TİKİSULARIN VE TİKİCANLARIN DÜNYASINDAN
Türkiye’de “dj” müziği gibi çok anlamlı olmayan bir ifadeyle tanımlanan elektronik dans müziği (EDM) gece kulübü ve diskoteklerden çıkıp geniş konser alanlarına yayılmaya başladı. Doksanlardan bu yana pop müziği albümlerinde yer verilir olan “remix”lerle kulaklarımızın alışmaya başladığı bu müzik türü, Hüseyin Karadayı ve Burak Yeter’in içinde Türkçe şarkılarda bulunan albümleriyle ivme kazanırken, albüm olarak yayımlanmasa bile internet üzerinden dolaşıma giren türlü çeşitli “remix”lerle kendi dinleyici kitlesini kazandı. Türkçe pop çalan radyoların genellikle hafta sonu kuşaklarında yer verdikleri “dj” setlerinin de bu “trend”e katkıda bulunduğu söylenebilir.
Sezen Aksu, Candan Erçetin, Yaşar gibi isimler daha bu kadar moda olmadan çok önce, sadece şarkılarının “remix”lerini içeren albümler yayımladılar. Murat Uncuoğlu ve Aytekin Kurt’un Sertab şarkılarından kotardıkları “Sertab Goes To The Club” ve Uncuoğlu’nun Hakan Eren’le projendirdiği “Bir Zamanlar Remix” albümleri de öncü sayılabilecek işlerdi ama çok fazla ses getirmediler.
Bu konudaki asıl dönüm noktasının Ozan Doğulu’nun 2010 yılında yayımlanan “130 BPM” albümü olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu albüm bir süredir yeni bir çıkış yolu arayan popüler müzik piyasası için adeta can simidi oldu ve gördüğü ilgiyle de benzer albümlerin önünü açtı.
“130 BPM”in yayımlandığı 2010 Haziran’ından bu yana piyasaya çıkan İskender Paydaş, Volga Tamöz, Erdem Kınay, Ozan Çolakoğlu albümleri ve yine Ozan Doğulu’nun “130 BPM Allegro”su elektronik dans müziğini, popüler müzik sektörünün neredeyse tek atar damarı haline getirdi.
Aslında bu sadece Türkiye’ye has bir durum değil. Dünyada da son yıllarda benzer bir eğilim var. MTV Müzik Ödüllerine 2012 yılında ilk kez EDM kategorisinin konulması, EDM konseptli festival sayısının ve bu festivallere katılan izleyici sayısının her yıl giderek artıyor olması dikkat çekici gelişmeler. Avicii, Tiesto, David Guetta, Skrillex gibi isimler bir dönemin “rock” yıldızları kadar ilgi görüyor bugünlerde. Yüzbinlerce insan, pek az sayıda “rock” ya da pop şarkıcısının doldurabileceği geniş alanlarda hayranı oldukları “dj”lerin performanslarını izlemek için toplanıyor. MTV programcısı Rawley Bornstein’in EDM’ni “yeni rock’n roll” diye tanımlaması belki abartılı ama yine de göz ardı edilemeyecek bir saptama.
Nitekim Türkiye’de de geride bıraktığımız yazın galipleri “dj”/aranjörler oldu. Hem albümler çok konuşuldu, çok sattı, hem şarkılar her yerde çalındı, hem de performansları büyük ilgi gördü. Özellikle Ozan Doğulu, yurt içi ve yurt dışında herhangi bir pop ya da “rock” şarkıcısının dolaşmadığı kadar çok yer dolaşarak ve her gittiği yerde etkinlik alanlarını hıncahınç doldurarak albümlerinin yarattığı etkinin gücünü gösterdi.
Dünyada “dj”lerin önceleri piyasada mevcut dans şarkılarını uzatarak, başka formlara sokarak, dans edilemeyecek şarkıları dans edilebilir hale getirerek çıktıkları yol, zaman içerisinde sadece bu maksatla yeni şarkılar üretmeye kadar gitti. Bizde de Karadayı, Yeter, Uncuoğlu gibi isimler genellikle birinci yolu seçerken, Ozan Doğulu ve peşi sıra gelenler ikinci yolu tercih ettiler. Genellikle bu albümlerde yeni şarkılar ya da eski şarkıların yeni düzenlemeleri kullanıldı, Erdem Kınay gibi kendi bestelerine ağırlık verenler de oldu. Ozan Çolakoğlu ve İskender Paydaş misali yüzünü sıklıkla görmediğimiz, ‘müzik mutfağındaki saygın adamlar’ olarak bellediklerimizi kliplerde “dj” setinin başında elleri havada görmeyi yadırgamış olsak da en başında, her birinin kendi janrında bu işi hakkıyla yaptığını da kabul etmemiz lazım.
Bu zincire son eklenen halka “The Project” albümüyle Kaan Gökman ve Serdar Şenel oldu. Bu defa konsept biraz daha farklı. Ortak yaptıkları besteler ve Şenel’in yazdığı sözlerle tamamen sıfır kilometre şarkılardan oluşan bir albüm bu. Serdar Şenel “dj” ya da aranjör değil; besteci ve şarkıcı. “Dj” Kaan Gökman’la bu albüm için bir ortaklık kurmuşlar ve bu proje ortaya çıkmış. Fark da burada başlıyor zaten.
Kaan Gökman radyoculuğuyla olduğu kadar bugüne dek birçok albümde yayımlanmış “remix” düzenlemeleriyle ve 2010 yılında piyasaya çıkan “This Is (H)it” albümüyle tanınıyor. Asıl mesleği görsel sanatlar ve grafik tasarım olan ama kendini bildi bileli müziği de hep cebinde taşıyan Serdar Şenel ise yine 2010 yılında piyasaya çıkan ilk albümü “Sana Tebrikler”le müzik piyasasına güncel pop kulvarından giriş yapmıştı. Birini yakından, diğerini uzaktan tanıdığım ve takip ettiğim bu iki genç adamın ortak noktaları, müziği çok sevmeleri kadar işlerine gösterdikleri özen ve titizlik ile harcadıkları emek ve çaba. Bu da bu albüme baştan kazanılmış bir sinerji olarak yansımış zaten.
Tek bir itirazım var ki; o da albümün adı. Çok yakın bir tarihte Erdem Kınay’ın benzer konseptteki albümü “Proje”adıyla piyasaya çıkmışken, ben olsam İngilizce bile olsa aynı ismi kullanmazdım. Bunu bir kenara koyarsak Serdar Şenel tarafından yapılan kapak tasarımının, Saygın Şenel tarafından çekilen kartonet fotoğraflarının, peşi sıra kliple de tamamlanan görsel bütünlüğün gayet maksadına uygun ve batıdaki emsallerini aratmayacak nitelikte olduğu söylenebilir.
Gelelim içeriğe…
Albümde altı şarkı ve bir de “remix” var. Şarkıların düzenlemelerini Kaan Gökman yapmış, Serdar Şenel de solistliği üstlenmiş ama her şarkıda ayrıca konuk isimler de Şenel’e eşlik ediyorlar. Bu tür albümlerin olmazsa olmazlarından biri de bu kalabalık kadrolar zaten. Bu her şeyden çok çabuk bıktığımız hız çağında, bu gidişle tek bir şarkıcının on şarkısını ard arda dinlemeyi unutur, bundan sıkılır olacağız. Bundan olsa gerek Şenel de solist olarak şarkılarını başka şarkıcılarla paylaşmakta sakınca görmemiş. İyi de yapmış.
Geçtiğimiz günlerde ilk klip olarak da servis edilen “Efendi”, albümün açılış şarkısı. Bu şarkıda Şenel ve Gökman’a Eylem ve Mansur Ark eşlik ediyor. Bu ilk şarkı albümün bütünü hakkında fikir vermeye yetip de artıyor bile.
Bu tür müziğin çıkış noktası olması itibariyle albümde anlatılan, gece kulüplerinin, gece hayatının ve o hayatın insanlarının hikayeleri (Ozan Doğulu da “Alain Delon”la böyle bir başlangıç yapmıştı hatırlarsanız.) Şık giyinmek, o mekân senin bu mekân benim gezmek, kolay başlayan, kısa süren ilişkiler yaşamak… Hafta sekiz gün dokuz partiler, on parmak mesajlaşan, eski sevgilisine laf sokan kızlar (Tikisular), lüks arabalar süren, pahalı parfümler kullanan “cool” genç adamlar (Tikicanlar)… Memlekette büyük çoğunluğun sadece dizi filmlerden, magazin programlarından ve şarkılardan tanıdığı/bildiği, aslına bakarsanız yazları Güney sahilleri, kışları da İstanbul dışında pek izine rastlanmayan bir yaşam biçiminin şarkıları.
Peki neden tutuluyor bu kadar bu şarkılar?.. Çünkü artık kimse ona kendisini anlatan şarkıyı/kitabı/filmi duymak/okumak/görmek istemiyor. Herkes yerinde olmak istediklerinin hikâyeleriyle ilgileniyor. Belki de bu bizim sıradan/ortalama/sıkıcı hayatlarımıza katlanma biçimimiz artık. Ya da bir genelleme yapmayacaksak şayet, herkesin kendince farklı ve haklı bir gerekçesi mevcut. Şöyle ya da böyle bu şarkıların, bu tarzın ve bu türün bir alıcısı var ve Şenel – Gökman ikilisinin yazdığı şarkılar tam da o alıcı kitleyi can evinden vuruyor. Üstü açık ya da kapalı eleştiri/dalgaya alma payını da es geçmeden.
Nitekim şarkıların tamamı bu ana temanın birer parçası gibi. Burada emsali albümlerde gördüğümüz türden “Aman içine Sibel Can’ı da katayım, dur Orhan Baba’dan da bir şarkı koyayım, başka başka kitlelere de olta atayım,” hesaplarına girilmeden, doğrudan hedef kitleye yönelik parçalarla tüme varılıyor ki albümü doğru ve dürüst kılan da bu.
“Efendi”den sonra sırasıyla “Ukala”da Erci E., Tam Zamanı”nda Duygu Çevik, “Hoş Kadının Fendi”nde Simge Sağın, “Aşktan Öte”de Nezih Üçler, “Şekerim”de Maxim, Şenel ve Gökman’a eşlik ediyor. Albümün sonunda yer alan “Ukala Remix” ise Koray Aykılıç tarafından yapılmış.
Şarkıların “mix”i Türkiye’de elekronik müziğin pirleri arasında sayabileceğimiz Erol Temizel’in elinden çıkmış. Albümün en dikkat çekici özelliklerinden biri de çok sıkı ve temiz bir “sound” duyuyor olmamız. Bunda Kaan Gökman’ın ince işçiliği kadar Erol Temizel ustalığının da payı var kuşkusuz. Albüm sokaktaki insandan müzik yazan çizenine kadar hepimizin “dım tıs dım tıs” diye adlandırdığı o tekdüzelik tuzağına düşmüyor. Melodik ve akılda kalıcı şarkılar, çok modern, çok güncel bir yapı üzerine kurulmuş düzenlemelerle albümü dinleyenlerin bir dakika olsun sıkılmasına fırsat vermiyor. Evinde bir bilgisayar, bilgisayarında da bir müzik yazılımı olan herkesin aranjör ya da “dj” olabildiği, “remix” yapabildiği bu zamanda, bu işi herkesin neden yapamayacağını ya da herkesin yaptığının neden olmayacağını Kaan Gökman bu albümle açok ve net bir şekilde gösteriyor.
İçinde oryantal tatlar barındıran “Ukala” bence bu albümün “Efendi”den sonraki bir diğer dikkat çekici şarkısı. “Tam Zamanı”nın sözlerinde Demet Akalın’a bir gönderme mi var, ben mi öyle algıladım emin değilim. “Hoş Kadının Fendi”nde eğlence doruğa çıkıyor. Nefesli sesler, ufaktan bir halay ritmi ve gazel esprisi gayet dozunda. Maxim Petrov kimdir diye bir bakayım dedim, Rusya’da 12 hastasını öldürdüğü için ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış bir doktor olduğu bilgisi çıktı karşıma. Bu Maxim o Maxim değildir nasılsa diye aramaktan vazgeçtim (Ama bu arada “Şekerim”i de çok eğlenceli buldum.) “Aşktan Öte” onca modern altyapısının içinde barındırdığı arabesk temayla bana biraz Gülşen’in “Seyre Dursun Aşk”ının formülünü anımsattı. Ha bir de “mesajlaşırım on parmak” cümlesini keşke Eylem söylemeseymiş diye düşündüm.
Gökman ve Şenel ortaklığı başka albümlerle de sürer mi bunu bilmiyorum ama bu projenin yılın en iyi EDM albümlerinden biri olduğu bir gerçek. Ben kendi adıma umarım ki bu ortaklık daha geniş açılımlar, daha büyük projelerle devam eder ve hatta benzeri ortaklıklar için de yol açıcı olur.
EYLÜL 2012