CEYL'AN ERTEM HARBİYE AÇIK HAVA KONSERİ 2 TEMMUZ 2019
“Ben burada 1991 yılında Aşkın Nur Yengi’nin ilk konserini
izlemiştim,” dedim. Bir “Ooooo!” nidası çıktı etrafımdakilerden. En azından
yaşlı dedeler gibi aklıma geldikçe değil, yeri geldikçe anlatıyorum bunu. Güzel
anı çünkü. Aşkın’ın kasetindeki 10 şarkıyı kasetteki sırayla söylemesi, sonra
da konserin bitivermesi… Seyircinin kızıp üzerinde oturdukları minderleri
sahneye fırlatması, “Aletler zarar görecek lütfen minder atmayın,” diye anons
yapılması filan… “Senin konser gayet profesyoneldi,” diyorum yanımda duran Ceyl’an’a.
Bir rahatlıyor sanki, “İyi bari,” deyip gülüyor. İçinden de “Ulan adamın
kıyasladığı konsere bak, 28 sene evveli,” demiştir kesin.
(17 Eylül 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Öyle bir albüm hayal ettim ki bir an… “Bu Havada Gidilmez”i Barış Manço, “Erkekler de Yanar”ı Erkin Koray, “Göç”ü Mazhar-Fuat-Özkan, “Nazlı Ay”ı Selda Bağcan, “Gidelim Buralardan”ı Kayahan söylüyormuş mesela… Ne güzel hayal… Ama boşa değil. Nazan Öncel şarkıları hepsinden izler sürmüş, bal toplamış meğer. Şimdiye dek Öncel’in sesi ve şarkı söyleme biçimi o kadar baskın çıkmış ki bunu bu kadar açık ve net fark edememişiz. “Ve Nazan Öncel Şarkıları” albümü bana her şeyden önce bunu anlattı. O şarkıları neden bu kadar sevdiğime dair yeni bir ipucu buldum.
Öncel’in tamamı yeni şarkılardan oluşan “Durum Şarkıları” albümünün üzerinden henüz kısa bir zaman geçmişti ki geçtiğimiz günlerde “Nazan Öncel Şarkıları” isimli saygı (ya da proje) albümü DMC etiketiyle piyasaya sürüldü. İyi de oldu zira büyük bir kısmı Nazan Öncel’den başkasının sesine değmemiş, orijinal versiyonları ise düzenlemelerin yapıldığı dönemin müzikal anlayışında yıllanmış bu şarkıların bugüne, bugünün sesleri ile güncellenmesi zamanın gereğiydi artık. Her proje albümü gibi riskini de içinde barındıran bu çalışma, o riski bertaraf edebilmiş de üstelik.
Bugüne dek müziğine hep uzak durduğum Manuş Baba’nın “Bu Havada Gidilmez” yorumuna ve özellikle de düzenlemesine bayıldığımı söyleyeyim en başta. Benzer şekilde yine pek semtine uğramadığım Koray Avcı’nın İskender Paydaş tarafından düzenlenmiş “Erkekler de Yanar” versiyonu da şarkının hakkını vermiş. Her iki düzenleme de bu iki şarkıyı ‘70’lere (daha doğrusu ‘70’ler “sound”unun bugünlerde tekrar moda olmuş seslerine) doğru yürütürken çok sıcak bir damar yakalamayı başarmış.
Gökhan Türkmen’in GT Band ile birlikte düzenleyip seslendirdiği “Nazınla Dünya Sazınla Dünya” ve İskender Paydaş düzenlemesiyle Fatma Turgut’un seslendirdiği “Zor Dünya”, bugünün müziğinde de kendine alan açabilecek, yeniden keşfedilebilecek kadar kulak dolduruyorlar.
Nazan Öncel “Bırak Seveyim”i sanki aslında Hayko Cepkin için yazmış da Cepkin Hakan Kurşun’la beraber şarkıyı düzenleyip bugün anca söyleyebilmiş gibi. Çağan Irmak, Çiğdem Erken ve Erim Akman’ın birlikte düzenlediği “Göç”ü öyle içten sevmiş belli ki adeta o kalp sızlatan hikâyelerinden birini yazmış da filmini çekivermiş oracıkta şarkıyı söylerken.
“Aynı Nakarat” gibi her satırı buram buram ‘90’lar tüten bir şarkı ancak (Onur Aşar ve Caner Özgür’ün düzenlemesiyle) Eypio’nun yaptığı gibi bugünlere taşınabilirdi. Buna karşın Ozan Çolakoğlu “Yalnızlar Treni”ni bir on yıl kadar önce düzenlemiş, Tarkan da o zamanlar söylemiş gibi. Belli ki Tarkan hem şarkı seçiminde hem de seçilen şarkının yeni düzenlemesinde yine sıfır risk hesabı yapmış. Açıkçası Sezen Aksu’dan da Nazan Öncel’le benzeştikleri yerden değil, ayrıştıkları yerden bir şarkı duymayı isterdim. Zira “Gitme Kal Bu Şehirde”, İskender Paydaş’ın şarkıyı güncelleyen düzenlemesine rağmen Sezen Aksu’nun sesinden daha dinlemeden duyulabilecek bir şarkı. Aynı cümleler kelimesi kelimesine Sıla’nın İskender Paydaş düzenlemesiyle seslendirdiği “Beni Hatırla” için de kurulabilir. Bir yandan doğru seçim diye düşünüyor ama öte yandan heyecan duymuyorsunuz dinlediğinizden.
Nazan Öncel’in alaycı, asi ve sert “Sokak Kızı” ise Can Güngör’ün düzenlemesi ve Ceyl’an Ertem’in yorumuyla daha acılı, daha içine kapanık ve daha karanlık bir hale bürünmüş.
Albümün bir de sürprizi var. Nazan Öncel’in ablası Neylan Okan, kardeşinin “Nazlı Ay” adlı şarkısını Janti’nin (Hamit Ündaş) düzenlemesiyle seslendiriyor. Nazan Öncel’in tınısını hatırlatmakla birlikte kendine has bir karakteristiği de olan Okan’ın sesi albüme bir kardeşlik nişanesi bırakıyor.
İyisi, daha az iyisi, eh işte idare ederiyle albüm Nazan Öncel şarkılarının tadını damakta bırakarak bitiyor. Daha fazlasını dinlemek istiyor, geçmiş Öncel albümlerine sardırıyorsunuz bir kez daha. Duydum ki bu projenin devamı gelecekmiş. Bence de gelmeli. Çünkü sırada yeniden seslendirilmeyi bekleyen daha çok ama pek çok şarkı var.
(9 Nisan 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Cihan Mürtezaoğlu şarkılarını internet platformlarında, YouTube kanallarında dinleyip seven de vardı, adını Ceyl’ân Ertem, Mabel Matiz, Burcu Tatlıses gibi isimlerin albümlerinde görüp bilen de. Yıllardır müziğin alternatif ve de çoğunlukla bağımsız kanadında varlığını göstermiş bir müzisyendi. Şarkı söylüyordu, şarkı yazıyordu, enstrüman çalıyordu, düzenleme yapıyordu. “Sultan Süleyman”ı Mabel Matiz’in söylemesi için yeniden düzenleyip uzun yıllar boyu pek eğlenceli sandığımız o şarkının içindeki saklı ağıtı çekip çıkarması bile tek başına Cihan Mürtezaoğlu’nun müzikal kalibresi hakkında bir fikir vermeye yeterdi aslında. Derken 2016’da ilk albümü “Bitsin Bu Delilik”le çıktı karşımıza. Geçtiğimiz günlerde ise Mürtezaoğlu’nun yeni albümü “Deli Zaman”, Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle yayımlandı.
Hakkında yazılan yorumlarda Bülent Ortaçgil’den Orhan Gencebay’a uzanan bir skalada pek çok isme benzetilmiş olsa da aslında nevi şahsına münhasır bir müzisyen Cihan Mürtezaoğlu. Kendine ait bir dili, şarkılarının bir melodik yapı biçimi ve düzenlemelerinin belirgin bir kimliği var. Bu büyük bir avantaj. Sevenleri de en çok bu yüzden seviyor zaten.
Öte yandan bu yeni albümün ilk albüme kıyasla artıları ve eksileri var.
Her an detone oluverecekmiş gibi şarkı söylüyordu Cihan Mürtezaoğlu. Özellikle tercih edildiğini düşündürmekle beraber, o pes tonlar zaman zaman dinleyicide gerginlik yaratmıyor değildi. Hece bölmeler ve prozodi hataları da cabası. Tüm bunlar ilk albümde çok belirgindi ve bu bakımdan ilk albüm onca amatör ya da yarı profesyonel Cihan Mürtezaoğlu videolarının ve de ses kayıtlarının bir uzantısı gibiydi. Bu albümde ise nispeten daha fazla şarkıcı gibi şarkı söyleyen bir Cihan Mürtezaoğlu var. Amatör kayıt meraklıları için bu tek başına “Cihan da bozdu,” yorumu yapma sebebi olsa bile, bu işin doğrusu budur, böyle olması gerekir zaten.
İlk albüm uzun bir zamana yayılmış şarkıların bir toplaması gibiydi. Birçoğu zaten bir kitle tarafından bilinen şarkılardı. Bu albümse göze görünür bir albüm bütünlüğü taşıyor ve bu bütün daha pop, daha “hafif” tınlayan şarkılar da barındırıyor. İkinci bir “Cihan da bozdu,” yorumu da buradan gelebilir ya da tam tersine Cihan bu albümle daha önce onu hiç dinlememişlere de ulaşabilir; işin o kısmını zaman gösterecek.
Mesela aslen bir Ferdi Tayfur şarkısı olan “Bana Sor” da dâhil olmak üzere birden fazla şarkıda Mürtezaoğlu’nun müziğine katkısı tartışılır dozda bir alaturka ritim, melodi, makam iklimi var. Derinlik değil, hafiflik veren bir doz.
Albümün tek “cover”ı “Bana Sor.” Onun dışındaki 10 şarkının söz ve müzik ve düzenlemelerinde Cihan Mürtezaoğlu imzası var (3 şarkının düzenlemesinde Mürtezaoğlu’nun yanı sıra Zafer Tunç Resuloğlu’nun da adı geçiyor.) Başından sonuna bütün düzenlemelerde sadelik, sakinlik ve akustik “sound” hâkim ki bu da bu zamanda müzikte en sevdiğimiz şey olabilir.
Ersin Şahin’in çektiği fotoğraflarla Başak Ünal’ın nefis kartonet ve kapak tasarımı ise albümün bir başka artısı.
Sonuç itibariyle daha ikinci albümünde “acaba ne yapmış” diye merakla dinleme hissi uyandıran, uzun vadede çok daha incelikli işler yapacağından kuşku duymayacağımız bir müzisyenin muhtemelen bir “ikinci albüm” sendromu yaşayarak yaptığı bir albüm bu. Kulak kabartmaya değer.
(21 Nisan 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Seversiniz, sevmezsiniz, müziği size hitap eder ya da etmez ama içinde bulunduğu dönemin kısır döngülerini kırmaya, ezber bozmaya yeltenen her müzisyen tarihe not düşülmeyi hak eder. Ceyl’an Ertem ilk solo albümünü yayımladığı 2010 yılından bu yana giderek daha geniş kitlelerin farkına vardığı, tanıdığı ve sevdiği bir şarkı yazarı ve şarkıcı olmanın ötesinde müzisyen sezgileri ve duyarlılıklarıyla yaşayan, ortaya koyduğu işlerle bunu hissettiren bir genç kadın. Nitekim son albümüyle de en çok bunu mimliyor.
Ertem’in beşinci albümü “Yine de Âmin” geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü. Albümde Ertem’in kendi yazdığı şarkıların yanı sıra Yıldız Tilbe ve Sıla imzası taşıyan şarkılar da var. On bir şarkı ve bir de “remix”in yer aldığı albümün Cenk Erdoğan, Can Güngör, Steven Kamperman, Cihan Mürtezaoğlu ve Tunç Çakır’dan oluşan kalabalık bir aranjör kadrosu var.
Aranjör kadrosu kalabalık ama bu isimlerin hepsi zaten Ertem’le birlikte çalışan, çalan ve onun müziğini iyi bilen müzisyenler. Dolayısıyla Ceyl’an Ertem ortak paydasında ortaya çıkan müzik aynı ortak bakış açısını taşıyor. İçinde nefeslilerin ve yaylıların da olduğu orkestra müziği. Üstelik aynı anda, fiilen birlikte, bir arada çalan bir orkestra.
“Yine de Âmin” birden fazla sebeple müzik tarihine not düşülecek bir albüm ama en önemli neden hiç kuşkusuz canlı kaydedilmiş olması. Üstelik de Gaziantep’te, Gaziantep Üniversitesi Mâvera Kongre ve Sanat Merkezi Konser Salonunda.
Her bir enstrümanistin stüdyoya ayrı ayrı zamanlarda gelip kendi partisini çaldığı (çoğu zaman yazılmış özel bir partinin de bulunmadığı), sonrasında o farklı kayıtların bilgisayar marifetiyle bir araya getirildiği bir teknoloji var nicedir. Çok kanallı ve dahi dijital kayıt imkânları bu kolaylığı sağladığından beri albümlerin müzikal tadında tuzunda bir eksilme yok mu? Var. Hem de çok. Her şeyden önce bir arada çalan müzisyenlerin yarattığı enerji, duygu eksik.
İşte Ceyl’an Ertem de ‘70’lı yılların albümlerini dinlerken hissettiği o enerjiyi yakalamak derdiyle bu albümü canlı kaydetmek istemiş. İyi ki de öyle yapmış. Belki bir şarkının “bmp”inin başından sonuna tutmadığı, çalan ya da söyleyenlerin zaman zaman hata da yaptığı ve öyle bırakılmış o naif plak kayıtlarından biri değil dinlediğimiz ama canlı işte. O yumuşaklık, o sıcaklık daha ilk şarkıda hissediliyor nitekim.
Ertem kendi dünyasının şiirli, resimli, hikâyeli şarkılarını söylüyor yine. Kimi zaman hayata, kimi zaman aşka dair cümleler kuruyor, onları kendine has melodilerle beziyor, kendi üslubunca ses veriyor sonra o şarkılara. İlk albümlerine kıyasla daha net, daha berrak şarkı söylüyor artık. Şarkılarından daha umutlu, daha aydınlık cümleler de geçiyor. Daha dışa dönük eskiye göre, içine kapanık değil. Tüm bunların toplamı Ceyl’an Ertem isminin peşinde koşanların sayısını artıracak mı ya da artırdı mı, evet. Bu kötü bir şey mi, şüphesiz hayır.
Yanı sıra albüm kapağında hem bir Taner Ceylan resmi kullanılmış olması hem de Aytekin Yalçın’ın çektiği fotoğrafların Sadi Güran’ın illüstrasyonları ve Melek Boçoğlu’nun grafik uygulaması ile katılmış görsel zenginlik ve dahi albüm isminin aynı adlı Sinem Sal şiir kitabından alınmış olması gibi detaylar, gösterilen özen ve uğraş kadar nicedir unutulmaya yüz tutmuş bir olguyu, albüm ruhu, albüm iklimi ya da kimliği denilen şeyi anımsatıyor.
“Efsunlu Dünya”, “Beni Öyle Bilme”, “Korsan” ve “Nilüfer” albümde beni daha çabuk yakalayan şarkılar oldu. En çok sevdiğim “Esmer” ise ticari açıdan da albüme dinamo olabilecek güçte. Ben olsam bu albümü öncelikle bu şarkıyla servis ederdim.
Ceyl’an Ertem bu albümle bir yandan klişe bozmakla, öte yandan yerini sağlamlaştırmakla kalmıyor, Türkiye’de yapılan müziğin geleceği için de umut vaat ediyor. Bu umuda sahip çıkmak lazım.
(12 Ocak 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.) Ceyl’an Ertem’in dördüncü albümü “Yuh!”, 2015’in Kasım ayında, Sony Müzik etiketiyle piyasaya çıktı. Önceki albümlerinde ağırlıklı olarak kendi şarkılarını seslendiren Ertem, bu albümü tamamen “cover” şarkılarla kotarmış.
Albümde daha önce başka seslerden dinlediğimiz 10 şarkı var. Zülfü Livaneli’nin 1977 yılında seslendirdiği, sonrasında Grup Yorum, Serhad Raşa, Rahmi Saltuk ve pek çok sayıda ismin de albümlerine aldığı “Mapusun İçinde Üç Ağaç İncir” adlı anonim türkü, bu albümün açılışında “Mapushane İçinde” adıyla çıkıyor karşımıza. (Yeri gelmişken bu türküyü Ahmet Kaya’nın hiç söylemediğini, internette Ahmet Kaya diye yüklenen kayıtların Serhad Raşa’ya ait olduğunu da söyleyeyim.)
Yine aynı ekolden, yani ağırlıklı olarak muhalif şarkıcı ve grupların repertuvarlarından eksik etmediği türküler/şarkılar ekolünden, anonim bir türkü olan “Odam Kireçtir Benim”, Nesimi’nin “Haydar Haydar”ı ve Mahzuni Şerif’in “Yuh Yuh!”u da albümün Anadolu kanadında duran diğer “cover”ları.
Ahmet Kaya’nın yakın zamanda Halil Sezai tarafından da yeniden söylenen “Arka Mahalle”si, adına “özgün müzik” denilen türün (yani yukarıda bahsi geçen ve ‘70’lerde çok popüler olan türkü/şarkı formunun ’80 ve ‘90’lara uzantısı olan türün) bir örneği olarak karşımıza çıkıyor.
‘80’lerin “hardcore” arabeskinin en vurucu örneklerinden “Bir Erkek Yüzünden”in ilginç de bir hikâyesi var. Söz ve müziği Cengiz Tekin’e ait bu şarkıyı aslında ilk olarak 1988 yılında Devran Çağlar seslendiriyor, hatta Çağlar’ın başrolünü oynadığı aynı adlı bir de Yeşilçam filmi çekiliyor. Ancak Bergen’in ölümünden önce yayımlanan son albümü “Yıllar Affetmez”de şarkı “Bir Erkek Yüzünden” olarak seslendiriliyor Bergen tarafından. Tıpkı Emrah’ın seslendirdiği “Acıların Çocuğu”nun, Bergen’in “Acıların Kadını” şarkısına dönüşmesi gibi. Albüm piyasaya çıktığında kimse birkaç ay sonra Bergen’in öldürüleceğini bilmiyor ama onun bir erkek yüzünden nasıl bir hayat yaşadığını herkes biliyor. Ve bu şarkı Bergen’in hayat hikâyesiyle özdeşleşmiş şarkılardan biri olarak Ertem’in albümünde de ayrı bir yerde duruyor.
Albümdeki geri kalan 4 şarkı ise pop ve alternatif kulvarından seçilmiş. Henüz 17 yaşında iken mahkeme kararı ile yaşı büyültülerek 12 Eylül yönetimi tarafından idam ettirilen Erdal Eren’in, idam sehpasına gitmeden önce çekilmiş son fotoğrafındaki o son bakışından yola çıkarak Aysel Gürel tarafından yazılmış ve bestesi Onno Tunç tarafından yapılmış “Son Bakış” bu şarkılardan biri. Genç yaşta hayata veda etmiş ve adeta efsaneleşmiş Yavuz Çetin’in “Oyuncak Dünya”sı, Mehmet Güreli’nin, sözleri Görkem Yeltan tarafından yazılmış “Uçurtma”sı ve Bulutsuzluk Özlemi klasiklerinden Nejat Yavaşoğulları şarkısı “Beynim Zonkluyor” da diğerleri.
“Oyuncak Dünya”nın başında Yavuz Çetin’in sesini duymak bir sürpriz. “Uçurtma”yı ise Ceyl’an Ertem, Cihan Murtezaoğlu ile birlikte söylüyor.
Çok farklı tür ve tarzlardan bir araya getirilmiş şarkıların ortak noktası, söyleyecek bir sözü olmaları. Yer yer doğrudan, yer yer ince ince ama hep bir şey anlatıyor bu şarkılar. Yakın geçmişin karanlık odalarından çıkıp gelmiş olsalar da, bugünlere de dokunuyorlar bir şekilde. Aslında değişen bir şey olmadığını da gösteriyorlar. Kadın cinayetleri hâlâ gündemimizde, idam cezası kalkmış olsa da, yok yere hayatı zindan edilenler, düşünceleri yüzünden demir parmaklıklar arkasına sürülenler hiç de az değil. Çalanlara, kıyanlara, nefsine uyanlara “Yuh!” demeye devam ediyoruz hâlâ. Arka mahallelerde kurşunlara gelebilmek hâlâ çok mümkün… Ve daha bir sürü şey…
Albümün en dikkat çekici yanı ise düzenlemeleri. Cenk Erdoğan’ın cazdan “blues”a, saykodelik “rock”tan popa uzanan bir çizgideki düzenlemeleri, bu farklı türleri aynı potada ustaca eritmeyi başarıyor.“Bir Erkek Yüzünden”in Can Güngör ve “Uçurtma”nın Cihan Mürtezaoğlu düzenlemeleri de aynı şekilde.
Ceyl’an Ertem ise zaten sahne programlarında seslendirdiği bu şarkıları canlı kaydeder ve söylerken, sahnedeki konsantrasyonunu albüme de yansıtmış. Bir hayli “saykodelik”, bir hayli “dark” ve yer yer dinleyeni yoran bir şarkı söyleme biçimi bu. Doğal olarak seveni kadar sevmeyeni de olması kaçınılmaz. Bu şarkıların ve düzenlemelerin yarattığı atmosfer içerisinde bana çok da rahatsız edici gelmedi.
Bununla birlikte, ben olsam “Odam Kireçtir Benim” gibi çok ama çok fazla dile pelesenk olmuş bir türküyü, Bulutsuzluk Özlemi’nin içinden başka şarkılarının sözlerini de geçirdiği, grubun müziği içerisinde anlam kazanacak ve tek başına dinlendiğinde biraz eksik kalacak “Beynim Zonkluyor”unu albüme almak konusunda o kadar emin olamazdım.
Albümün içinden çıkan küçük zarfta her şarkı için ayrı hazırlanmış küçük kartlar ve o kartlarda Gezi günlerinin duvar yazılarına selam duran fotoğraflar var. Zarfın üzerinde ise “Hey çocuk! Üretmelisin! O zaman yermeye ve yuhaya vaktin kalmayacak. Üstelik emeğin değerini anlayıp, meyve veren ağacı taşlamaya utanacaksın,” cümleleri ile Ceyl’an Ertem onu ve müziğini eleştirenlere tabiri caizse “ayar veriyor”.
Muktedirin yanına yöresine otağ kurmayanların, hele ki karşısına geçip söz söyleyenlerin bir şekilde susturulduğu, kesilip biçildiği, yenilip yutulduğu bir ülkede, bu zamanda bu albümü yapmak, seçilen şarkılardan kartonetine kadar bu kadar net bir tavır ortaya koymak hiç kolay değil. Sadece bu bile tek başına önemli. Seversiniz, sevmezsiniz, o ayrı mesele.
(3 Aralık 2012 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de popüler müziğin her devir ve her dönemde müzik piyasa üzerindeki baskın bir rolü var. Müzik televizyonları, radyolar, gazete ve dergilerin müziğe açtığı sayfalar çok büyük yüzdeyle popüler müziğe endeksli. Ve tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de popüler müziğin yarattığı bu suni baskı, müzikte alternatif türlerin doğması ve gelişmesinde itici güç oluyor. ‘70’lerin pop çılgınlığı, ‘80’lerde Yeni Türkü, Ezginin Günlüğü ve Bulutsuzluk Özlemi başta olmak üzere birçok alternatif denemenin yolunu açmıştı. ‘90’larda tekrar patlayan pop müziği furyasından 2000’lerde artan ivmesiyle “rock” müziği kazançlı çıktı. 2010’lu yıllarda ise “rock” müziğin yanı sıra alternatif birçok türün neredeyse ana akımı yerinden edecek kadar yükseldiğine birlikte şahit oluyoruz.
Ceyl’an Ertem alternatif müziği yakından takip edenlerin iyi tanıdığı bir isim. 2000’lerde Anima grubunun solisti olarak adını duyuran ve 2010 tarihli ilk solo albümü “Soluk”la ciddi bir çıkış yapan Ceyl’an Ertem’in ikinci albümü “Ütopyalar Güzeldir” geçtiğimiz günlerde Ada Müzik etiketiyle yayımlandı.
Şu veya bu türe atıfta bulunulamayacak, şu veya bu tarzın klişelerine hapsedilemeyecek, kendine has bir müziği var Ceyl’an Ertem’in. Daha albümün ilk şarkısından itibaren hissediyorsunuz bunu. Şarkı yazarı olarak şiire yakın duran Ertem, her biri bir şiir örgüsündeki şarkı sözlerini hafızaya kolay yer eden melodik yapıların, tekrarlı döngülerin içinden geçirmeden müzikliyor. Metaforlarla yüklü şarkı sözlerine, Ertem’in ilk bakışta çok karmaşık duran ama aslında bir o kadar da yalın ve yalansız tınlayan müziğine nüfuz etmek için iyice kulak kabartmak, dinlerken kafa yormak, çaba sarf etmek gerekiyor. Sonrası kendiliğinden geliyor zaten. Ertem’in yaşından beklenmeyecek ölçüde bilge, sözü derin, sözü söyleme biçimi incelikli bir şarkı işçiliği bekliyor sizi.
Albümde yakalanan yüksek müzikaliyeti sadece Ertem’e mâl etmek hata olur. Zira düzenleme ve icra bazı şarkılar için bir elbisedir; onu çıkarıp bir başka elbise de giydirebilirsiniz ve sakil durmaz. Oysa bazı şarkılarda düzenleme ve icra şarkının bizzat kendisi olur çıkar; ayrı düşünemezsiniz. Albümün prodüktörü ve aranjörü ve de şarkılarda duyduğumuz hemen hemen tüm telli sazların icracısı Cenk Erdoğan bu albüme böylesi silinmesi zor bir imza atmış. Erdoğan, Ceyl’an Ertem’in alabildiğine inişli çıkışlı, ele avuca sığmaz vokal tekniğinin ve tuzaklı şarkılarının (yani her iki açıdan da teknik anlamda çok zorlayıcı) düğümlerini ustaca çözmekle kalmıyor, her bir şarkıda ‘bu şarkı başka türlü düzenlenemez ve çalınamaz’ hissini de uyandırmayı başarıyor. Albümde çalan diğer tüm müzisyenlerin ve “mix” aşamasında Alp Turaç’ın da alkışlanacak işler yaptıklarını söylemek lazım.
11 şarkı arasında Ertem’in dinleyene sıkı tokatlar attığı “Ertesi Gece”yi, “Kaçıncı Yarın”ı ve bir Mabel Matiz bestesi olan “Cennetin Irmakları”nı özellikle işaret etmek isterim. Tabii Ferhan Şensoy’dan bildiğimiz “Ütoptyalar Güzeldir”i de es geçmemek lazım. Bir tebrik de Burcu Ürgül tarafından yapılan illüstrasyonlar ve son derece şık kartonet tasarımı için yine Ceyl’a Ertem’e.
Başta da söylediğim gibi müzikte zoru sevenlerin, sindire sindire müzik dinleyenlerin tartışmasız baş tacı edeceği, kulağı kolaya alışkınların ise biraz zaman ve çabayla sevip kıymetini bileceği bir albüm bu.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.