2014 yılında Türkçe müzikte alternatif çizginin bu kadar popüler
olmadığı bir dönemde, “Hayal Edemezsin” gibi bir “hit” yakalayarak dikkatleri
üzerine çeken Fikri Karayel, 2018’de “Yol” ve “Yorgunum Çok”la epeyce konuşuldu.
2019’da Deeprise’la “Yağmur” adlı şarkıyı yaptı, yakın zamanda da Murat Boz’a
verdiği “Aşk Bu” adlı şarkıyla adından bir kez daha söz ettirdi.
Fikri Karayel’in yeni teklisi “Bir Şey Var” ise geçtiğimiz
günlerde Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle yayımlandı. Şarkının söz ve müziği Fikri
Karayel’e ait, düzenleme ise Ufuk Kevser tarafından yapılmış.
Murat Boz’a verdiği şarkı bir sinyal miydi bilmiyorum ama Fikri
Karayel bu şarkıyla ana akım popa biraz daha yaklaşmış görünüyor. Hani bunu da
Mustafa Sandal söylese olabilirmiş gibi ya da bu tarz şarkıları Mustafa Sandal
zaten yıllar boyu yapmış gibi.
Bununla birlikte şarkının düzenlemesi yukarıdaki son cümleyi
kendiliğinden haksız çıkarıyor çünkü çok güncel, çok bugüne ait bir “sound” çarpıyor
kulağımıza. Şarkı asıl gücünü buradan almış sanki ve bu nedenle de elektronik
pop sularında yüzmeyi sevenler için türün afili bir örneği olarak bağırlara
basılabilir.
(22 Mayıs 2018 tarihinde www.milliyetsanat.com 'da yayımlanmıştır.) İlk albümü “Küçük Şarkı Evreni” 2006 yılında yayımlanmıştı. Farklı ses tınısı ve kendi yazdığı şarkılarla dikkatleri üzerine çeken Aydilge 12 yıldır müzikte adından söz ettiriyor. Aydilge’nin yeni albümü “Kendi Yoluma Gidiyorum”, geçtiğimiz günlerde Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle piyasaya çıktı.
Albümde 11 şarkı var. Albümün habercisi olarak birkaç ay önce yayımlanan “Gece Uyku Tutmazsa” dışındaki bütün şarkıları ilk defa dinliyoruz. Bütün şarkıların söz ve müzikleri Aydilge’ye ait. Düzenlemelerde ise 3 şarkıda Samuray Gökçe, 3 şarkıda Alen Konakoğlu, 2 şarkıda Atakan Ilgazdağ, 2 şarkıda Dorukhan Yaldız ve 1 şarkıda da Bünyas Herek imzaları var. Düzenlemelere imza atanlara ve albümde çalanlara baktığınızda Aydilge’nin kendi müzikal anlayışı içerisinde bir ekip ruhuyla bu albümü kotardığını söylemek mümkün. Farklı aranjörlere rağmen elde edilmiş müzikal bütünlük de bunu doğruluyor.
“Kendi Yoluma Gidiyorum” adlı şarkı albümün adı olduğu kadar içeriğinin de özeti sanki. Başından bu yana kendi stili içerisinde farklı denemelerden kaçınmayan Aydilge, bugüne dek yaptıklarının toplamından damıtmış bu albümü. Şu veya bu modanın, akımın, güncelin derdine düşmemiş. Yer yer eğlenceli, yer yer dokunaklı ama karamsar ve karanlık değil, telaşsız, kaygısız, tutarlı bir albüm bu. Akustik ve “retro” bir “sound”un temel alındığı, kendi yoluna giden bir genç kadının aşka ve hayata bakışını anlattığı şarkı sözleriyle geniş zamanlı duyarlılıklardan dem vurduğu, melodisi zengin şarkılar var bu albümde.
“Kendi Yoluma Gidiyorum”un eğlencesi, bir parça didaktik belki ama bir o kadar da samimi ve gerçekçi sözleri, Dorukhan Yaldız’ın düzenlemesiyle parlayan “Yana Yana”, hemen ardından gelen “Akşam Çöktü Kalbime”, son derece naif bir aşk şarkısı olan “Sonsuz Sevgilim”, “Kusura Bak Bilerek Oldu”daki “surf rock” üstü keman solosu, (sadece geceler ve duvar kelimeleri nedeniyle değil; melodik yapı itibariyle de) Kayahan şarkılarını anımsatan “Gel Sarıl Bana”, adı gibi sade ve duru “Sade Şarkı” ilk dinleyişte dikkati çekenler arasında. Şüphesiz dinledikçe demlenecek, kendini gösterecek başka detaylar, şarkılar da var.
Aydilge’nin bana zaman zaman Japon şarkıcıları anımsatan sesini kullanma biçimi en az şarkıları kadar karakteristik bir özelliği olarak yer etti artık. Bununla birlikte ben onun alışageldiğinin dışında bir biçimde şarkı söylemeyi denemesini de bekleyenlerdenim. Zira şarkı yazarlığı demlendikçe, daha fazla renk ve derinlik kazandıkça, şarkıcı olarak da yerine göre daha agresif, yerine göre daha baskın, hatta bazen daha kendinden emin bir Aydilge duymak istiyor kulak. Bunu da söylemeden geçemeyeceğim.
Kapak fotoğrafı Fethi Karaduman, kartonet fotoğrafları Arda Aytan tarafından çekilen albümün grafik tasarımı ise Lö Designers tarafından yapılmış. Aydınlık ve renkli tasarım albümün içeriğine dair doğru fikir veriyor.
Kolay kolay eskimeyecek, uzun vadede etkisini kaybetmeyecek, belki de Aydilge’nin bir olgunluk dönemi eşiğinde olduğunun habercisi olarak hatırlanacak, tadı tuzu yerinde bir albüm “Kendi Yoluma Gidiyorum”. Bir albüm dolusu yeni şarkı bu zamanda hiç de az şey değil. Hakkını vermek lazım.
Yakın dönemin üretken isimlerinden biri Cihan Mürtezaoğlu.
2018’de ikinci albümünün yanı sıra bir de akustik mini-albüm yayımlamıştı, 2019’u
ise yeni bir şarkıyla karşıladı. Müretzaoğlu’nun “Hangi Yol?” adını taşıyan yeni
teklisi geçtiğimiz günlerde Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle yayımlandı.
Kendi söz ve müziklerini yazıp kendi düzenlemelerini yapıyor
olmanın lüksü Cihan Mürtezaoğlu ve onun kuşağındaki birçok ismi özgür kılıyor şüphesiz.
Pazarın genel geçer taktiklerine uymak zorunda hissetmiyorlar kendilerini. Bu
hem şarkılara bağımsızlık sağlıyor hem de onların dinleyiciyle buluşma periyoduna.
“Hangi Yol?”, söz, müzik ve düzenlemesi Cihan Mürtezaoğlu’na
ait bir şarkı. Başından beri takip edenlerin iyi bileceği üzere kendine ait bir
müzikal stili ve ses rengi olan, uzaktan bir yerden kulağınıza bir şarkı çalınsa
“Bu o!” diyeceğiniz bir müzisyen Mürtezaoğlu. Bu şarkı da tam olarak bu minvalde.
İnceden alaturka bir esintinin içinde gezdiği, tek bir gitarla da olsa çalınıp,
ıslıkla eşlik edilebilecek, demli bir melodi, hafif, sakin bir yürüyüş. Bu
şarkıyı enteresan kılansa banjo, kullanılmış olması. Bu ara bir banjo modası mı
var bana mı öyle denk geldi, onu bilemiyorum ama en dramatik şarkıya bile
neşeli bir hava verdiği kesin.
(9 Nisan 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Cihan Mürtezaoğlu şarkılarını internet platformlarında, YouTube kanallarında dinleyip seven de vardı, adını Ceyl’ân Ertem, Mabel Matiz, Burcu Tatlıses gibi isimlerin albümlerinde görüp bilen de. Yıllardır müziğin alternatif ve de çoğunlukla bağımsız kanadında varlığını göstermiş bir müzisyendi. Şarkı söylüyordu, şarkı yazıyordu, enstrüman çalıyordu, düzenleme yapıyordu. “Sultan Süleyman”ı Mabel Matiz’in söylemesi için yeniden düzenleyip uzun yıllar boyu pek eğlenceli sandığımız o şarkının içindeki saklı ağıtı çekip çıkarması bile tek başına Cihan Mürtezaoğlu’nun müzikal kalibresi hakkında bir fikir vermeye yeterdi aslında. Derken 2016’da ilk albümü “Bitsin Bu Delilik”le çıktı karşımıza. Geçtiğimiz günlerde ise Mürtezaoğlu’nun yeni albümü “Deli Zaman”, Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle yayımlandı.
Hakkında yazılan yorumlarda Bülent Ortaçgil’den Orhan Gencebay’a uzanan bir skalada pek çok isme benzetilmiş olsa da aslında nevi şahsına münhasır bir müzisyen Cihan Mürtezaoğlu. Kendine ait bir dili, şarkılarının bir melodik yapı biçimi ve düzenlemelerinin belirgin bir kimliği var. Bu büyük bir avantaj. Sevenleri de en çok bu yüzden seviyor zaten.
Öte yandan bu yeni albümün ilk albüme kıyasla artıları ve eksileri var.
Her an detone oluverecekmiş gibi şarkı söylüyordu Cihan Mürtezaoğlu. Özellikle tercih edildiğini düşündürmekle beraber, o pes tonlar zaman zaman dinleyicide gerginlik yaratmıyor değildi. Hece bölmeler ve prozodi hataları da cabası. Tüm bunlar ilk albümde çok belirgindi ve bu bakımdan ilk albüm onca amatör ya da yarı profesyonel Cihan Mürtezaoğlu videolarının ve de ses kayıtlarının bir uzantısı gibiydi. Bu albümde ise nispeten daha fazla şarkıcı gibi şarkı söyleyen bir Cihan Mürtezaoğlu var. Amatör kayıt meraklıları için bu tek başına “Cihan da bozdu,” yorumu yapma sebebi olsa bile, bu işin doğrusu budur, böyle olması gerekir zaten.
İlk albüm uzun bir zamana yayılmış şarkıların bir toplaması gibiydi. Birçoğu zaten bir kitle tarafından bilinen şarkılardı. Bu albümse göze görünür bir albüm bütünlüğü taşıyor ve bu bütün daha pop, daha “hafif” tınlayan şarkılar da barındırıyor. İkinci bir “Cihan da bozdu,” yorumu da buradan gelebilir ya da tam tersine Cihan bu albümle daha önce onu hiç dinlememişlere de ulaşabilir; işin o kısmını zaman gösterecek.
Mesela aslen bir Ferdi Tayfur şarkısı olan “Bana Sor” da dâhil olmak üzere birden fazla şarkıda Mürtezaoğlu’nun müziğine katkısı tartışılır dozda bir alaturka ritim, melodi, makam iklimi var. Derinlik değil, hafiflik veren bir doz.
Albümün tek “cover”ı “Bana Sor.” Onun dışındaki 10 şarkının söz ve müzik ve düzenlemelerinde Cihan Mürtezaoğlu imzası var (3 şarkının düzenlemesinde Mürtezaoğlu’nun yanı sıra Zafer Tunç Resuloğlu’nun da adı geçiyor.) Başından sonuna bütün düzenlemelerde sadelik, sakinlik ve akustik “sound” hâkim ki bu da bu zamanda müzikte en sevdiğimiz şey olabilir.
Ersin Şahin’in çektiği fotoğraflarla Başak Ünal’ın nefis kartonet ve kapak tasarımı ise albümün bir başka artısı.
Sonuç itibariyle daha ikinci albümünde “acaba ne yapmış” diye merakla dinleme hissi uyandıran, uzun vadede çok daha incelikli işler yapacağından kuşku duymayacağımız bir müzisyenin muhtemelen bir “ikinci albüm” sendromu yaşayarak yaptığı bir albüm bu. Kulak kabartmaya değer.
(12 Şubat 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
“Dünyanın en iyi bağlama virtüözlerinden biri” tabirine sıklıkla rastlıyorsunuz onun hakkında internette arama yaptığınızda. Oysa bu tabir İsmail Tunçbilek’i tanımlamakta tek başına yetersiz, eksik. Yaşam öyküsüne burada kısaca özetlenemeyecek kadar çok müzik deneyimi sığdırmış, dünyanın birçok ülkesinde, çok önemli müzisyenlerle çalmış, çalışmış ve sayısız yüz akı işe imza atmış biri İsmail Tunçbilek. Bu hikâyenin Türkiye sınırları içerisindeki izdüşümü ise Türkiye’de müziğin hasına biçilen değerle orantılı olarak ne yazık ki yeterince görkemli değil.
İsmail Tunçbilek’in ilk albümü “Menkıbe”, 2017 yılının Aralık ayında Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle yayımlandı. 4’ü enstrümantal 11 şarkının yer aldığı albüm, evet, bir ilk albüm ama aynı zamanda da bir ustalık eseri.
Öncelikle bu bir bağlama albümü değil. Bağlamayı, özellikle elektro bağlamayı kulaklarımızın alışkın olduğu stil ve biçimden çok farklı bir teknikle çalıyor Tunçbilek, evet ama albümdeki düzenlemeler zaten bağlama odaklı değil. Albüm boyunca her parçayı her defasında bir başka enstrümana kulak vererek dinlemek ve başka başka tatlar almak mümkün. Hele ki yaylı partisyonlarını… Kaldı ki albümde (Tunçbilek’in Taksim Trio olarak birlikte çaldığı ve üç de albüm yaptığı) Hüsnü Şenlendirici ve Aytaç Doğan’ın yanı sıra İsmail Soyberk’ten Erdem Sökmen’e, Volkan Öktem’den Eyüp Hamiş’e, Ercan Irmak’a dek öyle bir kadro var ki, hepsi enstrümanının en iyileri… Adeta bir yıldızlar karması yani.
İsmail Tunçbilek bu albümde Anadolu’nun müziğini Mısır çöllerinden İber Yarımadasına uzanan bir coğrafyada dolaştırıyor. Flamenko da var şarkıların içinde, Arap müziği de, caz da… Mahzuni’nin “Sarhoş”u ve Neşet Ertaş’in “Kendim Ettim Kendim Buldum”u defalarca yeniden seslendirilmiş olsalar da hiç böyle çalınmadılar örneğin. Albümün bu iki bildik parçası gibi besteleri Tunçbilek’e ait olan diğer parçaları da bahsi geçen coğrafyanın herhangi bir durağında da çalınabilecek ve dinlenebilecek kadar evrensel. Soyberk’in müziğini yüzü sadece Türkiye’ye dönük klişe ve genellikle de ticari “sentez” çalışmalarından ayıran da tam olarak bu. Türkiye’de albümün kısa vadede liste başlarına çıkmamasının, şarkıların milyonlarca tık almamasının sebebi de bu olacaktır muhtemelen. Yanılırsam ne âlâ.
Adeta bir senfoni zenginliğindeki “Umut”, Tunçbilek’in Aylan bebeğin o can yakıcı fotoğrafından etkilenerek bestelediği “Aylan”, albüme etkileyici bir açılış yapan “Menkıbe”, 2012 yılında tekli olarak yayımlanmış “Derdin Ne?” ve diğerleri… Albüm bütünüyle dinleyiciye ihtişamlı bir müzik dinleme deneyimi sunuyor.
Her ne kadar albümün yumuşak karnı İsmail Tunçbilek’in şarkıcılığı gibi gözükse de, zaten şarkıcılık iddiasında olmadığını ama onun sesinden şarkı dinlemek konusunda ısrarlı istekler aldığını söylüyor Tunçbilek röportajlarında. Sahiden de enteresan bir biçimde bunca kusursuz çalınmış enstrümanın arasında onun sesi kusurlarıyla sahici tınlayarak bütünü tamamlıyor. Bilmem hangi mükemmel şarkıcı uğraşsa didinse Tunçbilek’in sesinin renginden şarkılarına vuran güneş yanığını, çöl kuraklığını hissettirebilirdi dinleyene?
Albümün kartonet yazısında “ilk ve belki de son albüm heyecanım…” demiş İsmail Tunçbilek. Enstrüman virtüözlerine genellikle stüdyolar dar gelir. Onlar sahnede, seyircilerle etkileşimde olmayı ve aynı parçaları her defasında başka bir biçimde çalmayı sever, tercih ederler. Bilmem Tunçbilek’in bu kadar uzun süre bir albüm yapmaması ve yaptıktan sonra da bir sonraki için niyeti olmadığına vurgu yapması bundan mıdır? Oysa tıpkı yaşam öyküsü gibi bu albüm de nice genç müzisyen adayına örnek olacak, ilham verecek kim bilir. İsmail Tunçbilek gibi “dede”lerin daha çok eser ortaya koyması ve geleceğe bırakması sadece bunun için bile önemli ve kıymetli.
(21 Haziran 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
“Kiralık Aşk”, “Aşka Gel”, “Aşk Olmak” derken kendi tarzını iyiden iyiye benimseten, dinleyici kitlesini günden güne artıran Aydilge, yine eğlenceli bir şarkıyla çıktı karşımıza. Aydilge’nin yeni teklisi “Yo Yo Yo”, geçtiğimiz günlerde Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle yayımlandı.
“Catchy” şarkılar yazmanın ya da bulmanın formülünü doğru denkleştirdi Aydilge. Bu yüzden de her biri kendi etkisini yaratacak teklilerle ilerliyor yıllardır. “Yo Yo Yo” ise bugüne dek yaptığı benzer şarkıların bir miktar üstünde bir ilgiye mazhar olabilir zira bu defa milletçe asla kayıtsız kalamayacağımız oryantal bir tema ve ritim var işin içinde. Nitekim bu işi her daim bizden daha iyi yapmış Yunan müzisyenlerin elinden çıkma bir şarkı aslında bu. Orijinali Vasilis Giannopoulos ve Christos Dantis tarafından yazılan “Po Po Po”, Türkçeye Aydilge tarafından “Yo Yo Yo” adıyla adapte edilmiş. Şarkının düzenlemesinde Alper Atakan'ın imzası var.
Çok pozitif bir dünya görüşünün izlerini süren şarkı sözleri, şarkının en az melodisi kadar dinleyene ferahlık veren cinsten. Bana bir parça Mirkelam şarkılarının dünyasını hatırlattı bu bakımdan. Hatta keşke Aydilge bu şarkıyı Mirkelam’la düet söyleseymiş diye bile düşündüm.
Yaz “play-list”lerinde bu şarkının da yer almaması için hiçbir sebep yok.
(28 Haziran 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Adını 2000’lerin ilk yıllarında şarkı yazarı olarak hafızaya aldık. Fettah Can, o dönem Alper Narman ile birlikte sayısız “hit” şarkıya imza attı, Emel’den Sezen Aksu’ya, Levent Yüksel’den Sibel Can’a, sektörün lokomotif isimlerinin albümlerinde yer alan şarkılarıyla tanınırlığını perçinledi. Gülben Ergen’e verdiği “Yalnızlık” adlı şarkıda ilk kez onun sesini de duyduk ve aslında müziğe başladığı ilk yıllarda da şarkı söyleyen Fettah Can, 2010 yılından itibaren solo çalışmalarıyla şarkıcı olarak da karşımıza çıkmaya başladı.
Geçtiğimiz günlerde Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle yayımlanan “Sen En Çok Aşksın”, Fettah Can’ın dördüncü albümü. İlk albümünden bu yana, yeni şarkılarının yanı sıra daha önce başkalarına verdiği şarkılara da yer veriyordu Fettah Can. Bu son albüm ise daha önce tekli formatında yayımlanmış iki şarkı haricinde tamamen yeni şarkılardan oluşuyor.
2013 yılında yayımlanan “Yalanlar Cumhuriyeti” adlı albümden sonra, 2015 yılını “Delirme” ve “Yalan Bu Dünya” teklileri ile geçirmişti Fettah Can. CD baskısı yapılmayan o iki şarkı, bu albümde yer bulmuş. Geriye kalan sekiz yeni şarkı ise yıllardır dinlemeye alışık olduğumuz Fettah Can stilinin yanı sıra daha farklı denemeler de içeriyor.
“Hayata Merhaba De” bu farklı denemelerden biri. Hem senfonik, hem de alaturka öğelerin ustaca bir araya getirildiği bu Fettah Can bestesi ve düzenlemesi, Cansu Kurtçu’nun etkileyici sözleri ile albümün en iyi şarkılarından biri. Akdenizli bir şarkı olan “Sağanak Gibi” de ilk dinleyişte dikkat çekenlerden. Keşke Fettah Can bu şarkıyı böylesi ağdalı bir biçimde değil de, daha sakin, hatta belki fısıldar gibi söyleseymiş. Çok ters köşe bir şey çıkabilirmiş ortaya.
Bildik Fettah Cah stilinde yürüyen (evet böyle bir stilin varlığından söz edebiliriz artık; sıkça da izinden gidiliyor üstelik) “Sen En Çok Aşksın”, albümün çıkış şarkısı ve elbette en ticari şarkı. İlan-ı aşk eden şarkılar (düğün şarkısı formunda ya da değil) her zaman en sevdiklerimiz arasında zira. “Olan Bize Oldu” da alaturka nağmeleriyle dinleyeni yakalayabilecek bir başka ticari gücü yüksek şarkı. “Bahardan Kalma”nın A kısmı ile “Olan Bize Oldu”nun nakarat melodisinin (oktav farkıyla) aynı kalemden çıktıkları biraz fazla belli.
Söz ve müziği Onur Koç’a ait “Dipsiz Kuyu”, türün çok tipik bir örneği. Başka bir açıdan “Ben Söyledim Sen Anla” da öyle. Mısır’dan İspanya’ya uzanan, bizim de kıyısından köşesinden dâhil olduğumuz coğrafyanın yıllar yılı dinlemekten ve sevmekten bıkmadığımız müziğinden ilham almış, aynı coğrafyanın biri biraz daha doğusundan, diğeri ise batısından yürümüş iki şarkı. Albümün kapanışında yer alan “Kalbime Güvendim” ise ferah, hafif ve iddiasız bir şarkı.
Fettah Can’ın şarkıcı olarak ilk kez karşımıza çıktığı zamandan bu yana şarkıcılık tekniği açısından çok daha iyi bir noktaya geldiğini bu albümle bir kez daha anlamak mümkün; onu da söylemek lazım.
Lara Sayılgan’ın çektiği fotoğraflar ve WBR İstanbul’un grafik tasarımıyla albüm kartoneti çok da iyi ve özenli bir baskıyla dinleyiciye sunuluyor. Hatta son zamanlarda gördüğüm en özenli kartonet baskısı da diyebilirim.
(22 Aralık 2015 tarihinde Hayat Müzik'te yayımlanmıştır.)
Cansu, teklilerle ilerliyor ama her defasında kendini tekrar etmeden, bir önce yaptığı işin üzerine bir şeyler koyarak emin adımlarla ilerliyor. Geride bırakmaya hazırlandığımız yılın ilk aylarında piyasaya sürülen “Ne Değişti ki?”den sonra bir süre önce de bu defa “Kalbim Kefil” adlı yeni şarkısıyla çıktı karşımıza. Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle yayımlanan şarkının söz ve müziği Cansu’ya, düzenlemesi Fettah Can’a ait.
Başından beri hem yazdığı şarkılar, hem de tertemiz şarkıcılık tekniği ile dikkat çeken Cansu, giderek sesinin rengini ve sınırlarını daha fazla keşfediyor olmalı ki, fark edilir bir karakteristiği oluşmaya başladı. “Kalbim Kefil” bu anlamda hem şarkı yazarı hem de şarkıcı olarak Cansu’yu parlatan bir şarkı. Nihat Odabaşı imzalı klip de, hep görseli kuvvetli klipler çekmeye çabalayan Cansu’yu bu defa daha da fark edilebilir kılacak bir görselliğe sahip.
Bu fark yaratabilme meselesine çok takılıyorum zira pop şarkıları ve şarkıcıları için sıklıkla dile getirilen “hepsi birbirinin aynı” klişesine yer yer hak veriyorum; özellikle de son dönemde. Bu nedenle “Kalbim Kefil” çok alışageldiğimiz kalıplar üzerinden yürüyen bir şarkı olsa da, Cansu’nun bütünde bir fark yaratabilmiş olmasını önemli buluyorum.
Bu arada popüler şarkılarda zaten giderek daha az müzik duyuyor iken, radyoların dayatmasıyla bir alışkanlık haline getirilen “intro”suz şarkı modasına bir aranjör olarak Fettah Can’ın da kapılmış olmasını (hem kendi şarkısında, hem de bu şarkıda görüldüğü üzere) yadırgadığımı söylemem lazım. Fettan Can öncelikle bir besteci çünkü ve “intro” melodisi yazmaktan illa ki aciz değildir.
(22 Aralık 2015 tarihinde Hayat Müzik'te yayımlanmıştır.)
Yaz aylarına “Delirme” teklisi ile geçiren Fettah Can, 2015’i “Yalan Bu Dünya” adı verilmiş ikinci bir tekli ile kapatıyor. Sözü, müziği ve düzenlemesi Fettah Can’a ait bu yeni şarkı Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle dijital platformlarda satışa sunuldu.
Ben çok sevdim “Yalan Bu Dünya”yı. Alışageldiğimiz Fettah Can şarkıları arasında farklı bir yerde duracak bir şarkı bu. Zira alışageldiğimiz Fettah Can şarkılarının benzerleri o kadar çok yapılmaya başlandı ki son dönemde, kendi adıma gerçekten sıkıldım.
“Yalan Bu Dünya”, efkârlı bir şarkı. Haliyle benim yaşımdakilere daha fazla dokunabilecek de bir şarkı. Hafif alaturka ama istense ağır alaturka da olabilirmiş. Hani ‘80’lerde olsaydık bir Adnan Şenses, bir Muazzez Abacı’nın sesinden bu şarkıyı duymak şaşırtıcı olmayabilir, hatta çok güzel de olabilirdi. Ancak Fettah Can, Erkin Korayvari bir düzenlemeyi tercih etmiş. İyi de olmuş. Şarkı bu haliyle Fettah Can’ın sesine gayet yakışmış.
Bu arada şarkının A kısmının melodisi, Sadık Karan’ın “Aman” adlı şarkısının A kısmı ile çok benzer yürüyor. Fettah Can intihale ihtiyaç duyacak bir besteci olmadığına göre buna talihsiz bir tesadüf demek lazım herhalde.
Bir pop-star çizgisinde yürümeden, kendi şarkıları ve mütevazı duruşuyla bir pop-star kadar etki bırakabilmiş ender isimlerden biri Fettah Can. Çok güçlü bir ses, çok etkileyici bir fizik her zaman tek doğru formül değil çünkü. İtiraf edeyim ki şarkıcılık macerasının bu kadar uzun süreceğini ve bu kadar etkili olabileceğini de ben kendi adıma hiç öngörmemiştim. Ama insanlar besteci Fettah Can kadar şarkıcı Fettah Can’ı da sevdiler. Eh, bu da az şey değil.
Bu şarkı, “Anason” gibi, “Saki” gibi kimi efkârlı şarkıları bağrına basarak beni şaşırtmış genç dinleyiciye ne kadar dokunur onu bilemem ama ben dinlerken eşlik eder, kadehi kadehe vururum, orası kesin.
(20 Ekim 2015 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.) 2012’de yayımlanan ilk albümü “”Çok Şükür”ün ardından 2013’te “Birinci Vazife” ve “İstemiyorum”, 2014’de ise “Sağ Salim” ve “Bal Prensesi” teklileri ile karşımıza çıktı Oğuzhan Uğur. Yine 2014’de Ege Çubukçu ile birlikte yayımladıkları bir de “Dengi Dengine” teklisi var.
Oğuzhan Uğur sadece müzikle değil, sinema başta olmak üzere başka başka işlerle de uğraşıyor. Hâl böyle olunca da internet üzerinde duyulmaya başlayan ve ilk albümle geniş kitlelere ulaşan müzik üretimlerine yeterince zaman ayıramıyor olsa gerek. Yoksa şimdiye kadar çoktan ikinci bir albüm ya da en azından tekli formatında yayımlanmış çok daha etkili şarkılarla o ilk rüzgârın arkasını aynı hızla getirirdi. Bence arayı fazla açtı.
Bilenler biliyor zaten ama bilmeyenler için özetlemek gerekirse, Oğuzhan Uğur’un hiciv, taşlama ve espri içeren, gündelik konuşma dilini kullanarak taşı gediğine koyan, aşk, meşk, ilişkilerin yanı sıra bu ülkede genç olma halleri üzerinden zaman zaman siyasi göndermeler de yapan, şahane şarkıları var. Grup Vitamin’in ‘90’larda yaptığına bir parça benziyorsa da, komedisi o kadar kör gözüm parmağına değil; daha ince ve yer yer daha şairane. Dili çok iyi kullanıyor, etkili melodiler ve eğlenceli düzenlemelerle de şarkılarını kolay sevilir hale getirmeyi iyi biliyor. Bütün bu espriyi çektiği kliplerle de gayet dengeli bir şekilde destekliyor.
Oğuzhan Uğur’un yeni teklisi “Biyolojik Unsur”, geçtiğimiz günlerde Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle yayımlandı. Söz müziğini kendi yazdığı ve düzenlemesini de kendi yaptığı bu şarkıyla Oğuzhan Uğur, uzunca bir aradan sonra müzikte formunu bulmuş gözüküyor. İçinde alenen ya da gönderme yoluyla geçen birkaç küfür kelimesi nedeniyle şarkının ana akım radyo ve televizyon kanallarında yayınlanmayacağı aşikâr. Çünkü biz gündelik hayatta bol bol kullandığımız kimi kelimeleri radyo ya da televizyonda duyunca çok utanan “edepli” bir toplumuz. Şarkının “ahlak şart, terbiye önemli” cümlesiyle başlamasındaki ironiyi de görmeyiz nasılsa.
Oğuzhan Uğur’un şarkılarında sıklıkla kullandığı arabesk-alaturka-rock temalar bu şarkıda da var. Hatta bir parça Erkin Koray şarkılarının havası var “Biyolojik Unsur”da. Yine bir iyice anlamak için birden fazla kez üst üste dinlemek gerekiyor çünkü hem söz öbeği çok fazla, hem de oyunlu cümleler. Buna karşın, insanı gülümseten, eğlendiren, samimi, içten ve “doğal” dili ve sıcak melodisiyle kavrayan bir şarkı. Biraz farklı şeyler dinlemek isteyenlere şarkıyı, biraz eğlenmek isteyenlere de klibi mutlaka öneririm.
Yaklaşık 10 yıldır müzik piyasasında aranjör olarak bir dolu işe imza atan ve ismini hafızalara yerleştiren Mert Ali İçelli, 2013 yılında piyasaya çıkan “Halim Var” teklisi ile şarkıcılığa soyunmuştu. 2014 yılında “Sözün Bittiği Yer” adlı şarkıyla karşımıza çıkan Mert Ali İçelli’nin üçüncü teklisi ise geçtiğimiz günlerde Dokuz Sekiz Müzik etiketi ile dijital platformlarda satışa sunuldu. Gerçi 2014’ün sonlarına doğru “Unuturum Diye” adını taşıyan bir şarkının duyurusu yapılmıştı ama ne olduysa oldu ve o şarkı dinleyici ile buluşmadı.
“Son Ses” adını taşıyan bu yeni şarkının söz ve müziği, İçelli’nin şarkı yazarı ve şarkıcı eşi Elif Nun tarafından yazılmış. Düzenlemeyi ise haliyle kendisi yapmış.
Önceki teklilerinde deyim yerindeyse “havayı kokluyor” gibiydi İçelli. Bu defa ise iddialı görünüyor. Paris’te klip çekmeler, ünlü bir Fransız tasarımcıya (Michel Manfredi) kapak tasarımı yaptırmalar filan boşuna değil.
Doğruya doğru, şarkının albenisi çok yüksek… Bir dinleyişte akla takılıyor, kolay ezber ediliyor ve “açtım müziği son ses” gibi bir slogan cümle bile tek başına bu amaca hizmet ediyor. Bu cümlenin ve dahi şarkı adının en büyük avantajı ise, çok ama çok “radyo dostu” olması… “Evet, şimdi radyomuzun sesini son ses açıyoruz sevgili dostlar…” türevi radyocu anonslarını duyar gibi oldum daha şarkıyı ilk dinleyişte. Nitekim İçelli de sektörün içinde pişmiş bir aranjör olarak bunun farkında ki, tam da radyoların istediği gibi bir düzenleme yapmış şarkıya. “Intro” melodisi yok. Şarkı pat diye başlıyor, hiç arka sokaklara sapmadan, ana yolun tam ortasından ilerliyor ve bitiyor. Tamamen melodiyi kafaya çakma odaklı bir yürüyüş, kemanların alaturka desteği ve aynı metronomda sürüp giden ritim… İçelli bu defa işi şansa bırakmamış belli ki.
Popüler piyasanın müzisyenleri için hâlâ en önemli kriter radyolarda çalınmak. İnternette tıklanmak, indirilmek filan ondan sonra geliyor. “CD” satmak ise bir kaygı olmaktan çıktı çıkacak. Bütün hesapların radyoda çalınmak üzere yapıldığına çok yakından ve çok sık şahit olmuşluğum var. Bunu ne kadar doğru bulduğum ise ayrı bir tartışma konusu.
Bunlar bir yana, Mert Ali İçelli, eğitimli ve tecrübeli bir müzisyen olması ve vokal koçluğu da yapan, şan eğitimi almış bir müzisyen eşe sahip olmasına karşın, sadece doğru şarkı söylemekle yetiniyor şimdilik. Duygusu, vurgusu, etkisi olan ve ortalamanın içinde ayırt edilebilen bir şarkı söyleme biçimi için biraz daha zamana ve deneyime ihtiyaç var gibi görünüyor.
Pop seven bir dinleyici olarak şarkıyı sevmedim mi? Sevdim. Duyduğumda eşlik eder miyim? Ederim. O da ayrı mesele.
İki lise arkadaşı olan ve 1999-2003 yılları arasında birlikte müzik yapan Volkan Diyaroğlu ve Ziya Levent Aybay, o günlerden kalan ve geçen zaman içerisinde biriktirdikleri şarkılarını bir albümde toplamaya 2014 yazında karar vermişler. Ziya Levent Aybay, İstanbul’da reklam sektöründe çalışırken, Volkan Diyaroğlu İspanya’da resimle uğraşmış yıllar boyunca. Ve sonra tüm bu hayat deneyimlerini ve her şeye rağmen bir kenara atmadıkları müzik birikimlerini Ulan adını verdikleri bir grup olarak “Dua Tarlası” adlı bu albüme dökmüşler. “Dua Tarlası”, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle raflarda yerini aldı.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.