Doğrudan bayramı anlatan bir şarkı değil belki ama bu
bayramı “Lunapark”la kutlamak mümkün gibi geldi bana. Şimdilerde belki küçük
şehirlerde hâlâ vardır ama İstanbul’da pek kalmadı. Ne vakit bayram olsa,
bayram yerleri kurulurdu. Bayram yeri demek de en çok Lunapark demekti. Artık
atlı karınca mı olur, sihirli aynalar mı, uçan sandalyeler mi, korku tüneli mi
olur; cep telefonsuz, bilgisayarsız, internetsiz bir dünyada eğlenebilmenin
türlü çeşitli yolu vardı lunaparklarda. Lunaparka gidilmemişse o bayram eksik kalırdı.
Gidilecek ki toplanan harçlıklar orada harcanacak. Gidilecek ki, doyasıya
heyecan ve mutluluk yaşanacak.
Sözleri Aysel Gürel’e, bestesi Attila Özdemiroğlu’na ait “Lunapark”,
Sezen Aksu’nun 1981 yılında Kervan Plak etiketiyle piyasaya sürülen “Ağlamak Güzeldir” albümünün şarkılarından biri.
Aysel Gürel’in lunaparkı hayata benzettiği derinlikli şarkı sözleri, Attila
Özdemiroğlu’nun bir atlı karınca müziğini anımsatan nefis bestesi ve o atlı
karınca durup kalktıkça üzerindeki çocukların yüzünde beliren sevinci ve hüznü
iliklerinize kadar hissettiğiniz Onno Tunç düzenlemesi… Üstüne de Sezen Aksu’nun
gencecik sesi… Bir yıldızlar karmasının elinden, kaleminden, dilinden çıkmış,
şahane bir klasik.
Bayramınız kutlu olsun. Lunapark sevinçlerini kalbimizde hissettiğimiz
nice bayramlara…
Doğduğu gün ile öldüğü gün arasında sadece 4 gün var. Ben
onu doğum gününde anmak istedim. Sorabilseydik, o da böyle isterdi, eminim.
Yıllar önce “dj” olarak çaldığım bir gece onu konuk etmek
istemiş, aramıştım. Henüz tanışmıyorduk. “Benim hakkımda o kadar güzel şeyler
yazdın ki bugüne kadar, bende hatırın var, senin için gelirim,” demişti. Öyle
başlamıştı tanışlığımız. Sonra birlikte Ankara’ya da gittik. Ankara’da bizi ağırladıkları
otelin uzaklığından, havanın soğukluğundan (tipik bir buzlu Ankara kışıydı),
mekânın kötü ses düzeninden ve daha bir sürü şeyden mutsuz olup biz iki huysuz,
işimiz bittikten sonra söylene söylene İstanbul’a döndük.
Hastanede yattığı dönem uzun geceler geçirdik birlikte. Kâh dertleştik,
kâh güldük eğlendik. Son albümünün ilk röportajını yaptığımızda hâlâ
hastanedeydi. O ses kaydındaki bitkin, yorgun sesi kaldı bende. Albüm çıktıktan
sonra iyiydi, mutluydu, konserlere koşturuyordu, çok sık görüşemedik. Son doğum
gününde o gün doğum günü olduğunu gecenin geç bir saatinde hatırladım. Aramak
istemedim o yüzden, mesaj gönderdim. Keşke o gece ya da en azından ertesi günü arasaydım
diye hâlâ hayıflanırım.
Hem çok eğlenceli hem çok iyi kalpli ama bir o kadar da sert
ve zor bir çocuk adamdı Harun. Hayatla alacak verecek hesabı hiç bitmemiş, kalp
kırıklıkları hiç iyileşmemiş, aslına bakarsanız en çok da kendini kırmış bir
adam. Huysuzluğu da bundandı belki, zorluğu da. Bir bebek gibi şefkat
bekliyordu insanlardan. Ne iyi ki en azından son bir yılında o şefkati gösterebilecek
insanlar vardı çevresinde. Son yıllarda yaptığı işlerin değerinin
bilinmemesinden yakınırdı hep. Son albümünün değeri bilinmiş, eski parlak
günlerine geri dönmüştü. Finali öyle yaptı.
Bugün Harun Kolçak’ın doğum günü. Onu o son derece ikonik
görüntüsü ve şahane dansıyla aklımızda kalmış, bu neşeli şarkısıyla analım. Sözleri
Leyla Tuna’ya, müziği ve düzenlemesi Onno Tunç’a ait “Gir Kanıma”, Harun’un
1991 yılında Fono Müzik etiketiyle piyasaya çıkan ilk albümü “Beni Affet” de yer alıyordu.
“Onno Tunç, Aysel Gürel, Attila Özdemiroğlu filan hep burada
biliyor musunuz? Onlarla birlikte çalışıyoruz biz. Sezen Hanım hiçbiriyle
vedalaşmamış ki…”
Böyle demişti Okay Barış yaptığımız röportajın bir
yerlerinde. Tüylerim diken diken olmuştu. Sezen Aksu’nun stüdyosu Lonca’daydık.
Okay Barış’la ilk defa tanışıyorduk. Röportaj bittiğinde kayıt cihazını
kapatmıştım ama biz hâlâ ağız ağıza vermiş konuşuyorduk. En sonunda Sezen haber
gönderdi “Bahçeye gelsinler artık yanımıza,” diye; nasıl daldıysak sohbete
artık.
O günlerde Okay Barış “Beter Ol” teklisini yeni çıkarmıştı.
Bir yandan Sezen Aksu dâhil bir dolu isme düzenleme yaparken, bir yandan da
kendi yazdığı şarkılara çalışıyordu. Sonra bir gün Sezen ona “Ben sana albüm
yapacağım,” dedi. Yıllar sonra ilk kez, tıpkı zamanında Aşkın’a, Levent’e
yaptığı gibi baştanbaşa Sezen Aksu prodüksiyonu bir albüm. Doğrusu, yıllar
sonra Sezen tekrar böyle bir işe soyunduysa ancak Okay gibi biri için soyunurdu;
şaşırmamıştım.
İşte o albüm, “Artık Sevilmiyor Böyle” geçtiğimiz günlerde SN
Müzik etiketiyle piyasaya çıktı. Albümün çıkış şarkısı ise “Onursuz Olabilir
Aşk” oldu.
Söz ve müziği Sezen Aksu’ya ait bu şarkı, isminden de anlaşıldığı
üzere vakti zamanında “Yeter ki Onursuz Olmasın Aşk” diye saydıran kadının /
adamın süngüsünün düşmesinin hikâyesi. Müzikal yapı çok farklı; o anlamda iki
şarkı birbirinin devamı sayılmaz ama sözlerin, daha doğrusu sözleri edenin
tekamülüne şahitlik etmek çok sarsıcı. Hiçbir şey aynı kalmıyor iken insan niye
değişmesin ki? Kim hiç değişmediğini iddia edebilir ki?
Okay Barış’ın şarkının düzenlemesini yaparken Onno Tunç ve
Attila Özdemiroğlu’nu, tam da bu yazının başındaki cümlede söylediği gibi
yanında hissettiği o kadar belli ki. Şarkının içinde küçük, zarif selamlar var
ikisine de. Öte yandan şarkıcı olarak da Okay’ın o pürüzlü ve acıtıcı sesinin şarkıya
katkısı müthiş.
Şarkıda illa ki kusur aramak gerekirse, en vurucu kısmı olan o son dörtlüğü bir tekrar daha duymak isterdim. Çok ani bitiyor ve yarım kalmışlık hissi bırakıyor sanki.
Başından sonuna gık demeden dinlenebilecek, her şarkısından
ayrı bir tat, keyif, öğreti alınabilecek ve dahası iyi söz, zengin melodi, oya
gibi işlenmiş düzenlemelerle kulaklarınıza bayram ettirecek bir albümün sadece fragmanı
aslında bu şarkı. Devamı albümde.
Yıl 1987. Onları ilk kez 20 Şubat gecesi yapılan Eurovision
Şarkı Yarışması Türkiye finalinde görüyoruz. Daha doğrusu öncesinde Sezen Aksu’nun
arkasında Aşkın’ı vokal yaparken, Harun’u da hem vokal yapıp hem bas gitar
çalarken görmüşlüğümüz var ama bu defa bir ikili olarak birlikte bir Onno Tunç
bestesi söylüyorlar. O yıl TRT’nin yarışma için sipariş verdiği bestecilerden
biri Onno Tunç ve herkes onun Sezen Aksu’nun söyleyeceği bir şarkıyla
katılmasını beklerken o bir sürpriz yapıp orkestrasındaki bu iki genci
çıkarıyor yarışmaya.
İkili finalde dereceye giremiyor. Aradan aylar geçiyor ve 25
Temmuz gecesi Kuşadası’nda yapılan Altın Güvercin Şarkı Yarışmasında Aşkın ve
Harun ikilisi bu defa sözlerini Sezen Aksu’nun yazdığı, bestesini Uğur Başar’ın
yaptığı bir başka şarkıyla yarışıyorlar. Hatta yarışmakla kalmayıp geceyi
birincilikle bitiriyorlar.
Henüz ikisi de tanınmamış. Aşkın’ın adı gazete ve
dergilerde, hatta televizyonda bir gün sonra ekrana getirilen yarışmanın
banttan yayınında bile Aşkım diye yazılıyor.
Bu şarkı o dönem yarışma şarkılarının yer aldığı bir albümde Sembol Plak etiketiyle sadece kaset formatında yayımlanmış ve arşivlerde kalmıştı. Ta ki Harun Kolçak’ın
1998 yılında yayımlanan “Teslim Oldum” adlı albümünde ikili şarkıyı yeniden
seslendirene kadar. Tabii artık ikisi de tecrübeli birer şarkıcıydı ve o
versiyonda ilk versiyondaki acemilik yoktu. Neyse ki artık ilk versiyon da
dijital platformlarda bulunabiliyor.
Uzun bir süredir ara verilen Kuşadası Altın Güvercin Şarkı
Yarışması bu yıl yeniden yapılacakmış. Bu güzel haberi bu şarkıyla kutlamak
istedim zira bu yarışmadan Türk popunda daha sonra birer yıldız olarak bağrımıza
basacağımız birçok şarkıcının yolu geçti zamanında. Fatih Erkoç, Kayahan, Emel
Müftüoğlu, Candan Erçetin, Sertab Erener, Oya – Bora ikilisi, Ayşegül Aldinç,
Aşkın Nur Yengi, Harun Kolçak ve daha niceleri…
Bu seneki yarışma bize kimleri kazandırır onu şimdiden
bilemeyiz ama böylesi yarışmalar müziğe her zaman taze kan getirir, getirmiştir,
orası kesin.
‘70’leri çok parlak bir şekilde geçirmişti Nilüfer. İlk plağı
1972 yılında yayımlanmış, 1974’den itibarense her yaptığı plakla popülerliğini
biraz daha arttırmıştı. Onu müzik piyasasına kazandıran Nino Varon ve Odeon
Müzik’ten ayrılışı ve Burç Plak’a transfer oluşu ile birlikte 1979 yılında yeni
bir dönemece girmişti. 1979’da bir yüzü alaturka, 1980’de bir yüzü arabesk
şarkılardan oluşan albümler yaptı, 1982’de ise bu defa Yaşar Plak’a transfer
olup içinde alaturka ve arabesk şarkıların da olduğu “Sensiz Olmaz” adlı
albümünü çıkardı.
Nilüfer için 1984 yılı ise yeni bir dönemeç olacaktı. Şimdi yanında
Onno Tunç vardı ve yeni albümü alaturka-arabesk etkilerinden tamamen uzak
olacak, Nilüfer hiç olmadığı kadar batılı bir yüzle karşımıza çıkacaktı.
Ne var ki bir süre önce, 1983 Eurovision Şarkı Yarışması
için genç bir bestecinin iki şarkısını onunla birlikte seslendirmiş, başka bir işbirliği
denemesi daha yapmıştı Nilüfer. Bu genç bestecinin adı Kayahan’dı. Şarkılar ilk
elemeyi geçip yarı finale kalamasa da Nilüfer ve Kayahan o günlerde pek çok
televizyon programında boy göstermişti. Kayahan’ın çok güzel besteleri vardı ve
Nilüfer onunla da çalışmak niyetindeydi.
Öyle böyle derken Onno Tunç’un müzik direktörlüğünü yaptığı yeni
Nilüfer albümüne bir de Kayahan bestesi giriverdi. Albümün bütünü içerisinde
daha “yerel” tınlayacak bu şarkı Onno Tunç’un pek hoşuna gitmemiş ama Nilüfer
şarkıyı çok sevmişti. Oysa albüm o günlerde aynı adlı filmiyle de fırtınalar
estiren ve tüm gençlerin dilinde dolaşan sıkı bir dans şarkısı ile, “Flashdance”in
Türkçe versiyonu “Varsa Söyle” ile açılıyordu. Plağın kapak resminde bile
Nilüfer tayt kostümüyle kapaktan fırlayıp hemen dans etmeye başlayıverecekmiş
gibi gözüküyordu. Kayahan’ın bestesi “Kar Taneleri” ise çok naif, çok dokunaklı
ve bir parça da türküleri anımsatan bir melodik örgüye sahipti.
Velhasıl “Kar Taneleri” albüm sıralamasında A yüzünün son
şarkısı olarak yer alacak, sonraki yıllarda Kayahan çok ama pek çok popüler
olunca buna ne kadar içerlediğini anlatmaktan çekinmeyecekti. Haksız da
sayılmazdı. Albüm çıktıktan sonra içindeki ona iddialı şarkıyı geride bırakarak
öne çıkan şarkı “Kar Taneleri” olacaktı.
“Kar Taneleri” hem Kayahan’ın ondan sonra yapacağı şahane
şarkıların ilk habercisi oldu (ki öncesinde yaptıkları tam olarak o ipucunu
vermiyordu) hem de Nilüfer – Kayahan işbirliğinin kalıcı olmasına vesile oldu.
“Nilüfer ‘84” 33’lüğünde yer alan “Kar Taneleri”nin
düzenlemesi Onno Tunç tarafından yapılmıştı. Şarkı daha sonra Kayahan’ın ikinci
albümü “Benim Şarkılarım”da da Kayahan yorumuyla yer aldı. 2015’de yayımlanan “Kayahan’ın
En İyileri 1” albümünde ise şarkıyı Azerbaycanlı şarkıcı Lale Memmedova seslendirmişti.
Ben hâlâ en çok Nilüfer versiyonunu severim.
1991 ortaları… Sezen Aksu ve Onno Tunç bu defa kesin
ayrılmışlar gibi. “Gülümse” albümü hâlâ kıyametler koparmakta iken Onno Tunç
prodüktör olarak imzasını attığı Harun Kolçak albümünü yapıyor. Albümde Sezen
Aksu’nun iki şarkı sözü var ama kendisi yok. Ardından Sertab Erener’in ilk
albümü çıkıyor. Prodüktör Sezen Aksu ama Onno Tunç yok. Peşi sıra çıkan Levent
Yüksel’in ilk albümünde ise Onno’nun iki besteci var ama kendisi yok.
1992 sonlarına doğru Onno, Zerrin Özer’e albüm yapıyor,
Sezen yok. Derken bu defa da Zuhal Olcay’a albüm yaptığını öğreniyoruz. Sırada
Nilüfer ve Ayşegül Aldinç de var ama Nilüfer’le çalışması hepsinden daha çok
manidar. Bir kere Onno Sezen’den önce Nilüfer’le sevgili. Sonrasında yıllarca Nilüfer
– Kayahan ve Sezen – Onno ekipleri arasında ciddi bir müzikal rekabet yaşanmış.
Yıllarca aşklarından payımıza düşen nice şarkıyla beslenip
büyüdüğümüz ikilinin ayrılmasına üzülsek mi sevinsek mi bilemiyoruz zira ayrı
ayrı yaptıkları işler de başka türlü güzel, başka türlü verimli.
Onların tekrar birlikte ürettikleri ilk albüm olacak “Levent
Yüksel’in İkinci Kaseti”nin piyasaya çıktığı günlerde Onno’nun aramızdan
ayrılıp gideceğini henüz bilmiyoruz. Sezen’in Uzay Heparı’nın zamansız ölümü
üzerine yazdığı “Yas” şarkısının kaderin bir cilvesi gibi Onno’nun ölümünün
ardından çalınıp söyleneceğini de…
Onno Tunç’u 14 Ocak 1996 günü kaybettik. Bugün ölüm
yıldönümü. Çok genç yaşta, beklenmedik bir ölümle, daha nice şarkıya imza
atacak, ruh katacak, hayat verecekken göçüp gitti. O zaman bu zaman pop müzikte
iyi, kaliteli, müzikal açıdan nitelikli işlerden bahsedeceğimiz her cümlede
onun adını geçiriyoruz. Bunca yıl sonra bile, hâlâ… Yerinin dolmadığı o kadar
açık ki.
“Ayrılık”, Zuhal Olcay’ın 1993 Mayıs’ında Tempa / Foneks etiketiyle piyasaya çıkan “Oyuncu”
adlı albümünde yer alan Onno Tunç bestelerinden biri. Sözler Leyla Tuna’ya ait.
Albümün adı “Oyuncu” ama aslında Zuhal Olcay’ın öncesinde ve sonrasında bir
oyuncu gibi değil de bir şarkıcı gibi şarkı söylediği başka albümü olmadı
denilebilir rahatlıkla. Bu da şüphesiz Onno Tunç etkisiydi yine.
Batı formunda melodi örgüsü bir yana, düzenlemesi bugünün “sound”
anlayışında bile eski durmayan, zamansız bir şarkı “Ayrılık”. Onno Tunç’un anısına…
Nuri Harun Ateş &
Sezen Aksu – “Geçmişe Susmasını Söyle”
Nuri Harun Ateş yıllardan beri sahnede sürdürdüğü Kafası
Karışık Kontrtenor konseptini 2015 yılında aynı adlı bir albüme dönüştürmüştü. Nadir
bulunan ses yapısını beklenmedik şarkı seçimleri ve birbiriyle çok ilgisiz
görünen şarkıların enteresan bileşimleriyle, görsel tarafı da şaşırtıcı bir
performansla izleyiciye sunan Ateş’in sahnede yarattığı etki albüme belki tam
anlamıyla yansımamıştı ama o yılın fark yaratan albümlerinden biri olduğu
muhakkaktı.
Nuri Harun Ateş’in 2018’in son günlerinde DMC etiketiyle yayımlanan
yeni teklisinde sıfır kilometre bir şarkı var: “Geçmişe Susmasını Söyle”. Ben
zaten biliyordum ama basın bültenine de yazılmış: Bu şarkıda üç Sezen Aksu “aşığının”
imzası var. Ateş’in ilk albümünde “Makyaj” adlı cesur ve çarpıcı şarkıya da söz
yazarı olarak imza atmış Çağlar Yerlikaya, son dönemin yıldızı parlayan aranjörlerinden
Ogün Dalka ve besteci olarak da Nuri Harun Ateş.
Tam da bu noktada ilahi tecelli devreye girmiş ve Naim
Dilmener’in aracılığıyla Sezen Aksu bu üç “aşığının” hayallerini gerçeğe
dönüştürüvermiş. Şarkıdaki üç imzanın altına sesiyle bir imza da o atmış.
Sözünün, müziğinin, birbiriyle kan kardeş iki sesin yarattığı
etki bir yana, Ogün Dalka’nın yaylılar ve ritim yürüyüşüyle Onno Tunç
esintileri getiren düzenlemesi de şarkıyı sevmek için başka bir sebep.
Zamansız, kalıcı, uzun vadede hatırı sayılacak bir şarkı “Geçmişe Susmasını
Söyle”.
(Milliyet Sanat dergisi Mayıs 2018 sayısında yayımlanmıştır.)
1936 yılından itibaren 300’den fazla roman yazarak kırılması
zor bir rekora imza atan, birden fazla kuşağın duygu ve düşünce dünyasında
acıklı izler bırakan Kemalettin Tuğcu hayata gözlerini yumduğunda takvimler 18
Ekim 1996 tarihini gösteriyordu. Aynı günlerde henüz 24 yaşında gencecik bir
kız bir ay sonra piyasaya çıkacak ilk albümünün heyecanını yaşıyordu. Hiç
Kemalettin Tuğcu romanı okumuş muydu bilinmez. Henüz farkında değildi belki ama
onun kaleminden çıkanlar da bir başka kuşağın duygu ve düşünce dünyasında izler
bırakacaktı. Bu kez romanla değil; şarkıyla. Zaten yeni nesil de öyle eskisi
gibi acıklı romanlara pek itibar etmiyordu artık. Hayatın sert yanları başka
türlü dile getirilir olmuştu.
(16 Ocak 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Mithat Can Özer, Pist’on adı verilmiş grubun solisti olarak karşımıza çıktığında takvimler 2012 yılını gösteriyordu. Grubun ömrü fazla uzun olmadı ve 2015 yılında Özer bu defa solo olarak bir tekli yayımladı. Mithat Can Özer’in ilk solo albümü “Aşk Mevsimi” ise geçtiğimiz günlerde Poll Production etiketiyle piyasaya sürüldü.
Yola “rock” müzikle başlamıştı. İlk teklisi “İnşallah” da “rock” formunda bir şarkıydı. Bu albüm ise Mithat Can Özer’in pop sularında yüzmeye karar verdiğini gösteriyor. Bence doğru olan da buydu. Sezen Aksu’nun oğlu olmanın yükünü ancak onun müziğiyle uzlaşarak hafifletebileceğini düşünenlerdendim başından beri. Aksinin işe yaramadığına dair nice örnek gördük çünkü.
Nitekim bu albümde iki Sezen Aksu bestesinin yanı sıra, onun yazdığı türden şarkıların çok yakınından geçen Mithat Can Özer besteleri de var. “Acıya Tanığım” tam da böyle bir şarkı mesela. Özellikle bu şarkıda ama aslında albümün büyük kısmında yaylı kompozisyonlarında belirgin bir şekilde Onno Tunç etkisi duymak mümkün ki bu şarkının künyesinde Onno Tunç’un kızı Ayda Tunç’un da imzası var zaten.
Albüm Mithat Can Özer’in bestelediği klasik havada bir “Intro” melodisi ile açılıyor. Ardından ise iki Sezen Aksu bestesi arka arkaya geliyor. “Ne Yapalım Kader”in bestesinde Aksu ile birlikte Demir Demirkan’ın da imzası var. Nakarata doğru giderek yükselen melodisi, vurucu sözleri ve güçlü nakaratı ile iyi bir şarkı “Ne Yapalım Kader”. Albümün çıkış şarkısı olarak seçilen “Ateş Böceği”, her kelimesi, her notası ile bir Sezen Aksu şarkısı olduğunu bağıran, ama özellikle nakarat melodisinde birdenbire Mustafa Ceceli söylemeye başlayacakmış hissi yaratan bir şarkı. Evet, kendi kulvarında bir “hit” namzeti, evet sözü ve müziği ile insanı yerden yere vuran cinsten, o ayrı. Her iki şarkının Mithat Can Özer tarafından yapılmış düzenlemeleri ise son derece iyi.
Albümdeki Mithat Can Özer besteleri arasında “Acıya Tanığım” kadar etkisi güçlü bir başka şarkı da “Sürgün”. Sezen Aksu’nun da vokal desteği verdiği bu şarkı eski stil yapısı, ritmi ve ‘60’lar tadında vokalleri ile uzun vadede zamansız damgası yiyebilecek, nefis bir şarkı.
Bu iki şarkının hemen ardından kulak verilebilecek diğer iki şarkı da “Yavaş” ve “Yanıyorum”. Hem melodik yönden zengin, hem de oyuncaklı düzenlemeleri ile müzikal açıdan doyurucu şarkılar her ikisi de.
Daha önce tekli olarak yayımlanan “İnşallah” ve Server Uraz ile Ayşe Hatun Önal’ın da eşlik ettiği “rap” katkılı “Senden Vazgeçmem” bence albümün en zayıf halkaları. Müzikal bütünlük açısından da tamamen farklı formda bu iki şarkı albümü başından sonuna dinlerken her defasında atlama isteği uyandırdı bende.
‘70’ler diskosu mu ‘80’ler “new-age”i mi yoksa klasik bir “rock” şarkısı mı olacağına sanki karar verilememiş de hepsinden biraz olsun diye düşünülmüş “Aşk Mevsimi” vasat sularda yüzerken Mithat Can Özer’in Hayat Şarkısı adlı dizi için bestelediği “Hülya” adlı şarkı albümün kapanışını klişe bir dizi romantizmi ile yapıyor.
Albümde bir bütünlük sorunu, bir dağınıklık var, evet. Yanı sıra aranjör ve besteci olarak çok parlak işler çıkarmış Mithat Can Özer’in solist olarak aynı gücü gösterdiğini söyleyebilmek biraz zor. İşin şarkıcılık kısmında nispeten yeni olduğu bir gerçek. Şimdilik sadece doğru şarkı söylemek derdinde olduğu ve bu çabanın işin duygusunu yer yer kaçırdığı fark ediliyor. Zaman içerisinde, belki tarzının ne olduğuna karar verdikçe şarkıcı olarak tavrı da oturacaktır muhakkak.
Albümün kartonet tasarımı Serhan Soner Çağlayan tarafından yapılmış. Özgün bir tasarım izlenimi doğurmasa da albümün içeriğine uygun bir sonbahar atmosferi yaratan tasarımda kullanılan Mithat Can Özer fotoğraflarının kim tarafından çekildiği künyeye yazılmamış.
Bütünde vasat pop standartlarının üzerine çıkabilmeyi başarmış, eli yüzü düzgün bir albüm var elimizde. Mithat Can Özer’in önümüzdeki yıllarda müzikte çok daha fazla etki yaratabileceğinin de habercisi olabilir bu albüm.
(23 Kasım 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Biraz iddialı olmak iyidir; her alanda ama galiba en çok da popüler bir iş yapıyorsanız. Ama iddianızın içi ya da altı yeterince dolu değilse sakil durma riski her zaman var. Mesela Emre Kaya’nın kendini “beste fabrikatörü” ve de “hit makinesi” ilan etmesi gibi.
Emre Kaya’nın kaç “hit” olmuş şarkısı var? Beş, on, yirmi, elli?.. Elli değil bildiğim kadarıyla ama öyle bile olsa kendine bu lakabı yakıştırmamış Onno Tunçlar, Sezen Aksular, Kayahanlar, Selmi Andaklar, Melih Kibarlar, hadi onları da geçtim Altan Çetinler, Ersay Ünerler, Soner Sarıkabadayılar filan varken insan bir durup düşünmez mi?
Kaldı ki daha iddialısı da var. Bana gelen bir basın bülteninde “pop müzik dünyasının dâhi yıldızı” diye söz ediliyor kendisinden. Deha nedir ne değildir, dâhi kime denire filan hiç girmeyeceğim şimdi.
Peki, bu kocaman kocaman lafların arkasından son gelen işe bakalım. Şarkının adı “Dın Dın”. DMC etiketiyle yayımlanmış. Söz ve müzik “fabrikatör”ümüze ait, düzenleme ise Turaç Berkay Özer tarafından yapılmış.
“Arkamdan konuşup beste yapacağına yüzüme konuş da düet yapalım,” diyor Emre Kaya “Dın Dın”da. Eskiden kamyon arkası özdeyişleri vardı. “Babam sağ olsun”, “Rahmetli de sollardı”, “Tek rakibim Türk Hava Yolları” şimdi ilk aklıma gelenler. Sonra devir değişti. Kamyon arkası özdeyişleri Twitter aforizmalarına dönüştü.
Bu aforizmalardan birini alıp şarkı sözü haline getirmek ancak bir “beste fabrikatörü”nün aklına gelebilirdi. Bravo! Hele ki sazı eline alıp sevdiceğini “dın dın” çalmakla tehdit etmek son yıllarda duyduğum en yaratıcı “atar” olabilir. Tebrikler, alkışlar!
‘90’ların içinden geçen ya da geçmemiş olsa bile merak edip o yılların dergilerini karıştıranlar bilirler ya da bileceklerdir ki ‘90’ların ortalarında Tarkan ve Burak Kut rakipti. Her bakımdan eşdeğer görülüyor, kıyaslanıyorlardı. Sonra Tarkan nereye gitti, Burak Kut nereye? Burak Kut’un ‘90’lardaki onca “fan” ı nerede şimdi misal?
Yani çok “fan”ı olmak, çok kalabalık toplamak, kendini beğenmeye, kendini kendi gözünde büyütmeye yetiyor gibi görünebilir. Ama kalıcı olan “iyi iş”tir her zaman. “Kötü iş” de kabul görür, parlar zaman zaman ama gün gelir öyle bir hızla söner ki ne külü kalır ne de dumanı.
Ha bir de fabrikalar seri üretim yapar ve çıkan her ürünün bir diğeriyle aynı olması gerekir. Yani müzikte “fabrikatör” olmak pek de muteber bir şey değildir; onu da hatırlatayım.
Müzik piyasasında uzaktan ya da yakından tanıdığım çok sayıda müzisyen, şarkıcı, şarkı yazarı arasında ayrı bir yerde durur Ersay Üner. Kelimenin tam anlamıyla iğneyle kuyu kazarak bulunduğu yere gelmiş ama bunu hiç unutmamış, hiç ego büyütmemiş, şan şöhret budalası olmamış, öyle az bulunur bir adamdır Ersay. Zaten popun yakın tarihinde bunca çok sayıda “hit” şarkıya imza atmışken, üstelik kendisi de şarkı söylüyor iken, yıllardır bırakın albüm yapıp kendini göstermeyi, ön plana çıkmayı, ortalarda bile gözükmemesinin açıklaması da burada yatıyor.
İnternetteki kimi “demo” kayıtları, canlı televizyon programı ya da sahne kayıtlarından başka, Demet Akalın’ın “Giderli 16” albümünün çıkış şarkısı “Yılan”da sesini duyduğumuz Ersay Üner, nihayet ilk solo teklisini yayımladı. Seyhan Müzik etiketiyle geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan tekli, Üner’in yakında tamamlanacak ilk albümünün habercisi aslında. Teklide yer alan “Yürüdüm” adlı şarkının söz ve müziği Ersay Üner’e, düzenlemesi ise Serkan Ölçer’e ait.
(12 Ocak 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.) Yeni nesil pop şarkılarında duymaz olduğumuz yaylı kontrşanları ile bu işin pirlerinden Onno Tunç’a bir selam gönderir gibi Serkan Ölçer. Ancak şarkının “intro”suz oluşu ve ara nağmedeki gitar yürüyüşü bugünün Türkçe popunun standartlarını göz ardı etmediğini de gösteriyor. Ersay Üner’se kendi bestesi de olsa teknik olarak “zor” bir şarkıyı şarkıcı olarak taşımayı bilmiş. Bestecilikten şarkıcılığa geçenler arasında bir sıralama yapsak, birçok isminin önüne geçebilir rahatlıkla. Tabii bu şarkıyı sözgelimi bir Ebru Gündeş’ten duysak o da başka bir etki yaratırdı, o ayrı ki mutlaka o cenahtan bir talibi çıkar bu şarkının (Ersay verir mi bilmem.)
Ersay Üner göz önünde olmayı çok sevmediğinden, ama şarkıcılık da bunu gerektirdiğinden, sanıyorum en çok ona bir imaj biçmede zorlanılmış. Bu da teklinin kapak fotoğrafında ve klipte kendini gösteriyor zaten. Her ne kadar klipte yine şarkı yazan bir adam varsa da, gerçek Ersay bu gördüğümüz değil. Keşke daha doğal haliyle kalmayı tercih etseymiş.
(28 Eylül 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Bazen büyük umutlarla atılan ilk adımlar hayâl kırıklığıyla sonuçlanabiliyor. Popüler müzik tarihi bunun örnekleriyle dolu. Kimisi o hayâl kırıklığıyla yetinip elini eteğini çekiyor, kimisi ise nerede hata yaptığını sorgulayıp yeniden deniyor. Emre Özdemir yeniden deneyenlerden… Kendi bestelerinden oluşan ve 2011 yılında yayımlanan ilk albümü “Yum”, o günün şartlarında dikkat çekmemişti. Aradan geçen 4 yıl sonunda ise Emre Özdemir, bu defa bir mini albümle tekrar karşımızda.
Aslına bakılırsa “Yum”, hiç de fena bir albüm değildi. Ozan Çolakoğlu, Ümit Sayın, Ercüment Vural, Erdem Sökmen gibi usta isimlerin elinin değdiği bir pop albümüydü her şeyden önce. Emre Özdemir, küçük yaşlarda başlayan müzik yapma hayalini, bir ilk albüm için olabilecek en iyi şartlarda gerçeğe dönüştürmüştü. Ne var ki albümün piyasaya çıktığı dönem, müzik piyasasında yeni isimlerin bugünkü kadar dikkate alınmadığı bir dönemdi. Bir de bilirsiniz ki popüler müzikte şarkı her şeydir. Yeterince güçlü bir şarkınız yoksa, ne yapsanız olmaz.
İşte bu yeni albüm, Emre Özdemir’in daha önce kaçırdığı fırsatı bu kez yakalamasını sağlayacak gibi gözüküyor. Çünkü bu defa birden fazla “şarkı” ile dikkat çekme şansı var.
Özdemir’in DMC etiketiyle geçtiğimiz günlerde yayımlanan mini albümü, “Beni Bırakın” adını taşıyor. Gayet tanıdık bir şarkı “Beni Bırakın”. Levent Yüksel’in efsanevi ilk albümünün klasiklerinden biri. Sözleri Sezen Aksu’ya, bestesi Onno Tunç’a ait bu şarkı, iki ismin birlikte harikalar yarattığı bir dönemin, bugüne dek el değmeden kalmış az sayıda şarkısından biriydi aynı zamanda. Bu şarkıyı “cover” yapmak, neresinden baksanız iyi fikir. Ancak klasikleşmiş bir albümün ve çok nevi şahsına münhasır bir şarkıcının şarkısını “cover” yapmanın risk payını da göz ardı etmeden tabii.
Neyse ki bu risk bir şekilde aşılmış. Mini albümde “Beni Bırakın”, Emirhan Cengiz tarafından yapılmış iki farklı düzenleme ve Suat Ateşdağlı tarafından yapılmış bir “remix” versiyonuyla, yani üç farklı biçimde yer alıyor. Birini sevmeseniz, diğerini sevebilirsiniz. Mesela “reggae” versiyonu hiç de fena olmamış; şarkıya başka bir soluk getirmiş. Ancak klip için de seçilen orijinal versiyon için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Günümüz popunun ortalamasından ilham almış bu düzenleme, şarkıyı yeni keşfedenlerin kulağını çabuk yakalayacaktır belki ama bana kalsa biraz daha cesur bir düzenlemeyi yakıştırırdım bu şarkıya. Emirhan Cengiz bunun üstesinden gelemeyecek bir aranjör değil ama sanırım piyasa muadili bir iş çıkarılmak istenmiş.
Albümde iki de yeni şarkı var. Biri, sözleri Emre Özdemir ve Sude Bilge Demir’e, bestesi Emre Özdemir’e ait “Böyle Gitmez”, bir diğeri ise söz ve müziği Sude Bilge Demir tarafından yazılan “Dünya Malı”. Her iki şarkının düzenlemesi de yine Emirhan Cengiz’e ait.
Biri yavaş, diğeri hareketli kategorisinde olmak üzere, her iki şarkı da tek başına dikkat çekebilecek türden. Ancak “Dünya Malı”, biraz daha ön plana çıkabilir gibi gözüküyor.
Temiz, nüansları yerinde, yetkin bir şarkıcılık tekniği var Emre Özdemir’in. Ayırt edilebilir bir ses rengi de var üstelik. Yer yer (özellikle “Böyle Gitmez”de) hissedilen Tarkan vurgularından da kurtulduğunda pekala kendi kimliğini kabul ettirebilir. Yeni isimlere çok daha fazla şans verilen bu dönemde, Emre Özdemir’e de bir şans vermememiz için hiçbir sebep yok.
Albümün kartonet fotoğrafları Emre Yunusoğlu tarafından çekilmiş, grafik tasarım ise albüm grafik tasarımları konusunda duayen isimlerden biri olan Özgür Arcan tarafından yapılmış. Hepsi iyi hoş ama ben olsam kapakta kullanmak üzere bu fotoğrafı tercih etmezdim, onu da söylemeden geçmeyeyim.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.