Erkin Aslan uzun yıllardır müziğin içinde olmasına rağmen
solist olarak çok fazla ön plana çıkmamışlardan. ‘90’larda Göksel’in “Benim
Şarkım”, Sibel Tüzün’ün “Tiryaki”si, 2000’lerde Ayşegül Aldinç’in “Verdim
Gönlümü”, Levent Yüksel’in “Daima”sı o dönemleri hatırlayanların mutlaka
bileceği Erkin Aslan şarkıları. Yakın dönem Erkin Aslan şarkılarına ise İrem
Derici’nin söylediği “Bir miyiz?”i ve Derici ile düet yaptığı “Ölürüm O
Bakışlarına”yı örnek verebilirim.
Hem besteci ve söz yazarı, hem aranjör, hem de enstrümanist
olarak sayısız albümde yer almış, sayısız isme sahnede eşlik etmiş Erkin Aslan
ilk kez 2018 yılında “Kadın Dediğin Zor Şey” adlı teklisiyle işin şarkıcılık
tarafına doğru adım attı. Aynı şarkının akustik versiyonu ve yıllar önce Levent
Yüksel’in söylediği “Kadınım”ın “cover”ı ise Erkin Aslan’ın 2018’de yayımlanan
diğer teklileri oldu. Geçtiğimiz günlerde Studio Jingle House etiketiyle
piyasaya sürülen yeni teklisi ise “Tuhaf Gazel” adını taşıyor.
Studio Jingle House etiketi boşuna değil çünkü Erkin Aslan 2007
yılından bu yana Jingle House bünyesinde reklam müzikleri üretiyor aynı zamanda.
Söz, müzik ve düzenlemesi Erkin Aslan imzası taşıyan “Tuhaf
Gazel”, alaturka makam ve ritimlerin kullanıldığı ama hiç mi hiç alaturka
tınlamayan, aksine etnik-caz sularında gezinen enteresan bir şarkı. Popüler
müziğin gündelik kalıplarının tamamen dışında, sıradan akor dizilimlerinden, ritim
yürüyüşlerinden çok uzakta, çok kendine has ve çok çarpıcı. Zaten dönüp geriye
baktığınızda, Erkin Aslan’ın popüler müziğin tam göbeğindeki isimlere verdiği
şarkılarda bile o kendine haslığı fark edebilmek mümkün.
Erdem Sökmen’in gitarını konuşturduğu partisyonlar şarkının adeta
“bonus”u. Erkin Aslan’ın tertemiz vokalini de duyunca bugüne dek şarkı söylemek
için niye beklediğini düşünüyorsunuz ister istemez.
(12 Şubat 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
“Dünyanın en iyi bağlama virtüözlerinden biri” tabirine sıklıkla rastlıyorsunuz onun hakkında internette arama yaptığınızda. Oysa bu tabir İsmail Tunçbilek’i tanımlamakta tek başına yetersiz, eksik. Yaşam öyküsüne burada kısaca özetlenemeyecek kadar çok müzik deneyimi sığdırmış, dünyanın birçok ülkesinde, çok önemli müzisyenlerle çalmış, çalışmış ve sayısız yüz akı işe imza atmış biri İsmail Tunçbilek. Bu hikâyenin Türkiye sınırları içerisindeki izdüşümü ise Türkiye’de müziğin hasına biçilen değerle orantılı olarak ne yazık ki yeterince görkemli değil.
İsmail Tunçbilek’in ilk albümü “Menkıbe”, 2017 yılının Aralık ayında Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle yayımlandı. 4’ü enstrümantal 11 şarkının yer aldığı albüm, evet, bir ilk albüm ama aynı zamanda da bir ustalık eseri.
Öncelikle bu bir bağlama albümü değil. Bağlamayı, özellikle elektro bağlamayı kulaklarımızın alışkın olduğu stil ve biçimden çok farklı bir teknikle çalıyor Tunçbilek, evet ama albümdeki düzenlemeler zaten bağlama odaklı değil. Albüm boyunca her parçayı her defasında bir başka enstrümana kulak vererek dinlemek ve başka başka tatlar almak mümkün. Hele ki yaylı partisyonlarını… Kaldı ki albümde (Tunçbilek’in Taksim Trio olarak birlikte çaldığı ve üç de albüm yaptığı) Hüsnü Şenlendirici ve Aytaç Doğan’ın yanı sıra İsmail Soyberk’ten Erdem Sökmen’e, Volkan Öktem’den Eyüp Hamiş’e, Ercan Irmak’a dek öyle bir kadro var ki, hepsi enstrümanının en iyileri… Adeta bir yıldızlar karması yani.
İsmail Tunçbilek bu albümde Anadolu’nun müziğini Mısır çöllerinden İber Yarımadasına uzanan bir coğrafyada dolaştırıyor. Flamenko da var şarkıların içinde, Arap müziği de, caz da… Mahzuni’nin “Sarhoş”u ve Neşet Ertaş’in “Kendim Ettim Kendim Buldum”u defalarca yeniden seslendirilmiş olsalar da hiç böyle çalınmadılar örneğin. Albümün bu iki bildik parçası gibi besteleri Tunçbilek’e ait olan diğer parçaları da bahsi geçen coğrafyanın herhangi bir durağında da çalınabilecek ve dinlenebilecek kadar evrensel. Soyberk’in müziğini yüzü sadece Türkiye’ye dönük klişe ve genellikle de ticari “sentez” çalışmalarından ayıran da tam olarak bu. Türkiye’de albümün kısa vadede liste başlarına çıkmamasının, şarkıların milyonlarca tık almamasının sebebi de bu olacaktır muhtemelen. Yanılırsam ne âlâ.
Adeta bir senfoni zenginliğindeki “Umut”, Tunçbilek’in Aylan bebeğin o can yakıcı fotoğrafından etkilenerek bestelediği “Aylan”, albüme etkileyici bir açılış yapan “Menkıbe”, 2012 yılında tekli olarak yayımlanmış “Derdin Ne?” ve diğerleri… Albüm bütünüyle dinleyiciye ihtişamlı bir müzik dinleme deneyimi sunuyor.
Her ne kadar albümün yumuşak karnı İsmail Tunçbilek’in şarkıcılığı gibi gözükse de, zaten şarkıcılık iddiasında olmadığını ama onun sesinden şarkı dinlemek konusunda ısrarlı istekler aldığını söylüyor Tunçbilek röportajlarında. Sahiden de enteresan bir biçimde bunca kusursuz çalınmış enstrümanın arasında onun sesi kusurlarıyla sahici tınlayarak bütünü tamamlıyor. Bilmem hangi mükemmel şarkıcı uğraşsa didinse Tunçbilek’in sesinin renginden şarkılarına vuran güneş yanığını, çöl kuraklığını hissettirebilirdi dinleyene?
Albümün kartonet yazısında “ilk ve belki de son albüm heyecanım…” demiş İsmail Tunçbilek. Enstrüman virtüözlerine genellikle stüdyolar dar gelir. Onlar sahnede, seyircilerle etkileşimde olmayı ve aynı parçaları her defasında başka bir biçimde çalmayı sever, tercih ederler. Bilmem Tunçbilek’in bu kadar uzun süre bir albüm yapmaması ve yaptıktan sonra da bir sonraki için niyeti olmadığına vurgu yapması bundan mıdır? Oysa tıpkı yaşam öyküsü gibi bu albüm de nice genç müzisyen adayına örnek olacak, ilham verecek kim bilir. İsmail Tunçbilek gibi “dede”lerin daha çok eser ortaya koyması ve geleceğe bırakması sadece bunun için bile önemli ve kıymetli.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.