Geçtiğimiz günlerde sessiz sedasız şahane bir mini albüm
çıktı. Daha doğrusu bir YouTube projesi daha albüm olarak dijital platformlara
servis edildi. Buna alışmamız lazım. Kayıt teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte
artık illa ki yalıtılmış stüdyolara ihtiyaç duyulmuyor. Bir evin bir odasında
gayet de güzel ses kalitesiyle kayıt yapıp, aynı anda video da çekip müziği ister
dinlemek isterse izlemek isteyenlerin derdine derman olabiliyorsunuz.
Pinhani ve Cihan Mürtezaoğlu da öyle yapmış. Bir araya
gelmişler ve birlikte beş şarkı kaydetmişler. Yaptıkları işin adını da “Çekirdekten”
koymuşlar. İsim manidar. Bilen bilir çünkü; ‘80’lerin ilk yarısında Fikret Kızılok
ve Bülent Ortaçgil’in birlikte kurduğu Çekirdek Sanatevi vardı. O avuç içi
kadar yerde akustik ve seyircili dinletiler yapılırdı. Sonra o kayıtların bir
kısmı kaset olarak piyasaya sürülmüştü. O kasetlerden bir tek “Pencere Önü
Çiçeği” isimli Kızılok – Ortaçgil albümü CD formatında basılıp bugünlere
ulaştı. Diğerleri ise sadece arşivcilerin elinde var. Buna karşın Çekirdek
Sanatevi müzik tarihimizin müstesna bir yerinde duruyor hâlâ.
“Çekirdekten” ismi de Çekirdek Sanatevi’ne bir selam gibi.
Dahası o dinletilerde Kızılok ve Ortaçgil’in birlikte söylediği “Değirmenler”, Beğeni
Müzik etiketiyle yayımlanan “Çekirdekten” projesinde bu defa Pinhani ve Cihan
Mürtezaoğlu tarafından söyleniyor.
Bunun dışında dört şarkı daha var albümde. “İstanbul’da” ve “Bana
El Salla”, Pinhani’den, “Bir Beyaz Orkide” ve “Bu Bir Yağmur mu?” ise Cihan Mürtezaoğlu’ndan.
Birlikte çalıp söylüyorlar, parmaklarını kesip kanlarını birbirine karıştırır,
kan kardeş olur gibi. Bize de mest olarak dinlemek düşüyor.
Güzel şarkılar, güzel müzik, güzel adamlar… Akustik furyasının
içinde kalabalığa karışıp gitmemesi gereken bir proje bu. Kulak vermek lazım.
Yakın dönemin üretken isimlerinden biri Cihan Mürtezaoğlu.
2018’de ikinci albümünün yanı sıra bir de akustik mini-albüm yayımlamıştı, 2019’u
ise yeni bir şarkıyla karşıladı. Müretzaoğlu’nun “Hangi Yol?” adını taşıyan yeni
teklisi geçtiğimiz günlerde Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle yayımlandı.
Kendi söz ve müziklerini yazıp kendi düzenlemelerini yapıyor
olmanın lüksü Cihan Mürtezaoğlu ve onun kuşağındaki birçok ismi özgür kılıyor şüphesiz.
Pazarın genel geçer taktiklerine uymak zorunda hissetmiyorlar kendilerini. Bu
hem şarkılara bağımsızlık sağlıyor hem de onların dinleyiciyle buluşma periyoduna.
“Hangi Yol?”, söz, müzik ve düzenlemesi Cihan Mürtezaoğlu’na
ait bir şarkı. Başından beri takip edenlerin iyi bileceği üzere kendine ait bir
müzikal stili ve ses rengi olan, uzaktan bir yerden kulağınıza bir şarkı çalınsa
“Bu o!” diyeceğiniz bir müzisyen Mürtezaoğlu. Bu şarkı da tam olarak bu minvalde.
İnceden alaturka bir esintinin içinde gezdiği, tek bir gitarla da olsa çalınıp,
ıslıkla eşlik edilebilecek, demli bir melodi, hafif, sakin bir yürüyüş. Bu
şarkıyı enteresan kılansa banjo, kullanılmış olması. Bu ara bir banjo modası mı
var bana mı öyle denk geldi, onu bilemiyorum ama en dramatik şarkıya bile
neşeli bir hava verdiği kesin.
(9 Nisan 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Cihan Mürtezaoğlu şarkılarını internet platformlarında, YouTube kanallarında dinleyip seven de vardı, adını Ceyl’ân Ertem, Mabel Matiz, Burcu Tatlıses gibi isimlerin albümlerinde görüp bilen de. Yıllardır müziğin alternatif ve de çoğunlukla bağımsız kanadında varlığını göstermiş bir müzisyendi. Şarkı söylüyordu, şarkı yazıyordu, enstrüman çalıyordu, düzenleme yapıyordu. “Sultan Süleyman”ı Mabel Matiz’in söylemesi için yeniden düzenleyip uzun yıllar boyu pek eğlenceli sandığımız o şarkının içindeki saklı ağıtı çekip çıkarması bile tek başına Cihan Mürtezaoğlu’nun müzikal kalibresi hakkında bir fikir vermeye yeterdi aslında. Derken 2016’da ilk albümü “Bitsin Bu Delilik”le çıktı karşımıza. Geçtiğimiz günlerde ise Mürtezaoğlu’nun yeni albümü “Deli Zaman”, Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle yayımlandı.
Hakkında yazılan yorumlarda Bülent Ortaçgil’den Orhan Gencebay’a uzanan bir skalada pek çok isme benzetilmiş olsa da aslında nevi şahsına münhasır bir müzisyen Cihan Mürtezaoğlu. Kendine ait bir dili, şarkılarının bir melodik yapı biçimi ve düzenlemelerinin belirgin bir kimliği var. Bu büyük bir avantaj. Sevenleri de en çok bu yüzden seviyor zaten.
Öte yandan bu yeni albümün ilk albüme kıyasla artıları ve eksileri var.
Her an detone oluverecekmiş gibi şarkı söylüyordu Cihan Mürtezaoğlu. Özellikle tercih edildiğini düşündürmekle beraber, o pes tonlar zaman zaman dinleyicide gerginlik yaratmıyor değildi. Hece bölmeler ve prozodi hataları da cabası. Tüm bunlar ilk albümde çok belirgindi ve bu bakımdan ilk albüm onca amatör ya da yarı profesyonel Cihan Mürtezaoğlu videolarının ve de ses kayıtlarının bir uzantısı gibiydi. Bu albümde ise nispeten daha fazla şarkıcı gibi şarkı söyleyen bir Cihan Mürtezaoğlu var. Amatör kayıt meraklıları için bu tek başına “Cihan da bozdu,” yorumu yapma sebebi olsa bile, bu işin doğrusu budur, böyle olması gerekir zaten.
İlk albüm uzun bir zamana yayılmış şarkıların bir toplaması gibiydi. Birçoğu zaten bir kitle tarafından bilinen şarkılardı. Bu albümse göze görünür bir albüm bütünlüğü taşıyor ve bu bütün daha pop, daha “hafif” tınlayan şarkılar da barındırıyor. İkinci bir “Cihan da bozdu,” yorumu da buradan gelebilir ya da tam tersine Cihan bu albümle daha önce onu hiç dinlememişlere de ulaşabilir; işin o kısmını zaman gösterecek.
Mesela aslen bir Ferdi Tayfur şarkısı olan “Bana Sor” da dâhil olmak üzere birden fazla şarkıda Mürtezaoğlu’nun müziğine katkısı tartışılır dozda bir alaturka ritim, melodi, makam iklimi var. Derinlik değil, hafiflik veren bir doz.
Albümün tek “cover”ı “Bana Sor.” Onun dışındaki 10 şarkının söz ve müzik ve düzenlemelerinde Cihan Mürtezaoğlu imzası var (3 şarkının düzenlemesinde Mürtezaoğlu’nun yanı sıra Zafer Tunç Resuloğlu’nun da adı geçiyor.) Başından sonuna bütün düzenlemelerde sadelik, sakinlik ve akustik “sound” hâkim ki bu da bu zamanda müzikte en sevdiğimiz şey olabilir.
Ersin Şahin’in çektiği fotoğraflarla Başak Ünal’ın nefis kartonet ve kapak tasarımı ise albümün bir başka artısı.
Sonuç itibariyle daha ikinci albümünde “acaba ne yapmış” diye merakla dinleme hissi uyandıran, uzun vadede çok daha incelikli işler yapacağından kuşku duymayacağımız bir müzisyenin muhtemelen bir “ikinci albüm” sendromu yaşayarak yaptığı bir albüm bu. Kulak kabartmaya değer.
(21 Nisan 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Seversiniz, sevmezsiniz, müziği size hitap eder ya da etmez ama içinde bulunduğu dönemin kısır döngülerini kırmaya, ezber bozmaya yeltenen her müzisyen tarihe not düşülmeyi hak eder. Ceyl’an Ertem ilk solo albümünü yayımladığı 2010 yılından bu yana giderek daha geniş kitlelerin farkına vardığı, tanıdığı ve sevdiği bir şarkı yazarı ve şarkıcı olmanın ötesinde müzisyen sezgileri ve duyarlılıklarıyla yaşayan, ortaya koyduğu işlerle bunu hissettiren bir genç kadın. Nitekim son albümüyle de en çok bunu mimliyor.
Ertem’in beşinci albümü “Yine de Âmin” geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü. Albümde Ertem’in kendi yazdığı şarkıların yanı sıra Yıldız Tilbe ve Sıla imzası taşıyan şarkılar da var. On bir şarkı ve bir de “remix”in yer aldığı albümün Cenk Erdoğan, Can Güngör, Steven Kamperman, Cihan Mürtezaoğlu ve Tunç Çakır’dan oluşan kalabalık bir aranjör kadrosu var.
Aranjör kadrosu kalabalık ama bu isimlerin hepsi zaten Ertem’le birlikte çalışan, çalan ve onun müziğini iyi bilen müzisyenler. Dolayısıyla Ceyl’an Ertem ortak paydasında ortaya çıkan müzik aynı ortak bakış açısını taşıyor. İçinde nefeslilerin ve yaylıların da olduğu orkestra müziği. Üstelik aynı anda, fiilen birlikte, bir arada çalan bir orkestra.
“Yine de Âmin” birden fazla sebeple müzik tarihine not düşülecek bir albüm ama en önemli neden hiç kuşkusuz canlı kaydedilmiş olması. Üstelik de Gaziantep’te, Gaziantep Üniversitesi Mâvera Kongre ve Sanat Merkezi Konser Salonunda.
Her bir enstrümanistin stüdyoya ayrı ayrı zamanlarda gelip kendi partisini çaldığı (çoğu zaman yazılmış özel bir partinin de bulunmadığı), sonrasında o farklı kayıtların bilgisayar marifetiyle bir araya getirildiği bir teknoloji var nicedir. Çok kanallı ve dahi dijital kayıt imkânları bu kolaylığı sağladığından beri albümlerin müzikal tadında tuzunda bir eksilme yok mu? Var. Hem de çok. Her şeyden önce bir arada çalan müzisyenlerin yarattığı enerji, duygu eksik.
İşte Ceyl’an Ertem de ‘70’lı yılların albümlerini dinlerken hissettiği o enerjiyi yakalamak derdiyle bu albümü canlı kaydetmek istemiş. İyi ki de öyle yapmış. Belki bir şarkının “bmp”inin başından sonuna tutmadığı, çalan ya da söyleyenlerin zaman zaman hata da yaptığı ve öyle bırakılmış o naif plak kayıtlarından biri değil dinlediğimiz ama canlı işte. O yumuşaklık, o sıcaklık daha ilk şarkıda hissediliyor nitekim.
Ertem kendi dünyasının şiirli, resimli, hikâyeli şarkılarını söylüyor yine. Kimi zaman hayata, kimi zaman aşka dair cümleler kuruyor, onları kendine has melodilerle beziyor, kendi üslubunca ses veriyor sonra o şarkılara. İlk albümlerine kıyasla daha net, daha berrak şarkı söylüyor artık. Şarkılarından daha umutlu, daha aydınlık cümleler de geçiyor. Daha dışa dönük eskiye göre, içine kapanık değil. Tüm bunların toplamı Ceyl’an Ertem isminin peşinde koşanların sayısını artıracak mı ya da artırdı mı, evet. Bu kötü bir şey mi, şüphesiz hayır.
Yanı sıra albüm kapağında hem bir Taner Ceylan resmi kullanılmış olması hem de Aytekin Yalçın’ın çektiği fotoğrafların Sadi Güran’ın illüstrasyonları ve Melek Boçoğlu’nun grafik uygulaması ile katılmış görsel zenginlik ve dahi albüm isminin aynı adlı Sinem Sal şiir kitabından alınmış olması gibi detaylar, gösterilen özen ve uğraş kadar nicedir unutulmaya yüz tutmuş bir olguyu, albüm ruhu, albüm iklimi ya da kimliği denilen şeyi anımsatıyor.
“Efsunlu Dünya”, “Beni Öyle Bilme”, “Korsan” ve “Nilüfer” albümde beni daha çabuk yakalayan şarkılar oldu. En çok sevdiğim “Esmer” ise ticari açıdan da albüme dinamo olabilecek güçte. Ben olsam bu albümü öncelikle bu şarkıyla servis ederdim.
Ceyl’an Ertem bu albümle bir yandan klişe bozmakla, öte yandan yerini sağlamlaştırmakla kalmıyor, Türkiye’de yapılan müziğin geleceği için de umut vaat ediyor. Bu umuda sahip çıkmak lazım.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.