Yeter ki Müzik Olsun
  • Seninle Üç Dakika
  • _Giriş
  • _1975
  • _1976
  • _1977
  • _1978
  • _1979
  • _1980
  • _1981
  • Röportajlar
  • Konser Yazıları
  • _2019 Konserleri
  • _2018 Konserleri
  • _2017 Konserleri
  • _2015 Konserleri
  • _2016 Konserleri
  • _2014 Konserleri
  • Günün Şarkısı
  • Albüm / Şarkı Eleştirileri
  • Güncel
  • Yıldızlar
  • Klasikler
  • Ses Dergisi
  • Günlükler
  • _Eurovision 2011 Günlüğü
  • _Eurovision 2010 Günlüğü
  • _Nasıl TV Programı Yaptık?
BENGÜ’NÜN YENİ HÂLİ

(22 Ocak 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)


Kenan Doğulu prodüktörlüğü ile başladığı müzik yolculuğunda Serdar Ortaç, Sinan Akçıl gibi endüstriyel popun geçer akçe bestecilerinden destek alan Bengü, tavrı ve tarzıyla da adı o kulvarda anılanlardan biri oldu yıllar yılı. Bengü yeni albümü ile bu defa kulvarının dışına çıkıyor. 2014 yılı Eylül ayında DMC ve BNG Müzik ortaklığıyla piyasaya sürülen “İkinci Hâl”, Bengü kariyerinin en iddialı albümü.


Aslında Bengü bu değişimin sinyallerini “Anlatacaklarım Var” ve “Saygımdan” teklileri ile vermişti. Kolay ezber edilen, yapışkan, kulüp-plaj şarkılarının yerini daha ayağı yere basan, hem sözel hem de melodik anlamda daha oturaklı şarkılar alınca, Bengü’nün de bir pop ikonası olmasının ötesinde, şarkıcılık becerileri de ön plana çıkmaya başlamıştı. İşte bu albüm bunu pekiştiriyor.


Bir kere bu derece ağır şarkılarla dolu, temposu düşük bir albüm yapmak Bengü’nün durduğu yerde duran bir şarkıcı için bir cesaret gösterisi. Şarkılar ritme, tempoya değil, söze, melodiye ve şarkıcının yorumuna yaslıyor sırtını çünkü. Tam da bu noktada besteci ve söz yazarı olarak Bengü ile beklenmedik bir kimya yakalayan Zeki Güner’in başarısını vurgulamak lazım. Sekiz yeni şarkı ve bir farklı versiyonun yanı sıra, daha önce tekli olarak yayımlanan “Saygımdan“ ve “Yaralı” adlı şarkıların da “bonus” olarak yer aldığı bu albümde, o son iki şarkının yanı sıra üç yeni şarkının da söz ve müziği Güner’e ait. İki şarkıya da söz yazarı olarak imza atmış Zeki Güner. Bu şarkılardan “Sahici”, zaten dakika bir gol bir hiti olarak albümün çıkış şarkısı oldu. “Hilâl” ve “Kapıda Yalnızlık” da tutarlı, sağlam, buna karşın ticari başarı şansı yüksek pop şarkıları olarak dikkat çekiyor.


Albüme adını veren ve bestesi Ebru Elver tarafından yapılan “İkinci Hâl”in ve bir Serkan Kavuşan bestesi olan “Ege”nin sözlerini de Zeki Güner yazmış. “İkinci Hâl” Bengü’nün şarkıcı olarak rüştünü ispat ettiği şarkılardan biri ve albümün ikinci klip şarkısı olarak şu sıralar ivme kazanmış durumda. “Ege” ise tıpkı adı gibi Ege kokulu melodik yapısı, düzenlemesi ve efkâr dağıtan sözleriyle harcıâlem şarkılardan. Bestecisi ben olsam, bu şarkıyı Ziynet Sali’ye yakıştırırdım en çok.


Bengü’nün 2011 çıkışlı “Dört Dörtlük” albümünde de yer alan ve nedense o günlerde üzerine oynanmayan “Kadar”, bir Şehrazat şarkısı. Bengü kariyerinin en dişe dokunur şarkılarından biri olan “Kadar”, bu albüme yeni düzenlemesi ve Emre Aydın düetiyle girmiş. İyi de olmuş. Zira bu albümün en güçlü şarkılarından biri “Kadar”.

Sözleri Deniz Erten’e, bestesi ve düzenlemesi Erdem Kınay’a ait olan “Feveran”, albümün bütünü içerisinde bir ayrık otu. Zira yukarıda bahsi geçen kulüp-plaj çizgisinde ve sanki Erdem Kınay’ın proje albümlerine girmesi gerekirken, nasılsa girmemiş de bu albüme kalmış gibi duruyor.


Söz ve müziği Serkan Kavuşan’a ait “Yaprak Dökümü” ise albümün bir başka yavaş şarkısı. Bu noktada tek bir dezavantaj devreye giriyor ki o da, birbirine stil olarak çok benzeyen şarkıların bir albümde toplanmış olmasının riski. Albümlerin çabuk eskitildiği bir dönemde bu şarkılar birbirini yer mi, yer.

Albüm görseli de, saçından kostümüne Bengü’nün daha olgun, daha ağır ama daha iddialı bir çizgide yoluna devam ettiğini vurgular gibi (Basın bülteni ile birlikte servis edilen o yersiz yere “vamp” ve Photoshop ayarı kaçık fotoğrafları saymazsak tabii.) Albüm kartonetinde Candaş Arın’ın çektiği fotoğraflar ve Ervin Esen’in tasarımı bu anlamda üzerine düşeni yeterince yapıyor.       

OCAK 2015
0
Share
ALTERNATİFİN ALTERNATİFİ


(13 Ocak 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)

Tolga Akdoğan, Burak Güngörmüş, Gürhan Öğütücü, Burak Irmak ve Berkan Tilavel’den kurulu Adamlar, 2013 yılında Ekşi Sözlük’e girilen bir “entry”de “Halimden Konan Anlar’ın yan sanayisi” diye tanımlanmış. Bu bir espri belki ama Adamlar ve Halimden Konan Anlar’ın ortak paydasının Tolga Akdoğan olduğu da bir gerçek. Evveliyatı biraz daha geriye gitse de, Adamlar’ın müziğini 2010’lu yılların yeni alternatif (bir tanıma göre de alternatifin alternatifi) müziğinin öncülerinden kabul etmek mümkün.

Halimden Konan Anlar, Büyük Ev Ablukada, Yüzyüzeyken Konuşuruz, Yok Öyle Kararlı Şeyler, Son Feci Bisiklet… İlk bakışta “Bu ne yahu?” dedirten tuhaf isimli gruplar, bir o kadar da tuhaf, yer yer komik şarkı sözleri ve enteresan müzikal tavırlarıyla adlarından söz ettiriyor son yıllarda.

Adamlar, internet üzerinden meraklılarının ezber ettiği (bir kısmı Halimden Konan Anlar şarkısı olarak bilinen) şarkılarını “Eski Dostum Tankla Gelmiş” adlı albümle geniş kitlelerin beğenisine sundu. Albüm, 2014 sonbaharında Fono Müzik ve People Make Music ortaklığıyla yayımlandı.


Albüm, adından da anlaşılacağı üzere öncelikle şarkı sözleriyle farklı bir yerde duruyor. Bildik şarkı sözü kalıplarının dışına çıkan, benzeri grupların da yaptığı gibi, işin içine devinen gündelik dili, memleketin büyük yüzdesinin Gezi direnişi esnasında tanış olduğu ama aslında uzun yıllardır mizah dergilerinin ve internetin katkısıyla kendi terminolojisini yaratmış bir yeni nesil imlayı kullanan şarkı sözleri bunlar. Esprili, komik ama bir o kadar zeki. Yer yer saçmalıyor gibi. “Absürd” diye bir kavram var çünkü nihayetinde. Yer yerse klasik felsefeye pabucunu ters giydiriyor. İster eğlenmek için dinleyin, ister anlamak. Zira “al dudaklı yârim yüreğimde yaralar açtı” türevi pop ve dahi “rock” klişelerinden sıtkımız sıyrılalı bin yıl oldu. Şahsen bana iyi geliyor böyle şarkı sözleri duymak. Ömrü hayatımda dinlediğim kaç albüm “abi kafanda kurbağa var” cümlesiyle açıldı ki?


Müzikal anlamda ise ne popun yapışkanlığı, ne “rock”ın sertliği, ne her ikisinin “ağlaklığı”, ne de alternatifin kasan deneyselliği… Gayet “easy listening” şarkılar var bu albümde. Islık çalıp eşlik edeceğiniz kadar “easy” yer yer. Bir de akustik ki, bencileyin popta da “rock”ta da icat edildiğinden bu yana elektronik müziğe hep mesafeli durmuşlara ilaç niyetine…

Ben albümde en çok “Kadın”ı sevdim. Bu albüm adı ve türüyle sizi ürküttüyse, “Kadın”la başlayabilirsiniz dinlemeye mesela. “Bizim Zamanımız”ı ekleyin ardından listeye. Sonra gelsin “Koca Yaşlı Şişko Dünya”, “Kendime Çaylar”, “Kapısı Kapalı” ve diğerleri… Bu türe alışık değilseniz önce belki biraz yadırgayacak ama dinledikçe seveceksiniz; şüpheniz olmasın.

Adına pek uygun bir kapak fotoğrafının süslediği iddiasız, sade ama etkili kartonet tasarımı ile piyasaya sürülen albüm, 2014’de yayımlanmış en dikkat çekici albümlerden biri dersem, abartmış olmam sanırım.

OCAK 2015 
0
Share
VİNE FENOMENİNDEN İLK ALBÜM


(5 Ocak 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)

Murat Boztepe’nin bir Vine fenomeni olduğu yazıyor basın bülteninde. Kısa video paylaşım sitesi Vine’a yüklediği şarkı videoları ile büyükçe bir takipçi kitlesi edinmiş. Bir albüm çıkararak müzik piyasasında adını duyurmayı hedeflerken geçirdiği bir trafik kazası sonrası eve hapsolunca, çektiği videolarla küçük çapta bir şöhret yakalamış. Murat Boztepe’nin üç şarkı ve bir farklı versiyondan oluşan mini albümü “İçimdeki Melek”, 2014 yılının Ekim ayında Arpej Yapım etiketiyle yayımlandı.

Albüm için güzel bir kapak tasarımı ve çıkış şarkısı için ’40-‘lı ‘50’li yılların Hollywood filmlerine gönderme yapan siyah beyaz, farklı bir klip… Yani işin görsel dikkat çekiciliği doğru yakalanmış ki hem kapak tasarımı, hem de klip, Gökhan Palas imzası taşıyor. Peki ya şarkılar?..


Bu mini albümdeki üç şarkının da söz ve müzikleri Murat Boztepe tarafından yazılmış. Düzenlemeleri ise Ferhat Tatar yapmış. Klip şarkısı olarak dikkat çeken “İçimdeki Melek”, kendini dinleten bir şarkı. İlk dinleyişte bir parça Halil Sezai şarkılarını anımsatmıyor değil. Özellikle Boztepe’nin şarkı söyleme biçimi ve şarkının melodik yapısı nedeniyle bu benzetmeyi yapıyorsunuz ister istemez. Buna karşın bunun bir taklit olduğu da söylenemez. Zira Boztepe’nin kendine has bir ses rengi var ve bu bakımdan da zamanla anlaşılacak bir avantaja sahip aslında.


“İçimdeki Melek”in nispeten karmaşık yapısına karşın son derece basit bir akor dizgisi üzerine kurulu “Hiç Sevmemişsin Beni Aşk”, çok akılda kalıcı tekrarlarıyla dinleyiciyi tavlamaya hazır görünüyor. Her iki şarkının da çok sade düzenlemeleri, şarkıların tamamen akustik çalınıp söylendiği günlerin müzikal anlayışını hatırlatıyor.Özellikle “İçimdeki Melek”in akustik versiyonunu dinlerken bunu çok net hissediyorsunuz. ‘70’lerden çıkıp gelmiş bir şarkı/bir kayıt gibi adeta. Buradaki eskiye benzerlik iyi bir şey. Ama…


Albümdeki üçüncü şarkı “Sana Ne” biraz kafa karıştırıyor. Bu şarkı neresinden baksanız ‘80’lerde Ümit Besen-Cengiz Kurtoğlu hattında bir taverna şarkısı, ‘90’larda Tarkan türevi genç bir erkek popçunun en romantik şarkısı ya da 2000’lerin Kutsi-Baha ekolünden bir gitarlı şarkıcı kasetinde B yüzünün son şarkısı olabilirmiş ama 2010’larda pek yeri yok. Ya da en azından, olmamalı. Buradaki eskiye benzerlik iyi bir şey değil çünkü.

Gerçi Vine videolarını izlediğiniz zaman da Murat Boztepe’nin müzikal geçmişinde tam da yukarıda bahsedilen duraklara uğradığı fark ediliyor. Ama özellikle “İçimdeki Melek” onu farklı bir yere taşıyabilecek şarkı. Bence üç akorlu gitar şarkılarını bir kenara koyup, bu yoldan ilerlemeli Boztepe.


Müzik sektöründe isimsiz şarkıcı ve gruplara şans tanımaktan hiç vazgeçmeyen Arpej Yapım’ı bu vesileyle bir kez daha anayım. Çok cesurca bir iş yapıyor Arpej Yapım. Keşke aynı cesareti bu albümlerin tanıtımına katkı sağlayacak radyo ve televizyonlar, basın organları da gösterse.

Murat Boztepe’nin bu ilk mini-albümü, yeni bir ismi ve farklı bir sesi tanıtmak adına üzerine düşeni yapıyor. Bize de Boztepe’nin bundan sonra neler yapacağını takip etmek düşüyor.

OCAK 2015      
0
Share
45 YIL ÖNCE SES

AYLA DİKMEN VE PERUKLARI


Sene 1970. Bu dünyadan göçüp gittikten çok uzun yıllar sonra “Anlamazdın” şarkısıyla tekrar popüler olacak Ayla Dikmen o günlerde şöhretinin en parlak günlerini yaşıyor. Ses dergisi muhabiri Mine Baykara’nın haberine göre tam 11 tane peruğu varmış ünlü şantözün. Şaşırmayın; şimdilerde pek tuhaf geliyor kulağa ama o günlerde sadece şantözler, aktristler değil, sıradan ev kadınları bile peruk takardı. Peruklar da tıpkı Ayla Dikmen’inkiler gibi, suratsız manken kafalarının üzerine asılır, tuvalet masalarının üzerinde öylece dururdu. Ben şahsen çok korkardım o kafalardan. Baksanıza, korkunç değiller mi sahiden?


0
Share


1997 yılında yayınlanan “Yol” adlı ilk albümüyle geniş kitlelere adını duyuran Göksel’in dokuzuncu albümü “Sen Orda Yoksun”, geçtiğimiz günlerde Avrupa Müzik etiketiyle yayınlandı. Göksel’le hem yeni albümünü, hem de dünden bugüne müzik yolculuğunu konuştuk.  


Röportajın tamamını okumak için bu cümlenin üzerini tıklayabilirsiniz.  
0
Share

(Kasım 2013 tarihinde oydar.com 'da yayımlanmıştır.)

Şu ‘ucuz’ televizyon dizileri var ya hani… Ucuz kastla, ucuz prodüksiyonla yapılan diziler. Hani bir zamanlar Flash TV yapardı en çok. Sonra STV, derken Fox TV bu nevi sayısız dizi yaptı. Gel zaman git zaman Fox işi o kadar ilerletti ki, bir baktık o burun kıvırdığımız diziler gayet de iyi reytingler almaya başlamış. Sonra ne mi oldu? Bugünlerde benzeri diziler majör televizyon kanallarında da yer bulmaya başladı. Farkında mısınız bilmem ama televizyon dizisi sektöründe yeni bir döneme girildiğinin işareti bu. Birkaç seneye kalmaz, pahalı prodüksiyonlara, dev projelere sıcak bakmamaya başlar televizyon kanalları. “Nasıl olsa aynı reytingi böyle de alıyoruz” lafları dolanır önce. Sonra ‘seyirci bunu istiyor’ kulpu takılır. Hal böyle olunca büyük prodüksiyon firmaları da küçük bütçeli işler yapmaya başlar. Ve sonra biz “ah nerede o eski, kaliteli televizyon dizileri” diye hayıflanmaya başlar, Aşk-ı Memnu’nun, Muhteşem Yüzyıl’ın, hatta Arka Sokaklar’ın filan nostaljisini yapmaya başlarız. Hayat devam eder.


Bu bir kehanet değil. Türkiye’de birçok sektörde, birçok iş sahasında benzer dönüşümler yaşandı, halen de yaşanıyor. 2000’lerle birlikte ülkede yerleşmeye başlayan bu yeni zihniyet, özetle her şeyin ucuzunu tercih etmek üzerine kurulu. Memleketin her yerini saran ucuzluk marketlerinin, halk tabiriyle “1 milyoncu”ların ve de taklit marka ürünler satan mağazaların bu derece çoğalması da aynı zihniyetin getirisi olarak aynı yıllara tekabül ediyor mesela. “BİM’de beş liraya kaşar var, niye gidip Migros’tan 15 liraya alayım?” diye soruyor cebindeki üç kuruş ay sonuna yettirmeye çalışan adam haklı olarak. “O da kaşar, bu da kaşar; aynı işi görüyor!”

Görüyor mu sahiden peki? İşte orası tartışılır. Ucuza tamah ettikçe giderek damak tadımızı, görsel, işitsel, duyusal zevkimizi, estetik duygumuzu, duyarlılığımızı ve (lafı tekrar kaşara bağlarsak) sağlığımızı kaybediyoruzdur belki de, kim bilir?

Bunca kötü oyuncu, kötü senaryo yazarı, kötü besteci, kötü şarkıcı, kötü radyocu, kötü “dj”, kötü yazar (bu böyle uzar gider) nasıl ve nereden türedi sizce?


“Nasılsa güzel/yakışıklı. Öylece dursa da izlerler bunu. Bir de afili giydiririz. Karın tokluğuna oynar. Hem de şöhret olur. Kim istemez? Ne gerek var oyuncu olmasına?” = Mimiksiz, jestsiz, tonsuz, bostan korkuluğu kötü oyuncular.

“Bolca entrika olsun, bir Karadenizli, bir Kürt tipleme olsun. Bol bol da aşklı meşkli diyalog koysunlar. Olmadı tutmuş dizilerden, yabancı filmlerden konu araklasınlar. Ne gerek var Ece Yörenç’e, Melek Gençoğlu’na, Mahinur Ergun’a o kadar para vermeye? Dizi sonuçta, nasıl olsa izlenir.” = Çocuk kandıramayacak seviyede mevzular, gerçek hayatta asla sarf etmeyeceği cümlelerle konuşan kahramanlar, derinliksiz karakterler ve mantık hatalarıyla dolu dizilerin kötü senaryo yazarları.

“Adam evinde, bilgisayarında on numara kayıt yapmış. Bunu aynen böyle basalım. Bir daha stüdyo mtüdyo uğraşmayalım. Biraz “autotune” filan kullanmış ama olsun. Konserlerde “playback”le, vokalle işi götürür.” = Şarkı söyleyemeyen kötü şarkıcılar.

“Aman yahu mesele iki cümle kurmak değil mi? Yeter ki konuşabilsin, alır, radyocu yaparız. Nasılsa para da istemiyor.” = Müziği, yayıncılığı, ve dahi konuşmayı bilmeyen kötü radyocular.

“Aman yahu mesele şarkıları arka arkaya dizip bilgisayardan tıklamak değil mi? Koyarız cebine yüz lira, sabaha kadar çaldırırız. Millet nasılsa kafayı bulunca teneke çalsan eğleniyor.” = Mekândaki müşteri kitlesinin nabzına göre şarkı seçmekten, BPM nedir, ne işe yarar, neden her şarkı ardı ardına çalınamazı bilmekten aciz, kötü “dj”ler.


“Kadının Twitter’da kırk bin takipçisi var. Beş bini bile kitabı satın alsa zaten baskı masrafını kurtarır. Basalım gitsin. Zaten aşktan meşkten bahsetmiş, sokak ağzıyla da yazmış. Çok satan bile olur bu kitap.” = Dili, imlayı bırakın bir kenara, konu bütünlüğü, kurgusu olmayan, Twitter üslubunda (ya da üslupsuzluğunda) cümlelerle kurulmuş kitapların kötü yazarları.

Daha çok, pek çok örnek verebiliriz. Alan da memnun, satan da… Alan memnun çünkü ucuz emek çok daha kârlı; adeta baldan tatlı. Satan memnun çünkü yetersizliğinin, bilmezliğinin, eksikliğinin ve hatta yeteneksizliğinin ayıbını öğrenerek, çalışarak, didinerek örtmektense, piyasayı düşürerek rekabet ediyor işin erbabıyla, mahiriyle. Bir zaman gelip herkesin onu çok başarılı, çok yetenekli, çok nitelikli sanacağına da emin.


Majör kanallarından birinde ‘ucuz’ bir televizyon dizisine rastlayınca geldi tüm bunlar aklıma. Ya da nicedir aklımdan geçenleri bir yazıya dönüştürmek için vesile oldu diyelim. Bir gün memlekette hiç kimse cebinde alacak parası olsa bile halis muhlis sütten yapılmış gerçek bir kaşar peyniri yiyemeyecek. Kimse iyi şarkıcı, iyi şarkı dinleyemeyecek, iyi dizi izleyemeyecek, iyi radyocular, iyi senaryo yazarları, iyi oyuncular işsiz kalacak. Buna hazır mısınız? Bence hazırlanın. Kötüyle yetinmenin kaçınılmaz sonu bu çünkü.

KASIM 2013
0
Share

(Ağustos 2013 tarihinde oydar.com 'da yayımlanmıştır.)

Müzik dünyası bir süredir sahte tıklama skandalıyla çalkalanıyor. Mutlaka duymuşsunuzdur ama özetle söylemek gerekirse You Tube’da Müzik Yapımcıları Meslek Birliği’nin (Bağlantılı Hak Sahibi Fonogram Yapımcıları Meslek Birliği; nam-ı diğer MÜYAP) kanalında yayınlanmış bazı videoların birileri tarafından manipüle edilerek milyonları aşan tıklanma sayıları elde edildiği, böylece haksız kazanç sağlandığı iddiası var. Aslına bakarsanız bu iddia yeni değil. Hatta bu kadarla sınırlı da değil. Başta TT Net olmak üzere, müzik servis edilen hemen her dijital platform için benzer iddialar yıllardır gündemdeydi ama ortada somut bir delil yoktu ya da deliller hasıraltı ediliyordu. Bu defa ise You Tube sahte tıklamaları bizzat tespit ederek ve silerek işi ayyuka çıkardı. Sektörde nicedir dilden dile dolaşan bazı şeyler de böylece gazetelere düştü, açıkça konuşulur oldu.

Kabul etmeli ki tıklanma sayıları uzunca bir süredir müzik dünyasının reyting ölçeri oldu. Bu sadece Türkiye’de değil, dünyada da böyle. Albümlerin mekanik satışları dibe vurunca yerini alan popülerlik ve satış göstergesi internette görüntülenme, dinlenme, izlenme verileri. Teknoloji bunu gerektiriyorsa yapacak bir şey yok. Ancak teknoloji henüz manipülasyona çare bulmuş değil. Ya da daha doğrusu manipülasyona çare bulunması kimsenin işine gelmiyor. Çünkü parasını bastırıp tıklanma sayılarınızı yükseltmek çok ahlaksız olmakla beraber çok kolaycı bir çözüm. Sonra gelsin “Şarkımız 1 milyonu geçti, teşekkürler,” nidaları, gitsin “Tıklanma rekorları kırdık, sağ olun var olun” yaygaraları. Ama kazın ayağı öyle değil tabii.


Aynı zamanda “dj”lik de yapan bir müzik yazarı olarak açıkçası internetteki verilere büsbütün kayıtsız kalamasam da, çok da ciddiye aldığım söylenemezdi. Çünkü sürekli olarak mekânlarda çaldığınız zaman hangi şarkının gerçekten tutulduğunu, ezber edildiğini, istendiğini gayet net bir şekilde görüyorsunuz. Buna zaman zaman yazılarımda da değinirdim. Bazı şarkılar internette kıyametler koparıyor görünürken, mekânlarda çaldığımda hiç reaksiyon alamazdım mesela. Ya da bazıları internette orta halli seyrederken mekânlarda umumi arzudan da öte, ısrar kıyamet hatta baskı nedeniyle çalmak zorunda kalırdım.

Bir örnek vereyim; Kasım 2012’de MUYAP kanalına yüklenen “Ankara’nın Bağları”, şu ana dek 17.800.000 tık almış; Mart 2013’de yüklenen “Yatcaz Kalkcaz Ordayım” ise 24.000.000’da. İkisi birbirinden çok farklı tarzda şarkılar, klasmanları ayrı ama ben her ikisinin de çalındığı yerlerde “Ankara’nın Bağları”nın çok daha fazla çalındığına ve istendiğine defalarca kez şahit oldum. Hatta yılın şarkısı “Ankara’nın Bağları”dır desem abartı olmaz. En sosyetesinden en orta hallisine her yerde ama her yerde mutlaka isteniyor ve çalınıyor aylardır. Bu sadece internet verilerinin yanıltıcı olabileceğine dair basit bir örnek; kimseyi suçlamak niyetinde değilim.


Nitekim “dj” siz olmasanız bile, azıcık gözlem yaptığınızda, sağda solda, tatilde, gittiğiniz mekânlarda, girdiğiniz dükkanlarda, mağazalarda çalanlar, hatta otobüste yanınızdaki dikilen gencin kulaklığından kulağınıza çarpanlar bile internetten daha güvenilir veriler sunabiliyor size. Ama elbette tüm bunların sayısal bir karşılığı yok; internetin ise var.

İşte tam da bu nedenle şarkıların radyo ve televizyonlarda yayınlanma sıklıklarından yola çıkarak listeler hazırlayan uluslararası pazar araştırması kuruluşu Nielsen’in verileri Türkiye şartlarında inandırıcılığını yitiriyor. Şirket her ne kadar sistemlerinin manipülasyona açık olmadığını, listelerin el değmeden hazırlandığını iddia etse bile, şarkıların radyo ve televizyonlarda yayınlanma sıklıklarının sağlıklı referanslara dayanmadığı bir müzik piyasasında bu verileri ölçü alan bir sistemin de sağlıklı işlemesi mümkün değil. Bu nedenle Nielsen ölçümleri yarardan çok zarar veriyor müzik piyasasına; hatta manipülasyona dolaylı yoldan katkıda bulunuyor. Çünkü manipülasyonun büyüğü internette değil, radyolarda ve müzik televizyonlarında yapılıyor. Ve sonra radyo ve televizyonlar dönüp yine Nielsen verilerini baz alıyor, böylece içinden çıkılmaz bir kısır döngü içinde beraber dönüp duruyoruz. Bir örnek de buna vereyim madem. Ben bu işten azıcık anlıyorsam, kimse beni Emre Kaya’nın “Sorma” şarkısının bir “hit” olduğuna, kıyametler kopardığına ve çok ama çok istendiğine ikna edemez. Ama bu aralar Kral TV’de saat başı yayınlanıyor bu klip. Haliyle Nielsen listelerinde yükselmesi de çok mümkün. Şimdi bu işi bir başarı gibi lanse edebilir miyiz?


Peki çözüm ne? Bir tek çözüm yok elbette. Öncelikle herkes kendini aklamalı. Şu aralar herkes birbirini suçluyor çünkü herkes şu veya bu şekilde suçlu aslında. Şişirmeler, pompalamalar, manipülasyonlarla geldiğimiz noktada müziğin nasıl bir çöküş içerisinde girdiği, sektörün hem ticari anlamda hem de üretkenlik/müzikalite adına neler kaybettiği ortada. Hep beraber silkelenmek ve bir “temiz eller” operasyonu yapmak zorundayız. Radyolar klip çekilmiş şarkılarla “playlist” oluşturmaktan, televizyonlar çıkar karşılığı klip yayınlamaktan, firmalar sadece belirli isimlere oynamaktan, müzisyenler rakiplerinin önünü kesme operasyonlarından bir an önce vazgeçmeli. Özellikle ucuz emek ve ahbap çavuş ilişkileri uğruna kaliteden ödün veren, inandırıcılığını kaybeden müzik medyasına çok iş düşüyor.

(Geçtiğimiz günlerde NOBEL’e seslenen başvekilden esinlenerek) Ey müzik medyası! Sesim geliyor mu?..



AĞUSTOS 2013 
0
Share
“ÖKSÜZ” BİR ALBÜMÜN ANATOMİSİ


Deniz Seki’yi tanımam etmem. Değil yüz yüze gelmek, aynı ortamda bulunmuşluğumuz bile yoktur. Bir müzik dinleyicisi olarak müzikal çizgisini de başından bu yana abartıldığı kadar başarılı bulmamış, sıklıkla da eleştirmişimdir. Ama bunların hepsi bir tarafa, Deniz’in göz göre göre yaşadığı/maruz bırakıldığı haksızlık bir tarafa…


0
Share

Ziynet Sali daha önce de Sıla şarkıları seslendirmişti ama ne denli başarılı olduğu tartışılırdı. Sıla gibi baskın bir karakteristiği olan bir şarkıcı ve bestecinin şarkılarını söylemek her zaman bir parça risk içerir ki bence önceki ortaklıklarında bu riskin olumsuz izleri çok belirgindi. Ancak Sali, Sıla’dan vazgeçmeyeceğe benzer. Hatta yeni albümünü tamamen Sıla’nın prodüktörlüğüne emanet ettiği de söyleniyor. Albüm ne zaman çıkar bilinmez ama öncesinde karşımıza çıkan şarkı “Bugün Adım Leyla” oldu.


DMC etiketiyle tekli formatında yayımlanan “Bugün Adım Leyla”, müzik market raflarına ise 3 disklik bir paket halinde konuldu. Sali’nin BKM Mutfak konserinden canlı kayıtların yer aldığı iki diskin birinde Türkçe, diğerinde ise Yunanca şarkılar yer alıyor. Üçüncü disk ise “Bugün Adım Leyla” şarkısını barındırıyor ve paket bir tek CD fiyatına satılıyor. Böyle güzellikleri daha sık görmek istiyoruz biz dinleyici tayfası. Konser kayıtları, ekstra diskler, hediyeli paketler yaygınlaşmalı. Albümler zaten satılmaz oldu; bari alanların verdiği paraya değsin.


Müziği Yunan müzisyen Christos Rantis’e ait “Bugün Adım Leyla”nın Türkçe sözlerini Sıla yazmış, düzenlemesini ise Efe Bahdır yapmış. Ziynet Sali şarkının klibini yine Nihat Odabaşı’na çektirmiş ve o da yine Hollywood filmlerinin o masalsı ve gerçeküstü dünyasını andıran karelerle bezeli bir klip çıkarmış ortaya. Bu bir Sali klasiği haline geldi artık. Şarkı zaten Akdenizli/Egeli... Atina’da çekilen klip de öyle. Ziynet Sali bunu güzel taşıyor ve bence bu şarkı da ona yakışmış.


Zaten daha önce de yazmıştım. Ziynet Sali bu kulvardan yürümeli. Disko kızı tavrı ve tarzı sakil duruyor üzerinde. Ha bu arada şarkı klibiyle birlikte fena halde yazı özletiyor insana. Yani her ağır şarkı sonbaharda sevilir diye bir kaide yok. 

ARALIK 2014 
0
Share

Alper Aksoy’un söz ve müziğini yazıp düzenlemesini de kendisinin yaptığı şarkısı “Aşk Bu” adını taşıyor. Küçük yaşlarda müzik eğitimi almaya başlayıp kendi şarkılarını yazmaya koyulan, konservatuarda müzikal eğitimi alan ve 2 yıl süresince “Sidikli Kasabası Müzikali”nde sahneye çıkarak deneyim kazanan Aksoy’un daha önce de Webeste Yarışmasında kazandığı bir ikincilik ödülü de varmış.


Altyapı, birikim ve nispeten deneyim tamam. Buraya kadar amenna… Şarkıdan ve çekilen klipten anlaşıldığı üzere ise hedef kitle öncelikle yabancı popüler müzikle haşır neşir olan 16-20 yaş arası. Standart Türkçe pop değil bu haliyle. Yüzü batıya dönük bir tarz. Buna da amenna. Şarkı bu anlamda hedef kitleyi doğru yerden yakalayabilecek de bir şarkı üstelik. Ama bir şey yanlış…


Kendine has ve etkili bir sesi, en azından farklı bir ses rengi var Alper Aksoy’un. Ama Türkçe telaffuz ve vurgu konusunda başarılı olduğu söylenemez. İngilizce bir şarkı söyler gibi söylüyor bu şarkıyı da. İzini sürdüğü müzikal türün şarkı söyleme biçimini aynen taklit ederken Türkçeden tamamen vazgeçmiş gibi görünüyor. Oysa buna gerek kalmadan da Türkçe bir şarkı Türkçe pop standartlarının potasına girmeden seslendirilebilir. Yani böyle söylemek söyleyen şarkıcıyı batılı yapmıyor. Yapsaydı şayet, Ajda ta ‘60’larda dünyaya açılmış olurdu.


Bunu bir kenara koyarsak, belli ki özenilmiş, üzerinde çalışılmış ve emek harcanmış bu şarkı ve klip, bir ilk adım için hiç de fena değil; onu da söylemek lazım.

ARALIK 2014
0
Share

Bazen bağırıp çağırmadan, slogan atmadan, gitarları cayırdatmadan ya da “anne” gibi, “mahpushane” gibi, “güneş doğacak” gibi klişeleri bağlamaya bulamadan da protest olabilirsiniz. Bazen mizahi bir cümle, en protest slogandan daha protest tınlayabilir. Gezi’de gördük bunu en çok. Geçmişte mahkemeye verilen karikatüristlerden, kitapları toplatılan mizah yazarlarından gördük. Tıpkı Mete Özgencil’in “Köprü”sü gibi, Önder Bilge’nin “Çıkamadım”ı da ince bir mizah geleneğinden süzülüp çıkagelmiş “protest” bir şarkı.

İstanbul’da konservatuar eğitimi aldıktan sonra Amerika’da iki yıl boyunca çeşitli üniversitelerde caz ve kompozisyon branşlarında araştırmacı ve eğitimci olarak görev yapan Önder Bilge, 1992 yılında Kuşadası Altın Güvercin Şarkı Yarışmasında Asya’nın seslendirdiği “Haykır Sevda Dağlarına” adlı bestesi ile birincilik ödülü kazanmıştı.


O zamandan bu yana sektörde müzisyenliğin yanı sıra, eğitmenlik, yapımcılık, yöneticilik, menajerlik gibi alanlarda da çalışan Önder Bilge’nin, 2005 ve 2012 yıllarında yayımlanmış iki de albümü var. Önder Bilge Project adıyla yayımlanan bu iki albümde de Bilge’nin enstrümantal besteleri yer alıyordu. 2014’ün Ağustos ayında dijital platformlarda Seyhan Müzik etiketiyle servis edilen “Çıkamadım” adlı şarkıda ise Önder Bilge bu defa sadece enstrümanist olarak değil, solist olarak da çıkıyor karşımıza.


“Soul”un, “funk”ın ve de cazın içinden geçen, geçerken “rap”i de kullanan, ama bunu burnu büyük ve snop bir edayla değil, son derece samimi ve içtenlikli bir biçimde yapan, çok sağlam bir müzikal zemin üzerinde alaycı ve esprili bir tavırla lafını söyleyen şahane bir şarkı “Çıkamadım”. Bir zamanlar Türkiye’de buna benzer işleri Mazhar-Fuat-Özkan yapardı ama ne olduysa oldu, o şarkıların neredeyse tamamı reklam filmi müziği oldu zaman içerisinde; anlamından ve değerinden kaybetti böylece. Neyse ki Bilge’nin böyle bir derdi yok. Zaten şarkının daha ilk cümlesi söylüyor bunu: “Şu televizyona işin yolunu bulanlar çıktı da, ben çıkamadım…”


Halk edebiyatının taşlama geleneğinden, ‘70’lerin hicivli şarkılarından ve yukarıda bahsi geçen o incelikli mizahtan nasibini almış şarkılar en çok bu sıralar lazım bize. Hele ki Önder Bilge gibi bir müzisyenin kaleminden çıkmış, onun müzikal yetkinliğiyle bezenmiş ise… Dinlemeli dinletmeli.

ARALIK 2014
0
Share

Murat Mor’un ilk teklisi “Köprü”, DMC etiketiyle servis edildi. Şarkı ile birlikte gönderilen basın bültenini aynen alıntılıyorum:

“7 Kasım İstanbul Kadıköy doğumlu.
Akrep burcu.
Kocaeli Üni. Gıda Mühendisliğinden mezun.
Haliç Üni. Konservatuarı Şan bölümünde bir kaç dersle  son sınıfta takık,
verecek.
Bedel bu arada çıktı biz çıkamadık:)
Konse verecek, hakkını verecek.
VARSA...
Müziğin eğlencesini unutmayacak. METE ÖZGENCİL ile çalışıyorlar.
2.ŞARKI HAZIR-SLOW.
1.sevilirSE, talep kazanırSA elbette ÇIKARILACAK.
 Sevgilerimizle...
 04/12/2014
 MURAT MOR - METE ÖZGENCİL”


Yazım hatalarını dahi düzeltmeden alıntıladım metni. Her bir albüm için basın bülteni gönderiliyor çünkü ama derdini bu kadar açık, net ve dolaysız anlatanını ilk kez görüyorum. Bu kadar basit aslında… Hem kendini okutuyor, hem de klişelerle dolu olmadığı için antipati uyandırmıyor. Yazım hataları da olmasa daha iyi olurdu tabii ama o da günümüz internet yazışmaları imlasına bir gönderme gibi de algılanabilir.


Popüler müzikte çok başka türlü şarkılar yazmış, çok başka türlü klipler çekmiş, çok başka türlü bir adam Mete Özgencil. Son yıllarda çok az sayıda işe imza attığını görür olduk. Oysa bu yaratıcılık, üretkenlik ve estetik fakirliği yaşadığımız günlerde o ve onun gibilere çok ihtiyacımız var. Nitekim Murat Mor’un seslendirdiği “Köprü” de Özgencil’in kıvrak zekâsı ve kaleminden dökülmüş esprili, eğlenceli ama bir taraftan da “anarşist” bir şarkı.


Murat Mor pozitif görünümü ve neşeli tavrı ile şarkının eğlencesini bütünlüyor. Şarkı, yapısı gereği Mor’un ne kadar yetkin bir şarkıcı olduğu konusunda bir fikir vermiyor belki ama en azından bir süredir dört yanımızı sarmış “içli” erkek şarkıcılardan biri olmadığını da gösteriyor.

ARALIK 2014
0
Share

(25 Aralık 2014 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)

Sadece Türk popunun değil, Türk gösteri dünyasının da nevi şahsına münhasır isimlerinden biridir Bora Ayanoğlu. Tiyatro ve sinema birer aile mesleğidir onun için. Gözlerini böyle bir hayata açar ve kendini sahnede bulur. Tiyatro ve sinema oyunculuğuna devam ederken, bir yandan da müzikle ilgilenmektedir. Çok geçmeden şarkıcı ve besteci olarak da çıkar sevenlerinin karşısına. Gerek kendi söylediği, gerekse başka şarkıcılara verdiği nice şarkısıyla da Türk popunun klasikleşecek bestecilerinden biri olur yıllar içerisinde.


lk 45’liğini 1971 yılında yayımlayan Bora Ayanoğlu, son olarak 1994 yılında “Aklım Sende” adlı albümünü piyasaya sürmüştü. Ayanoğlu’nun 20 yıl aradan sonra çıkardığı yeni albümü ise “Söz-Müzik” adını taşıyor. We Play etiketiyle geçtiğimiz günlerde yayımlanan albüm, adından anlaşıldığı üzere Bora Ayanoğlu’nun unutulmaz şarkılarından bir kısmını ve yepyeni şarkılarını yıllar sonra tekrar dinleyici ile buluşturuyor.

Bir kuşağın Zerrin Özer’in, bir kuşağın ise Teoman’ın sesinden tanıdığı “O Yaz”la başlıyor albüm. Enstrümantal versiyona nice Türk filminden aşina olduğumuz, Ayanoğlu’nun Yunus Emre dizelerinden bestelediği ve vakti zamanında Nesrin Sipahi’nin seslendirdiği “Yunus”, Alpay’ın sesinden bir klasik olmuş “Fabrika Kızı” ve bir dönem hem Bora Ayanoğlu’nun, hem de Gönül Akkor’un sesinden plak yapılmış, sonrasında ise Zuhal Olcay tarafından da seslendirilmiş “Güller ve Dudaklar” ardı ardına geliyor.


“Penceresi Önünde”, “Kırık Aynalar”, “Küçüğüm”, “Sevgi Var Ya”, “Rose Marie” yine her biri hafızalara yer etmiş Ayanoğlu şarkıları… “Ne Zaman Uzak Kalsam Senden”, “Bir Gün Tekrar”, “Hadi Çılgınım” ve “O Deniz Şehrinde” ise Ayanoğlu’nun bugüne dek gün ışığına çıkmamış besteleri.

Ayanoğlu’nun bir besteci olarak en önemli özelliği, çok etkili, kulağı çok çabuk kavrayan melodiler bulması ve bir o kadar etkili, yer yer toplumsal sorunlara, gündelik hayatın dertlerine ilişkin konulara girmekten çekinmeyen şarkı sözleri yazmasıdır. Onu ve şarkılarını hiç bilmiyor olsanız bile, bu albüm bu konuda yeterince fikir veriyor zaten. “Fabrika Kızı” gibi kaç tane şarkı yazıldı Türk popunda? “O Yaz”da anlatılan saflıkta bir aşk hikâyesini kaç şarkı anlatabildi? Ya yurt dışında da İngilizce sözlerle plak yapılmış “Güller ve Dudaklar”?.. Daha bu albüme girmemiş nice şarkıları var üstelik; “Adım Kadın” gibi, “Recep” gibi “Deli Etme Beni Aşk” ve benim en sevdiklerimden biri olan “Varmayın Üstüme” gibi… Umarım bu albümün devamı gelir ve o şarkılar da bugünün dinleyicisi ile buluşur.


Yıllardır sinema, televizyon dizisi ve reklam müzikleri de yapan, yani işin mutfağını da çok iyi bilen Bora Ayanoğlu, bu albümün müzik direktörlüğünü de kendisi üstlenmiş. Albümün prodüktörleri ise Zeynep Göktürk, Haluk Polat ve Barış Bahçeci. Son derece sakin, gürültüsüz patırtısız düzenlemelerle melodilerin ve sözlerin tadını çıkarmamız hedeflenmiş sanki. Ayanoğlu’nun yorumu da başından sonuna o dinginliği koruyor zaten. Nice “best-of” albümler gördük/dinledik ki şarkıları yeniden düzenlerken eski hallerini aratmışlardı bize. Neyse ki bu albümde öyle bir durum yok.

Bora Ayanoğlu ve şarkılarını bilen ve sevenlerin özlem gidereceği, pek az duymuşların ise çok şey öğreneceği bir albüm bu. Kaldı ki bu ülkede böyle de şarkılar yapıldığını hatırlamaya hepimizin ihtiyacı var bu ara.

ARALIK 2014
0
Share

(17 Aralık 2014 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)

Önce albümün adı çekiyor ilginizi. Sonra dinlemeye başlayınca bir an kafanız karışıyor. Saykodelik mi? Evet. Alaturka, hatta yer yer arabesk mi? Ona da evet. Yani deneysel ve haliyle alternatif… Üstelik bağımsız bir plak şirketinden plak formatında da yayımlanmış bir albüm. Yani sıkı bir “hipster”sanız sizi cezbedecek her şey bir arada. Yok, hiç o taraklarda beziniz yoksa da başka bir damardan yakalayabilir sizi. Bildiğiniz makamlı, nağmeli şarkılar var çünkü. Bazı şarkıların sözleri biraz yorabilir. “Ölü bir adama” nasıl ve niye âşık olunur? “O uzaya” neden ya gidilecek ya gidilecek mesela? Geleceğin “filler gibi” uçmasına ağlamalı mı sahiden? Biraz felsefe mi okumalı, metafiziğe mi girmeli? Ya da sahiden bir anlam aramalı mı?


Gaye Su Akyol’un “Develerle Yaşıyorum” adı verilmiş ilk albümü 2014 yılının Haziran ayında Olmadı Kaçarız Plakçılık etiketiyle yayımlandı. 1985 doğumlu Gaye Su Akyol, üniversite eğitimini sosyal antropoloji üzerine almış. Resim de yapıyor bir yandan ama alternatif müzikle yakından ilgililer onu Mai, Toz ve Toz ve Seni Görmem İmkânsız gruplarından tanıyorlar. Kimilerine göre maddi sorunları olmayan bir aileden gelmenin özgüveni ve rahatlığıyla müzik yaparken istediği kadar uçabiliyor; kimilerine göreyse müzikte nicedir kimsenin olmadığı kadar yenilikçi ve hatta devrimci. Birinci önermenin kötücüllüğü bir kenara, ikinci önermeye de katıldığımı söyleyemem.


Mesela alın “Biliyorum”u, koyun Nazan Öncel’in “Göç” albümüne. Hiç yabancı durmaz. “Abbas”ı alın, herhangi bir Babazula albümüne koyun; o da sırıtmaz. Daha bunun Replikas’ı var, Korhan Futacı’sı, Kara Orkestra’sı, Dandadadan’ı, Yasemin Mori’si var… ‘60’lara, ‘70’lere, Barış Mançolara, Cem Karacalara filan hiç girmiyorum. Yani Gaye Su Akyol’un müziğine çok özgün, çok farklı, çok şahane alkışları tutmak biraz abartılı olabilir. Denenmişlerin, yapılmışların içinden geçiyor nihayetinde. Ama evet, toplamda yakaladığı çizginin, bir bütün halinde albümün ilk dinleyişte yarattığı etkinin kulağa yeni geldiğini söyleyebilmek mümkün. En azından bu füzyon denemesinin tamamının değil ama büyük kısmının alaturka üsluplu ve de doğru düzgün bir vokalle paketlenmiş olması, “müziğim ne kadar alternatifse ben de kelimeleri o kadar gevşete gevşete söylemeliyim”cilerin suratına suratına çarpılabilir. Bir de çok sade, çok abartısız ve çok dozunda, şarkıların aksine hiç öyle yükseklerden uçmayan düzenlemeler ve icralar da kulak dolduruyor.


Albümde sekiz şarkı var. Biri hariç söz ve müzikler Gaye Su Akyol’un elinden çıkmış. Bir şarkıya ise Akyol, Ali Güçlü Şimşek ve Canavar Banavar’la ortak imza atmış.Ali Güçlü Şimşek ve Barlas Tan Akyol, albümde hem çalmış, hem de Gaye Su Akyol’la birlikte prodüktörlüğü üstelenmişler.


“Develerle Yaşıyorum” şarkısının bende çağrıştırdığı Tarantino havasını şarkının klibinde de görmek enteresan oldu. Ama bana kalırsa bu albümü “hipster” kesimin rakı mezesi olmaktan çıkarıp daha geniş kitlelere ulaştırabilecek yegane şarkı “Biliyorum” olabilir. Tabii kafa karıştırmak adına çıtayı biraz daha yükseltmek niyeti hâsıl olursa, “Abbas”ı Nalan Altınörs ya da Samime Sanay’la düet söylemek de enteresan bir sonuç doğurabilir.


Plağı henüz satın almadım ve plakta bu espri var mı yok mu bilmiyorum ama CD baskısında, CD üzerindeki beyaz dantel motifine bayıldığımı söylemeliyim. Alican Tezer imzalı kartonet ve kapak tasarımı ise bir dikkat çekici ama bir o kadar da sade.


2014 yılı içerisinde piyasaya çıkmış alternatif denemeler arasında öncelikli kulak kabartılabilecek, enteresan bir çalışma “Develerle Yaşıyorum”. İlgiyi hak ediyor.     

ARALIK 2014
0
Share
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

Hakkımda


Photo Profile

Yavuz Hakan Tok
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci

2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.

Daha Fazla



Takip Et

  • Instagram
  • YouTube
  • Twitter
  • Facebook

Bu Hafta Çok Okunanlar

  • Tarkan Kurtlar Sofrasında
     TARKAN - "KUANTUM 51" Tarkan'ı öncelikle günün avam tarz ve türlerinden uzak durduğu, "rap"çilerle filan iş birliği...
  • Hande Yener - "Afrodizyak"
    "BAZEN SIĞ, BAZEN DİBİ YOK" Hande Yener albümleri/şarkıları hakkında yazmayı seviyorum, o belli. Neredeyse her albümünü yazmışım. ...
  • Ne Kadarı Fatih, Ne Kadarı Mabel?
    MABEL MATİZ - "FATİH"  “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
  • Issız Adam'sız Bir Nil Burak Hikayesi
    Bir sayım günüydü. Eve hapis olmuştuk. Sayım memuru ha geldi ha gelecekti. Anneannem, içi saman dolu boz ala boz renkli misafir odası ko...
  • Kim, Ne Demiş?
    ZEYNEP BASTIK NE DEMİŞ?   Zeynep Bastık Sober dergisine verdiği röportajda şöyle demiş: “’Cover’ şarkılar söylemem ve kendi şarkılarım yok...

Arşivden

  • Suna Yıldızoğlu Röportajı
    Yabancı Gelin Sonia, Türkiye'de nasıl ünlü bir sinema oyuncusu ve şarkıcı oldu?.. Yetmişlerde ona kim, neden açık çek verdi? Dillere...
  • Ne Kadarı Fatih, Ne Kadarı Mabel?
    MABEL MATİZ - "FATİH"  “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
  • Prestij Müzik'in Film Gibi Hikâyesi
    (Milliyet Sanat dergisi Şubat 2023 sayısında ve 5 Şubat 2023 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanmıştır.)    1997 yılında bir vesileyle Pre...
  • İzlediklerim Ocak 2012
    ENBE ORKESTRASI - "SENDEN KIYMETLİ Mİ?" Bütün tartışmalara, eleştirilere rağmen popüler müzik piyasasında ENBE damgası vurulmuş ...
  • Oya Bora Röportajı
    "Hani Peter Pan masalı gibi bir hayal dünyası vardır ya; orada kötülük yoktur, orada ihanet yoktur, orada acı çekilmez. Bizim şarkılar...
Copyright © 2019 Yeter ki Müzik Olsun

Created with by Beauty Templates | Distributed by Gooyaabi Templates