Nilgül’le 2000’lerin başında tanış olmuş ve ardı ardına
yayımlanan dört albümüyle sevmiştik. Sonrasında istikrarlı devam etmedi
Nilgül’ün albüm kariyeri. Uzun aralar verdi. En son geçtiğimiz yıl “Radyoda Bir
Şarkı” adlı bit ekli yayımlamıştı. Geçtiğimiz günlerde ise “Mektup” isimli yeni
şarkısıyla karşımıza çıktı.
Pasaj & Garaj müzik etiketiyle yayımlanan “Mektup”, söz
ve müziği Güden Mutlu’ya ait bir şarkı. Düzenlemesi ise Hüseyin Cebişçi
tarafından yapılmış.
Gülden Mutlu son dönemde şarkıcılığı kadar şarkı yazarlığıyla
parlayan isimlerden. Nitekim yine nefis bir şarkı yakalamış. Özellikle şarkının
nakarat kısmı ‘90’larda yazılmış bir Kayahan şarkısı tadında. Öyle ki neredeyse
Kayahan’ın sesinden duydum şarkıyı dinlerken. Öte yandan “Mektup”, “duvardaki
takvim” gibi kavramların bugünün yaşam tarzında karşılığı olmadığı düşünülürse
şarkı sahiden de ‘90’lardan çıkıp gelmiş gibi. Bence mahsuru yok, o ayrı.
Buna karşın şarkı hem yorum hem de düzenleme açısından çok
daha ihtişamlı ve çarpıcı olabilecek, dinleyene tokat atabilecekken bu fırsat
kaçırılmış gibi. Nilgül çok iyi bir şarkıcı, Hüseyin Cebişçi’de bugüne dek
yaptığı işlerle rüştünü çoktan ispat etmiş bir müzisyen ama bu şarkı biraz
aceleye gelmiş sanki. Şarkının şahane melodik yapısı ve sözlerin etkileyiciliği
ilk dinleyişte ortaya çıkmıyor, bir şeyler her nasılsa eksik kalıyor.
(27 Şubat 2018 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Pamela’nın arabesk-taverna döneminden şarkılarla bir albüm yapacağını ilk duyduğumda heyecan duymadım dersem yalan olur. Haberi duyduğum günlerde Ümit Besen – Pamela düetinin almış yürümüş olması bir yana, Pamela’nın “Fırtınalar” örneğinde olduğu gibi sesini verdiği her “cover” şarkıyı değiştirebilme, dönüştürebilme becerisine bir albüm boyunca şahit olmak çok şahane geliyordu kulağa.
İşte o albüm, 2018 yılının ilk albümlerinden biri olarak geçtiğimiz günlerde Pasaj Müzik etiketiyle piyasaya çıktı. “Yara” adı verilmiş albümde dokuz “cover” ve bir de “remix” versiyon var.
Albümün adı ve adına gönderme yapan yara izli kapak fotoğrafı şahane. Zira bu şarkıların ortak paydası (yara açmış, yarayı sızlatmış, yaraya tuz basmış ya da merhem olmuş olmaları) bir tek kelimeyle ancak bu kadar güzel vurgulanabilirdi.
Aynı şeyi albüm fikri bazında da söyleyebilmek mümkün. Herkes “cover” yapıyor yıllardır. Arabesk şarkılar da defalarca “cover” malzemesi oldular bu süreçte ama arabeskin hem bu kadar dışında kalıp hem de bu kadar içine girebilmek pek herkesin harcı değilken Pamela’nın bu konuda benzersiz bir iş çıkarması da kuvvetle muhtemel… di.
Anlayacağınız benim beklentim yüksekti. Ve beklediğimi bulamadım dersem son söylemem gerekeni baştan mı söylemiş olurum bilmiyorum ama bu yazının özeti de bu.
Bu noktada hiç sözümü esirgemeyeceğim. Albüm repertuarı tam tabiriyle yerlerde sürünüyor. Özensizlik mi, bilgisizlik mi, baştan savmacılık mı? Yok canım, mümkün değil. Sonuçta albümde imzası olanların hiçbiri dünkü çocuk değil. O halde cinfikirlilik olmalı. Risksiz, zahmetsiz, tehlikesiz, kısa yoldan, kolay yoldan bu işi nasıl yaparız derdi olmalı.
“Bu şarkı çok seviliyor. Al albüme!”
“Bunu geçenlerde biri söyledi, çok tuttu. Al albüme!”
Tamamen bu mantıkla seçilmiş şarkılar. Yani oturup kimse o dönemin şarkılarını dinlememiş, araştırma çabasına girmemiş sanki bu albüm için. Yakın dönemin “cover” şarkılarını ve albümlerini dinlemiş, onlardan bir seçim yapmışlar gibi. Albümdeki şarkıların büyük çoğunluğu defalarca yeniden söylenmiş, yakın dönemde tekrar parlamış ve bu vakitler gittiğiniz herhangi bir müzikli mekânda ya da konserde illa ki çalınacak, söylenecek (zaten söylenen) şarkılar. Yani bu albüm sayesinde keşfedeceğiniz bir şarkı yok. Hepsini Pamela’dan önce keşfeden birileri zaten oldu.
Oysa “Seni Unutmaya Ömrüm Yeter mi?” Ümit Besen diskografisinin zamanında hemen hiç dikkat çekmemiş, kıyıda köşede kalmış bir şarkısıydı ve yılar sonra “hit” oldu. Ama bu albüm “Kaç Kadeh Kırıldı”, “Sarhoş”, “Ağla Halime”, “Taht Kurmuşsun Kalbime” gibi çok bildik, kimisi artık usandırmış şarkıların etrafında dönüp duruyor.
Bildiğim kadarıyla Müslüm Gürses’ten sonra (2006’dan bu yana) kimsenin sesi değmemiş “Sen Olmayınca” ve Ümit Besen’in bilinmeyen bir şarkısı “Senden Önce de Ağladım” dışında kalan şarkılar arasında bir tek sürpriz yok. Bu ikisi de zaten “hit” olabilecek güçte değil.
“Sözüm Ona Sevdin” (kartonette yazıldığı gibi “sevdim” değil; “sevdin”) ise albümün konseptiyle en alakasız şarkı olarak zaten başka bir taraftan ses veriyor.
Bu açıdan baktığınızda en azından bana heyecan verecek hiçbir şey yok bu albümde. “Vay be, bunu da nereden bulmuşlar, bu nasıl akıllarına gelmiş, helal olsun!” diyeceğim hiçbir şey yok.
Başından sonuna eşlik edilsin diye yapılmış bir sahne repertuarı olabilirdi bu. İşe de yarardı ki muhtemelen Pamela’nın önümüzdeki süreçte sahne programlarında çok işine yarayacak bu şarkılar ve belki de hiç yapmadığı kadar çok program yapacak. Zaten o maksatla yola çıkıldığı da çok belli. Onu bir kenara koyarsak, “Fırtınalar”daki gibi dinleyici şaşırtalım, “Seni Unutmaya Ömrüm Yeter mi?”deki gibi yapılmamışı yapalım kaygısı ne yazık ki bu albüme uğramamış.
Bu repertuar meselesini bir kenara koysak bile elimizde kalan da doyurucu olmaktan uzak. Sözgelimi albümün çıkış şarkısı olarak seçilen “Kal Benim İçin” düzenleme ve yorum olacak çok parlak, çok vurucu ve etkileyici, evet. Duyduğum en iyi “Kal Benim İçin” “cover”ı diyebilirim rahatlıkla. Ama aynı şeyi “Kaç Kadeh Kırıldı” için, “Sarhoş” için, hele hele “Ağla Halime” için söyleyebilmek çok zor çünkü daha iyileri yapıldı.
Bütünde albüme aranjör olarak imza atan Hüseyin Cebişçi, Cihangir Aslan, Evren Arkman ve Efe Demiryoğuran’ın ellerinden gelenin en iyisini yaptığını da söylemek lazım. Pamela da her zamanki gibi kendine has ses rengi ve şarkı söyleme biçimiyle her şeye rağmen dinleyeni etki altına almakta hiç zorlanmıyor. Yani bu ekip ne yapsa çizgi üstü olurdu. Bu da kaçan fırsatı büyüten bir gerçek.
Günümüz dinleyicisi, özellikle de genç dinleyici kesimi, tıpkı Pamela ve ekibi gibi bu benim takıldığım meselelerin hiçbirine takılmayacaktır kuvvetle muhtemel. Sektörde herkesin kabullendiği bir gerçek var ki özellikle konsere gelen dinleyici bilmediği bir şarkı duyduğunda sahneyle iletişimini anında kesiyor. Bildik şarkılar her zaman daha fazla iş yapıyor; sahnede de, albümde de. Yargısız bakmak gerekirse bu albümün işler tarafı da bu aslında. Bakalım işleyecek mi sahiden? Onu da zaman gösterecek.
(17 Mayıs 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
2004 yılında yayımlanan Gülay albümü “Adı Yok” için şu cümleleri kurmuşum: “Rahatlıkla yurt dışına da pazarlanabilecek bir etnik müzik albümü aslında bu. Gülay vardığı noktada artık bu tarzın üzerine gitmeli ve böylesi çalışmalara imza atmalı.”
Albümlerini yurt dışına pazarlama konusunda bildiğim kadarıyla bir çabası olmadı ama o albümün üzerine 2010 yılında “Aşkname” gibi bir nefis bir albüm daha koyarak, bu konuda ne kadar haklı olduğumu bir kez daha gösterdi Gülay. (Tabii arada 2006 yılında yayımlanan ve onun sesinden türkü dinlemeyi sevenleri memnun edecek “Dalgalar” albümü de var.)
Beş yılı aşkın bir aradan sonra piyasaya sürülen yeni albümünde ise Gülay bir kez daha, daha önce söylenmiş şarkılardan oluşan bir repertuvarla çıkıyor karşımıza. Geçtiğimiz günlerde Pasaj Müzik etiketiyle yayımlanan albüm “Gri Şarkılar” adını taşıyor.
Herkesten değil ama Gülay’dan bildik şarkıları dinlemek asla can sıkıcı değil; aksine heyecan verici. Zira diğer albümlerinden de aşina olduğumuz üzere Gülay en eskitilmiş şarkıyı bile yeni kılmayı, kendine has ve farklı hale getirmeyi başarıyor. Hem çok iyi müzisyenlerle çalışarak, çok iyi düzenlemeler ve icralarla sağlıyor bunu, hem de şahsına münhasır şarkı söyleme stili ve o stilde doğru tınlayacak şarkıları seçebilmesiyle.
Bakın mesela albümün çıkış şarkısı olarak seçilen “Mucize”ye. Ajda Pekkan gibi niteliği tartışılmaz bir yorumcudan, Müslüm Gürses gibi karakteristik bir sesten ve de şarkının asıl sahibi, yazanı ve haliyle de duygusunu en iyi bileni Tuna Kiremitçi’den sonra Gülay, kelimenin tam anlamıyla yeni bir “Mucize” yaratmış ve şarkı asıl şimdi söylediklerini anlatabilir hale gelmiş gibi. Bir başka örnek daha vereyim: Hadi koyun Özcan Deniz’i bir kenara, Nükhet Duru gibi üzerine asla gül koklamayacağım bir şarkı anlatıcısından sonra kim söylese dinleyebilirdim “Beni Affet”i? Ya da söylene söylene sahiden suyu çıkarılmış “Kimse Bilmez” bir kez daha dokunabilir miydi kalbe?
Hüsnü Arkan’ın “Kadınımsın, ecemsin, yarınımsın, nazımsın…” gibi “erkek ağzı” kelimeler barındıran “Senin Gibi”si, Ortaçgil’in ismi Ege olan kızına yazdığı “adı denizden gelen kızım” cümlesinden anlaşılan “Kızıma”sı gibi asıl sahibinin kimliğini açık eden şarkıları da albüme almış Gülay. Bu bir cesaret. Buna karşın şahsen benim bir “cover” albüm için kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek Keremcem şarkısı “Son Bir Kez” ile Burak Aydos şarkısı “Beni Verme Ellere”yi repertuvara almak da bir başka cesaret. Alpay’dan bu yana her nedense kimsenin yeniden seslendirmediği “Yanımda Kal”ı bu albümde görmek ise benim için sürprizin büyüğü oldu. Bir şarkının nasıl baştan ayağa yeniden yaratılabileceğinin en “baba” örneklerinden biri olabilir “Yanımda Kal”ın bu düzenlemesi ve yorumu.
Cemali’nin artık klasikleşmiş “Duymak İstiyorum”u, İlhan Şeşen’in yine epeyce dilde dolaşmış “Sensiz Olmaz”ı, Grup Merdiven’in “Hasretler Ayrılıklarla Başlar”ı ise albümdeki diğer şarkılar.
Albümün düzenlemelerine Hüseyin Cebişçi, Gökhan Varol, Cihangir Aslan ve Evren Arkman imza atmış. Tamamen akustik düzenlemeler ve kayıt, albümü başından sonuna iyi bir ses düzeninin olduğu bir salonda, canlı bir konser izlermişçesine dinlemenizi sağlıyor.
Çok farklı iklimlerde müzisyenlerin şarkılarından derlenmiş bu seçkide, o farklılığı kendi ortak paydasında bir bütünlüğe ulaştıran rengin gri olduğuna kanaat getirmiş olmalı ki, albümün adını “Gri Şarkılar” koymuş Gülay. Kerem Yılmaz tarafından çekilmiş fotoğraflar ve Berkcan Okar’ın kartonet tasarımı da bu temayı bütünlüyor. Renkbilimciler gri rengi için iyi şeyler söylemezler ama bu albüme bundan daha yakışan bir başka isim bulunabilir miydi onu bilmiyorum.
Gülay’ı ve albüme emek veren tüm müzisyenleri tebrik etmek lazım. Hem müzikal niteliği yüksek, hem de kişilikli ve kalıcı bir işe imza attıkları için.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.