Organizasyon toplumu değiliz; kesin bilgi. Galiba hiçbir zaman
da olamadık. Üç kişi bir araya gelsek birimiz “keşke şu ikisinden biri
liderliği ele alsa da benim adıma da karar verse,” der, bir diğerimiz de “keşke
şu ikisi pasif kalsa da onlara ben liderlik etsem.” Ortası yok gibi. Bu durum hayatımızın
her alanında böyle işin kötüsü… En küçüğünden en büyüğüne; her arkadaşlık
ilişkisinde, iş ortamlarında, sosyal ilişkilerimizde, örgüt, cemiyet, dernek
faaliyetlerimizde ve dahi siyasette…
Haliyle müzik sektörü ile ilgili yapılanmalarımız da bundan
nasibini alıyor yıllardır. Türkiye’de müzik yapımcıları MÜYAP, eser sahipleri
MSG ve MESAM, yorumcular ise MÜYORBİR adları verilmiş meslek birlikleri çatısı
altında kurumsallaşma çabasında yıllardır. Ancak bu meslek birliklerinin her
birinde çeşitli sebeplerle ortaya çıkan hoşnutsuzluklar, fikir ayrılıkları ve
hatta kavga gürültü bir türlü bitip tükenmiyor. Bunlar doğum sancıları mı?
Belki evet. Zira telif hakları denilen şeyle dünyaya kıyasla çok daha geç
tanıştığımız bir sır değil. Ama dünyada kabul görmüş ve tıkır tıkır işleyen sistemlerin
memlekete adapte edilmesinde neden başarılı olamadığımız gerçek bir sır.
Müzikte telif ne işe yarar? Bilmeyenler için kısaca bundan
bahsetmekte fayda var. Müziğin ticari ve ticari olmayan iki yüzü var. Biz
dinleyiciler daha ziyade ticari yüzünü biliyoruz. Yani albümler yapılıyor,
satılıyor, konserler düzenleniyor, bilet alınıyor ve müzik üretenler bu şekilde
para kazanıyor diye biliyoruz. Oysa bir de bu işin “işçilik” kısmı var. Nasıl
ki bir marangoz, yaptığı bir masayı maliyetine satmıyor, üzerine işçilik payını
koyuyorsa, müzik üretenlerin de bu işi maliyetine yapmaması gerekiyor. Yani
olay stüdyo masrafları + CD basım masrafları / basılan cd sayısı = CD maliyeti ya
da konserde çalan/söyleyenlere ödenecek para + mekân, ışık, ses masrafı / bilet
sayısı = konser bilet ücreti değil. Çünkü arada o CD’de ya da konserde
kullanılan eserleri üreten ve dinlenilebilir hale getirenlerin işçiliği var.
İşte biz o işçiliğe müzikte (ya da sanatın diğer dallarında) telif diyoruz.
Kabaca böyle özetlenebilir. İşte müzik meslek birlikleri de müziğin meta haline
dönüştüğü noktada işin hem mekanik maliyet hem de telif kısmında devreye
giriyor.
Bu yazının konusu eser sahiplerinin telif hakları olduğu
için ben MSG ve MESAM’dan bahsedeceğim. Belki diğer meslek birliklerini de
başka bir yazı ile masaya yatırız sonra.
Aslında dünyada her ülkenin tek bir eser sahipleri meslek
birliği var ama işte tam da ilk paragrafta bahsettiğim nedenlerle Türkiye’de bu
da ikiye bölünmüş durumda. Zamanında yaşanılan fikir ayrılıkları ve çatışmalar
neticesi MESAM’dan ayrılanlar MSG’yi kurdu ve yıllardır birleşme yolunda atılan
adımlar boşa gitti. İki ayrı meslek birliğinin olması demek, telif toplanacak
tüm kurum ve kuruluşların iki muhatabının olması demek ki iş zaten baştan yokuşa
sürülüyor böylece. Şimdilik buna yapacak bir şey yok. Çünkü gördüğüm kadarıyla
bu iki meslek birliğinin birleşmesi kısa vadede Fenerbahçe ile Galatasaray’ın
ya da daha vahimi AKP ile CHP’nin birleşmesi kadar uzak ihtimal gözüküyor. Peki
birleşmiyorlar da ne oluyor? Biri birinden daha mı etkin ve başarılı? İşte onu
söylemek de zor. Çünkü her birliğin içinde de sular bir türlü durulmuyor ve
yönetim ve uygulamalarla ilgili tartışmalar nedeniyle birliklerin asli amacı
hep geri planda kalıyor.
Nitekim önümüzdeki günlerde her iki meslek birliğinde de
genel kurul seçimleri yapılacak. Her ikisinde de bu işi yıllardır devam ettiren
eski yönetimler ve yönetime aday olay yeni ekipler var. Herkes birbirini
suçluyor, kimi eski yönetimleri, kimi aday olan yönetimleri yerden yere vuruyor
ve memleketin müziğini üreten ve sadece bu yüzden bile duyarlı, hassas,
duygusal olmaları beklenen binlerce söz yazarı ve besteci, handiyse siyasetçileri
aratmıyor. Tabii bir de etliye sütlüye karışmayan, toplantılara bile gitmeyen,
ne şekilde ve kim tarafından olursa olsun yönetilmeye razı olan kesim var. Yani
durum ülke genelinde olan bitenden pek de farklı değil.
Hem MSG hem de MESAM’da önümüzdeki günlerde yapılacak
seçimlerde bir yanda yıllardır bu işi yapan eski yönetim kurulları yeniden
adayken, bir yanda da bu işe talip alternatif yönetim kurulları var. MESAM’da
görevden alınan Arif Sağ ve ekibinin karşısında Orhan Gencebay ve ekibi
yönetime talip. MSG’de ise Garo Mafyan ve ekibinin karşısına bu seçimlerde
Aykut Gürel ve ekibi çıkıyor.
Dedim ya, meslek birlikleri farklı olsa da tartışılan
meseleler temelde aynı. Bu vesileyle ben de önerdiği yönetim kurulu listesi bir
hayli dikkat çekici olan Aykut Gürel’le konuştum. Derdim şu veya bu yönetimden
ya da yönetim adayından taraf olmak değil, sadece kıyısından köşesinden bir
eser sahibi olarak meslek birliklerinin nerede hata yaptığını, aslında ne
yapması gerektiğini anlamaktı. Bakın neler öğrendim.
Türkiye’de hali hazırda müzik eser teliflerinin
toplanabildiği mecralar mekanik CD satışları, internetteki müzik indirme ve
dinleme platformları, radyo ve televizyonlar ile mahal (yani otel, kafe, bar,
konser mekânı vb.) “Mahalden toplanan gelir toplam gelirin çok daha bir büyük
yüzdesini teşkil etmesi gerekirken, biz bunu bir türlü başaramadık,” diyor
Aykut Gürel. “Bırakın otelleri motelleri bir yana, her kahvehaneden 10 lira
bile alsak, ortaya müthiş bir rakam çıkar. Ama bu konuda hâlâ bir yaptırımımız
yok."
İlk okuyuşta biraz tuhaf gelebilir ama bilmeyenler için
açıklayayım. Müzik çalan her mekân bunun için meslek birliklerine telif
ödemelidir. Bu tüm dünyada geçerli ve uygulanan bir sistemdir. Otel
lobilerinden kafelere, çay bahçelerinden kahvehanelere kadar her mahal buna dâhildir.
Nasıl suya, elektriğe para veriliyorsa, çalınan müziğe de para verilmesi son
derece olağandır ki memlekette bu nedense tuhaf karşılanmaktadır.
“Bir kere yönetim olarak ilk işimiz mahalden telif geliri
edinmenin yaptırımlarını sağlamaktır,” diyor Aykut Gürel. “Bu aslında sanıldığı
kadar zor bir şey değil. Ülke çapında kurulacak bir bağımsız denetçiler ağı ile
yaptırımlar sağlanabilir.”
Bir de CD satışlarının düşmesi nedeniyle ön plana çıkan
dijital meselesi var. “Şu anda her platforma farklı tarife uygulanıyor,” diyor
Gürel. iTunes’a ayrı, TT Net Müzik’e ayrı, Avea Müzik’e, Turkcell Müzik’e ayrı…
Oysa bir şarkının sabit bir bedeli olmalı ve her platform bu bedel üzerinden
şarkıları satışa sunmalı. Sözleşmeler buna göre yapılmalı. Farklı tarifeler
ciddi bir gelir kaybı yaratıyor. Bir de bu platformlarda bir şarkıyı indirmenin
ayrı, dinlemenin ayrı tarifeye tabi olması sorunu var. İstediği zaman bir
tıkla dinleyebilmesi mümkünken kaç kişi şarkıyı indirip bilgisayarında saklıyor
ki? Neden dinlemeye daha az ödeniyor?..”
Haksız sayılmaz. Özellikle Deezer gibi “offline” dinleme imkânı
sunan platformlarda şarkıları aslında indirmiş kadar oluyorsunuz. Buna karşın siz şarkıyı dinlediğinizde eser
sahibinin payına düşen telif, indirdiğinizde düşenden çok daha azmış.
İşte bu noktada devreye meslek birliklerinin dijital
platformlarla yaptığı sözleşmeler devreye giriyor. Sözleşmelerde her iki meslek
birliğinin ortak bir tarifede anlaşıp, bütün platformlara bu tarifeyi sunmasını
öneriyor Aykut Gürel. Yakın zamanda çok fazla tartışılan You Tube örneğini
veriyor sonra. Tüm dünyada müzik sektörünün para kazandığı bir platform You
Tube. Türkiye’de ise yıllardır bir türlü anlaşma sağlanamıyor, dünyanın en çok
tıklanan You Tube kanallarından biri olan MESAM kanalı, eser sahiplerine gelir
getirmiyordu. Burada da her iki meslek birliğinden birbirlerini suçlayan
açıklamalar geldiyse de sanırım ve umarım kısa vadede anlaşma sağlanacak ya da
sağlanmak üzere.
Aykut Gürel’in özellikle üzerinde durduğu bir mesele daha
var ki; galiba tüm sorunların temelinde de o yatıyor. “Sanatçı olmak başka, bir
organizasyonu yönetmek başka… Biz bu işten anlamayız. Anladığımız yere kadar
müdahil olmalıyız ama sonrasında işi profesyonellere bırakmalıyız. Mali bir
yönetim kadrosu kurmalı, o kadrodan ücreti karşılığı hizmet almalıyız. Paraya bizim elimiz değmemeli. Biz idareci olmalı, kararları vermeli ama uygulamayı
profesyonellere bırakmalıyız. Hukuktan, maliyeden anlayan profesyonellere…”
Bu da bizim memlekette organizasyon aksaklıklarının en
önemli sebebi değil mi zaten? Ne Arif Sağ’ın, ne Garo Mafyan’ın, ne Aykut Gürel’in
ne de Orhan Gencebay’ın müzisyenliğinden kuşku duyarız. O başka bir şey. İnsan
olarak birbirimizi severiz, sevmeyiz o da ayrı. Ama işin teknik bilgi gerektirdiği
hallerde sadece sevilen, güvenilen ya da saygı duyulan biri olmanın ötesi
gerekiyor. Bu saatten sonra bu saydığımız isimlerin hiç birinden bu çapta bir
teknik donanım bekleyemeyiz. En akılcı olanı elbette saygınlık ve güvenirliklerini
idarecilik yönünde kullanmaları… Yapıcı ve birleştirici, açık ve net, dürüst ve
saydam olmaları ve işin teknik kısmını emin ellere teslim etmeleri. Utanarak
yazıyorum ama bu da bir gerçek ki yolsuzluk, usulsüzlük gibi iddiaların önüne
de ancak böyle geçilebilir.
“Lütfen aramızda kalsın,” dese de affına sığınarak bunu yazmak istedim. “Birkaç
müzisyen arkadaşımın faturalarını ben ödüyorum,” dedi Aykut Gürel. “Televizyonda
şarkıcıları jiplere binerken gören insanlar, her müzisyenin büyük para
kazandığını zannediyor. Oysa o jiplere binenlerin arkalarında çalanlar,
şarkılarını yazanlar senin benim gibi insanlar. Hayatlarını bu meslekten
kazanmak durumundalar ama çoğunun geliri bir memurunki kadar bile değil.
Üstelik sigortaları, emeklilikleri filan da yok.”
Bu da yıllardır tartışılan bir konu. Meslek birliklerinin
üyelerine bir sigorta kapsamında emeklilik hakkı kazanma yolunu açmalarını
zaruri görüyor Gürel. “Teliflerden ayrılacak bir miktar parayla üyeler
sigortalanabilir,” diyor. Nitekim sağlık sigortası uygulaması şu an her iki
meslek birliğinde de var. Neden emeklilik de olmasın? Kaldı ki bu mesleğin en
önemli sorunu popülerlik süresi. Her bestecinin, söz yazarının, şarkıcının ya
da müzisyenin bir popülerlik süresi oluyor ve o süre şu veya bu nedenle dolduğunda
geliri bir anda düşüyor. Zaten sabit bir geliri olmayan müzisyen için bir zaman
diliminde ürettikleri ile hayatını sürdürebilmesi mümkün olmalı. Dünyada da
böyle oluyor bu. “Love Story” gibi bir şarkı yazıp hayat boyu telif geliri
kazanabiliyorsunuz mesela. Bizde ise böyle bir örnek yok. Hatta Aykut Gürel
sohbetin burasında bana yüzlerce “hit” şarkı üretmiş Sezen Aksu’nun geçtiğimiz
yıl kazandığı telif ücretini de söyledi ama elbette yazmayacağım. Şu kadarını
söyleyebilirim: “İnsan gerçekten hayret ediyor!”
Çok karmaşık ve çok çetrefilli bir meseleyi mümkün olduğunca
sadeleştirerek ve kısa özetlemeye çalıştım. Çözümü hiç de zor görünmeyen bazı
konularda bugüne dek bir arpa boyu yol alınamamasının altındaki sebepleri,
kişisel çıkar ve iktidar oyunlarını ise özellikle yazmak istemedim. “Benden öncekilerin
hataları üzerinden siyaset yapmıyorum,” dedi Aykut Gürel de zaten. “Sadece yeni
bir sayfa açmayı öneriyorum. Bugüne kadar olup bitenleri bir yana bırakıp, yeni
isimlerle, yeni bir öneri getiriyorum.”
Gönül isterdi ki MESAM kanadındaki yeni yönetim kurulu
adayını da dinleyeyim ama Gürel’le konuştuğumuzun ertesi günü yapılacak o
toplantıya maalesef katılamadım. Ancak farklı şeylerin konuşulduğunu da
düşünmüyorum. Çünkü temelde meseleler aynı, çözümler ortak ve aklın yolu bir. Nitekim
geçtiğimiz günlerde Orhan Gencebay’ın Milliyet Gazetesi yazarı Ali Eyüboğlu’na
söyledikleri de bu minvalde:
“Müzik dünyası tam manasıyla dibe vurmuş durumda.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda bekleyen ve internetten korsan müzik indiren ya
da dinleyenlere 2 bin ila 50 bin lira arasında cezayı gerektiren Telif
Kanunu’ndaki düzenlemeler çıkmadıkça, telif birlikleri tek çatı altında lisanslama
ve tahsilata geçmedikçe ve Türkiye’de telif işi gelişmiş ülkelerin seviyesine
gelmedikçe kurtuluşu yok sektörün. Müzik için yatırılan paralar geri gelmedikçe
sektör yeni yatırımlar yapamaz, yeteri kadar yeni eser üretilemez oldu.
2013’te Türkiye’de, albüm satışları ve teliflerden giren
toplam para 120 milyon lira.
Yunanistan’ın 2012’deki müzikten telif geliri ne kadar
biliyor musun?
130 milyon euro...
Bizim nüfusumuz 76 milyon, Yunanistan’ın 8.5 milyon, ama
telif gelirleri bizim üç katımız...”
Aykut Gürel’in önerdiği yönetim kurulunun isimlerini de sayayım
yazıya nokta koymadan. Canda Erçetin, Sezen Aksu, Ozan Çolakoğlu, Harun tekin,
Feyyaz Kuruş, Hilmi Özer, Metin Özülkü, Fettah Can, Yöngün Keymen ve Ömer
Teoman. Teknik bilim kurulunda Volga Tamöz, Erdinç Şenyaylar, Ceyhun Çelik,
Aycan Teztel ve Hakan Kumru var. Haysiyet kurulunda Şehrazat, Nilüfer ve Fikri
Sağlar isimleri göze çarpıyor. Denetim kurulu için önerilen isimler ise Şakir
Askan, Kutlu Özmakinacı ve Rıza Erekli.
MART 2014
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder