaptığını düşündüm. Üşenmedim, sosyal medya hesaplarına girip tek tek baktım. Şarkının bestecisi, aranjörü, yapımcısı da büyük bir şevkle ilan etmekteydi “Kış Kış”ın çıkışını. Hiç de şaka yapar gibi bir halleri yoktu. Nitekim aradan bir hafta geçti ama o cephede hâlâ aynı coşku devam ediyor. Bense hâlâ anlamaya çalışıyorum. Neyi mi?


Hande Yener’in Sinan Akçıl’dan ayrıldıktan sonra bir hırsla yayımladığı duble albümü “Mükemmel”de değerlendirilmemiş onca “hit” adayı şarkının neden çöpe gittiğini mesela (Hadi attık o albümü de bir kenara… Peki ya “Sebastian” gibi bir “hit”in ardından “Kış Kış” ne alaka?)

Hande Yener’in müzikal açıdan dibe vurduğu dönem olan “Teşekkürler” ve “Kraliçe” albümlerinin sorumlusu olarak Sinan Akçıl’ı görmekle Akçıl’a haksızlık edip etmediğimizi (Demek ki Hande, yanında Sinan olmadan da dibe vurabiliyormuş.)


“Kış Kış”ın neye, kime inat yazıldığını ve söylendiğini… Galiba en çok da bunu... Çünkü şarkının sözlerinden ve Yener ve tayfasının bir süredir sosyal medyada verip veriştirdiklerinden anlaşıldığı üzere rekabet yavaş yavaş renk değiştirip, hırs ve öfkeye dönüşmüş durumda. Hırs ve öfke tehlikedir oysa; her şeyden önce besleyip büyütene zarar verir. Elimizdeki örnek de bunu gösteriyor zaten. Zira koyu Hande hayranları arasında bile “Kış Kış”ı beğenmeyip olumsuz şeyler söyleyenler var ama Hande cephesinde ciddi bir savunma kalkanı oluşturulmuş durumda. Şarkıyı kim beğenmemişse, mutlaka altında başka mihrakların parmağı olduğu düşünülüyor. Sanırım Hande, önce “vizyon” toplantısında, yakınlarda da iftar yemeğinde hazır bulunduğu zat-ı muhteremden ziyadesiyle feyz alıyor. Kendi gibi düşünmeyen herkesi düşman ilan etmenin başka bir açıklaması olamaz.   


Yani artık mesele sadece “Kış Kış”ın kötü bir şarkı olması değil (ki bence kötü bir şarkı.) Rekabetin getirdiği hırs ve öfkenin şirazesinden çıkmış olması. Oysa müzikte rekabet daha iyinin peşinden giderek yapılır; çıtayı daha aşağı, en aşağı çekerek değil. Kayahan-Nilüfer, Sezen Aksu-Onno Tunç örneklerini versem yeter herhalde. Ya da mesela Hande Yener’in 2014 yazında Açık Hava’da ve sonrasında birçok başka şehirde verdiği konserler, onun sahne üzerinde rakiplerinden (en azından o dönem için) üstün olduğunu göstermiştir. Ona keza, daha önce de yazdığım üzere yaz başı piyasaya sürülen “Sebastian” rakip ağlara atılmış şık ve güzel bir goldür. Ama “Kış Kış” nedir Allah aşkınıza?




Poll Production etiketiyle yayımlanan, söz ve müziği Berksan tarafından yazılan (malum filmin malum sahnesinden alıntıyla elbette) şarkının belki bir tek Turaç Berkay Özer imzalı düzenlemesinin elle tutulur bir yanı var. Ötesi için ne söylense boş. Ben olsam daha fazla ısrar etmeyip bu şarkıyı hiç yapılmamış gibi rafa kaldırır, hatta mümkünse unutturmaya çalışırdım. İlk anda tepki gösterilip sonradan sevilecek şarkılardan da değil çünkü bu. Benden söylemesi.

TEMMUZ 2015
0
Share

Kariyer hikâyesinin başlangıcında solfej, şan ve gitar dersleri, sonrasında ise Mustafa Sandal’a vokalistlik ve reklam ve dizi müziği seslendirmesi var. Albüm macerasında ise, 2004 yılında Burak Demir’in “Dreamin’ İstanbul” albümünün şarkılarına sesini vermesi, 2005’de de bu defa kendi adını taşıyan “Koku” adlı ilk albümü. Yakın zamanda Mustafa Ceceli’nin seslendirdiği “Hüsran” adlı şarkının söz ve müziğine Ali Cem Çehreli ile birlikte imza atan Beyza Durmaz’ın ikinci albümü “Olan Var Olmayan Var”, geçtiğimiz günlerde Poll Production etiketiyle piyasaya çıktı.


Adını yeni yeni duyurmaya başlayan bir şarkıcı için ilk albümden sonra 10 yıl ara vermek pek akıl kârı değil. Ancak Durmaz, bu süreçte müzikten hiç uzaklaşmamış, sahneye çıkmaya, şarkı söylemeye ve üretmeye devam etmiş. Şimdiyse yeni bir isimmiş gibi, ikinci kez popüler piyasada şansını deniyor denilebilir.


Dört şarkılık mini bir albüm bu… Dört şarkının dördü de Beyza Durmaz ve Ali Cem Çehreli’nin ortak çalışması. “Olan Var Olmayan Var”ın düzenlemesini Turaç Berkay Özer yapmış, diğer üç şarkı ise Ali Cem Çehreli tarafından düzenlenmiş. Kendi müziğini yapan Durmaz’ın haliyle popüler piyasanın standartlarından dışına çıkan, daha butik, daha samimi bir tarzı var. Sıcak, melodik, iddiasız , bir parça ‘90’lar popu tadında şarkılar bunlar. “Zengin Kalkışı”, “Vıdı Vıdı” gibi şarkı isimleri de ‘90’lara gönderme yapar gibi zaten.

Buna karşın özellikle bugünün yaygın sosyal medya uygulamaları sayesinde bir ritüele dönüşen, aşkı göstere göstere yaşama halini tam bir genç kız diliyle alaya almış “Olan Var Olmayan Var” eğlenceli bir şarkı olarak öne çıkıyor. Ki ilk klip de bu şarkıya çekildi zaten. Çok akılda kalıcı melodisi ve slogan sözleriyle “İlahi Adalet” ise benim albümdeki favorim oldu. Hayır, Demet Akalın’ın şarkısıyla arasında sadece isim benzerliği var; ne konusu ne de melodisi bir benzerlik taşıyor.


Daha orta tempoda yürüyen “Zengin Kalkışı” ve kıvrak ritmiyle kulağa yerleşen “Vıdı Vıdı” da eli yüzü düzgün şarkılar.

Beyza Durmaz şarkıcı olarak elinden geleni yapıyor yapmasına ama her bir şarkıda hep aynı şarkıyı söylüyormuş gibi. Mesela “Zengin Kalkışı”nın sözlerindeki hüzün dinleyene geçmiyor çünkü Durmaz bu şarkıyı da neşeli şarkılar kadar iyimser bir tınıyla söylüyor. Oysa bazen seste biraz pürüz, biraz kırıklık şarkıya doğru duyguyu katabilir.




Daha pop, daha az gürültülü, daha melodik şarkıları sevenlerin bayılacağı bir albüm bu. Cengiz Durmaz tarafından çekilmiş ve Durmaz’ın pozitif enerjisini yansıtan fotoğraflar ve Özgür Arcan’ın neşeli tasarımıyla oluşturulmuş kartonet de üç aşağı beş yukarı albümü dinlerken neyle karşılaşacağınız konusunda ipucu veriyor zaten.

HAZİRAN 2015
0
Share

Müzik piyasası içerisinde kendi yağıyla kavrulmaya çalışanlardan Selen Servi. Ne akım medyada çok sık görünüyor, ne dakika başı yeni bir şarkı/albüm yapabiliyor, ne de yaptığı şarkılar müzik kanallarının kısır döngüsünde kendine yer açabiliyor. Ama tüm bunlar onun iyi bir şarkıcı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Müzik kanallarının kısır döngüsünde yer verilen, dakika başı yeni şarkı/albüm yapabilen, ana akım medyada sık sık görünen birçoğunu cebinden çıkaracak kadar iyi.


2010’da ilk albümü “Göze Aldım”ı çıkaran Servi, 2011’de de bu albümde yer alan “Aşk mı Oyun mu?” adlı şarkının “remix” versiyonunu tekli formatında yayımlamıştı. Servi’nin dört şarkıdan oluşan yeni albümü “Pardon… Bakar mısınız?” ise geçtiğimiz günlerde Söz Yapım etiketiyle yayımlandı.

Albümün adı tanıdık geliyor kulağa değil mi? Öyle çünkü. Daha önce Sezen Aksu’nun seslendirdiği Sibel Algan şarkısı “Pardon”u yeniden söylemiş Seren Servi. Sezen’in epeyce kalabalık “Yürüyorum Düş Bahçelerinde” adlı çift disklik albümünde bir parça hakkı yenmiş bu şarkının yeniden seslendirilmesi doğrusu iyi fikirmiş. Ozan Bayraşa’nın düzenlemesi ve Selen Servi’nin su gibi berrak ve temiz şarkıcılığıyla şarkı başka bir tat bulmuş.


Albümdeki bir diğer “cover” ise İlhan Şeşen’in “Rüzgâr”ı. Gündoğarken’in yanı sıra Leman Sam’ın da seslendirdiği, sonrasında Gündoğarken’in bu defa Vasiliki Papageorgiou ile Yunanca-Türkçe yeniden kaydettiği bu şarkının bir “cover”ına ihtiyaç var mıydı, ona emin değilim. Cihan Sezer’in düzenlemesi de, Selen Servi’nin yorumu da üzerine söz söylenemeyecek kadar iyi ve önceki yorumların altında kalmıyor ama ben olsam bu şarkı yerine, daha az dile düşmüş bir Şeşen şarkısını seçerdim.

Sözleri Selen Servi’ye, bestesi alp Yenier’e ait “Sade” ve söz ve müziği Selen Servi tarafından yazılan “Yaza Yaza” ise albümün yeni şarkıları. Alaturka enstrümanlar kullanılmış olsa bile, caz esintileri taşıyan düzenlemesi de şarkının adı gibi sade. Sözlerindeki yaşanmışlık ve bilgelik, hayatın gençlik telaşlarını yavaş yavaş bir kenara koymuşların kolayca farkına varacağı incelikler içeriyor. Koymamışların da kendine çıkaracağı dersler…


Albümün tek hareketli şarkısı “Yaza Yaza”nın düzenlemesi ise “Sade”nin düzenlemesini de yapan Cüneyt Yamaner’e ait. Hareketli dediysem, “eller havaya” değil elbette; Ege esintili, kıvrak bir ritim üzerine, yine bilge sözleriyle ferah, aydınlık bir şarkı “Yaza Yaza”. Aslında o ferahlık albümün tamamında hissediliyor. Kabul gören yargının aksine, tam da bir yaz albümü bu. “Beach”siz, lüks otelsiz, tatil köysüz, kulüpsüz, partisiz yaz günlerinin ama. Buldan bezinden kırık beyaz perdelerin uçuştuğu, mavi çerçeveli pencerelerden denizin göründüğü kireç beyazına boyalı bir pansiyon düşleyin mesela. Sıcağın hafif hafif kırıldığı bir yaz akşamında… Asmanın altındaki tahta masanın üzerinde de bir kadeh buzlu aslan sütü. Şimdi açın albümü, dinleyin…


Albüm kartonetinde dört şarkı görünüyor ama sürpriz kontenjanından, “Sade”nin akustik “demo” kaydı da albümün sonuna saklanmış. Kayıtın ses seviyesi biraz düşük kalmış ama olsun, sürpriz sürprizdir.



Gazeteci Elif Key’in kartonet yazısı, Murat Sargın tarafından çekilmiş nefis Selen servi fotoğrafları Fikr-i gg tarafından yapılmış grafik tasarımıyla çok özenli ve şık bir kartonetle satışa sunulan albüm iyi bir şarkıcıdan, iyi şarkılar dinlemek için birebir.

HAZİRAN 2015 
0
Share

Daha önce Salt adlı grubuyla bir albüm yayımlayan Deha Özer, yoluna tek başına devam ediyor. Deha Özer, ’70 ve ‘80’lerde bir dolu şarkıda besteci ve söz yazarı olarak, bir dolu arabesk albümde de müzik yönetmeni olarak imzası bulunan ve 2007’de aramızdan ayrılan Özer Şenay’ın oğlu. Genlerinden gelen müzisyenlik, onun sadece şarkıcı olarak değil, şarkı yazarı ve aranjör olarak da karşımıza çıkmasıyla kendini gösteriyor.


Deha Özer’in dört şarkıdan oluşan mini albümü “Kalp Aşırı Seferler”, geçtiğimiz günlerde Talent Müzik etiketiyle yayımlandı. Albümün prodüktörlüğünü Can Temiz yapmış. Biliyorsunuz, Can Temiz Model grubunun hem beyni, hem de şarkılarının yazarı. Yine Model grubundan Fatma Turgut da Deha Özer’e vokal koçluğu yaparak destek vermiş. Şarkıların biri Deha Özer’e ait, diğer üçü ise Deha Özer ve Can Temiz’in ortak çalışmasıyla ortaya çıkmış. Düzenlemelerde de Deha Özer ve Can Temiz’in yanı sıra, Okan Işık ve Erim Arkman’ın imzalarını görüyoruz ki Okan Işık da yine Model grubundan.


Bu albüm, deha Özer’in Salt grubuyla yaptığı albümden hem müzikal anlamda çok farklı, hem de Deha Özer şarkıcı olarak çok farklı. O albümde standart Türkçe “rock” klişelerinden beslenen bir grup ve yeterince agresif ve sert olamayan ama olmaya çalışan bir solist olarak dinlediğimiz bir Deha Özer vardı. Bu albümde ise sesinin doğru tınladığı yeri bulmuş bir solist ve popa çok yakın duran “soft-rock” şarkılar var.


Hepsi çok melodik, kolay vuran, kulağa takılan şarkılar. Özellikle “Susma”da Model etkisi hissediliyor. “Cihangir Parkı” zaten ilk klip şarkısı oldu ki albümdeki en etkili şarkı da o. “Açık Yara”da Kenan Doğulu şarkılarının, “Aşk İçin Savaşalım”da ise Feridun Düzağaç şarkılarının (hayır; sadece “la la”dan dolayı değil) havası var.




Derli toplu, tertemiz, üzerinde özenle çalışılmış bir mini albüm bu. Deha Özer ismini belki bir çırpıda hafızlara kazıyacak kadar güçlü değil ama kariyer çizgisinin kilometre taşlarından biri olacak. Ben kendi adıma Özer’in bir sonraki işini merakla bekleyeceğim.  

HAZİRAN 2015 
0
Share

Nil Karataşoğlu, konservatuarın keman bölümünde okumuş. Bir süre vokalistlik ve solistlik deneyimi olmuş. 2008 yılında Yemekteyiz programına katılıp, orada keman çalarak hafızalara yer etmiş ama asıl tanınırlığı O Ses Türkiye’ye katılması ile olmuş.


Hep burada tıkanıyorum zira şu yarışmayı hiç başından sonuna oturup izlemişliğim yok. Daha doğrusu izlemeye tahammülüm yok. Ne çare, böyle ara sıra o yarışmada görünmüş isimler albüm yapınca da cehaletimi görüyor, internetten bulup izliyorum videolarını. Nil Karataşoğlu’nun performanslarını da izledim. Farklı bir ses rengi, kendine has bir şarkı söyleme biçimi var. Bu önemli bir artı... Bunun albüme yansıdığı da söylenebilir. Çok değil ama… Bir miktar… 


Nil Karataş, soyadındaki “oğlu” kısmını atmış bu albüm için. Sonra da Erhan Bayrak’ın müzik direktörlüğü ve aranjörlüğünde stüdyoya girip dört şarkı kaydetmiş. “Mühür” adını taşıyan ve Poll Production etiketiyle yayımlanan mini albüm böyle ortaya çıkmış.

Albüm, sözleri Gökhan Şahin’e, bestesi Emrah Karaduman’a ait “Can Durdukça” adlı şarkıyla açılıyor. Ardından Aslızen’in söz ve müziğini yazdığı “Mühür” adlı şarkı geliyor. Bu şarkıda Nil Karataş, Berkay’la düet yapıyor. Sonrasında bir Yıldız Tilbe “cover”ı çıkıyor karşımıza ki albümün tek hareketli şarkısı da bu. Söz ve müziği kendisine ait “Kolay Değil ki” adlı bu şarkıyı Yıldız Tilbe 2003 yılında yayımlanan “Yürü Anca Gidersin” adlı albümünde seslendirmişti ilk kez. Albümde bu şarkının bir de “remix” versiyonu var. Dördüncü şarkı ise söz ve müziği Emre Kaya tarafından yazılmış “Bana Sor”.


Bir kere şunu söylemek lazım ki, başından sonuna dek bu albüm bir Erhan Bayrak albümü olmuş. Bayrak, elini attığı popüler işlerde harikalar yaratmış bir aranjör evet ama bu defa kendine bir özgürlük alanı bulmuş ve onu gönlünce değerlendirmiş gibi gözüküyor. Sanayi tipi değil, daha müzisyen işi düzenlemeler var bu albümde çünkü.


Nil Karataş’ın şarkıcı olarak en fazla parladığı şarkı “Bana Sor”. Albümün en iyi şarkısının da “Bana Sor” olduğu rahatlıkla söylenebilir. Erhan Bayrak, kolay dramatize edilip, arabesk sosuna bulanabilecek bir şarkıyı sıkı bir düzenlemeyle başka bir yere taşımış. Alaturka kemanlar da olmasa basbayağı ‘70’ler “sound”una selam çakan “Kolay Değil ki”de ise Nil Karataş’ın Yıldız Tilbe etkisinde kaldığı çok açık. 


Albümün ilk klip şarkısı ve adı olan “Mühür” de etkili bir şarkı. Karataş şarkının ara “intro”sunda keman çalarak, Ayça Tekindor’dan uzun yıllar sonra kendi şarkısında keman çalan ikinci kadın şarkıcımız payesini kazanıyor. “Can Durdukça” ise yine müzikal tadı yüksek düzenlemesi ve ilk kez albüm yapan bir pop şarkıcısı için “ağır” kaçabilecek sözleriyle dikkat çekiyor. Nil Karataş’ın şarkı söylerken kelimeleri açık ve net vurgulamak konusunda henüz yeterince yetkin olmadığı ise en çok bu şarkıda kendini gösteriyor.




Müzikal açıdan, bir ilk albüm için hiç de fena olmayan “Mühür”ün en büyük kusuru ise Tayfun Çetinkaya tarafından çekilen fotoğraflar ve o fotoğraflarda Nil Karataş’a biçilen imaj. Çünkü bu fotoğraflardaki kadın, klipte ya da yarışma videolarında izlediğimiz, onu da geçin sosyal medya fotoğraflarında gördüğümüz Nil Karataş’a hiç mi hiç benzemiyor.

HAZİRAN 2015 
0
Share
ZİYNET SALİ HARBİYE AÇIK HAVA KONSERİ
20 EYLÜL 2015


“Yaşlanınca hassas olunur,” dedi o malum şarkının malum cümlesini değiştirerek Ziynet Sali. Daha önce televizyonda da görmüştüm; nicedir böyle söylüyor. Orijinali “yaşlanınca hasta olunur”, biliyorsunuz. Vallahi ben ikisini de oldum. Yani hem hasta hem de hassas. Yaşlandığımı kabul etmeliyim galiba bu durumda.


0
Share
ŞEBNEM FERAH HARBİYE AÇIK HAVA KONSERİ
19 EYLÜL 2015


“Sevgili arkadaşlarımız,” diye başlıyor her defasında söze. Sanırsınız ki Harbiye Açık Hava’da konser vermeye çıkmış bir “rock star” değil, lise çayında sunuculuk yapması için öğretmenleri tarafından görevlendirilmiş ürkek genç kız. Şarkı söylerken hiç öyle değil ama konser boyunca her konuştuğunda hep öyle. O kanlı şarkıları yazan o değilmiş gibi. Öyle sakin, güleç, masum, sempatik, öyle evimizin kızı…


0
Share
GÖKSEL HARBİYE AÇIK HAVA KONSERİ 
15 AĞUSTOS 2015


Seyircinin “biz hazırız, artık başlayabilirsiniz,” anlamına gelen alkışları üzerine kararıyor ışıklar. Adap bu olmuş. Seyirci geç geldiği, yerine geç yerleştiği için hiçbir konser zamanında başlayamıyor. Neden sonra yerleştiklerinde ise kuliste çoktandır hazır bekleyenlere alkışlarla haber veriyorlar. Önce ışıklar kararıyor, sonra perdede Turkcell reklamı dönüyor, ardından müzik başlıyor, perde açılıyor.


0
Share
DAHA ÇOK TÜRKÜ DİNLEMEK LAZIM


(Milliyet Sanat dergisi Temmuz 2015 sayısında yayımlanmıştır.)

Keşke türkülere daha çok kulak verseydik. Daha çok anlamaya çalışsaydık söylediklerini. Hayatın anlamı sandığımız iktidar hırslarının, koltuk sevdalarının, malın, mülkün, paranın, pulun, şanın, şöhretin, ihtişamın hiçliğini anlamaya bir cümle yeterdi o zaman: “Azrail’in gelir kendi, ne ağa dinler ne efendi…” Ya da şu cümle: “Ömür bir nefes arası, size de gelir sırası…” Aşkın “giderli” şarkılarda arayıp da bulamadığımız anlamını iki satır döküverirdi önümüze o zaman: “Her nesnenin bir bitimi var ama, aşka hudut çizilmiyor Mihriban…” Kalplerimiz daha yumuşak, vicdanlarımız daha temiz, hayatlarımız daha kolay olurdu o zaman. Çocuklar ölmezdi, biz kavga etmezdik.


“Kent ozanı”, “çağdaş ozan”, “kadın ozan” vesaire… Takıp takıştıralım istiyoruz ya sıfatları bol keseden, her önümüze gelene… Yokluktan işte o. Ya da varlık içinde yokluktan diyelim. Varı bilmemekten sonra yoktan var etmeye yeltenmekten. Karacaoğlan var, Âşık Veysel var, Dadaloğlu var, Emrah var… Var oğlu var. Onlar ölmedi. Öyle laflar ettiler ki, devir değişti, söz hükmünü yitirmedi. Açıp bakmak, okumak, dinlemek, görmek, öğrenmek lazımdı, hep lazım. Sonra o geleneği bugün de devam ettirenlerin önünde selama durmak… Mesela, “çağdaş ozan” diye bir şey varsa sahiden, Musa Eroğlu onlardan biri işte.


Musa Eroğlu’nun ilk 45’lik plağı 1965 yılında yayımlanmış. Bu da tam 50 yıl, yani yarım asır eder. Eroğlu’nun 50 yılına saygı sunan albümün adı ise “Gelenekten Geleceğe Musa Eroğlu ile Bir Asır”. Albüm, geçtiğimiz günlerde Özdemir Plak etiketiyle yayımlandı. Albümde Musa Eroğlu’nun sesinden, sazından kulaklara yer etmiş 13 türkünün (biri iki kere olmak üzere) farklı seslerden yorumları, farklı ellerden çıkmış düzenlemeleri var.


Halk müziğinin gelenekçileri tek kanallı televizyon/radyo günlerinde “gelenekten geleceğe” denemelerine pek göz açtırmadılar, bilen bilir. Bir pop şarkının içine saz koysanız ya da bir türkünün içinde gitar çalsanız denetimden geçmezdi. Gelin görün ki Musa Eroğlu, “Popçular türküleri türkücülerden daha iyi okuyor,” diyebilecek kadar gönlü gani bir ozan. Hiç dert etmemiş, işkillenmemiş; aksine kendi okuduğu türkülerin o seslerde nasıl tınlayacağını merak etmiş, buna heyecan duymuş. Bu albüm böyle çıkmış ortaya. Saygı albümüdür sonuçta, saygı gösterilen ya müdahil olur ya olmaz, kendi bileceği iş. Musa Eroğlu ortasını bulmuş. Müdahil olmamış ama destek vermekten de geri durmamış. Tabii Eroğlu’nun yıllardır birlikte çalıştığı Ahmet Özgül, bu albümün de müzik direktörlüğünü yaparak, işin içine başka aranjörler girse bile, toplamda bir müzikal bütünlük yaratma noktasında kilit vazifesi görmüş. Bundan mıdır bilinmez, bugüne dek yapılmış en derli toplu saygı albümlerinden biri bu.


Albüm, Musa Eroğlu’nun alamet-i farikalarından biri haline gelmiş “Mihriban” ile açılıyor. Bu şarkının albümde iki farklı versiyonu var. İlk versiyonu Fatih Doğaner’in düzenlemesiyle Sibel Can ve Musa Eroğlu seslendiriyor. Dolayısıyla albümün açılışını da Musa Eroğlu yapmış oluyor. 2012 yılında kaybettiğimiz şair Abdurrahim Karakoç’un mısralarından bestelenmiş bu şiirin, şarkıda kullanılmayan dörtlüklerini de duyuyoruz bu versiyonda. Albümde aynı şarkının bir de Manga düzenlemesi var ki, onda da Ferman Akgül’ün yeni yazdığı “rap” sözler de var. İşte o kısım, kendi sözünü bu derece net söyleyen bir şiirin/türkünün içinde ne derece gerekliymiş; aslına bakarsanız bu şarkının ikinci bir versiyonu ne kadar gerekliymiş, orası tartışılır. Manga düzenlemesinde şiirin konu bütünlüğünün bozulmuş olması da cabası.


Kenan Doğulu ister hızlı şarkı söylesin ister yavaş, hep “bütün elleri havada” görmek ister ya hani, “Halil İbrahim” de istememiş belli ki. Düzenlemeyi yapan Ozan Doğulu da oradan yol almış; sazı söze katmış. İki kardeş bir ağırbaşlı ki bu şarkıda, sormayın gitsin. Ne ki Kenan Doğulu’nun bu fevkalade romantik “Aslan be, yaslan be!” seslenişleriyle şu bizim “eşkıyadan da beter” Halil İbrahim ne derece gaza gelir, orası bilinmez.


Candan Erçetin “Dağların Ardında Kuzum”da, Sibel Can ise “Telli Turnam” da tam da olması gerektiği gibiler. Kurtalan Ekspres, “Dedem Korkut”tan ‘70’lere ait bir Anadolu-pop şarkısı çıkarmış; bir tek Barış Manço’nun sesi eksik. Aktif olarak albüm yaptığı dönemde çok sayıda türküyü fena halde hırpalayıp, Anadolu-popun suyunun suyunu çıkarmış Haluk Levent ise, Ahmet Özgül’ün düzenlemesiyle seslendirdiği “Cuş Havası”nda bu defa kulak yormuyor neyse ki.


Volkan Konak, “Yürü Bre Yalan Dünya”yı Karadeniz şiveli bir Nazım Hikmet şiiri ile üleştirerek seslendirmiş. Şiirin şarkıya attığı pas, topu ağlara kısa yoldan gönderiyor. Bağlamalarla kemençenin bu düzenlemedeki el birliği de öyle. Sanki her iklimin toprağında ayrı çiçek açsa da, her çiçek, her bahçeye yakışıyor bu coğrafyada. Musa Eroğlu tam da yüzden şu veya bu bölgenin değil, bu ülkenin ozanı ya… Nitekim Eroğlu’nun yine bir Abdurrahim Karakoç şiirinden bestelediği “Aşk Hikâyesi”nde Ahmet Özgül’ün bu defa sadece gitarlar ve ritim sazlarla yarattığı müzikal hava, Akdeniz kıyılarından ses verir gibi. Bu flamenko havasının içinde, son yıllarda söylediği her şarkıda kolayca deliren Yıldız Tilbe’nin başıbozuk yorumu yadırganmıyor, bereket.


Bu satırların yazarının öz be öz kayınpederi olan ve 2006 yılında hayata gözlerini yuman Rıdvan Çıracıoğlu’nun bestesi “Beni Derde Salan Gelsin”, Barış Özesener’in düzenlemesi ve Gökhan Tepe’nin yorumuyla yer alıyor albümde. Çoğunluğun Eroğlu’na ait zannettiği, benimse Eroğlu söylemeden çok önce, sazlı sözlü aile meclislerinde sıklıkla dinlediğim bu türküyü Gökhan Tepe hakkıyla söylüyor. Aynı şey “Yolun Sonu”nu seslendiren Merve Özbey için de söylenebilir. Doğrusu bu ya, albümün beklenmedik iki başarılı yorumu bunlar.


Eroğlu’nun uzmanlık derecesinde vakıf olduğu Karacoğlan’ın dizelerinden bestelediği “Var Git Ölüm”, Yılmaz Yeşilyurt’un düzenlemesiyle albümün en deneysel işlerinden biri. Bir nevi Anadolu-caz-“rock” denemesi bu. Şevval Sam da bu iddialı düzenlemenin altından başarıyla kalkıyor. Alevi kültürünün o uçsuz bucaksız semah ve deyişlerinden derlenmiş iki albüm yaparak ve sair albümlerinde de başka deyiş ve semahlar seslendirerek geleceğe kalıcı bir miras bırakmış Musa Eroğlu’nun seslendirdiği semahlardan biri olan “Kırtıl Semahı”nın o tüyler ürpertici senfonik havası ise, Kardeş Türküler’in düzenlemesi ve yorumuyla taçlanmış bu albümde.    


Selim Çaldıran’ın düzenlemesiyle Işın Karaca’nın “Hasret Yarası” yorumu ise, Manga’dan sonra bu prodüksiyonun gerekliliği tartışmaya açık bir başka öğesi olmuş. Zenci gırtlağına saygımız sonsuz ama “Dermanım niiiiöööeeerrrdee” şeklindeki telaffuz türkünün duygusunu zedelememiş desem yalan olur.



Saygı albümlerini beğendirmek zordur; her kafadan bir ses çıkar. Eksiği, gediği, kusuru, hatası diğer albümlerden daha fazla göze batar. Bu da öyle oluyor haliyle. Ancak epeyce masraflı olduğu belli, şık bir kartonetle satışa sunulan ve her şeye rağmen müzikal bütünlük anlamında zoru başarmış bu albümü, halihazırdaki saygı albümleri sıralamasında üst sıralara koymak mümkün. Kim bilir belki de bunun sebebi, Musa Eroğlu’nun o heybetli sesinin, halk müziği içerisindeki varlığının, duruşunun, yaptıklarının gölgesini albümü dinlerken başucumuzda hissetmemizdendir başından sonuna dek. Kıymetini bilmek lazım. Bilmeyenlerin bilenlere anlatması lazım. Ve dahası, daha çok türkü dinlemek lazım.        

HAZİRAN 2015
0
Share
ÇİÇEKLİ, KELEBEKLİ BİR NİLÜFER


Bazı seslerle gönül bağınız hiç kopmaz. Bir kere dinlemiş, sevmiş, sonra yıllar boyu sevmeye devam etmişsinizdir. Her söylediği şarkı dokunmaz belki kalbinize, her albümünü baş tacı etmezsiniz ama o vakit de döndürür döndürür eskilerini dinler, bıkmazsınız. Nilüfer öyledir. Yani en azından benim için.


0
Share

Serdar Ortaç’ın hep kumarda ne çok para kaybettiği konuşulur; kendisi de anlatır sık sık. Müzik çevreleri dışında pek de bilinmeyen şey ise Ortaç’ın müzikte de çok para harcadığıdır. Harcamak dedim zira buna kaybetmek denemez, müzikten kazandıklarını müziğe yatırıyor sonuçta.

Şöyle ki… Bilen bilir, her şarkısını farklı farklı aranjörlere defalarca aranje ettirir Serdar Ortaç. Hepsinin de parasını öder. Çoğu zaman içlerinden birini kullanır, belki bir “remix” albüm yaparsa, birkaç farklı versiyonu daha. Ama hep en iyisini bulma çabasındadır. Serdar Ortaç der, gülümser geçersiniz çoğu zaman ama o çok ciddiye alır işini.


Durup dururken niye öveyim şimdi Serdar Ortaç’ı, çoğu zaman yeriyor iken üstelik? Çünkü onu eleştiriyor olmamız bu yönünü görmezden gelmemize sebep değil.

Şu da var ki Serdar Ortaç dinlemek yıllar yılı birileri için eğlendiren bir şeyken, birileri için “guity pleasure” yani “suçlu zevk”ti. “Bu ne yahu, ahahahaha Japon kılıklı çocuk kızın göbeğinden zeytin yiyor, yok artık!” diye gülerken “Karabiberim vur kadehlere,” diye kıvır kıvır göbek attığımız, “Ulan bu ne saçma şarkı sözü, ne demek şimdi aşk bu kızıl ötesi, yaralı müzesi, zuhahaha,” diye dalga geçerken “Seni çöpe atacağım poşete yazık,” diye zıp zıp zıpladığımız olmadı mı, oldu. En çok da “Hayat beni neden yoruyorsun?” diye bağıra çağıra dans edenleri görmüşümdür. “Bu devirde kimse sultan değil, hükümdar değil, bezirgan değil”i severek dinlemiş ya da dinlememiş olun ama hiç bilmiyor olamazsınız mesela. İmkân ve ihtimal yok. Hiç boşuna “kulağıma o kadar çok çalındı ki, ister istemez aklımda kaldı” filan demeyin; bal gibi de eğlendiniz dinlerken. Dalgasını geçerken bile eğlendiniz.


Şimdi hâl böyleyken, Serdar Ortaç’ın o saçma sağan, hiçbir iler tutar yeri olmayan söz öbekleriyle ve son derece basit melodik örgülerle kurduğu şarkılarını istediğimiz kadar eleştirelim, bir yandan da kabul etmek zorundayız ki bu adam yirmi yıl boyunca bu şarkıları ama nefret ettirerek, ama sevdirerek bir şekilde hayatlarımıza soktu. Ve bütün eleştirilere, alaylara rağmen de kapı gibi sağlam durarak yaptı bunu. Şayet bizim sandığımız kadar elit bir müzik zevkimiz ve anlayışımız olsaydı, emin olun bunu başaramazdı. Yani Serdar Ortaç’a kızmak da bir yere kadar.


Gel gelelim, yirmi yıldan bu yana çok şey de değişti. Bir zamanlar yediğimiz çok şeyi yemeyebiliyoruz artık. Bir de üreten tarafında aşınma, yıpranma payı, dinleyen tarafında ise bıkkınlık ve sıkılma payı olması çok doğal. Haliyle o istikrarını bozmuyor, hâlâ tam gaz çalışıyor olsa bile, Serdar Ortaç şarkıları eskisi kadar prim yapmıyor ki bunu 2014 yılında yayımlanan “Bana Göre Aşk” albümü sayesinde açık ve net olarak gördük.

O ara bir de hastalık geçirdi Serdar. Albümün başarısızlığını da buna bağlayarak tekrar canını dişine taktı ve 2015 damgalı “Çek Elini Kalbimden “ adlı yeni albümüyle tekrar karşımıza çıktı. Albüm, geçtiğimiz günlerde Emre Müzik etiketiyle yayımlandı.


Peki bu yeni albüm zevahiri kurtarır, durumu tekrar Serdar Ortaç lehine çevirir mi? Onu görebiliyor olsam müzik prodüktörü olurdum, müzik eleştirmeni değil. Ama şunu söyleyebilirim ki, bir önceki albüme kıyasla daha fazla ses getirmesi şaşırtıcı olmaz. Çünkü artık kendini çok tekrar etmeye başladığının farkına varmış olsa gerek ki, bu defa tamamen kendi yazdığı şarkılara yaslamamış sırtını. Bu durum biraz farklı renkler getirmiş albüme. Bir de düzenlemeler konusunda biraz daha ‘90’lar kafasından çıkıp bugünlere gelmiş ki bu da iyi olmuş. Tabii Ortaç’ın o içli, hisli ama bir taraftan da kafa tutan şarkı söyleme biçiminde bir değişiklik yok.


Albüme adını veren ve ilk klip şarkısı olarak seçilen “Çek Elini Kalbimden (Konuş Yüzüme)” bir Bulgar şarkısından adapte. Bununla beraber iki şarkıyı daha Emrah İş ve Nurettin Çolak düzenlemiş. Birisi Ayşen ve Kemal Şimşekyay çifti tarafından yazılan “Yatsıya Kadar”, diğeri ise bir Yunan şarkısından adapte edilmiş “Korktum”. Her üçünde de elektronik dans müziği öğeleri belirgin bir biçimde ön planda zaten. Zira hem Emrah İş, hem de Nurettin Çolak, prodüktörlük ve “dj”lik becerileri yurt dışında da kabul görmüş iki isim. Bakmayın siz Türkiye pazarında adlarını sık sık duymuyor olmamıza. Biraz araştırın ya da takip edin, onların neler yaptıklarını görürsünüz.


Çok “eller havaya” sevenlerden değilseniz, “dj” müziğine mesafeliyseniz bu üç şarkının üçünü de bağrınıza basmayacaksınız muhtemelen. Ben kendi adıma, “Yatsıya Kadar”ı Ortaç’ın sayısız prozodi hatası nedeniyle zor dinleyebildim. 2008 yılında Petek Dinçöz’ün “Tak Tak” adıyla Türkçe şarkı yaptığı Yunan parçasının Serdar Ortaç sözleriyle “Korktum”a dönüştürülmüş halini ise tanımakta zorlandım.

Çok klişe bir Serdar Ortaç şarkısı ararsanız “Nankör”ü kaçırmayın. Saçma sözlü Serdar Ortaç şarkılarına müptelaysanız, albümün genelinde şarkı sözlerini makul ve mantıklı tutmuş (hepsini kendi yazmadığından olsa gerek) Ortaç’ın özüne döndüğü “İri Kıyım”ı tavsiye edebilirim size. Albümün bir Serdar Ortaç “hit”i olmaya en müsait şarkısı “Yerin Altı” ki onun da söz ve müziği Ortaç’a ait, düzenleme ise Volga Tamöz tarafından yapılmış.      


Halk arasında “koy poposuna (kibarcası) rahvan gitsin” diye bilinen ve kullanılan kalıbı “koy, rahvan gitsin” diye edepli hale getirerek şarkı yapmak iyi bir fikir mi bilemedim ama Ayla Çelik böyle bir şarkı yazmış, Ortaç da Mustafa Ceceli düzenlemesiyle seslendirmiş. Şarkı albümün bütünü içerisinde, daha doğrusu Serdar Ortaç müziği içerisinde farklı tınlayan bir şarkı. O kalıp bir yana, sözler güzel, felsefesi anlaşılabilir. Sevmedim desem yalan olur. Bir Azeri şarkısından adapte edilen “Dedin Yok” da albümün farklı bir başka şarkısı. “Çok Yazık Sana” yine klişe bir Ortaç şarkısı, “Balım” ise sinir bozucu nakarat melodisi ve sözlerine rağmen, Murat Yeter’in güçlü düzenlemesiyle parlıyor.




Sözün özü Serdar Ortaç yine çalışmış, çabalamış, denemiş, uğraşmış ve bir yanıyla çok Serdar Ortaç, bir yanıyla da değişik bir Serdar Ortaç sunan ortaya karışık bir albüm yapmış. Sevenleri bayılacaktır/bayılmıştır muhtemelen. Sevmeyenlerine bir şey ifade edecek mi ya da yine zorla sevecekleri “guilty pleasure” şarkılar olacak mı, onu zaman gösterecek.

HAZİRAN 2015
0
Share

Yalan değil, “Bangır Bangır”ı duyduğumda heyecanlanmış, “Nihayet farklı bir şey yapıldı,” demiştim. Hiç mi yapılmıyordu? Yapılıyordu elbette ama Gülşen gibi izinden, peşinden gidilenlerin farklı bir şeyler yapması önemli, zira ana akımı yönlendiren isimlerden biri o. Yıllar önce Sezen Aksu öyleydi mesela, Nilüfer öyleydi. Daha eskiden Ajda öyleydi. Kuralları onlar koyar, modayı onlar yaratırdı. Kıyas kabul etmese de bugünün yıldızları arasında bu misyonu yükleyebileceğimiz birkaç isimden biri Gülşen. Kendi şarkılarını yazıyor olması, Ozan Çolakoğlu ile yıllardır bir şarkıcı-besteci-aranjör ortaklığı sürdürmesi hasebiyle de böyle bu.


Sözüyle, müziğiyle, düzenlemesi ve klibiyle bir fark yarattı “Bangır Bangır”. Doğru bir zamanlamayla da taşı gediğine koydu. Peki ya sonra? Ben mi yanılıyorum acaba diye albümü uzun uzun dinledim. Ama ilk dinlediğimde edindiğim fikir değişmedi. Albüme adını veren şarkı her bakımdan albümden bağımsız gibi duruyor. Tam olarak şöyle yani: “Bangır Bangır”ı alıp bir kenara koyun, kalan dokuz şarkıyı da “Beni Durdursan mı?” albümünün arkasına ekleyin. İki albüm arasında iki yıldan fazla zaman varmış; hiç fark etmez. İki yılın, Gülşen cephesinde hiçbir şeyi değiştirmediğini göreceksiniz.


Mesela mı? Alın “Bir Fırt Çek”i, koyun “Irgalamaz Beni”nin yanına… Ya da alın “Ellerinden Öper”i, koyun “Kardan Adam”ın yanına. Aynı formüller, aynı matematik, çok benzer söz ve melodi öbekleri… Ve diğerleri… Bir miktar sokak ağzı (“kafam gidik”, “ayar çekeyim,” “sevindirik oldum”), bolca Sezen stili kara sevda cümleleri, bolca da slogan olsun çamurdan olsun cümlesi… Hiçbirine karşı değilim. Hatta severim, popun kendi ahlakı içinde doğru bulurum tüm bunları. Ama işi bu derece formüle döktüğünüz zaman, bu kadar sık tekrarladığınız zaman ve şarkılardan bu öğeleri çekip çıkardığınızda geriye bir şey kalmadığı zaman orada sorun başlıyor. Gülşen’in bu albümü en çok bunun sinyallerini veriyor. Tabii “Bangır Bangır” şarkısını bu genellemenin dışında tutuyorum, tekrar söyleyeyim.


Yine de Gülşen bu. Elbette bu albüm de birden fazla “hit“ çıkaracak. En azından “Bir Fırt Çek”, “Ellerinden Öper” ve “Dan Dan”, çekilecek kliplerle ivme kazanacak, dile dolanacak; görünen köy kılavuz istemez. Ama ben kendi adıma bu albümü pek pırıltılı bulduğumu söyleyemeyeceğim. Olsa olsa sermayeden yiyecek bir albüm denilebilir. Albüm kartonetini şenlendiren o fotoğraflara, o imaja, o görsel dikkat çekiciliğe (ki Gülşen’in en iyi yaptığı şeylerden biri bu yıllardır) rağmen durum bu maalesef. Zira o imajla, sözgelimi “Yıkım Kararı” şarkısının ne ilgisi var diye de düşünmeden edemiyor insan.



Bu arada “En Sevdiğim Yanlışım” şarkısının “intro”sunun Kayahan’ın “İlk Değil” şarkısının “intro”suyla birebir aynı olmasının ve de bütün albümün aranjörlüğünü yapan Ozan Çolakoğlu’nun “Büyük Hatırın Var” adlı şarkıda “featuring” mevkiine yükseltilmesinin sebeplerini bana bir açıklayabilen olursa çok sevinirim.

HAZİRAN 2015 
0
Share
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

Hakkımda


Photo Profile

Yavuz Hakan Tok
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci

2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.

Daha Fazla



Takip Et

  • Instagram
  • YouTube
  • Twitter
  • Facebook

Bu Hafta Çok Okunanlar

  • Tarkan Kurtlar Sofrasında
     TARKAN - "KUANTUM 51" Tarkan'ı öncelikle günün avam tarz ve türlerinden uzak durduğu, "rap"çilerle filan iş birliği...
  • Hande Yener - "Afrodizyak"
    "BAZEN SIĞ, BAZEN DİBİ YOK" Hande Yener albümleri/şarkıları hakkında yazmayı seviyorum, o belli. Neredeyse her albümünü yazmışım. ...
  • Ne Kadarı Fatih, Ne Kadarı Mabel?
    MABEL MATİZ - "FATİH"  “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
  • Issız Adam'sız Bir Nil Burak Hikayesi
    Bir sayım günüydü. Eve hapis olmuştuk. Sayım memuru ha geldi ha gelecekti. Anneannem, içi saman dolu boz ala boz renkli misafir odası ko...
  • Prestij Müzik'in Film Gibi Hikâyesi
    (Milliyet Sanat dergisi Şubat 2023 sayısında ve 5 Şubat 2023 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanmıştır.)    1997 yılında bir vesileyle Pre...

Arşivden

  • Suna Yıldızoğlu Röportajı
    Yabancı Gelin Sonia, Türkiye'de nasıl ünlü bir sinema oyuncusu ve şarkıcı oldu?.. Yetmişlerde ona kim, neden açık çek verdi? Dillere...
  • Ne Kadarı Fatih, Ne Kadarı Mabel?
    MABEL MATİZ - "FATİH"  “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
  • Prestij Müzik'in Film Gibi Hikâyesi
    (Milliyet Sanat dergisi Şubat 2023 sayısında ve 5 Şubat 2023 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanmıştır.)    1997 yılında bir vesileyle Pre...
  • İzlediklerim Ocak 2012
    ENBE ORKESTRASI - "SENDEN KIYMETLİ Mİ?" Bütün tartışmalara, eleştirilere rağmen popüler müzik piyasasında ENBE damgası vurulmuş ...
  • Oya Bora Röportajı
    "Hani Peter Pan masalı gibi bir hayal dünyası vardır ya; orada kötülük yoktur, orada ihanet yoktur, orada acı çekilmez. Bizim şarkılar...
Copyright © 2019 Yeter ki Müzik Olsun

Created with by Beauty Templates | Distributed by Gooyaabi Templates