“Nazdrave”, Ediz Hafızoğlu’nun 2014 yılında yayımlanan ilk
albümünün adıydı. Caz davulcusu Hafızoğlu, çok farklı türlerde müzik yapan
müzisyenlerin arkasında davul çalıyor olmakla birlikte bu ilk solo projesinde Cem
Tuncer, Cenk Erdoğan, Engin Recepoğulları ve Barış Doğukan Yazıcı ile beraber Ceylan
Ertem, Elif Çağlar Muslu ve Eylem Aktaş’ın da solist olarak yer aldığı nefis
bir caz albümüne imza atmıştı.
Sonrasında Nazdrave bir proje ismi olarak kalıcı hale geldi
ve 2015 yılında İstanbul Caz Festivali kapsamında verdikleri konserin kaydı 2017
yılında “Nazdrave Live” adı verilmiş bir albüm olarak yayımlandı.
2018 yılında piyasaya çıkan “Nazdrave 13” albümü ile devam
eden serinin son halkası “3 Türkü” geçtiğimiz günlerde Lin Records etiketiyle
piyasaya sürüldü. Adında da anlaşıldığı üzere 3 türkü düzenlemesinin yer aldığı
bir kısaçalar bu. Projenin diğer albümlerinde daha ziyade özgün parçalar vardı;
bu defa ise anonim türküler, cazın içinden geçiyor.
Atakan Akdaş’ın seslendirdiği “Kerpiç Kerpiç Üstüne” ve Taylan
Özgür Ölmez’in seslendirdiği “Çay Benim Çeşme Benim”in düzenlemeleri Serhan
Erkol tarafından yapılmış. Jülide Özçelik’in seslendirdiği “Uzun İnce Bir
Yoldayım” ise Ediz Hafızoğlu, Cem Tuncer ve Ercüment Orkut tarafından
düzenlenmiş. Bu üç kayıtta Ediz Hafızoğlu ile birlikte çalanlar ise Barış
Doğukan Yazıcı, Serhan Erkol, Ercüment Orkut, Cem Tuncer, Cenk Erdoğan ve Volkan
Hürsever.
Özellikle Âşık Veysel’in konuşmaları ve elektronik seslerin de
yer aldığı “Uzun İnce Bir Yoldayım” şaşırtıcı, etkileyici bir kayıt. Fakat ben
sesini çok sevdiğim Taylan Özgür Ölmez’in vokalde ve Serhan Erkol’un saksafonda
harikalar yarattığı “Çay Benim Çeşme Benim” kaydını paylaşmak istedim.
Ediz Hafızoğlu Gazete Duvar’dan Işıl Çalışkan’a verdiği
röportajda “Türküler bizim caz standartlarımız,” demiş. Ne kadar hak versek az.
Müzikte türler arası (kerameti kendinden menkul) sınırları ne kadar silersek o
kadar rahat edeceğiz aslında. Evet, Okay Temiz’den Özdemir Erdoğan’a, benzer
işler yıllardır pek çok kez yapıldıysa da bu dönemde kendi kulvarında popülerlik
yakalamış caz müzisyenlerinin önümüze koyduğu bu işin ayrı bir değeri, önemi
var.
CEYL'AN ERTEM HARBİYE AÇIK HAVA KONSERİ 2 TEMMUZ 2019
“Ben burada 1991 yılında Aşkın Nur Yengi’nin ilk konserini
izlemiştim,” dedim. Bir “Ooooo!” nidası çıktı etrafımdakilerden. En azından
yaşlı dedeler gibi aklıma geldikçe değil, yeri geldikçe anlatıyorum bunu. Güzel
anı çünkü. Aşkın’ın kasetindeki 10 şarkıyı kasetteki sırayla söylemesi, sonra
da konserin bitivermesi… Seyircinin kızıp üzerinde oturdukları minderleri
sahneye fırlatması, “Aletler zarar görecek lütfen minder atmayın,” diye anons
yapılması filan… “Senin konser gayet profesyoneldi,” diyorum yanımda duran Ceyl’an’a.
Bir rahatlıyor sanki, “İyi bari,” deyip gülüyor. İçinden de “Ulan adamın
kıyasladığı konsere bak, 28 sene evveli,” demiştir kesin.
KENAN DOĞULU HARBİYE AÇIK HAVA KONSERİ 27 HAZİRAN 2019
Kenan Doğulu tam olarak kaç yaşında? Konserden sonra açıp
baktım Google’dan. 45 yaşındaymış. ‘80’li yılların dergilerinden birinde bir
Şükran Ay haberine denk gelmiştim bir vakitler. Başlık aynen şöyleydi: “40
Yaşında Bir Çınar”. Tövbeler olsun! O ara Elhan’la biz de 40’lı yaşlarımızın başlarındaydık.
Aramızda bir espri konusu olmuştu bu. “Huhahaha çınar hihohohi çınar!” filan
diye takılıyorduk birbirimize. Öyleydi ama… Eskiden bırakın 40’ı, 30’larında
biri bile basbayağı feleğin çemberinden geçmiş, ununu elemiş, eleğini asmış
sayılırdı. Hele 45’e geldiysen artık bildiğin yaşlıydın.
“Uzun zamandır duyduğum en iyi yeni ses” diye başlayabilirim
yazıya gönül rahatlığıyla. Abartmış olmam çünkü. İyi ses ve iyi şarkıcı. Gerçi
Sevinç Yurdem’in önceki yıllarda Groovypedia için yaptığı kayıtlara denk gelmiş,
o zaman da dikkatimi çekmiş olmalı ki hepsini izlemiştim ama o kayıtlardaki
tamperaman düşüklüğü beni yormuştu biraz; şimdi tekrar bakınca hatırladım.
Sevinç Yurdem Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi Müzikoloji bölümünden mezun olmuş. Eğitimi devam ederken özel şan
dersleri de almış. Ve sonrasında sahneye çıkmaya başladığında caz standartları,
“soul” şarkıları, aryalar ve ‘80’li, ‘90’lı yılların Türkçe Pop şarkılarını seslendirmeye
başlamış. Bir dönem de İzmir Kent Orkestrası solistliğini yaparak çok sayıda
şehir, mekân ve festivalde sahneye çıkmış.
Sözün kısası hem müzik eğitimi almış hem de sahnede pişmiş
bir şarkıcı Sevinç Yurdem. İyi bir ses olması bir yana, “iyi bir şarkıcı”
tabirinin içini bu derece doldurabilmesi bundan şüphesiz.
Sevinç Yurdem’in ilk teklisi “Sen de mi Leyla?” 2019’un ilk günlerinde
1877 Müzik Yapım ve EMI ortaklığı ile yayımlandı. “Sen de mi Leyla?” Ferdi Tayfur’un
1983 yılında piyasaya çıkan 33’lük plağına adını veren şarkı. Bilenler bilir, aynı
albümden daha önce “Yıldızlar da Kayar” adlı şarkı Tan Taşçı tarafından “cover”
yapılmıştı.
“Sen de mi Leyla?”nın söz ve müziği Ferdi Tayfur’a ait,
düzenleme ise Cenk Erdoğan tarafından yapılmış. Doğrusu enteresan bir buluşma
olmuş ve üstüne Sevinç Yurdem’in yorumu da eklenince çok etkileyici bir iş çıkmış
ortaya. Hem otantik hem modern, hem eski hem yeni…
Cenk Erdoğan kolaya kaçmamış, yeni bir “intro” yazmış, başka
bir ritim yürüyüşü üzerine oturtmuş şarkıyı. Şarkının orijinalindeki gazel
bölümünün ortadan kaldırılmadan yeni düzenlemeye yedirilmiş olmasını da ayrıca
sevdim. Sevinç Yurdem ise Ferdi Tayfur’un meşhur prozodi hataları ve kendine özgü
vurgularını hiç tekrarlamadan, tamamen başka bir şarkı dinliyormuş hissi
yaratacak denli iyi söylemiş şarkıyı.
Yeni bir sesin, bir şarkıcının dinleyiciye olta atmak için bilinen
bir arabesk şarkıyı seçmesi nedeniyle evet, ticari ama bir o kadar da ucuza
kaçılmamış bir iş bu. Eleştirilecek tek tarafı ise “Sen de mi Leyla?”nın bir
kadın şarkısı olmaması olabilir. Halk müziğimiz ve alaturka musikimiz buna pek
takmaz gerçi. Ama insan bir yadırgıyor ister istemez.
(22 Mart 2018 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Daha geçenlerde yazmıştım. Artık kolay kolay ilk dinleyişte bizi etkisi altına alacak, kulağımızda doygunluk yaratacak, tekrar ve daha çok dinleme arzusu uyandıracak yeni ses pek az çıkıyor. Yani aslında yeni ses çok çıkıyor; her gün üçü beşi düşüyor internete. Kimisi ben keşfedene kadar milyon kere milyon dinlenmiş, “fan” kitlesini filan edinmiş oluyor hatta. Gelin görün ki çoğunu sonuna kadar dinleyemeden kapatıyorum. Her amatör kayıttan ve sesten etkilenecek yaşta değilim; ondandır belki. Belki de tahammül gösteremediğim şeyler vardır; bozuk Türkçe, içine kaçmış ses, melodisiz şarkılar gibi. O kadar da ukalalığım olsun.
Ne ki Melek Mosso’nun “Yalnız Gece” videosuna denk geldiğimde bir ergen heyecanı duymadım değil. Ne kadar geniş ve de açık bir ses, kelimeleri nasıl kalbinden çıkara çıkara söylüyor diye diye ne kadar amatör videosu varsa izledim peşi sıra. Sonra baktım, iki-üç “featuring” dışında profesyonel bir solo kaydı yoktu dijital platformlarda. Üç vakte kadar olur, olacaktır, olmalıdır diye temenni ettim. Oldu da nitekim. Melek Mosso’nun ilk teklisi “Kedi”, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle yayımlandı.
Söz ve müziği Melek Mosso’ya ait şarkının düzenlemesi Cenk Erdoğan tarafından yapılmış. Hem sözleri hem melodisiyle dinleyeni kolayca kavrayacak sıcak bir şarkı “Kedi”. Bu kulvarda türeyen nice yeni şarkıcının melodisi eksik, müzikal kurgusu sallantılı hatta eksik, sözleri ölümüne depresif şarkılarının aksine kanlı canlı bir şarkı. Bir hikâyesi var ve o hikâye Mosso’nun sesinde hayat buluyor, dinleyene geçiyor. Tıpkı botokslu yüzler gibi ifadesiz, seviniyor mu üzülüyor mu, şaşırıyor mu kızıyor mu anlamadığımız, her ruh halinde aynı biçimde şarkı söyleyenlerden değil Melek Mosso. Bu da en büyük artısı oluyor. Mosso vasat bir şarkıyı bile ateşlendirebilecekken zaten ateşli bir şarkıyla etkisini ikiye katlıyor.
Pop kategorisi tamamen düzene uymuş, akıllı uslu, edepli sahtekarlığıyla düğünlere, nişanlara şarkılar üretedursun, “rakıyı döken, ağzını bozan” sevgiliye bir yandan dayılanıp, bir yandan da “beni çok üzüyorsun” diyen bu kadın sahici. Sırf “rakı” kelimesi nedeniyle şarkının radyo ve televizyonlarda yayınlanmayacağını bile bile o kelimeyi değiştirmeyecek kadar da müdanasız.
Daha çok Melek Mosso dinlemek istiyorum. Bir an önce albüm yapsın.
(21 Nisan 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Seversiniz, sevmezsiniz, müziği size hitap eder ya da etmez ama içinde bulunduğu dönemin kısır döngülerini kırmaya, ezber bozmaya yeltenen her müzisyen tarihe not düşülmeyi hak eder. Ceyl’an Ertem ilk solo albümünü yayımladığı 2010 yılından bu yana giderek daha geniş kitlelerin farkına vardığı, tanıdığı ve sevdiği bir şarkı yazarı ve şarkıcı olmanın ötesinde müzisyen sezgileri ve duyarlılıklarıyla yaşayan, ortaya koyduğu işlerle bunu hissettiren bir genç kadın. Nitekim son albümüyle de en çok bunu mimliyor.
Ertem’in beşinci albümü “Yine de Âmin” geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü. Albümde Ertem’in kendi yazdığı şarkıların yanı sıra Yıldız Tilbe ve Sıla imzası taşıyan şarkılar da var. On bir şarkı ve bir de “remix”in yer aldığı albümün Cenk Erdoğan, Can Güngör, Steven Kamperman, Cihan Mürtezaoğlu ve Tunç Çakır’dan oluşan kalabalık bir aranjör kadrosu var.
Aranjör kadrosu kalabalık ama bu isimlerin hepsi zaten Ertem’le birlikte çalışan, çalan ve onun müziğini iyi bilen müzisyenler. Dolayısıyla Ceyl’an Ertem ortak paydasında ortaya çıkan müzik aynı ortak bakış açısını taşıyor. İçinde nefeslilerin ve yaylıların da olduğu orkestra müziği. Üstelik aynı anda, fiilen birlikte, bir arada çalan bir orkestra.
“Yine de Âmin” birden fazla sebeple müzik tarihine not düşülecek bir albüm ama en önemli neden hiç kuşkusuz canlı kaydedilmiş olması. Üstelik de Gaziantep’te, Gaziantep Üniversitesi Mâvera Kongre ve Sanat Merkezi Konser Salonunda.
Her bir enstrümanistin stüdyoya ayrı ayrı zamanlarda gelip kendi partisini çaldığı (çoğu zaman yazılmış özel bir partinin de bulunmadığı), sonrasında o farklı kayıtların bilgisayar marifetiyle bir araya getirildiği bir teknoloji var nicedir. Çok kanallı ve dahi dijital kayıt imkânları bu kolaylığı sağladığından beri albümlerin müzikal tadında tuzunda bir eksilme yok mu? Var. Hem de çok. Her şeyden önce bir arada çalan müzisyenlerin yarattığı enerji, duygu eksik.
İşte Ceyl’an Ertem de ‘70’lı yılların albümlerini dinlerken hissettiği o enerjiyi yakalamak derdiyle bu albümü canlı kaydetmek istemiş. İyi ki de öyle yapmış. Belki bir şarkının “bmp”inin başından sonuna tutmadığı, çalan ya da söyleyenlerin zaman zaman hata da yaptığı ve öyle bırakılmış o naif plak kayıtlarından biri değil dinlediğimiz ama canlı işte. O yumuşaklık, o sıcaklık daha ilk şarkıda hissediliyor nitekim.
Ertem kendi dünyasının şiirli, resimli, hikâyeli şarkılarını söylüyor yine. Kimi zaman hayata, kimi zaman aşka dair cümleler kuruyor, onları kendine has melodilerle beziyor, kendi üslubunca ses veriyor sonra o şarkılara. İlk albümlerine kıyasla daha net, daha berrak şarkı söylüyor artık. Şarkılarından daha umutlu, daha aydınlık cümleler de geçiyor. Daha dışa dönük eskiye göre, içine kapanık değil. Tüm bunların toplamı Ceyl’an Ertem isminin peşinde koşanların sayısını artıracak mı ya da artırdı mı, evet. Bu kötü bir şey mi, şüphesiz hayır.
Yanı sıra albüm kapağında hem bir Taner Ceylan resmi kullanılmış olması hem de Aytekin Yalçın’ın çektiği fotoğrafların Sadi Güran’ın illüstrasyonları ve Melek Boçoğlu’nun grafik uygulaması ile katılmış görsel zenginlik ve dahi albüm isminin aynı adlı Sinem Sal şiir kitabından alınmış olması gibi detaylar, gösterilen özen ve uğraş kadar nicedir unutulmaya yüz tutmuş bir olguyu, albüm ruhu, albüm iklimi ya da kimliği denilen şeyi anımsatıyor.
“Efsunlu Dünya”, “Beni Öyle Bilme”, “Korsan” ve “Nilüfer” albümde beni daha çabuk yakalayan şarkılar oldu. En çok sevdiğim “Esmer” ise ticari açıdan da albüme dinamo olabilecek güçte. Ben olsam bu albümü öncelikle bu şarkıyla servis ederdim.
Ceyl’an Ertem bu albümle bir yandan klişe bozmakla, öte yandan yerini sağlamlaştırmakla kalmıyor, Türkiye’de yapılan müziğin geleceği için de umut vaat ediyor. Bu umuda sahip çıkmak lazım.
(12 Ocak 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.) Ceyl’an Ertem’in dördüncü albümü “Yuh!”, 2015’in Kasım ayında, Sony Müzik etiketiyle piyasaya çıktı. Önceki albümlerinde ağırlıklı olarak kendi şarkılarını seslendiren Ertem, bu albümü tamamen “cover” şarkılarla kotarmış.
Albümde daha önce başka seslerden dinlediğimiz 10 şarkı var. Zülfü Livaneli’nin 1977 yılında seslendirdiği, sonrasında Grup Yorum, Serhad Raşa, Rahmi Saltuk ve pek çok sayıda ismin de albümlerine aldığı “Mapusun İçinde Üç Ağaç İncir” adlı anonim türkü, bu albümün açılışında “Mapushane İçinde” adıyla çıkıyor karşımıza. (Yeri gelmişken bu türküyü Ahmet Kaya’nın hiç söylemediğini, internette Ahmet Kaya diye yüklenen kayıtların Serhad Raşa’ya ait olduğunu da söyleyeyim.)
Yine aynı ekolden, yani ağırlıklı olarak muhalif şarkıcı ve grupların repertuvarlarından eksik etmediği türküler/şarkılar ekolünden, anonim bir türkü olan “Odam Kireçtir Benim”, Nesimi’nin “Haydar Haydar”ı ve Mahzuni Şerif’in “Yuh Yuh!”u da albümün Anadolu kanadında duran diğer “cover”ları.
Ahmet Kaya’nın yakın zamanda Halil Sezai tarafından da yeniden söylenen “Arka Mahalle”si, adına “özgün müzik” denilen türün (yani yukarıda bahsi geçen ve ‘70’lerde çok popüler olan türkü/şarkı formunun ’80 ve ‘90’lara uzantısı olan türün) bir örneği olarak karşımıza çıkıyor.
‘80’lerin “hardcore” arabeskinin en vurucu örneklerinden “Bir Erkek Yüzünden”in ilginç de bir hikâyesi var. Söz ve müziği Cengiz Tekin’e ait bu şarkıyı aslında ilk olarak 1988 yılında Devran Çağlar seslendiriyor, hatta Çağlar’ın başrolünü oynadığı aynı adlı bir de Yeşilçam filmi çekiliyor. Ancak Bergen’in ölümünden önce yayımlanan son albümü “Yıllar Affetmez”de şarkı “Bir Erkek Yüzünden” olarak seslendiriliyor Bergen tarafından. Tıpkı Emrah’ın seslendirdiği “Acıların Çocuğu”nun, Bergen’in “Acıların Kadını” şarkısına dönüşmesi gibi. Albüm piyasaya çıktığında kimse birkaç ay sonra Bergen’in öldürüleceğini bilmiyor ama onun bir erkek yüzünden nasıl bir hayat yaşadığını herkes biliyor. Ve bu şarkı Bergen’in hayat hikâyesiyle özdeşleşmiş şarkılardan biri olarak Ertem’in albümünde de ayrı bir yerde duruyor.
Albümdeki geri kalan 4 şarkı ise pop ve alternatif kulvarından seçilmiş. Henüz 17 yaşında iken mahkeme kararı ile yaşı büyültülerek 12 Eylül yönetimi tarafından idam ettirilen Erdal Eren’in, idam sehpasına gitmeden önce çekilmiş son fotoğrafındaki o son bakışından yola çıkarak Aysel Gürel tarafından yazılmış ve bestesi Onno Tunç tarafından yapılmış “Son Bakış” bu şarkılardan biri. Genç yaşta hayata veda etmiş ve adeta efsaneleşmiş Yavuz Çetin’in “Oyuncak Dünya”sı, Mehmet Güreli’nin, sözleri Görkem Yeltan tarafından yazılmış “Uçurtma”sı ve Bulutsuzluk Özlemi klasiklerinden Nejat Yavaşoğulları şarkısı “Beynim Zonkluyor” da diğerleri.
“Oyuncak Dünya”nın başında Yavuz Çetin’in sesini duymak bir sürpriz. “Uçurtma”yı ise Ceyl’an Ertem, Cihan Murtezaoğlu ile birlikte söylüyor.
Çok farklı tür ve tarzlardan bir araya getirilmiş şarkıların ortak noktası, söyleyecek bir sözü olmaları. Yer yer doğrudan, yer yer ince ince ama hep bir şey anlatıyor bu şarkılar. Yakın geçmişin karanlık odalarından çıkıp gelmiş olsalar da, bugünlere de dokunuyorlar bir şekilde. Aslında değişen bir şey olmadığını da gösteriyorlar. Kadın cinayetleri hâlâ gündemimizde, idam cezası kalkmış olsa da, yok yere hayatı zindan edilenler, düşünceleri yüzünden demir parmaklıklar arkasına sürülenler hiç de az değil. Çalanlara, kıyanlara, nefsine uyanlara “Yuh!” demeye devam ediyoruz hâlâ. Arka mahallelerde kurşunlara gelebilmek hâlâ çok mümkün… Ve daha bir sürü şey…
Albümün en dikkat çekici yanı ise düzenlemeleri. Cenk Erdoğan’ın cazdan “blues”a, saykodelik “rock”tan popa uzanan bir çizgideki düzenlemeleri, bu farklı türleri aynı potada ustaca eritmeyi başarıyor.“Bir Erkek Yüzünden”in Can Güngör ve “Uçurtma”nın Cihan Mürtezaoğlu düzenlemeleri de aynı şekilde.
Ceyl’an Ertem ise zaten sahne programlarında seslendirdiği bu şarkıları canlı kaydeder ve söylerken, sahnedeki konsantrasyonunu albüme de yansıtmış. Bir hayli “saykodelik”, bir hayli “dark” ve yer yer dinleyeni yoran bir şarkı söyleme biçimi bu. Doğal olarak seveni kadar sevmeyeni de olması kaçınılmaz. Bu şarkıların ve düzenlemelerin yarattığı atmosfer içerisinde bana çok da rahatsız edici gelmedi.
Bununla birlikte, ben olsam “Odam Kireçtir Benim” gibi çok ama çok fazla dile pelesenk olmuş bir türküyü, Bulutsuzluk Özlemi’nin içinden başka şarkılarının sözlerini de geçirdiği, grubun müziği içerisinde anlam kazanacak ve tek başına dinlendiğinde biraz eksik kalacak “Beynim Zonkluyor”unu albüme almak konusunda o kadar emin olamazdım.
Albümün içinden çıkan küçük zarfta her şarkı için ayrı hazırlanmış küçük kartlar ve o kartlarda Gezi günlerinin duvar yazılarına selam duran fotoğraflar var. Zarfın üzerinde ise “Hey çocuk! Üretmelisin! O zaman yermeye ve yuhaya vaktin kalmayacak. Üstelik emeğin değerini anlayıp, meyve veren ağacı taşlamaya utanacaksın,” cümleleri ile Ceyl’an Ertem onu ve müziğini eleştirenlere tabiri caizse “ayar veriyor”.
Muktedirin yanına yöresine otağ kurmayanların, hele ki karşısına geçip söz söyleyenlerin bir şekilde susturulduğu, kesilip biçildiği, yenilip yutulduğu bir ülkede, bu zamanda bu albümü yapmak, seçilen şarkılardan kartonetine kadar bu kadar net bir tavır ortaya koymak hiç kolay değil. Sadece bu bile tek başına önemli. Seversiniz, sevmezsiniz, o ayrı mesele.
(26 Şubat 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Oyuncu Fırat Tanış, yıllardır onu takip edenlerce bilinen müzisyen kimliğini bir albümle gün ışığına çıkardı. Gülay’ın “Bir Sevi Masalı”, Levent Yüksel’in “Bir Sel Gibi” ve Emre Altuğ’un “Yani”si ile söz yazarı ve besteci olarak adını albümlere yazdırmışlığı vardı zaten. Çok mekânda şarkıcı olarak sahneye çıkmışlığı da… Yakın dönem Türk sinemasının ödüllü oyuncularından biriydi bir taraftan. Ama biz onu galiba yine en çok televizyon dizilerinden tanıyorduk. Yedi Tepe İstanbul’dan, Menekşe ile Halil’den, belki de Geniş Aile’den… Ne yaparsınız ki memlekette oyuncuların kaderi bu.
Fırat Tanış’ın “Mor’üyalar” adını taşıyan ilk albümü, geçtiğimiz günlerde Ada Müzik etiketiyle raflarda yerini aldı. Jehan Barbur’un prodüktörlüğünü yaptığı albümde 9 şarkı var.
Albümünün adını “İblis” koymak isteyen Fırat Tanış, son dakikada bunun hem ülke, hem de kendisi için fazla “sert” olacağını düşünerek “Mor’üyalar”da karar kılmış. Aslına bakarsanız “İblis”, sadece adıyla ve sözleriyle değil, müzikal yapısı ile de albümün en aykırı şarkısı. İster arabesk deyin, ister Erkin Koray şarkılarından ilham almış, yüzü doğuya bakan bir “rock” şarkısı… Müslüm Gürses yaşasaydı, ona yapılan proje albümlerinden birince bu şarkıyı da söyler miydi, söylese ne güzel olurdu diye düşünmedim değil.
“İblis”i bir kenara koyarsak, geri kalan 8 şarkıda Bülent Ortaçgil, Fikret Kızılok ama en çok Vedat Sakman etkisi/tadı bulmak mümkün. Büyük büyük cümleler kurmadan derin sözler söyleyen, hikâyeler anlatan, bir yandan da hem melodik zenginlikleri hem de düzenlemelerinin inceliği, çalan enstrümanistlerin ustalığıyla son derece doyurucu müzikal tatlar veren şarkılar bunlar. Düzenlemelerde Jehan Barbur’un yanı sıra, Kemal Evrim Aslan, Cenk Erdoğan ve Çağrı Sertel’in de imzalarını görüyoruz. Her birini ayrı ayrı tebrik etmek lazım. Albümün müzikal niteliği kadar kayıt kalitesi de yerli yerinde. Dinlerken kendinizi stüdyoda, onların yanında buluyor, aradaki bütün kayıt cihazlarını, elektronik aletleri ve hatta CD’yi, CD’yi dinlediğiniz cihazı yok sayabiliyorsunuz.
Emre Altuğ’un ilk albümünde dinlediğimiz “Yani”, yıllar sonra bu defa bestecisinin sesiyle, albümün açılışında çıkıyor karşımıza. Jehan Barbur’un düzenlemesiyle şarkı bir pop şarkısı olmaktan çıkmış, yeniden keşfedilecek, sevilecek bir başka şarkıya dönüşmüş adeta. Behçet Necatigil’in dillere pelesenk şiiri “Sevgilerde”, bu albümde Turgay Yakut tarafından bestelenmiş ve Yakut şiiri daha önce besteleyen Vedat Sakman’ın yaptığını yapmayıp, dizelerin sırasını ve bütünlüğünü bozmadan müziklendirmiş. Sakman versiyonuna alışık kulaklar için zor bir deneyim olacağı söylenebilir. Fırat Tanış’ın Ortaçgil müziğine en çok yakınlaştığı şarkı olan “Ali Yapar” ise Barış Çakmakçı ve Batur Alp Özcan tarafından yazılmış ki benim albümde en sevdiklerimden biri bu şarkı oldu.
Albümün isim şarkısı “Mor’üyalar”, Fırat Tanış’ın lise yıllarında rol aldığı bir doğaçlama tiyatro oyunu için yazdığı bir şarkıymış. Albümde Tanışl’ın söz ve müziğine imza attığı diğer şarkılar ise “Yağmur”, “Bunu Bil” ve “Rüya”. Özellikle “Yağmur”a dikkat çekmek isterim. Adı “Yağmur” olan kim bilir kaç şarkı vardır ama bu kadar etkilisi daha önce yazıldı mı bilmem. Sözlerini Cüneyt Uzunlar’ın yazdığı, bestesini Turgay Yakut’un yaptığı “Yavaş” ise albümün en teatral şarkısı.
“Resim yapmak, istedim, müzik bahaneydi,” demiş Fırat Tanış albüm kartonetine düştüğü notta. Tam da öyle yapmış nitekim. Her şarkıda bir resim, bir tablo var çünkü. İçine uzun uzun baktıkça daha fazlasını görebileceğiniz, anlayabileceğiniz, hissedebileceğiniz tablolar.
Bir de şu var ki, Fırat Tanış asla bir tiyatro oyuncusu gibi değil, basbayağı bir şarkıcı, hem de iyi bir şarkıcı gibi söylüyor şarkılarını. Oyuncu olduğunu bilmeseniz de anlamazsınız, o derece.
Kadir Çıtak tarafından çekilen fotoğraflar ve Ragıp İncesağır tarafından yapılmış kartonet tasarımıyla doğru ve etkili bir görsellik yakalamış albüm, şimdiden yılın en iyileri listelerine girmeye aday.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.