Keşke onu ilk tanıdığımızdaki o fişek gibi dans edip şarkı
söyleyen yıldız adayı haliyle kalabilseydi. Keşke bir parça “cool” durabilseydi,
kendini koruyabilseydi. Keşke malum televizyon şovunda bu kadar fazla süredir
jüri üyeliği yapıp yüzünü bu kadar eskitmeseydi. Keşke kariyerini daha doğru
yönetebilseydi…
Söz konusu Hadise ise “keşke”ler uzar gider… Evet, tüm
yanlışlarına ve hatalarına karşın bir dönemin çocuklarını yakalayıp şimdinin
gençlerinin gözdelerinden biri olabildi belki; seveni, takip edeni hiç az değil
ama ben kendi adıma onun hep potansiyelinin ve aslında konumlanabileceği yerin
altında kaldığını düşünüyorum. Tabii hayatta hiçbir şey için hiçbir zaman geç
değildir, o ayrı.
Hadise’nin 2017 çıkışlı son albümü “Şampiyon”, birden fazla “hit”
çıkararak misyonunu yerine getirdi. O günlerin Türk popu standartlarını fazla
zorlamayan, kendi meşrebince eli yüzü düzgün, derli toplu bir albümdü. Hadise, o
albümün en büyük “hit”i olan “Sıfır Tolerans”ın ekmeğini uzun süre yedi,
yetmedi 2018’de şarkının bir de akustik versiyonunu yayımladı. Yeni Hadise
şarkısı “Geliyorum Yanına” ise geçtiğimiz günlerde Fanta Music etiketiyle servis
edildi.
Firma isminden de anlaşılacağı üzere bir reklam şarkısı
aslında bu. Hadise daha önce de işbirliği yaptığı meşrubat markası Fanta ile bir
reklam kampanyasının parçası olarak seslendirmiş bu şarkıyı. “Geliyorum Yanına”nın
söz ve müziği Gülşen’in elinden çıkmış, düzenleme ise Ozan Çolakoğlu tarafından
yapılmış.
İşin içine reklam girdiği zaman durum hep biraz tatsızlaşır,
şarkıya zoraki yerleştirilmiş sloganlar filan sırıtır ya hani, neyse ki bu
şarkıda öyle olmamış. Şarkı bir reklam şarkısı gibi değil ama duyar duymaz tereddüt
etmeden “Bunu Gülşen yazmış,” diyebileceğimiz tipik bir Gülşen şarkısı. Ne var
ki bir 6-7 sene önce yazılmış gibi. "Sabahlara kadar kopmak, geceleri yakmak" filan biraz o dönemin jargonu sanki.
Herkesin bu yaz “hit” pop şarkısı çıkmadı diye dert yandığı
bir dönemde “hit” olabilmesi için bütün kriterler göz önüne alınarak yazılmış
bu şarkı o boşluğu doldurur mu bilmem. Evet, Hadise’nin doğru taşıyabileceği
bir şarkı. Evet, içine çok kolay giriyor, kolayca ezbere alıp eşlik
edebiliyorsunuz. Düzenleme gayet usta işi, gayet modern, klipteki parti havası
da şarkıyı ateşleyen bir başka unsur olmuş. Ama tüm bunların toplamında “pop
müzik kurtuldu” gibi bir sonuç çıkmıyor bence ortaya. Zaten Hadise de o cümleyi
şaka olsun diye söylemiştir muhtemelen. Öyledir, değil mi?
Ajda Pekkan’ın Ozan Doğulu albümünde yer alması ve bu yazı uzun
süredir beklenen yeni albümünden bir şarkıyla değil de “Yalnızlık FM”le
karşılaması müzik sektörü için şaşırtıcı bir gelişmeydi. Nitekim tam da “Yalnızlık
FM”i dinlemeye başladığımız günlerde Ajda’nın yakında bir Sinan Akçıl şarkısıyla
karşımıza çıkacağı haberleri yapıldı. Şöyle bir haber çıktı mesela: “Müzisyen
Sinan Akçıl, daha önce de şarkı verdiği Ajda Pekkan’a jest yaptı. Süper Star’ın
yeni çalışması için “Canın Sağ Olsun” isimli bir eser verdi.”
Ortada bir taktik savaşı dönüyordu, orası kesindi de Twitter’da
Sinan Akçıl’ın da paylaştığı ama sonra nedense sildiği bu haber neresinden
baksanız yakışıksızdı. Bir kere her şeyden önce Sinan Akçıl Ajda Pekkan’a jest
yapamazdı. Ortada bir jest varsa, onu da olsa olsa Sinan Akçıl’ın şarkısını
seslendirerek Ajda Pekkan yapmış olabilirdi. Yoksa 55 yılın Ajda’sına jest
yapmak öyle her babayiğidin harcı değildi.
Bu cümleleri aynen bu şekilde yazdım Twitter’da Sinan Akçıl’ın
paylaşımının altına ama sonra “Yine öğreten adamlık yapma!” dedim kendi kendime
ve daha paylaşmadan sildim o gün. Gelin görün oradaki yersiz (hadi “üstünlük”
demeyeyim) “denklik” çabasından tek rahatsız olan ben değilmişim demek ki. Birkaç
gün sonra “Canın Sağ Olsun” Ozinga & DMC ortak etiketiyle yayımlandı, peşi sıra klip servis edildi. Sonra
klip gerisingeri yayından kaldırıldı. Yeniden yüklendiğinde bir şeyler
değişmişti. Şarkıdan Sinan Akçıl’ın sesi çıkarılmıştı. Diğer dijital platformlarda
şarkı bir süre ilk haliyle kaldıktan sonra, onlar da değiştirildi.
Üstüne uzun uzun yazılacak bir mesele ama ben daha fazla
uzatmayacağım.
Söz ve müziği Sinan Akçıl’a ait “Canın Sağ Olsun”un
düzenlemesinde Ozan Çolakoğlu, Tarık İster ve Sinan Akçıl’ın ortak imzası var.
Ajda’nın yıllardır saplanıp kaldığı “kulüp şarkısı” yörüngesinden çıkamayan, klasik
Ajda şarkılarını mumla aratan, gelip geçici bir “hit”. Eğlenceli, kolay ezberlenen,
kolay eşlik edilebilen, ritmi ve “sound”u itibarıyla da hedef kitlesi belli bir
şarkı. Geçen yıllarda yaptığı şarkılara nispetle bir tık daha derli toplu, daha
eli yüzü düzgün, Sinan Akçıl’ın son dönem bestelerine bakıldığında da çıtası
biraz daha yüksek ama hepsi o. Ajda kariyerinin unutulmaz şarkılarından biri
olmayacağı kesin. Günü kurtarır mı? Muhtemelen.
Şarkının en iyi tarafı Ajda’nın o boğucu şarkı söyleme
biçiminden uzaklaşıp bildiğimiz Ajda gibi söylemiş olması. “Yalnızlık FM” beni
bu konuda çok mesut etmişti ki bu şarkıda da bir miktar o Ajda havası var. Ajda’ya
bunu kim söyler nasıl söyler bilemem ama popülerin tam göbeğini yakalarken de klasik
tavrını koruyabilmesinin mümkün olabileceğini, bu orta yolu bulabilecek nice
besteci, şarkı sözü yazarı ve aranjör olduğunu biri söylemeli artık. Önce bir
yüzünü ekşitip “Aeahaheah demode!” filan der ama zekâsıyla seni beni cebinden
çıkaracağını son Cengiz Semercioğlu röportajında bir kez daha gördük, eninde
sonunda anlayacaktır. Kim bilir belki de çoktan anlamıştır.
Göksel’in kendi tabiriyle “siyah beyaz dönemden renkli
döneme geçişi” gayet şatafatlı bir biçimde devam ediyor. Nitekim “Tam da Şu An”
ve “Bu Da Geçecek” den sonra gelen üçüncü tekli de çok renkli.
Geçtiğimiz günlerde Avrupa Müzik etiketiyle yayımlanan
şarkının adı “Hiç Yok”. Söz ve müziği Göksel’e ait şarkının düzenlemesi ise
Ozan Çolakoğlu tarafından yapılmış. Şarkı zaten muhtemelen Göksel tarafından
ilk bestelendiği an “Beni Ozan Çolakoğlu düzenlesin”, diye bağırmıştır; aksi
mümkün değil. Çünkü böylesi bir şarkıya bu derece disko topu ışıltısı verebilecek
üç aranjör varsa memlekette, biri Ozan Çolakoğlu ve Göksel’le zaten daha önce
de bir dolu şarkıya imza attılar.
Depresyondaydı, acıyordu, açık yarası vardı, gidemiyordu filan
derken Göksel’in içinden çok frapan bir disko kraliçesi çıkmasın mı? Çıksın
vallahi. Ne de güzel olmuş, nasıl da yakışmış. Hem çemkirmeden, atar gider
yapmadan da lafını söyler o. Göksel o. Kimselere benzemez. Kendi dilinden
söyler. Söylemiş.
Gayet kıpır kıpır, gayet enerjik melodisi, basbayağı da
sloganlı sözleriyle bu yazın çalma listelerinde Göksel’e yer açacak bu şarkı,
orası kesin. Öte yandan 20 yıldan fazladır ağırlıklı olarak kendi yazdığı
şarkıları söyleyen birinin viraj alırken riske girmesi kaçınılmazdır ya; o
riski de bir güzel aşıyor bu şarkı. Bu defa acı yokken, gözyaşı yokken, korku
yokken görüyoruz Göksel’i ve ne şahane ki gördüğümüzden memnun kalıyoruz. Daha
ne olsun?
(17 Eylül 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Öyle bir albüm hayal ettim ki bir an… “Bu Havada Gidilmez”i Barış Manço, “Erkekler de Yanar”ı Erkin Koray, “Göç”ü Mazhar-Fuat-Özkan, “Nazlı Ay”ı Selda Bağcan, “Gidelim Buralardan”ı Kayahan söylüyormuş mesela… Ne güzel hayal… Ama boşa değil. Nazan Öncel şarkıları hepsinden izler sürmüş, bal toplamış meğer. Şimdiye dek Öncel’in sesi ve şarkı söyleme biçimi o kadar baskın çıkmış ki bunu bu kadar açık ve net fark edememişiz. “Ve Nazan Öncel Şarkıları” albümü bana her şeyden önce bunu anlattı. O şarkıları neden bu kadar sevdiğime dair yeni bir ipucu buldum.
Öncel’in tamamı yeni şarkılardan oluşan “Durum Şarkıları” albümünün üzerinden henüz kısa bir zaman geçmişti ki geçtiğimiz günlerde “Nazan Öncel Şarkıları” isimli saygı (ya da proje) albümü DMC etiketiyle piyasaya sürüldü. İyi de oldu zira büyük bir kısmı Nazan Öncel’den başkasının sesine değmemiş, orijinal versiyonları ise düzenlemelerin yapıldığı dönemin müzikal anlayışında yıllanmış bu şarkıların bugüne, bugünün sesleri ile güncellenmesi zamanın gereğiydi artık. Her proje albümü gibi riskini de içinde barındıran bu çalışma, o riski bertaraf edebilmiş de üstelik.
Bugüne dek müziğine hep uzak durduğum Manuş Baba’nın “Bu Havada Gidilmez” yorumuna ve özellikle de düzenlemesine bayıldığımı söyleyeyim en başta. Benzer şekilde yine pek semtine uğramadığım Koray Avcı’nın İskender Paydaş tarafından düzenlenmiş “Erkekler de Yanar” versiyonu da şarkının hakkını vermiş. Her iki düzenleme de bu iki şarkıyı ‘70’lere (daha doğrusu ‘70’ler “sound”unun bugünlerde tekrar moda olmuş seslerine) doğru yürütürken çok sıcak bir damar yakalamayı başarmış.
Gökhan Türkmen’in GT Band ile birlikte düzenleyip seslendirdiği “Nazınla Dünya Sazınla Dünya” ve İskender Paydaş düzenlemesiyle Fatma Turgut’un seslendirdiği “Zor Dünya”, bugünün müziğinde de kendine alan açabilecek, yeniden keşfedilebilecek kadar kulak dolduruyorlar.
Nazan Öncel “Bırak Seveyim”i sanki aslında Hayko Cepkin için yazmış da Cepkin Hakan Kurşun’la beraber şarkıyı düzenleyip bugün anca söyleyebilmiş gibi. Çağan Irmak, Çiğdem Erken ve Erim Akman’ın birlikte düzenlediği “Göç”ü öyle içten sevmiş belli ki adeta o kalp sızlatan hikâyelerinden birini yazmış da filmini çekivermiş oracıkta şarkıyı söylerken.
“Aynı Nakarat” gibi her satırı buram buram ‘90’lar tüten bir şarkı ancak (Onur Aşar ve Caner Özgür’ün düzenlemesiyle) Eypio’nun yaptığı gibi bugünlere taşınabilirdi. Buna karşın Ozan Çolakoğlu “Yalnızlar Treni”ni bir on yıl kadar önce düzenlemiş, Tarkan da o zamanlar söylemiş gibi. Belli ki Tarkan hem şarkı seçiminde hem de seçilen şarkının yeni düzenlemesinde yine sıfır risk hesabı yapmış. Açıkçası Sezen Aksu’dan da Nazan Öncel’le benzeştikleri yerden değil, ayrıştıkları yerden bir şarkı duymayı isterdim. Zira “Gitme Kal Bu Şehirde”, İskender Paydaş’ın şarkıyı güncelleyen düzenlemesine rağmen Sezen Aksu’nun sesinden daha dinlemeden duyulabilecek bir şarkı. Aynı cümleler kelimesi kelimesine Sıla’nın İskender Paydaş düzenlemesiyle seslendirdiği “Beni Hatırla” için de kurulabilir. Bir yandan doğru seçim diye düşünüyor ama öte yandan heyecan duymuyorsunuz dinlediğinizden.
Nazan Öncel’in alaycı, asi ve sert “Sokak Kızı” ise Can Güngör’ün düzenlemesi ve Ceyl’an Ertem’in yorumuyla daha acılı, daha içine kapanık ve daha karanlık bir hale bürünmüş.
Albümün bir de sürprizi var. Nazan Öncel’in ablası Neylan Okan, kardeşinin “Nazlı Ay” adlı şarkısını Janti’nin (Hamit Ündaş) düzenlemesiyle seslendiriyor. Nazan Öncel’in tınısını hatırlatmakla birlikte kendine has bir karakteristiği de olan Okan’ın sesi albüme bir kardeşlik nişanesi bırakıyor.
İyisi, daha az iyisi, eh işte idare ederiyle albüm Nazan Öncel şarkılarının tadını damakta bırakarak bitiyor. Daha fazlasını dinlemek istiyor, geçmiş Öncel albümlerine sardırıyorsunuz bir kez daha. Duydum ki bu projenin devamı gelecekmiş. Bence de gelmeli. Çünkü sırada yeniden seslendirilmeyi bekleyen daha çok ama pek çok şarkı var.
(8 Ağustos 2018 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Özay Bakır 2013 yılında “Kalp” adlı teklisiyle o dönem için oldukça cesur bir başlangıç yapmıştı. Adını duyurdu duyurmasına ama ikinci teklisi “Toz Duman” için üç yıl beklemesi iyi olmadı tabii. İkinci teklide daha iyi şarkı söyleyen ama daha alışageldik bir yoldan giden Özay Bakır, bu süreçte sahnede varlık göstermeyi tercih etti ve gece hayatının sahnesi iyi iş yapan isimlerinden biri oldu. Hâlâ da öyle.
Yakın bir zamanda ismi malum hanımefendi ile yaşadığı aşk onu magazin gündeminin içine düşürüverdiyse de bu maceradan skandal ve ün devşirme çabasına girmedi hiç; yukarıda Allah var. Ayrılık sonrası yoluna devam etti ve geçtiğimiz günlerde yeni teklisini Ozinga Müzik etiketiyle yayımladı.
“Aşk Katili” adlı şarkının söz ve müziği Özay Bakır’a ait, düzenleme ise Ozan Çolakoğlu tarafından yapılmış. Piyasanın yıllardır vazgeçemediği, nakaratı arabesk motifli, yürüyüşü standart bir pop şarkısı “Aşk Katili”. Düzenleme de bu tip şarkıların standartları çerçevesinde yapılmış; dinlerken “Aman da ne kadar farklı bir iş” demiyorsunuz asla. Şarkıyı emsallerinden ayıran ise Özay’ın duygusu, vurguları ve kelimelerin içini doldurmasıyla yarattığı fark. İyi şarkı söylüyor Özay. Şarkının hakkını veriyor.
Belki kendini sahne programları dışında da adı bilinir kılması için böyle bir şarkıya ihtiyacı vardı Özay Bakır’ın, onu bilemem. Ama şarkıcılıktaki farkını şarkılarda da hissettirdiği noktada dönemdaşlarından ayrılıp başka bir kulvara geçebilir.
Bu arada basın bülteninde şarkı için “sözleriyle çok konuşulacağa benziyor” vurgusunun yapılmasının ve klipte oynaması için seçilen hanımefendinin Özay’ın yakın zamanda aşk yaşadığı ismi malum hanımefendiye çok benziyor olmasının arkasında art niyet aramalı mıyım, onu bilemedim.
Her dönem olduğu gibi bu dönem ticari popüler müziğin de bir
matematiği var. Değişen müzik dinleme alışkanlıkları, değişen “star” algısı,
değişen hayranlık olgusu… Aleyna Tilki bu anlamda ders olarak okutulabilecek
bir örnek. Yaptıklarının ne kadarı bilinçli, ne kadarı kendiliğinden bilinmez
ama isteneni karşılıyor mu, karşılıyor. Genç tüketiciyi yakalamak isteyen her
sektörün birinci tercihi olması boşuna değil. Algida da bunlardan biri. Bu global
markanın Türkiye pazarı için Yalın romantizminden Aleyna Tilki frapanlığına
geçişin tercih edilmesinde çok hesaplı bir strateji olduğu kesin.
Aleyna Tilki’nin Algida için yaptığı “Nasılsın Aşkta?”
geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlandı. Sözleri Aleyna ve Ayça Tilki’ye
ait şarkının bestesi de Aleyna’ya ait. Düzenleme ise Ozan Çolakoğlu tarafından
yapılmış. Tabii şarkı sözlerinin reklamı yapılan ürünün sloganlarıyla kesişmesi
tesadüf değil. Haliyle şarkının reklamı yapılan üründen bağımsız yazılmadığı da
bir gerçek. Buna karşın amaca hizmet edecek bütün detaylar şarkıya incelikle
yerleştirilmiş. Genellikle bu tip işlerde sırıtan, tatsız duran, reklam kokusunu
duyuran bir samimiyetsizlik olur illa ki. Bu şarkıda yok. Bunun bir örneği de
Kenan Doğulu’nun “Aşk İle Yap”ı idi ve o şarkı reklamdan bağımsız olarak bir
Kenan “hit”ine dönüşmüştü. Bu şarkının da öyle olacağını söyleyebilmek mümkün.
Melodi, “sound”, ritim ve sözlerin akışı itibarıyla alabildiğine
“teenage” bir şarkı “Nasılsın Aşkta?” Kaldı ki Aleyna’nın bir önceki şarkısı “Dipsiz
Kuyum” çok tipik bir arabesk olmasına rağmen o bile onun üzerinde genç
durabilmişti. Bunu bir önceki, iki önceki kuşaktan, hatta kendi kuşağından bile
başarabilecek kişi sayısı çok az. Bu, söylediği şarkıdan ziyade Aleyna’nın
kendisi ile ilgili bir şey. Bu noktada müzikal bir analizden çok sosyolojik bir
analiz yapmak icap eder. Aksi takdirde sadece beş şarkıyla star olmasını da
açıklayamayız.
Önümüzdeki yaz her yerde bu şarkı çalınır, dinlenir,
söylenir ve uzun süre gündemde kalır, ona şüphe yok.
(1 Mayıs 2018 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Edis başkaydı; ilk gördüğümüzde anlamıştık. Bunun formüle edilebilir bir izahı yok. Bazıları başkadır. “Şeytan tüyü” derdi eskiler. Öyle bir tılsım, öyle bir hemen fark edilirlik, ayırt edilebilirlik, öyle bir anında etki yaratabilme gücü. “Allah vergisi” de derdi eskiler.
İşte tam da bu yüzden henüz sadece dört tekli yayımlamış Edis’in uzunca bir süredir beklenen ilk albümü önemliydi. Edis başkaydı, evet ama bunu nasıl değerlendirecekti? Ya da değerlendirebilecek miydi?
Edis’in ilk albümü “Ân”, geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlandı. Albümde 12 şarkı var. Daha önce tekli olarak yayımlanmış “Çok Çok” ve bir Erkin Koray “cover”ı olan “Gün Ola Harman Ola” dışındaki tüm şarkılar sıfır kilometre Edis şarkıları.
Albümün “teaser”ını dinlemek bile Edis’in risk almak pahasına farklı bir şeyler, en azından güncel Türkçe pop müzik içerisinde sıraya sokulamayacak bir şeyler yaptığını anlamama yetti. Albüm çıktı; yanılmadığımı anladım.
Neredeyse her gün yeni bir sürü şarkı çıkıyor, adını ilk kez duyduğumuz bir sürü şarkıcı görüyoruz dijital platformlarda. Ama ne çare. Müzik dinleme alışkanlıklarımızın değişmesi bir taraftan, müziğin pazarlanma şartlarının değişmesi bir taraftan derken oluşan kısır döngünün çarkları hepsini öğütüveriyor. Olmuşlar da olmamışlarla birlikte dijital çöplüğü boyluyor üç beş günde. “Star” konumundakilerin bile etkisi eskisi gibi uzun süreli olamıyor artık. Büyük patlamalar beklemek yersiz bu şartlar altında. Taş üstüne taş koyan, ağır da olsa emin adımlarla ilerleyen sağ çıkacak bu kaostan. Edis bu albümüyle tam da bunu başarıyor.
Bu albümde ilk dinleyişte kafadan “hit” denilebilecek bir şarkı yok. O kadar kolay algılanır, dile pelesenk olur şarkı da yok. Tutun ki yaz başı çıksa, belki de yazlık mekânların “playlist”lerine giremeyebilirdi bu şarkılar. Ama bana güvenin, bu yaz boyu duyacağız biz Edis şarkılarını. O zamana kadar en azından birkaçını sindirmiş olacağız çünkü. Tıpkı “Çok Çok”un uzun vadede bir “hit”e dönüşmesi gibi.
Bir albümü bir tekliden ayıran en önemli şey bir birden fazla boyutunun olması şüphesiz. Bu anlamda Edis’le aslında yeni tanışıyor olduğumuz söylenebilir. Güçlü ve zayıf yanları, vizyonu, derinliği, felsefesi (en azından şimdiki zaman diliminde) nedir ne değildir, bu albümle görüyoruz. Mesela “Gencim, yakışıklıyım; o halde genç kızların gönlünü çelecek yapış yapış romantik ya da şöyle sokak sloganlı bir bıçkın delikanlı şarkısı yaparım, parsayı toplarım,” gibi bir kafada olmadığını teklilerinden az çok anlasak da albümünde bunu net bir şekilde görüyoruz. Yok çünkü öyle bir şarkı.
Onun yerine hemen her biri farklı bir biçimde, neresinden baksanız yirmi otuz yıldır aynı sulardan beslenen Türkçe pop klişelerine göre yenilikçi, özgür denemeler barındıran şarkılar var. Twitter’da bir yorum okumuştum, “Edis’in yaptıklarının dünyada çoktan modası geçti,” diye. Bu ülkede müzik yapanlardan, bu ülkenin şartları içerisinde, dünyada yapılmamışı yapacak, yeni bir moda, akım yaratacak bir müzikal yenilik beklemek hayalperestlik olur. Onu geçiniz. Ama ayakların bu topraklara basmakta iken ellerinle sınırların dışına uzanabiliyorsan, bu bile başarıdır ki Edis bunu yapmış, en azından yapmaya azmetmiş işte.
Albümün en “catchy” şarkılarından biri olan “Roman”, söz ve müziği Edis’e ait, düzenlemesi Ozan Çolakoğlu tarafından yapılmış bir şarkı. Albümü bu şarkı açıyor ve hemen ardından “Çok Çok” geliyor. Dünyada genellikle albümden önce çıkan tekli şarkıları, daha önce yayımlandı diye albümün sonuna konulmaz. Bu bize has bir uygulamadır ve şarkı sıralamasına, albüm bütünlüğüne verdiğimiz (daha doğrusu vermediğimiz) önemin de göstergesidir. Bu yüzden bu albümde bu şarkıyı ikinci sırada görmek hoşuma gitti. Müzikal akışta ve hikâye içerisinde yeri orasıymış ki oraya konmuş diye düşündüm.
“Çok Çok”un peşi sıra gelen “Yalan”, Edis, Alper Narman ve Onurr’un ortak yazdığı bir şarkı. Düzenlemeyi Osman Çetin yapmış. Ardından Yasemin Mori’nin Edis’e eşlik ettiği “Sevişmemiz Olay” geliyor. Her iki şarkı da genç ve ateşli, dinamik şarkılar. Mori’nin Serhat Şensesli ile birlikte yazdığı şarkıyı Şensesli düzenlemiş. Yasemin Mori ile Edis’in ilk kez tanıştıkları güne şahit olmuşluğum var. Radyo Boğaziçi’nin bir ödül töreninde BÜMED’de kulis olarak ayrılmış bölümdeydik. Edis, Yasemin’e hayrandı. Oracıkta kırk yıllık ahbap oldular, kimyaları anında tuttu. Yasemin de başından beri çemberin dışındadır ya hep. Edis’e çok yakışmış yazdığı şarkı bu yüzden.
Albümün bence en iyi şarkılarından biri “Sen Özgür Ol”, Mustafa Ceceli’nin düzenlemesini yaptığı bir Edis bestesi. Edis’i ilk kez yavaş bir şarkıda dinlerken şarkıcılığının farklı bir boyutunu da görmüş oluyoruz.
Tıpkı “Sen Özgür Ol” gibi batılı bir orta tempo şarkı olan “Ân” ile albüm hiç etkisini azaltmadan devam ediyor. “Ân”ın düzenlemesi bir başka vizyonu geniş müzisyenin, Gürsel Çelik’in elinden çıkmış. Söz ve müziği yine Edis’e ait olan “Bana Ne” ise Ozan Bayraşa tarafından düzenlenmiş.
Bazı aranjörler bazen “uçmak” isteseler de şarkıcılar ya da şarkıcıların onlara getirdiği şarkılar fazla yükselmelerine izin vermez. Bunu düşününce “Bana Ne”de de görüldüğü üzere, Edis ve şarkılarının aranjörlere fırsat verdiği söylenebilir. Bu kadar oyuncaklı düzenlemelerin açıklaması bu olsa gerek. (Bu arada, “Bana Ne” ayrı yazılır; kartonetteki gibi bitişik değil.)
Bir başka Edis bestesi “Eyvallah”, Osman Çetin’in düzenlemesiyle albümün sekizinci sırasında. Kolay algılanabilir, çok bildik armonik dizimlerle yazılmış ama düzenlemesinin zenginliği ile sıkmayan bir şarkı “Eyvallah”.
Edis, Alper Narman ve Onurr ortaklığının bir diğer şarkısı “Doldur İçelim” var sırada. Düzenleme Ozan Çolakoğlu tarafından yapılmış. Adından da anlaşılacağı üzere, alaturka temalı bir şarkı bu. Basbayağı oryantal bir düzenleme de yapılabilirdi ama öyle yapılmamış neyse ki. Albümün ticari açıdan iş yapacak şarkılarından biri olduğu söylenebilir kolaylıkla.
“Dur De” benim albümde en sevdiğim şarkıların başında geliyor. Hem melodi gücü de hem Edis’in yerinde yorumu ile ilk dinleyişte kendini gösteren “Dur De”nin söz ve müziği Edis’e, düzenlemesi Gürsel Çelik’e ait.
Sözleri Edis’e, müziği Edis ve Gürsel Çelik’e ait “Köle”nin düzenlemesini de Gürsel Çelik yapmıştı. Akışı kolay, formülü belli bir dans şarkısı “Köle”.
Albümün kapanışında ise Erkin Koray’ın 1996 çıkışlı albümüne adını veren, söz ve müziği de Koray’a ait bir şarkı. Bugüne dek hiç “cover” potasına girmemiş bu şarkıyı Gürsel Çelik’in düzenlemesi ile dinliyoruz. Şarkının bu düzenlemesinin Erkin Koray versiyonundan çok daha iyi olduğu aşikâr. Şarkı da Edis’e beklenmedik bir biçimde çok yakışmış. Bana Edis’in “cover” yapması için bir şarkı sorsalar, ben kırk yıl düşünsem, bu şarkı aklıma gelmezdi mesela.
Çok farklı akımların birbirinin içinden geçtiği düzenlemelerin toplamda bir müzikal bütünlük oluşturduğu, kendi içinde tutarlı, kendi üslubunu ve tavrını yaratmış bir albüm “Ân”. Başta da yazdığım gibi, Edis’i üç boyutlu olarak dinlememizi, tanımamızı sağlıyor her şeyden önce. Şahsen ben uzun uzadıya dinleyip bir iyice tanıdım. Ve tabii yeterince tamamlanmamış yerini de gördüm.
İlk albümler genellikle yıllardır biriktirilmiş şarkılardan oluşur ve o tekamülün farklı evrelerinden zengin bir içerik devşirmek daha kolaydır. Bu bakımdan albüm doyurucu. Gelin görün ki şarkı sözlerinin büyük kısmında bir konu bütünlüğü, bir hikâye eksikliği, tutarsızlık, hatta bazen mantık hataları söz konusu. Evet bir şeyler anlatıyor ama satır araları eksik kaldığı için Edis’in kafasında canlandırdığı hikâyeye dinleyenin vakıf olması zorlaşıyor.
Bunu bir örnekle açıklayayım: “İstemesen de, hayır desen de bu aşkı tek başıma yürütürüm” diyen birisi aynı şarkının başka cümlesinde “Uymazsa cebimde bir küçük eyvallah yok,” diyor. İlk cümleyi söyleyen ikinci cümleyi söylemez oysa. Hadi söyledi diyelim. Aşkı bitirmek mi istiyor, her şeye rağmen devam ettirmek mi, isyankâr biri mi, yoksa ne olursa olsun sineye çeken biri mi anlamak mümkün değil.
Ya da bir başka örnek: “Gücümü sola verdim yorgunum, her geceme seni koydu ne zor durum.” Gücünü sola vermek, kalbe yüklenmek olsa gerek. Peki her gecesine onu koyan kim ya da ne? Birini geceye koymak ne demek?
Bunlara benzer pek çok örnek var albüm boyunca karşımıza çıkan. Biliyorum bu zamanda bunlara kafa yormak gereksiz. Melodiye uygun akan, dile kolay gelen kelimeler dinleyiciye yetiyor ve şarkılar artık genellikle bu teknikle yapılıyor; dinleyici de hikâye peşinde koşmuyor, çoğu zaman bir tek cümle ya da kelime yetiyor şarkıyı sevmesine; gerisini duymadığı bile oluyor. Ama Edis’in bu kaosun içinde parladığı yerde kendini bu anlamda da farklı kılmasını, daha incelikli ve detaycı olmasını beklerdim.
Albüm kapak ve kartonet fotoğrafları Erdi Doğan tarafından çekilmiş, kreatif direktörlüğü Sezer Arıcı, tasarım ve sanat yönetmenliğini de Ozan Şanal üstlenmiş. Edis’i “bebek yüzlü jön” ya da “temiz yüzlü, iyi çocuk” gibi “artist” bir imaja mahkum etmeyip, doğal ve sade haliyle bırakan, tasarımı da ihtişam üzerine değil, asimetrik bir sadelik üzerine kuran bu çalışmanın çok ama çok doğru olduğunu da söyleyebilirim.
Edis başkaydı. Bu albüm gösteriyor ki başkalığı tek atımlık barut değilmiş. Umarım bu durum bundan sonra da böyle devam eder.
(13 Kasım 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Derya Uluğ yakın dönemde tanış olduğumuz genç kadın şarkıcılar arasında şarkıcılık performansı açısından açık ara iyi. Sahnede seyretmeden söyleyebiliyorum bunu zira stüdyolarda yoktan var edilmiş şarkıcılarla sağlam şarkı söyleyenler arasındaki fark her şekilde hissediliyor. Nitekim Uluğ’un yeni şarkısı “Nabız 180” de bunu tek başına gösteriyor.
Derya Uluğ ve Asil Gök ortaklığıyla yazılmış ve yine bildik yollardan ilerleyen bir şarkı dinliyoruz. Popun arabeskle sarmaş dolaş olduğu bir şarkı. “Nabız oldu 180” gibi, “eller nasıl da mutlu ya da ne güzel rol yapıyor” gibi bugünün pop dinleyicisinin algısına hemen dokunacak (ve nispeten farklı) sloganların yanında “kalbimde bir migren” gibi farklı olma çabasında kantarın topuzunun kaçtığı bir yer de yok değil (bir önceki şarkı “Canavar”ı hatırlayınız.) Buna karşın sakin ve şarkıcının performansını öne çıkaran düzenlemesi, standart dışı (en azından şarkının ana melodisini tekrar etmeyen) “intro”su ve belli ki uğraşılmış kontrşanları filan bana iyi geldi. Nicedir Ozan Çolakoğlu’nun böylesi bir düzenlemesini duymamışsam demek.
Daha ikinci şarkısını yayımlamışken üçüncü şarkısında ne yapmış acaba diye merak ettirmek bir başarıdır, bunu kabul etmek lazım. Üçüncü şarkıda ilk iki şarkının etki alanının dışından ses vermek de bu zamanda risk almak demek. Bundan sonrası ne olur bilemem ama “Canavar”ın bana düşündürdüklerini bu şarkı için düşünmediğimi söyleyebilirim en azından.
(29 Ağustos 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Bu şarkının bestecisi Ersay Üner tarafından seslendirilmiş “demo” versiyonunu piyasaya çıkmadan çok önce dinlemiştim. O gün bana şarkının klibinin nasıl olacağını, bizzat Aleyna’nın planladığı ve tasarladığı renkleri, imajı, objeleri de göstermiş, anlatmışlardı. Nitekim klip birebir bana anlatıldığı gibi çekildi ama şarkı haliyle çok ama çok değişmişti düzenlemeyle.
Öncelikle bir konuya açıklık getirmek lazım, çünkü çok konuşuldu. Bir şarkıya “çalıntı” ya da “alıntı” diyebilmek için öncelikle en çıplak haline, ana melodi çatısına bakmak lazım. Yoksa nasıl ki “pret-a-porte” bir elbise alıp sonra aynısı başkasının sırtında görünce “benden çalmış” diyemezseniz, her yerde satılan ve herkesin kullanabileceği sesler, “loop”lar, ritimlerle düzenlenmiş şarkıları da kısa yoldan “çalıntı” diye damgalayamazsınız. Teknolojinin müziği getirdiği noktada bu benzerlikler bir yere kadar makul artık; bunu kabul etmek lazım. Evet, şarkı bu düzenlemesiyle özellikle dünyada ses getirmiş birkaç şarkıyı anımsatmıyor değil ama besteye “çalıntı” demek başka bir şey ve bence haksızlık.
Gelelim Aleyna’nın “star” olup olmamasına ya da geleceğin “star”ı olup olmayacağına. Bu hükmü iki şarkıyla vermek kadar enayice bir şey olamaz. Sadece ipuçlarını toplayabiliriz belki. Mesela 17 yaşında bir genç kızın klibinde ne yapıp ne edeceğini tasarlayabilecek vizyona sahip olmasını ve de kendi kuşağına nasıl hitap edebileceğini bu kadar nokta atışı kestirebilmesini azımsamamak lazım. Kendinden iyi ya da kötü bahsettirmeyi iyi biliyor ve içinde yer aldığı kulvarda bunun bir gereklilik olduğunun da farkında. Ben Aleyna’nın tepki uyandırmak pahasına sosyal medyada yazdıklarını, röportajlarda söylediklerini cahilliğine ya da ergen yaşına vermiyorum; aksine kasıtlı yaptığını düşünüyorum çoğu zaman.
Bu işin bir yüzü. Diğer yüzünde ise bir “star” yönetiminin zayıflığını, daha doğrusu yönetilememesini görüyorum. Dünyada, özellikle de Amerika’da her yıl bir dolu “proje çocuk” servis edilir müziğe, sinemaya. 16-17 yaşlarında, hatta bazen daha küçük bu çocuklar planlı programlı bir şekilde en az 20-30 yıl sektöre para kazandıracak bir biçimde yönetilirler. Justin Bieber’ından Miley Cyrus’ına sayısız örnek var bu konuda. Ama hiçbiri kariyer yönetimi konusunda bu kadar (tabiri caizse) “başıboş” bırakılmaz. Aleyna konusunda burada bir açık var ve bu açık beklenmedik bir anda çok tehlikeli bir yere varabilir.
Gelelim şarkıya… “Sen Olsan Bari”, günün bütün “trend”lerini yakalamış, bu anlamda Aleyna Tilki’nin üzerine çok doğru oturmuş, çok genç bir şarkı. Daha şimdiden davul zurnayla çalanı da oldu, tribün sloganı yapan da ki bu da şarkının kim ne derse desin yerine oturduğunun ispatı. Hatta bu anlamda “Cevapsız Çınlama”dan daha etkili olduğu da bir gerçek çünkü o şarkı piyasadaki nice pop şarkısından çok farklı değildi ama bu şarkı Aleyna’ya ortalamanın içinde bulunduğu alandan başka bir alan açabilecek gibiydi ki açmış da gözüküyor şu an.
Ancak hâlâ ilk şarkıda yazdığım düşüncelerimi değiştirmiş değilim. O şarkıya göre kuşkusuz daha iyi ama Aleyna’nın şarkı söyleme biçimi hâlâ sorunlu. Sesinden, sesinin gücünden, notalara basışından filan bahsetmiyorum. İyi şarkı söylemek bunlardan ibaret değil. Sesini kullanma tekniği, Türkçe telaffuzu ve kelime vurguları “bu da onun karakteristiği” ya da “böyle sevildi böyle kalsın” denemeyecek kadar arızalı. Zaman içerisinde oturur, gelişir ve rengini, tarzını bulur, Aleyna’da o öğrenmeye açık olma hâli var var olmasına da mesele onun bu sorunun farkında olması. Ben henüz pek farkında olduğunu sanmıyorum.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.