Bugün bir şairin ölüm haberine uyandık. Bir süredir tedavi
gören Küçük İskender ya da asıl adıyla Derman İskender Över, henüz çok genç
yaşta, 55 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Farklı şiiri, dili, üslubu, tavrı ve tarzıyla edebiyat dünyasında
erken yaşta kendini kabul ettirebilmiş, sınırların ve statükoların dışına
çıkabilmiş, geniş bir okur kitlesini etkisi altına alabilmiş bir şair olmasının
ötesinde onu tanıyan herkesi derinden etkilemiş bir insandı. Huzursuz bir ruhla
dünyaya gelmişlerin, yaşadığı döneme, ülkeye, dünyaya sığamamışların öfkesi,
korkusu, farkındalığı, şüphesi, acelesi, acısı ve cesaretiyle yüklüydü
cümleleri, şiiri, hayatı…
Yanlışım varsa düzelten olur mutlaka, bildiğim kadarıyla iki
sadece şarkının sözü oldu yazdıkları bugüne dek. Biri Banu Kanıbelli’nin 2017
yılında yayımlanan “Bu Rüzgâr” adlı albümünde yer alan “Otoformat” adlı
şarkıydı, bir diğeri ise Attila Özdemiroğlu’nun bestesine yazdığı sözlerle
ortaya çıkan “Yara” adlı şarkı. “Yara”, Sertab Erener’in 1997 yılında Sony
Müzik etiketiyle yayımlanan “Sertab Gibi” adlı albümünde yer alıyordu ve
şarkının düzenlemesi Demir Demirkan tarafından yapılmıştı.
Yazdıkları bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da ilham
vermeye devam edecek. Ruhu şâd olsun.
Madem Eurovision haftasındayız ve madem senelerdir olduğu
gibi bu sene de katılmıyoruz bu çılgın yarışmaya, o halde eski zaferlerimizle
övünüp mesut olalım bari. “Zaferlerimiz” dediğime bakmayın, Türkiye’nin Eurovision
mazisi epey acıklıdır aslında, bilen bilir. Her sene aynı heves, aynı heyecan,
aynı “Haydi Ya Allah!” nidaları ve her sene birbirinden felaket sonuçlar,
hüsran, hayal kırıklığı, “Avrupa bizi sevmiyor! Zaten bu yarışma da politik,”
serzenişleri… Hayatlarımızın bir dönemi bunlarla geçti. Unutmak mümkün mü?
2003 yılı ise bu meşum yarışmada makus talihimizi yendiğimiz
yıl olarak tarihe geçti. “Halley”le 1986’da aldığımız dokuzunculuk ve “Dinle”
ile 1997’de artık yarışmadan tamamen umudumuzu kesmişken alıverdiğimiz
üçüncülükten sonra 2003’de mucize gibi bir şey oldu ve Sertab Erener “Every Way
That I Can”le senelerce ama senelerce süren hayalimizi gerçeğe dönüştürüverdi.
O sene Sertab Erener TRT tarafından yarışmada Türkiye’yi
temsil etmek üzere seçilmiş, Erener ve Demir Demirkan’ın hazırladığı üç şarkı
arasından bu şarkıda karar kılınmıştı. Şarkı Türkiye’de ve dünyada Sony Müzik etiketiyle
yayımlandı.
24 Mayıs 2003 gecesi ekran karşısında o kutlu anda bizler, yarışmayı
bin yıldır filan sunmakta olan Bülent Özveren’in “Türkiye birinci, Türkiye
birinci! Hayatımda ilk defa böyle bir şey yaşıyorum!.. Şu anda herkes bana
döndü salonda çünkü şeyimin önünde… Naklen yayın kulübemin önünde bir tane Türk
bayrağı var…” şeklinde devam eden coşku dolu konuşmasını gözyaşları ile
izliyor, ekranda Sertab Erener ve ekibinin sevincini gördükçe tüplü
televizyonlarımıza sarılmamak için kendimizi zor tutuyorduk.
Güzel günlerdi… Heyecanlanmış, eğlenmiştik, mutlu olmuş,
gururlanmıştık. Ne diyeyim… Hani bu aralar herkes birbirini bir şeyleri
çalmakla suçluyor ya… Kim kimden neyi çaldı onu tarih yargılayacak muhakkak ama
bildiğim bir tek şey var: Birileri bizim neşemizi çaldı, orası kesin.
(9 Şubat 2018 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Fatma Turgut’un önünde iki yol var: Ya ömür boyu Model’in solisti olarak hatırlanacak ya da Model solistliği onun sadece ilk yıllarına ait bir bilgi olarak kariyerine yazılacak. Model ve Fatma Turgut ayrılalı epey oldu gerçi ama bu yol ayrımı yavaş yavaş, şimdilerde belirginleşiyor. Zira bir önceki solo teklisinde söz ve müziği Demir Demirkan’ın yanı sıra Model’in beyni Can Temiz’in de imzasını taşıyan bir şarkı seslendirmişti yine. Geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan yeni şarkısı “Aşk Tadında”yı ise bu defa Demir Demirkan’la birlikte Fatma Turgut yazmış.
Şarkıyı ilk dinlediğimde ne kadar da hesaplı kitaplı, her cümlesi, her notası ticari kafayla yerine yerleştirilmiş diye düşünmüştüm. Çok safmışım zira bu zaten bir reklam şarkısı imiş, sonradan öğrendim. Haliyle de bu şarkıyı bir ürün yerleştirme malzemesi olarak düşünüp çok da ciddiye almamak lazım.
Yanlış anlaşılmasın, ürün yerleştirirken ürünün üzerine çıkmış, tek başına şarkı olarak kendini kabul ettirmiş şarkılar da var, Kenan Doğulu’nun “Aşk İle Yap”ı gibi. Ama oradan bakacak olursak “Aşk Tadında”nın ne kendi janrındaki şarkılar arasında ne de Fatma Turgut kariyerinde bir kıymeti olacağını düşünmüyorum. Zira Turgut’u başta bahsettiğim iki yoldan birincisine doğru götürmekle kalmıyor, orta halli bir Model şarkısının ortanın altında kalmış bir kopyası olmaktan öteye geçemiyor.
“Büyük büyük” “rocker”larımızdan küçük küçük şarkılar dinlemekten gına geldi, bunu da söylemezsem çatlarım.
(16 Ocak 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Mithat Can Özer, Pist’on adı verilmiş grubun solisti olarak karşımıza çıktığında takvimler 2012 yılını gösteriyordu. Grubun ömrü fazla uzun olmadı ve 2015 yılında Özer bu defa solo olarak bir tekli yayımladı. Mithat Can Özer’in ilk solo albümü “Aşk Mevsimi” ise geçtiğimiz günlerde Poll Production etiketiyle piyasaya sürüldü.
Yola “rock” müzikle başlamıştı. İlk teklisi “İnşallah” da “rock” formunda bir şarkıydı. Bu albüm ise Mithat Can Özer’in pop sularında yüzmeye karar verdiğini gösteriyor. Bence doğru olan da buydu. Sezen Aksu’nun oğlu olmanın yükünü ancak onun müziğiyle uzlaşarak hafifletebileceğini düşünenlerdendim başından beri. Aksinin işe yaramadığına dair nice örnek gördük çünkü.
Nitekim bu albümde iki Sezen Aksu bestesinin yanı sıra, onun yazdığı türden şarkıların çok yakınından geçen Mithat Can Özer besteleri de var. “Acıya Tanığım” tam da böyle bir şarkı mesela. Özellikle bu şarkıda ama aslında albümün büyük kısmında yaylı kompozisyonlarında belirgin bir şekilde Onno Tunç etkisi duymak mümkün ki bu şarkının künyesinde Onno Tunç’un kızı Ayda Tunç’un da imzası var zaten.
Albüm Mithat Can Özer’in bestelediği klasik havada bir “Intro” melodisi ile açılıyor. Ardından ise iki Sezen Aksu bestesi arka arkaya geliyor. “Ne Yapalım Kader”in bestesinde Aksu ile birlikte Demir Demirkan’ın da imzası var. Nakarata doğru giderek yükselen melodisi, vurucu sözleri ve güçlü nakaratı ile iyi bir şarkı “Ne Yapalım Kader”. Albümün çıkış şarkısı olarak seçilen “Ateş Böceği”, her kelimesi, her notası ile bir Sezen Aksu şarkısı olduğunu bağıran, ama özellikle nakarat melodisinde birdenbire Mustafa Ceceli söylemeye başlayacakmış hissi yaratan bir şarkı. Evet, kendi kulvarında bir “hit” namzeti, evet sözü ve müziği ile insanı yerden yere vuran cinsten, o ayrı. Her iki şarkının Mithat Can Özer tarafından yapılmış düzenlemeleri ise son derece iyi.
Albümdeki Mithat Can Özer besteleri arasında “Acıya Tanığım” kadar etkisi güçlü bir başka şarkı da “Sürgün”. Sezen Aksu’nun da vokal desteği verdiği bu şarkı eski stil yapısı, ritmi ve ‘60’lar tadında vokalleri ile uzun vadede zamansız damgası yiyebilecek, nefis bir şarkı.
Bu iki şarkının hemen ardından kulak verilebilecek diğer iki şarkı da “Yavaş” ve “Yanıyorum”. Hem melodik yönden zengin, hem de oyuncaklı düzenlemeleri ile müzikal açıdan doyurucu şarkılar her ikisi de.
Daha önce tekli olarak yayımlanan “İnşallah” ve Server Uraz ile Ayşe Hatun Önal’ın da eşlik ettiği “rap” katkılı “Senden Vazgeçmem” bence albümün en zayıf halkaları. Müzikal bütünlük açısından da tamamen farklı formda bu iki şarkı albümü başından sonuna dinlerken her defasında atlama isteği uyandırdı bende.
‘70’ler diskosu mu ‘80’ler “new-age”i mi yoksa klasik bir “rock” şarkısı mı olacağına sanki karar verilememiş de hepsinden biraz olsun diye düşünülmüş “Aşk Mevsimi” vasat sularda yüzerken Mithat Can Özer’in Hayat Şarkısı adlı dizi için bestelediği “Hülya” adlı şarkı albümün kapanışını klişe bir dizi romantizmi ile yapıyor.
Albümde bir bütünlük sorunu, bir dağınıklık var, evet. Yanı sıra aranjör ve besteci olarak çok parlak işler çıkarmış Mithat Can Özer’in solist olarak aynı gücü gösterdiğini söyleyebilmek biraz zor. İşin şarkıcılık kısmında nispeten yeni olduğu bir gerçek. Şimdilik sadece doğru şarkı söylemek derdinde olduğu ve bu çabanın işin duygusunu yer yer kaçırdığı fark ediliyor. Zaman içerisinde, belki tarzının ne olduğuna karar verdikçe şarkıcı olarak tavrı da oturacaktır muhakkak.
Albümün kartonet tasarımı Serhan Soner Çağlayan tarafından yapılmış. Özgün bir tasarım izlenimi doğurmasa da albümün içeriğine uygun bir sonbahar atmosferi yaratan tasarımda kullanılan Mithat Can Özer fotoğraflarının kim tarafından çekildiği künyeye yazılmamış.
Bütünde vasat pop standartlarının üzerine çıkabilmeyi başarmış, eli yüzü düzgün bir albüm var elimizde. Mithat Can Özer’in önümüzdeki yıllarda müzikte çok daha fazla etki yaratabileceğinin de habercisi olabilir bu albüm.
(10 Ağustos 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Türkiye’de müziğe sayısız isim kazandırmış Adana’dan bir yeni müzisyen daha çıktı geldi bu yıl. 17 Yaşından bu yana gitar çalıp beste yapan Ozan Ekici, Adana ve İstanbul’da barlarda sahneye çıkarak sahne tecrübesi kazanmış. İlk albümünün kayıtlarına ise Eylül 2014’te başlamış. Ekici’nin “Rüzgârın Rengi Var” adını taşıyan albümü, 2015 Mayıs ayında Benart Production etiketiyle yayımlandı.
Albümde söz ve müziği Ozan Ekici’ye ait 10 şarkı var. Üç şarkının prodüktörlüğünü Demir Demirkan yapmış; diğer yedi şarkının prodüktörü ise Volkan Başaran. Yani ilk adımını sağlam atmış Ozan Ekici. Bu iki deneyimli müzisyen, genç bir ismin el değmemiş şarkılarını işlerken ustalıklarını konuşturmuş ve Ozan Ekici’nin kendine has dünyasını dinleyiciye olduğu gibi (yersiz yere cilalamadan) yansıtmayı başarmışlar.
Nasıl tanımlanır Ozan Ekici’nin müziği? Kendisi “soft rock” ya da “akustik rock” tabirlerini kullanıyor. Biraz Ortaçgil, biraz Feridun Düzağaç’ın ilk dönemleri, Fikret Kızılok, belki bir parça da Pinhâni. Eğer bir kulvara sokmak gerekiyorsa, bu isimlerin/grupların yanında yer alabilir. Ancak onu hepsinden ayıran bir şey varsa o da şarkı sözleri.
Henüz 30’lu yaşların başında olmasına rağmen, hayatla hesaplaşmasını bitirmiş, iç huzurunu ve sükûneti bulmuş bir adamın kaleminden çıkmış şarkı sözleri var bu albümde. Çok az şarkıda hüzün ve aşk acısı var ama onlar bile karamsar değil. Zaten bu durumu “İyimser” adı verilmiş şarkı tek başına özetliyor. “Hayat her gün yeniden başlar” diyor Ozan Ekici o şarkıda. “Epey düşüp kalktım, artık adım iyimser,” diyor sonra da.
Başından sonuna dek akustik, sade, duru, temiz bir “sound” ve ince müzikal tatlar barındıran bir albüm bu. Hayatın telaşından el çektiğiniz bir gün, bir an, belki bir tatil yolculuğunda, belki yorgun bir iş gününün akşamında, vakit gece yarısını geçmişken bir gece ya da bir sabah erken uyandığınızda… Dinledikçe kendinizi iyi hissettirecek, kulağınızın pasını silecek 10 şarkı…
Benim önceliklerim tam da bu sebeple “Sessiz ve Dingin”, “İyimser” ve “Yolculuğa Çıkarken” oldu albümde. “Gayri İhtiyari”nin umutsuz ama umutlu aşk hikâyesine, “Masal”ın Ortaçgil’in ilk albümünden çıkıp gelmiş gibi duran naif duygusuna, ona keza “Düş”teki Fikret Kızılok iklimine, “Neredeyim Ben?”in melodikliğine bayıldım. Albüm boyunca yer yer duyduğum retro gitar tonlarına, Hammond org sesine de öyle…
Ancak bu albümü şarkılara ayırmak pek zor. Zaten giderek azalmakta olan 10 şarkılık albüm mantığı tam da bu yüzden kıymetli kalacak hep. Bazı albümler başından sonuna bir bütündür ve bir tek şarkısıyla o müzisyenin hikâyesine vâkıf olamaz, müziğinin sırrını çözemezsiniz. Bu nedenle haksızlık ettiğimiz ne çok müzisyen vardır kim bilir. Yeni bir isim için bugünün müzik piyasası şartlarında çok zor olanı tercih etmiş olsa da, iyi ki Ozan Ekici, şarkılarını bir albüm halinde sunmuş dinleyiciye. Bu albüm başından sonuna dinlenilmeyi hak ediyor zira.
Albümün kartonet ve kapak fotoğrafları Taner Çalışaner tarafından çekilmiş, kartonet tasarımı ise Benart Porduction imzası taşıyor.
“Rüzgârın Rengi Var”, Ozan Ekici’nin uzun vadede kalıcı olacak ve önümüzdeki yıllarda adından çok söz ettirecek bir müzisyen olduğunun habercisi gibi.
2011 yılının son günlerinde bir “best of” niteliğindeki “2000-2011” adlı albümünü yayımlayan Demir Demirkan, müzik kariyerine dizi ve film müzikleriyle devam ederken, 2013’ün ilk ayında iki şarkılık bir tekliyle karşımıza çıktı. DMC etiketiyle yayımlanan tekli, “Hatırla” adını taşıyor.
Pentagram günlerinden bu yana iyi bir “rock” müzisyeni olarak hafızalara kazınan ve solo albümleriyle de bu çizgisini devam ettiren Demirkan, klasik “rock” kalıpları üzerinden giderek pop dinleyicisine de sıcak gelecek, melodik besteler yapıyor. Şarkılarına yer yer serptiği Türk baharatları da dozunda tadıyla müziğini çeşnilendiriyor. Nitekim “Hatırla” da aynı formüle sırtını yaslamış bir beste. Bir yanıyla eski stil; özellikle nakarat bölümleri, ‘ver Coşkun Demir’e söylesin’ duygusu yarattı mesela bende. Buna karşın bir taraftan da, sıkı gitar solosu, gümbür gümbür davul yürüyüşü ve kulak dolduran baslarıyla iyi bir “rock” icrasının dün de bugün de değişmeyen gerekliliklerini yerine getiriyor; yani klasik ama bir o kadar da modern. Demir Demirkan genellikle kendi bestelerini seslendiren bir müzisyen ama bu teklide bir değişiklik yapıp, söz ve müziği Ersel Serdarlı’ya ait bir şarkıyı da seslendirmiş. Teklinin ikinci şarkısı “Gel Şuraya”, özellikle sözleriyle dikkate çeken enteresan bir şarkı. Sertab Erener’in “İstanbul” şarkısının, Ferhat Göçer’in “Aklım Sende Kalır”, “Seni Sevmeye Aşığım” gibi romantik “hit”lerinin de yaratıcısı olan Ersel Serdarlı, çok yönlü ve çok renkli bir şarkı yazarı olduğunu bu şarkıyla bir kez daha gösteriyor. “Gel Şuraya”, “Hatırla”dan daha genç ve daha dinamik bir şarkı olarak teklideki dengeyi de sağlıyor.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.