Hâlâ hayranıyız, hâlâ hastasıyız o ayrı ama Emel Sayın ‘80’lerde
bir başka güzeldi. 40’lı yaşların olgunluğunda şöhreti çoktan hazmetmiş, daha
bir sadeleşmiş, ağırlaşmış, her zamanki zarafeti demini bulmuştu artık. 1982’de
hafif Türk sanat müziği modası başladı, Emel Sayın da rotasını o yöne çevirdi
ve ardı ardına her biri çok satan, çok dinlenen plaklara, kasetlere imza attı.
Sayın’ın “Emel Sayın 1985” albümüyle başlayan bu dönemi, Yavuz
Plak etiketiyle 1986’da yayımlanan “Sevgisiz Yaşayamam” albümüyle devam etti. “Yağdır
Mevlam Su” da o albümde yer alan şarkılardan biriydi. Sözleri Erol Martal’a,
bestesi Mahmut Oğul’a ait olan şarkının düzenlemesi Garo Mafyan tarafından
yapılmıştı.
O zamanlar henüz klip tabiri kullanılmıyordu. Tek televizyon
kuruluşu olan TRT’de katıldığınız programlarda çekilen görüntülerdi işte o
zamanın klipleri. Emel Sayın da o programlardan birinde, Bir Cumartesi Gecesi’nde
yeni plağından birkaç başka şarkıyla beraber bu şarkıyı da söylemişti. Ama diğerlerinden
farklı olarak bu şarkıyı söylerken ağlıyordu. Kameranın yakın çekiminde o güzel
gözlerinden süzülen yaşları gördük. Hem şarkının hem de o görüntülerin ruhumuzda
yarattığı tahribatla biz de ağlamaya başladık. Ertesi gün memlekette herkes
Emel Sayın’ın gözyaşlarını konuşuyordu.
Sonraki haftalarda Emel Sayın o programa tekrar katıldı,
neden ağladığını filan anlattı, o görüntüler bilmem kaç kez yeniden yayınlandı
filan… Öyle böyle hikâye değil.
Ne kadar saf, masum, temiz, iyi niyetli ve iyi kalpliymişiz. Televizyon
çekimindeki basit bir mizansene bile nasıl içlenebiliyormuşuz. Şimdi hatırlayınca
tekrar… O ülke, o ülkedeki o masum insanlar şimdi neredeler, nereye gittiler diye
düşünmeden edemiyor insan.
(10 Ekim 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Eski şarkıları boşuna özlemiyoruz. Bırakın melodisini, sözünü, düzenlemesini, icrasını bir yana, en çok duygusu, hikâyesi, yaşanmışlıkları eksik şarkılar sardı dört bir yanımızı nicedir. Bu yoklukta ister istemez geriye dönüp bakmak, geçmişten duygu, hikâye, yaşanmışlık devşirmek kaçınılmaz oluyor. Her şeyden evvel, o şarkıların anlattığı gibi yaşamıyoruz artık ama ya o vakitler yaşadıklarımızı kâr sayıyor ya da öyle yaşayabilmeyi, hissedebilmeyi hayal ediyoruz.
Erol Evgin şarkıları tam da bu yüzden can simidimiz oldu yıllar yılı. Hep iyi geldi, hep mutlu etti, duygulandırdı; nezaketli, zarif, ince, temiz ve masum aşkları, hayatları anımsattı, yaşattı, bazen de özletti. Hiç dikkat ettiniz mi bilmem ama ben de çok geç fark ettim ki kahırlı, isyankâr, nefret eden, lanet okuyan ve dahi o beylik tabiriyle “atarlı – giderli” bir tane bile şarkısı yok Erol Evgin’in. Hiç yakıştıramamış kendine belli ki ve hiç söylememiş.
Müzikte 40 yılı geride bırakmış, ama bu 40 yıl boyunca bulunduğu yerden bir basamak bile aşağı inmeyerek hem müzikal duruşunu hem de saygınlığını hiç yitirmemiş Erol Evgin, 2016 yılı Mayıs ayında eski şarkılarını yeni düzenlemeler ve düetlerle seslendirdiği bir albümle çıktı karşımıza. Erol Evgin Prodüksiyon ve EMI işbirliği ile yayımlanan bu albüm, “Altın Düetler” ismiyle yayımlandı.
Bugünlerde plak formatıyla da piyasaya sürülen bu arşivlik albümde 10 unutulmaz Erol Evgin şarkısında Evgin’e, sahiden “altın” tanımlamasının karşılığını veren bir kadro eşlik ediyor: Hande Yener, Sıla, Emel Sayın, Sezen Aksu, Candan Erçetin, Aşkın Nur Yengi, Nükhet Duru, Zuhal Olcay, Şevval Sam ve Göksel.
Bir dönem birlikte de çalıştığı, onun kuşağından sayılabilecek isimlerin yanı sıra, o ve onun kuşağının açtığı yoldan yürüyerek bugünün yıldızları haline gelmiş kadın solistlerden kurulu bu kadro, bu değerli şarkılara başka bir değer katıyor bu defa.
Albümün bütün düzenlemeleri İskender Paydaş tarafından yapılmış. Paydaş, şarkıları Evgin’in de isteği ve tercihiyle, orijinal düzenlemelerinin ışığında bugüne güncellemiş. Doğrusu ben orijinal düzenlemelerdeki incelikleri, o müzikal tadı yeniden duyunca çok mutlu oldum. Zira Evgin şarkıları pek çok kez kendisi de dâhil olmak üzere pek çok kişi tarafından yeniden seslendirildi bunca yıldır ama hiç bu tadı vermedi bugüne dek.
Yaylı kompozisyonları, kontrşanlar, vokaller, hatta ‘70’lere mahsus o muzır elektronik sesler bile yerli yerinde olunca, şarkıların ilk hallerine tutulmuş benim gibiler bile yadırgamıyor dinlerken. Tek fark, epeyce de zor bir iş olan kadın-erkek düetlerinde ortak tonu yakalayabilmek maksadıyla kimi şarkılarda alışageldiğimiz tonundan başka bir tonda şarkı söyleyen bir Erol Evgin duymak. Ne hoş ki bu da bir eksiye değil artıya dönüşmüş ve Evgin’in yorumculuğu daha ön fazla plana çıkmış.
Albümü daha piyasaya çıkmadan dinlediğimde beni ilk çarpan hiç kuşkusuz Sıla ve Erol Evgin düeti “Ateşle Oynama” oldu. ‘90’ların o klavye ağırlıklı “sound” anlayışında orijinal versiyonu pek zayıf kalmış, daha sonra şöyle oturaklı bir “cover”ı yapılamamış bu şarkı, bu albümle adeta yeniden doğmuş.
Evgin’in bir başka ‘90’lar “hit”i olan “Ben İmkânsız Aşklar İçin Yaratılmışım” da aynı şekilde yeniden keşfedilebilecek şarkılardan biri olmuş. “İşte Öyle Bir Şey” de Emel Sayın’ın, “Bir de Sana Sor”da Nükhet Duru’nun seslerini duymak da bu seslere yıllarca hayran kalmışlar için kocaman bir hediye gibi. Zira Erol Evgin özellikle Nükhet Duru ile yıllarca ortak sahne programları, şovları yatı ama birlikte kaydedilmiş ve yayımlanmış bir tek şarkıları bile yoktu.
Artık belki de bir parça sıkıldığımızı zannettiğimiz “Hep Böyle Kal” gibi, “Söyle Canım” gibi yıllardır çok söylenmiş, çok çalınmış Erol Evgin şarkılarını sanki ilk defa duyuyormuş gibi dinleyebilmenin keyfi de cabası.
Uzun zamandır çok sayıda saygı albümü, düet albüm, geçmişe dönük proje yapılıyor ama bu kadar “a plus” bir iş hiç yapılamadı. Belki bir tek Bülent Ortaçgil saygı albümünü bu genellemenin dışında tutabiliriz. Bunda Evgin’in titizliğinin ve özeninin payı çok büyük elbette. Bu albüm sürecinde, şarkıların ve şarkıcıların bir araya getirilmesinde nasıl kılı kırk yardığını, düet yapacak solistlerin kayıtlarına her defasında mutlaka katılacak kadar işine saygı gösterdiğini ben biliyorum.
Yaşar Saraçoğlu’nun fotoğrafları ile süslü, Fatih Özden imzası taşıyan kartonet tasarımı da hem Erol Evgin hem de “Altın Düetler” isimlerini taşıyabilecek kadar şık ve özenli.
Arşivlerin başköşesine konulmalık, kıymetli ve özel bir albüm bu. Ben şahsen bu albümün plağını arşivimdeki eski Erol Evgin plaklarının yanına sevinç ve mutlulukla koyacağım.
(17 Mart 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.) Galiba tüm pop şarkıcıları için günün birinde alaturka söylemek aynı şeyi ifade ediyor: Rüştünü ispat etmek. Çünkü alaturka, pop müzikten birkaç fersah daha deneyim, birikim, donanım istiyor. Öyle mi sahiden? Aslında hem öyle, hem de değil.
1969 yılının Ocak sayısına bir göz atacağız bu ay. Zira o yılın 29 Ocak’ın da dünyaya gelmişim ben de. Bu vesileyle derginin kapağında Türkan Şoray’ın Kleopatra saçları ve kırmızı karanfiliyle yılbaşı ağacı önünde verdiği nefis pozu da bilmeyenler görsün, bilenler tekrar hatırlasın istedim.
Emel Sayın’ı severiz; hem de pek çok severiz. Yazlık sinemalarda perdeyi dolduran yemyeşil gözlerine, Maksim gazinosunun sahnesinde salına salına yürüyüşüne, televizyon ekranında şarkı söylerken bir martı gibi süzülen ellerine ya da pikabımızda dönen plaklarından ipek bir şal zarafetinde odalarımıza dökülen sesine… Hepimiz bir gün bir sebeple âşık olmuşuzdur ona. Kıymetlidir, kıymetlimizdir. Pamuklara sarıp saklanasıdır.
Geçmişte o kadar anı biriktirmişizdir ki onun şarkılarıyla, “artık yeni bir şey yapmasa da olur” dediklerimizdendir aslında. Tıpkı Ajda Pekkan, Sezen Aksu, Nilüfer, Erol Evgin ve benzerleri gibi. Ama emsalleri gibi o da geçmişinden sıkılmış ve kendini yenilemek istemiştir zaman zaman. Haksız da sayılmaz(lar). Heyhat, sırtınızda böylesi bir şaşalı kariyer taşıdığınızda, üzerine yeni bir şey eklemek hiç de kolay değildir.
Uzun süredir yeni bir albüm yapmıyordu Emel Sayın. En son 2009 yılında “Haylazım” adı verilmiş bir tekliyle dinleyici karşısına çıkmış, iki yeni şarkının bulunduğu bu tekli, o günün şartlarında pek de fazla ses getirmemişti. Bu arada eski albümleri kim bilir kaçıncı kez farklı kapaklar ve derlemelerle piyasaya sürülmeye devam ediyor, televizyonlarda dönüp duran eski filmleri hâlâ bayıla bayıla izleniyordu. Arada bir sahneye çıkıyor, yılların ondan hiçbir şey almadığını, aksine üstüne verdiğini de her defasında gösteriyordu. Mesela ben çocukluğum boyunca her yılbaşı gecesi televizyonda izlediğim Emel Sayın’ı 2013’e girerken sahnede canlı izlemekten ne kadar heyecan duyduğumu ve gece boyu kendime onun mu yaş almadığını, yoksa benim mi büyümediğimi sorduğumu yeri gelmişken söylemeliyim. Öyle de bir büyü yapıyor sahnede onu izleyenlere.
Emel Sayın’ın içinde iki yeni şarkı bulunan teklisi “Hep Bana”, geçtiğimiz günlerde Poll Production etiketiyle yayımlandı. Teklideki iki şarkının biri Tarkan’a, diğeri ise Sinan Akçıl’a ait.
Her ne kadar basın duyurularında “Emel Sayın ilk kez tarzının dışına çıktı,” dense de elbette bu doğru değil. Kariyeri boyunca klasik Türk müziği, popüler alaturka, yer yer arabesk ve zaman zaman da düpedüz pop şarkılar söyledi Emel Sayın. Hepsini kendi stiline bir şekilde uydurdu, o ayrı ama hiç birini hatırlamayanlar bile en azından Mavi Boncuk filminde söylenmiş aynı adlı şarkıyı, “Olmaz Böyle Şey”i filan mutlaka hatırlıyor olmalı. Kaldı ki ‘90’larda “Med Cezir”den “Hesap Ver”e birçok pop şarkısına da sesiyle dokunmuşluğu var.
İşin bir başka tarafı da teklide yer alan bu iki şarkının aslında ne kadar pop olduğunu da oturup tartışabileceğimiz gerçeği. Belki bu türler arası geçiş meselesine bu kadar da takılmamak lazım artık. Herkesin her şeyi söylediği bir dönemdeyiz ne de olsa. Böyle şeyler eskiden haber değeri taşırdı evet ama bence artık taşımıyor.
Söz ve müziği Tarkan’a, düzenlemesi Atınç Tombak’a ait “Hep Bana”, her notası, her kelimesiyle tipik bir Tarkan şarkısı. Daha doğrusu Tarkan’ın alaturka sosu bol, B sınıfı şarkılarından; hani Sibel Can’ın söylediği “Çakmak Çakmak”, “Çantada Keklik” filan gibi. Hal böyle olunca da Tarkan ve Emel Sayın buluşmasından çıka çıka bir Sibel Can şarkısı çıkmış olmasının hayal kırıklığını yaşıyorsunuz ilk dinleyişte.
Burada enteresan bir nokta var. Sibel Can’ın bütün sahne edası, tavrı, cilvesi, işvesi filan neredeyse birebir Emel Sayın’dan öykünmedir. Yıllar içerisinde üzerine fazlasını katıp, biraz da eski mesleği oryantal danstan beslenip kendi stilini yaratmış da olsa bilen bilir ki Sibel Can assolist olarak sahneye hazırlanırken, ona birileri Emel Sayın sahnesi çalıştırmıştır. Aslında o dönemde Sayın’dan etkilenmeyen de yok gibidir. Ne var ki hiçbirinin tutturamadığı bir doz vardır. Emel Sayın asaletle cilveyi öyle bir dengede tutar ki, ne cilve yapayım derken basitleşir, ne de asil olacağım derken soğuk kalır. Mesafeli bir sıcaklık, samimiyettir onunki. Yani Sibel Can’ın ve Tarkan’ın birbirine çok denk düşen edaları Emel Sayın’a eğreti durabilir ki durmuş. Benim tanıdığım, bildiğim ve sevdiğim Emel Sayın “Aç aç gözü aç, doymak bilmiyor,” demezdi mesela. Demeseymiş de keşke. Onu da geçtim, şarkının dolaştığı tonlar da Sayın’ın sesine uygun değil; hele A bölümündeki konuşmalı kısımlar pek fena. Keşke Tarkan bu şarkıyı Sibel Can’a verseymiş de Emel Sayın’a daha ruhuna, stiline, zarafetine ve de sesine uygun bir şarkı yazsaymış.
Teklideki ikinci şarkı olan “Dönme Dolap”ın söz ve müziği gibi düzenlemesi de Sinan Akçıl tarafından yapılmış. Akçıl şarkılarına karşı hislerim açık ve net olmasına karşın, diğerine göre bu şarkının Emel Sayın’a çok daha fazla yakıştığını söyleyebilirim. Akçıl belli ki Emel Sayın’ın arabeske göz kırptığı ‘70’ler sonu ‘80’ler başı dönemine sıkı çalışmış ve o tatta bir şarkı çıkarmış ortaya. Piyanolu bir girişle de Yeşilçam şarkılarına selam vermiş.
Buraya kadar amenna... Gelin görün ki benim yaşım kadar, hatta daha fazla yıldır şarkı söyleyen Emel Sayın nasıl olmuş da Akçıl’ın şarkı söyleme biçiminin etkisi altına girmiş, onu anlamak mümkün değil. Özellikle şarkıdaki “olmayacak, durmayacak, yaşayacak, şaşıracak” kelimelerinde Akçıl’ın alamet-i farikası bozuk prozodisini birebir duyuyor ve şaşırıyorsunuz haliyle. Çünkü bildik alaturka şarkıların mecburi prozodi hatalarını saymazsak, Emel Sayın böyle söylemez normalde. Faraza, Akçıl “Böyle söyleyin, böyle güzel oluyor, gençler bunu seviyor” demiş olabilir mi acaba?
Tüm bunlar bir yana, teklinin kapak fotoğraflarına kelimenin tam anlamıyla bayıldığımı söyleyebilirim. Fotoğrafları kimin çektiği kartonete yazılmamış ama fikir aslında yeni değil. 1985 tarihli 33’lüğün arka kapağında Emel Sayın yine benzer bir poz vermiş, ‘70’li yıllara ait siyah beyaz fotoğraflarını elinde tutarak yüzünün bir kısmını kapatmıştı. Bu defa o albüme ait bir fotoğrafın arkasına saklanmış Sayın. Böylece geçmişe şık bir gönderme yapılmış; hem de görsel estetiği yüksek kareler yakalanmış. Keşke aynı özen kullanılan yazı ‘font’u için de gösterilseymiş.
(Zip İstanbul dergisi Mart 2007 sayısında yayımlanmıştır.) Türk popüler müziğinin geçmişinde ne var ne yok bir bir ortaya çıkarmaya devam eden Ossi Müzik’in son bombası bir Klasik Türk Müziği albümü. Emel Sayın’ın tamamen klasik eserler seslendirdiği bu albüm 1979 yılında plak formatında yayınlanmıştı. Yıllar sonra CD ve kaset formatında yapılan bu yeni baskıda albümün orijinal şarkı sıralaması ve kapak tasarımı aynen korunmuş. Albümde III. Sultan Selim’den Hacı Arif Bey’e, Bimen Şen’den Lemi Atlı’ya Klasik Türk Müziğinin ölümsüz bestecileri, ölümsüz eserleriyle karşımıza çıkarken, Emel Sayın’ın katıksız yorumuna da bir kez daha hayran kalmaktan kendinizi alamayacaksınız. Has Alaturka sevenler kulaklarının pasını silerken, bu müzikle pek haşır neşir olmayanlar da yeni bir dünya keşfedecek bu albüm sayesinde. Modası hiç geçmeyecek, tam anlamıyla arşivlik bir eser.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.