Uzun süredir albüm yapmayan Asya, 2014 Mart ayında DMC etiketiyle piyasaya sürülen yeni albümü “Aşk İz Bırakır”la çıktı karşımıza. 2007’de yayımlanan son albümü “Aşktır Beni Güzel Yapan”ın üzerinden 7 yıl geçtiği düşünülürse, epeyce uzun bir ara verdiği söylenebilir. Ama o, 2000’lere girdiğimizde ‘90’lardaki hızını kesmiş, sektördeki yarıştan çekilmişti zaten. Öyle de devam ediyor. Hemen hiç ortalarda gözükmüyor ve sadece ara sıra albüm yapıyor.
‘90’lar kuşağından çıkan erkek pop-starlarımız malum. Onları sevdik, bağrımıza bastık, kimini eskitip rafa kaldırdık, kimisi hâlâ pek beğeniyoruz. Ama 2000’ler kuşağından çıkanlar için bu kadar net konuşmak mümkün değil. Bir Tarkan, bir Kenan Doğulu çapında erkek pop-starımız çıktı mı o kuşaktan? Murat Boz mu? Ya da Dalkılıç?.. Özgün mü ya da Yalın?.. Değil sanki. Ne kadar kondurduysak olmadı. Hep bir şeyler eksik kaldı. Buna karşın evet, en güçlü aday Boz’du şüphesiz. Dalkılıç da hiç fena gitmedi, ona da kabul. Ama hâlâ zirvenin bir alt basamağında duruyorlar gibi; ya da en azından ben öyle düşünüyorum.
Murat Dalkılıç’ın yeni albümü “Daha Derine”, geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlandı. Çalışkan bir müzisyen Murat Dalkılıç. Onu diğerlerinden ayıracak, kendine has bir ses rengi olmamasına karşın bir şekilde kalabalığın arasından sıyrılmayı bildi. En çok da kendi müzikal çizgisi dâhilinde isabetli şarkılar bularak sağladı bunu. Kendisi de şarkılar yazdı, sadece bir şarkıcı gibi değil, bir müzisyen gibi çabaladı albüm süreçlerinde. Ayrıca pop yıldızı olmak için en çok lazım olan şeyler; sempatiklik, çocuksuluk ve sıcaklık da averaj kazandırdı tabii ona.
Peki bu yeni albüm, Dalkılıç kariyerinin neresinde duracak? İşte bu soruya iyimser bir yanıt vermek kolay değil. Zira “Daha Derine”, adının aksine Murat Dalkılıç’ın müzikal çizgisini olduğundan daha derine götürmeyecek, aksine yüzeyde bırakacak bir albüm gibi görünüyor.
Çünkü süresi günümüz standartlarına göre uzun sayılabilecek bu albüm, birkaç şarkı haricinde dinleyeni hemen hiç heyecanlandırmıyor. Nitekim albüm çıkmadan önce servis edilen “Bu Nasıl Aşk?” da bunun sinyallerini vermişti aslında. Bir süredir popülerliği hayli yüksek olan Oğuzhan Koç’un bir bestesi olması dışında hiçbir enteresanlığı olmayan bu şarkının neden çıkış şarkısı olarak seçildiğini anlamak mümkün değildi.
Bana kalırsa albümde ilk dinleyişte dikkat çeken üç şarkı var: albümün açılışında yer alan “Derine”, hemen ardından gelen “Yani” ve yavaş tempolu bir şarkı olan “Kördüğüm”. Bunlar standart Türkçe pop kriterlerinin dışına çıkabilen, daha farklı şarkılar. Gerçi “Derine” bir Mısır şarkısından adapte edilmiş ama Arap pop müziğinin dünyaya da servis edilebilen işler çıkardığı ve dünya üzerinde Türk pop müziğinden daha fazla dinlenildiği bir gerçek.
“Derine”nin Türkçe sözlerini Gülşen yazmış ki zaten her kelimesiyle buram buram Gülşen kokan, tutkulu ve hatta bir parça da seksi sözleri var şarkının. Düzenlemeyi ise Ozan Çolakoğlu yapmış ve denilebilir ki 2012 yılında yapılmış orijinal versiyonundan daha iyi olmuş şarkı bu haliyle. Yalnız bu şarkıya neden bir aksiyon klibi çekildiğini ben anlayamadım. Bazen iddialı olma gayesinin dozu kaçıp iş endazesinden çıkabiliyor. Bence burada aynen böyle olmuş.
Sözleri Murat Dalkılıç ve Caner Yemez, bestesi ise Dalkılıç ve Yemez’in yanı sıra Ozan Çolakoğlu’nun da imzasını taşıyan “Yani”, üç kişinin ismi geçmesine rağmen bir kişinin tek başına yazdığı bir şarkıyı fena halde anımsatıyor. Emir’in söz ve müziği Tarkan’a ait olan “Ben Sen Olamam” şarkısından bahsediyorum. O şarkının da düzenlemesini Ozan Çolakoğlu yapmıştı. Sanırım Çolakoğlu bu şarkıyı düzenlerken biraz eski defterleri karıştırmış.
Bu benzerliği bir kenara bırakırsak, “Yani” kolay popüler olabilecek ve albümün itici gücü olabilecek şarkılardan biri.
Sözleri İsra Gülümser’e, bestesi ve düzenlemesi İskender Paydaş’a ait olan “Kördüğüm” ise kalbe hemen dokunan ve uzun vadede kalıcı olabilecek bir şarkı olarak albümün bir başka lokomotifi gibi görünüyor.
“Leyla” albümdeki bir başka adaptasyon şarkı. Orijinali bir Bulgar şarkısı iken Türkçe sözleri Murat Dalkılıç yazmış, düzenlemesini ise Ozan Çolakoğlu yapmış. Bu şarkıda Dalkılıç’a Boygar da eşlik ediyor. Bir süredir İstanbul eğlence hayatının bilinen isimlerinden biri olan ve enteresan ses rengi ve şarkı söyleme biçiminden övgüyle bahsedilen Boygar, bildiğim kadarıyla henüz bir albüm yapmadı ama bu şarkıdaki eşliği ile ismini ilk kez duyanların dikkatini çekeceği kesin.
“Leylâ”da Dalkılıç farklı tabirler ve kelimeler kullanmak için biraz kasmış ve ortaya bir parça Tarkan’ın deyimler sözlüğü misali şarkı sözlerinden biri çıkmış ama neyse ki sözler şarkının melodik yapısı ve ritmi ile örtüşüyor ve bütün olarak “Leylâ” kulağa hiç de fena gelmiyor.
Sözleri Gülşen ve Murat Dalkılıç’a, bestesi Dalkılıç’a ait olan ve düzenlemesini yine Ozan Çolakoğlu’nun yaptığı “İki Yol” tepeden tırnağa tipik ve de sıradan bir Türkçe pop şarkısı. Bir Murat Dalkılıç ve Caner Yemez ortak şarkısı olan, düzenlemesi ise Ahmet Emir Batkan tarafından yapılan “Haydut” iddialı başlıyor ama sonra “a benim…”li, “halim-zalim”li, “bahtı karam”lı sözleri ve oryantalden “eller havaya”ya geçen ritmiyle klişelere teslim oluyor.
Sözleri Şenol Ergin, bestesi Murat Dalkılıç’a ait, düzenlemesi ise Ahmet Emir Balkan tarafından yapılmış “Aşka Doydum”, albümdeki iyi şarkılardan biri. Ardından gelen “SMS”’in ve söz ve müziği Alper Narman ve Onur Özdemir imzası taşıyor. “Hit” şarkı çıkarma konusunda hep on ikiden vuran ikilinin bu şarkısı ne yazık ki bekleneni vermiyor bu defa. Önceki Dalkılıç albümünün “hit” şarkılarından “Neyleyim İstanbu’u”nun da bestecisi Oytun Karanacak’ın söz ve müziğini yazdığı “Saltanat” da bir “hit” adayı gibi durmuyor. Söz ve müziği Murat Dalkılıç’a, düzenlemesi Ahmet Emir Balkan’a ait “Zalim Efendi” de öyle.
Söz ve müzik ve düzenlemesi Harun Tekin’e ait, “Kimim Ben”, albümün sürpriz şarkılarından biri sayılabilir. Zira “rock”çıların popçulara bırakın şarkı vermeyi, pop denen türü her daim küçümsediği bir sır değil. Kim ne kadar pop, kim ne kadar “rock” yapıyor, o da ayrı mevzu tabii ama Harun Tekin gibi Türkçe “rock” müziğin “beyaz” çocuklarından birinin ana akım popun tam orta yerinde duran Dalkılıç’a şarkı vermesi neresinden baksanız şaşırtıcı. Ha bu arada şarkı her bakımdan Harun Tekin kokuyor, hatta Dalkılıç’ın söyleyişi bile ki o da ayrı konu.
Albüm Murat Dalkılıç’ın söz ve müziğini yazdığı, Alper Erinç’in düzenlemesini yaptığı “Uğur”la bitiyor. Şiirli mirli, romantik mi romantik bir doğum günü şarkısı bu. Şarkıyı pekala Kenan Doğulu’nun ya da Yalın’ın sesinden de hayal edip dinleyebilirsiniz. Tam o çizgide çünkü. Ne bir eksik ne bir fazla. Tarkanvari yatak odası sesli şiir de “bonus”u.
Albümde iki de farklı versiyon var. “Bu Nasıl Aşk”ın “Alaturka” ve “David Şaboy Versiyon” diye adlandırılmış düzenlemeleri, bu sıradan şarkıyı dinlemeye ola ki doyamazsanız diye ardı ardına konulmuş.
GCİstanbul İletişim Ajansı imzalı kartonet tasarımı alabildiğine sade ama “ben bir pop-starım” diye bağıran Tamer Yılmaz imzalı fotoğraflar o sadeliği belirgin bir iddia ile dengeliyor.
Özetle; bir önceki albümün yarattığı etkiyi hesaba kattığımda, Murat Dalkılıç’tan beklediğim albüm bu değildi benim. Bu albüm elbette bir sonrakine kadar geçecek süreyi doldurur, birkaç da klip desteğiyle Dalkılıç’ı gündemde tutar tutmasına ama onu bir adım ileriye götürür mü? Bence götürmez.
(29 Ekim 2014 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Yakın tarihte kurulmuş olmasına karşın, müzik geçmişi eskiye dayanan elemanlardan kurulu bir grup Organik Paranoya. İzmir kökenli müzisyen kardeşler, Cumhur Göktuna ve Çağdaş Göktuna’nın projesi olarak doğmuş. 80’lerden bu yana şarkı yazan Cumhur Göktuna, İstanbul Müzik Akademisi’nin de kurucusu aynı zamanda. Çağdaş Göktuna ise Jİngleist’in kurucusu olmasının yanı sıra, yıllardır çok sayıda reklam müziğine de imza atmış bir müzisyen. Aynı zamanda bas gitar da çalan Cumhur Göktuna, işin prodüktörlük kısmında kalmaya karar verince, gruba bas gitarda Gürkan Bozacı dâhil olmuş. Gitarda Dört x Dört’ten de tanıdığımız Alp Tiner, davulda ise Serkan Çalar var. Solist Emre Dönmez. Yaşı henüz çok genç olan Dönmez, İstanbul Müzik Akademisi’ne öğrenci olarak devam ederken, grubun vokal aradığı süreçte, Organik Paranoya’nın solisti olarak bulmuş kendini.
Organik Paranoya’nın ilk albümü grubun kendi adını taşıyor ve geçtiğimiz günlerde 34 Yapımcılık etiketiyle piyasaya sürüldü. Albümde Cumhur ve Çağdaş Göktuna tarafından yazılmış 10 şarkı var. 1 şarkının düzenlemesi Alp Tiner tarafından yapılmış, diğerleri ise Çağdaş Göktuna imzası taşıyor.
Doğrusu bu ya, ‘80’lerin “rock” anlayışını, bugünün “rock” anlayışına yeğleyen bir dinleyici olarak, Türkçe “rock”ın o günlere, o döneme dokunan işlerine sempati ile yaklaşıyorum ister istemez. Organik Paranoya’nın “pop-rock” diye adlandırdığı müzikal çizgisi de aslında bugün “pop-rock” deyince aklımıza gelen müzik türünden ziyade, basbayağı ‘80’lerin “pop-rock”ına yakın duruyor. Melodik ve akılda kalıcı olabilen ama bir o kadar da “rock” tınlamaktan, sesini yükseltmekten çekinmeyen bir müzikal tavır bu. Türk motiflerini de bu tavır içerisinde sömürmeden, uddan, kanundan, klarnetten medet ummadan kullanıyor grup. “Hadi Korkma”daki dokuz sekizlik ritim, “Günebakan”daki cayır cayır gitarlara karışan yerli nağmeler bunun en somut örnekleri.
Albümde “Veda” gibi, “Gölgeler Yanar Ardımda” gibi, daha “soft” çizgide şarkıların yanı sıra, handiyse bir Police şarkısı gibi tınlayan ve ilk klip şarkısı olarak seçilen “Ya Sev Ya Sevme” gibi enerjisi yüksek şarkılar dengeli bir şekilde ardı ardına sıralanıyor. Bununla birlikte ticari açıdan “Günebakan” ve albümün açılış şarkısı olan “Yollar Bana Düşman”, daha şanslı görünüyor. ’90 ve sonrasının “rock” çizgisine yakın duranlar için “Kim Var Orda?” ilgi çekici bir alternatif olabilir. Kaldı ki, şunu da söylemek lazım, her ne kadar yapısal olarak ağırlıklı olarak ‘80’ler “rock”ının içinden geçiyor gibi görünse de, grubun müziğinin “old school” bir “sound”u yok. Yani demode değil. Aksine piyasadaki birçok Türkçe “rock” albümüne kıyasla son derece dinamik, deyim yerindeyse zımba gibi bir “sound” var bu albümde. Bunun altını özellikle çizmek lazım.
Solist Emre Dönmez’in bir şarkıcı olarak biraz daha deneyim kazanması gerektiğini düşündüm albümü dinlerken. Daha agresif, kelimelerin üzerine daha kuvvetli ve dengeli basan bir vokal tekniği istiyor çünkü bu şarkılar. Bu da zamanla, özellikle de canlı performans tecrübesi ile giderilecek bir kusur.
Aklıselim Creative Works tarafından yapılmış kapak ve kartonet tasarımı ve grup isminin baş harflerinden oluşturulmuş logo olabildiğince iyi ve etkili. Dikkat çekici ve merak uyandırıcı en azından… Kartonet fotoğrafları ise Gökhan Palas tarafından çekilmiş.
Türkçe “rock” müzikte 2014 yılının şu ana dek yayımlanmış en dikkat çekici ilk albümlerinden biri olarak Organik Paranoya’ya kulak vermekte fayda var.
(20 Ekim 2014 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Televizyon-radyo yayıncılığında TRT tekelinin hüküm sürdüğü yıllarda büyüyenlerin kulaklarına her müzik türü bir parça yer etmiştir ister istemez. Radyoda Nevzat Atlığ yönetimindeki Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nu da dinlemişizdir biz, Muzaffer Sarısözen’in yönettiği Yurttan Sesler Korosu’nu da… Televizyonda Hikmet Şimşek’in sunduğu Pazar konserlerini de izlemişizdir, İzzet Öz’ün hazırlayıp sunduğu Teleskop’u da. Mesela türkü deyince hâlâ benim aklıma ilk gelenler Bedia Akartürk’tür, Belkıs Akkale’dir, Hülya Süer’dir, İzzet Altınmeşe’dir, Ümit Tokcan’dır, Kamil Sönmez’dir ve dahi o kuşaktan bir dolu isim… Çünkü onlar bir dönemin yıldızlarıydı. Sonra devir değişti; hem türler birbirine karıştı, özgünlüklerini yitirdi, hem de yıldızlar…
O dönemlerin geride kalmasından sonra ise o kuşağın izini süren çok az sayıda isimle tanıştık. Sevcan Orhan bunlardan biriydi. İlk albümünü henüz konservatuar öğrencisi iken, 2000 yılında piyasaya çıkaran Sevcan Orhan, içine arabeski, popu karıştırmadan, türküleri üslubunu bozmadan söyleyen bir halk müziği solisti olarak dikkatleri üzerine çekti. İkinci albümünde de aynı çizgide devam etti, 2006 yılından itibaren ise, dört yıl boyunca devam edecek “Tatlı Dile Güler Yüze” adlı televizyon programıyla, tüm ülkenin tanıdığı bir isim haline geldi. Halk müziğindeki bilgi ve görgüsü bir yana, tıpkı programın adı gibi, “tatlı dilli” ve “güler yüzlü” olmasıyla da televizyon ekranları için az bulunur bir yeni yetenekti çünkü.
Sevcan Orhan’ın beşinci albümü “Düşten Gerçeğe”, geçtiğimiz aylarda Özdemir Plak etiketiyle yayımlandı. Tam 17 türkünün yer aldığı, hayli uzun bir albüm bu. İçinde anonim ve derleme türküler de var, türkü formunda besteler de. Albümün açılışında yer alan ve bir Gaziantep türküsü olan “Arabım Fellahi”, kıvrak ritmi ve tekrarları ile dinleyeni kolay kavrıyor. Bu tarz türkülerin Sevcan Orhan’a çok yakıştığı bir gerçek ki bu türküyle yeni bir “Aynalı Körük” yakaladığı bile söylenebilir.
Yusuf Gül’den “Kömür Gözlüm”, İsmail İpek’ten “Seni Arayı Arayı”, Bilal Ercan’dan “Gökten Yıldız Derseler”, Mahmut Erdal’dan “Beklerim Selamın Seher Zamanı”, Ali Kızıltuğ’dan “Aşağıdan Bir Yel Esti” ve “Bir Zaman Günleri Saydım”, Nuri Üstünses’ten “Kara Duta Yaslandım” albümdeki türkü formunda besteler. Bunların büyük kısmı daha önce ozanlarının/bestecilerinin kendi sesleriyle söyledikleri türküler.
Ayrıca bir dönem protest halk müziği türünde yazdığı türküler/şarkılarla tanıdığımız ve geçtiğimiz Şubat ayında kaybettiğimiz Hasan Hüseyin Demirel’e ait iki şarkı da var albümde. Bunlardan biri daha önce Hilal Özdemir’in de seslendirdiği “Kanadım Değdi Sevdaya”, diğeri ise sözleri Gülizar Ergin imzası taşıyan “Var Gibi”.
Albümün “Arabım Fellahi” dışındaki anonim türküleri ise “Oy Akşamlar Akşamlar”, “Arap Buğday Daneler”, “Munzur Dağı”, “Şu Karşıki Dağda”, “Aslan Mustafa’m”, “Vardım Hint Eline” ve “Kurban Olam”.
Albüm repertuarının bütününe baktığınızda ezgilerin genellikle İç Anadolu ve Ankara’nın doğusundaki bölgelerden ses verdiğini söylemek mümkün. Buna karşın son derece özenli ve titiz bir seçki yapılmış. Halk müziğini sevenlerin hiç sıkılmadan dinleyebilecekleri bir albüm bu. Cihan Orhan’ın elinden çıkmış düzenlemeler türküleri tam da olması gerektiği gibi, tertemiz aktarıyor dinleyene. Albümde çalan kalabalık müzisyen kadrosu ve yorumcu olarak Sevcan Orhan da icralarda son derece yetkin tınlıyor kulağa. Hemen hiçbir çapak ve pürüze rastlamadım ben dinlerken.
Şöyle bir geriye doğru gittim de… Sanırım benim kişisel tarihimde radyo ve televizyonda duyup dinlediklerim bir yana, başından sonuna dinlediğim ilk halk müziği albümleri Belkıs Akkale’nın “Türkü Türkü Türkiyem” başlığı altında yayımlanan iki albümüdür. Hâlâ da zaman zaman açar dinlerim o albümleri. Sevcan Orhan’ın bu albümünü de onların yanına koyabilirim şimdi. Çünkü benzer bir keyfi aldım dinlerken. Halk müziğiyle uzak yakın biraz ilginiz varsa, “Düşten Gerçeğe”yi es geçmemenizi öneririm.
(13 Ekim 2014 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Liselerarası Müzik Yarışmalarında başlayan müzik kariyerini konservatuarda şan eğitimi alarak sürdüren Zara, her ne kadar resmi internet sitesinde yer almasa da, henüz çocuk denecek yaşlarda Neşecik adıyla albümler de yapmıştı. Ancak geniş kitleler onu 1998 yılında piyasaya çıkan “Avuntu” albümüyle tanıdı. O artık Neşecik (Neşe Yılmaz) değil, Zara’ydı.
O yıllardan bugüne, çok sayıda albüm yaptı Zara. Ağırlıklı olarak halk müziği söylerken, zaman zaman farklı türleri de denedi. Eskinin sevilen aranjmanlarını, Yeşilçam şarkılarını da söyledi, İstanbul Flemenko Beşlisi ile flemenko tarzında bir albüm de yaptı. Geçtiğimiz günlerde ise bu defa arabesk türünde şarkılar söylediği “Derin Aşk” adlı albümle karşımıza çıktı.
Poll Production etiketiyle piyasaya çıkan “Derin Aşk” albümünde 11 şarkı var. Bunların 10’u, çoğunlukla ‘80’li yıllardan aşina olduğumuz arabesk şarkılar.
Müslüm Gürses’in sesinden kulaklarımıza yer eden “Senden Vazgeçmem”le açılıyor albüm ve hemen ardından çok sayıda farklı yorumu olsa da yine en çok Gürses’in sesinden hatırladığımız “Kaç Kadeh Kırıldı” ile devam ediyor (Gürses bu şarkıyı “Unutamadım” adıyla söylemişti.) Orhan Gencebay’ın “Yasak Resim” ve “Çilekeş”i, Ferdi Tayfur’un “Nisan Yağmuru”, Kamuran Akkor’dan sevdiğimiz “Bir Ateşe Attın Beni”, Gülden Karaböcek’ten dillere düşmüş “Hatıran Yeter”, İbrahim Tatlıses’le özdeşleşmiş “Kurşuna Gerek Yok” ve yine çok sayıda farklı sesten dinlediğimiz “Tövbekar” ile “İşte Bizim Hikayemiz”, albümdeki diğer şarkılar. Albümün kapanışında ise ‘90’ların fenomen televizyon dizisi Süper Baba’nın jenerik şarkısı olarak hafızalarımıza kazınan “Bana Bir Masal Anlat Baba” var.
Bu son şarkıyı bir kenara koyarsak, albüm için iyi bir repertuar çalışması yapıldığını söyleyebiliriz. Bu tip konsept albümler için genellikle ağızlarda sakız olmuş şarkılar seçilir ve bu da çoğu zaman dinleyiciye yeni bir şey vermez. Ancak bu albümde denge iyi kurulmuş. Bilinenler kadar, daha az söylenmiş, daha az eskitilmiş şarkılar da var. Sadece Gencebay, Gürses, Tayfur gibi isimlerin diskografilerinden değil, aynı zamanda Ali Tekintüre’den, Ahmet Selçuk İlkan’a, Burhan Bayar’dan Şakir Askan’a, arabesk dünyasının söz ve müzik yıldızlarının sayısız şarkısı arasından yapılmış seçimler de isabetli. Ancak seçilen şarkıların Zara’nın sesi için ne kadar doğru olduğu tartışmaya çok açık. Bu durum ister istemez Şevval Sam’ın “Has Arabesk” albümünü getiriyor akla. Tıpkı o albümdeki gibi bu albümde de çoğu şarkıyı dinlerken yadırgamak mümkün. Zara iyi bir solist ve nota sektirmeden söylüyor şarkıları ama her ses her şarkıyı taşıyamayabiliyor ve üstelik arabesk şarkılarda bu iş çok daha çetrefilli.
Bu bakımdan albümün bence en parlak işi “Bir Ateşe Attın Beni” olmuş. Kamuran Akkor’un bir parça külhan, hoyrat yorumu bir yana, Zara’nın naif ve kırılgan yorumu şarkıya bambaşka ve çok etkili bir duygu katmış çünkü. “Kaç Kadeh Kırıldı”nın nakaratında satırlar niye yer değiştirmiş, anlamak mümkün değil. “Bana Bir Masal Anlat Baba”nın bu konseptte bir albümde neden yer aldığını da. Bir olumsuz yorum da Selim Çaldıran’ın yaptığı düzenlemeler için getirilebilir. Arabeski arabesk yapan o gümbür gümbür ritimlerin, vurmalı sazların yerini bu albümdeki zayıf elektronik altyapılar dolduramamış çünkü.
Her zaman çok iyi fotoğraf veren ve “Avuntu”dan bu yana albümlerinde yaptığı görsel çalışmalarla da dikkat çeken Zara’nın bu albüm için Murat Sargın tarafından çekilmiş fotoğrafları ve kartonetin grafik tasarımı ise albümün içeriği ile en ufak bir ilinti taşımıyor.
(29 Eylül 2014 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Daha önce de yazmıştım. Popüler müzikte dünyada standartlarının yanına yaklaşamadığımız, bu nedenle de dünya müziğine şöyle anlı şanlı bir “star” armağan edemediğimiz ve yakın vadede de yaklaşamayacağımız/edemeyeceğimiz bir gerçek. Neyse ki klasik müzik için ve dahi caz için durum böyle değil. Biz ana akım medyada pek görmesek, duymasak bile uluslararası standartta çok sayıda müzisyenimiz ve onların yaptığı şahane işler var. Bazıları tüm dünyada tanınıyor zaten. Bazıları ise ülke sınırları içerisinde yaptıkları müzikle dünyadaki emsallerinden hiç de aşağı kalmıyorlar. Sarp Maden de bunlardan biri.
Grafik sanatçısı, çevirmen ve şair olarak tanıdığımız Sait Maden’in oğlu olan Sarp Maden, küçük yaşlarda başlayan müzik tutkusunu, sürekli dinleyerek, öğrenerek, kafa yorarak ve çalışarak mesleğe dönüştürmüşlerden. Kendi tabiriyle “kafasındaki tınının” peşinde koşmuş hep. Hem çalarken, hem de çaldıklarını kaydederken... Bunun için elektrik gitarı sadece çalmakla yetinmemiş, virtüözü olduğu bu enstrümanın yapımı, üretimi üzerine de çalışmış. “Rock” müzikle başlayan yolculuğu zaman içerisinde onu caza doğru yöneltmiş ve nispeten daha kolay bir yol olacak caz standartlarını icra etmektense kendi bestelerini üretmeyi ve çalmayı tercih etmiş. Nitekim 2008 yılında yayımlanan ilk albümü “Bence”den bu yana da Maden albümlerinde ve sahnede kendi bestelerini çalıyor. Yanı sıra Trio Mrio gibi, Quartet Muartet gibi farklı oluşumlarla da hem sahne hem albümlerde performans gösteren Maden’in yeni albümü “Küçük Sır” geçtiğimiz günlerde Kalan Müzik etiketiyle yayımlandı.
“Küçük Sır”da besteleri Maden’e ait sekiz caz parçası var. Albümde Sarp Maden elektrik gitarı çalarken, ona bas gitarda Eylem Pelit, tuşlu çalgılarda Genco Arı, davul ve perküsyonda ise Volkan Öktem eşlik ediyor. Bilenler iyi bilir ki bu isimlerin her biri zaten kendi çapında ustalık mertebesine erişmiş müzisyenler. Üzerine Maden’in çok katmanlı, incelikli, yer yer melodik zenginliği, yer yerse müzikal formu ile dinleyeni derinden etkileyen, dahice emprovizasyonlarla büyüyen bestelerini ve albümün sahiden dünya üzerindeki emsallerini aratmayacak derecede yetkin “sound”unu koyduğunuz zaman bir caz tutkunu için “Küçük Sır” bir şölenden farksız hale geliyor.
Ama sevdiğimiz, ama nefret ettiğimiz, buna mukabil her yerde her zaman ve sürekli sürekli maruz kaldığınız/bırakıldığımız popüler müziğin, özellikle de eğlence mekânlarındaki yüksek volümün, internet üzerindeki birçok mecrada ve müzik yayını yapan radyo/televizyon kanallarında artık bir standart haline gelen düşük ses kalitesinin kulaklarımızda ve algımızda yarattığı sağırlık ve tahribat sonucu müziğe dair beğeni ve kültür eşiğimizin giderek aşağı çekildiği bir gerçek. Bunun farkına ya varıyor ya varamıyoruz çoğu zaman. Böylesi albümleri dinlemek en çok bu farkındalığı yaratmaya ve elbette etraflıca bir kulak temizliğine yarıyor en çok. Bir yerden başlamak lazım… Kitap okurken olur, bir sabah kahvesi ya da akşamüstü çayı içerken olur, kulaklıklar takılı çıkılmış bir şehir ya da doğa yürüyüşü olur… “Küçük Sır” bu maksatla yapılmış çok doğru bir seçim olabilir. Buna karşın zaten sevdiğiniz ve takip ettiğiniz bir müzisyense Sarp Maden, bu albümünün çok klişe bir tabir de olsa, tam anlamıyla bir “olgunluk albümü” olduğunu ilk dinleyişte fark etmiş olmalısınız.
Emrah Yörük’ün son derece sade ve zarif kartonet tasarımı, albümün sıcak havasını doğru yansıtıyor. Evet, her şeyden çok, “sıcak” bir albüm bu… Mutlaka edinmeli ve dinlemeli.
(22 Eylül 2014 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Temelleri 1997 yılında atılan ve ilk albümü 2006 yılında yayımlanan Yüksek Sadâkat’in “IV” adını taşıyan yeni albümü geçtiğimiz aylarda DMC etiketiyle müzik market ve dijital platform raflarına çıktı. İsmiyle müsemma olduğu üzere, grubun dördüncü albümü bu… Ve Yüksek Sadâkat’i ilk tanıdığımız albümden bu yana da grubun üçüncü solisti olan Selçuk Sami Cingi ile yapılmış ilk albüm. Grup, Cingi ile ilk olarak Mart 2013’de “Fener” isimli tekliye imza atmış, ardından da aynı yılın Kasım ayında “Seninle” adlı tekli iki farklı versiyonla yayımlanmıştı. Bu albümde, bu iki teklideki şarkılar da yer alıyor.
Grubun kurucusu ve beyni Kutlu Özmakinacı, yıllarca benim de “Acaba bu hafta hangi albümü yazacak, nasıl yazacak,” diye yazılarını merakla beklediğim, gustosu ve yetkinliği ile yol gösteren, ilham veren bir müzik eleştirmeni idi aynı zamanda. İnsan hem müzik eleştirmeni hem de müzisyen olunca o müphem tezi yalanlıyor haliyle. Hani derler ya, “Müzisyen olamamış, müzik eleştirmeni olmuş,” diye. Bereket ki Özmakinacı her ikisi de olabilmiş bir örnek olarak duruyor önümüzde. Kutlu Özmakinacı hep iyi şarkılar yazdı, Yüksek Sadakat hep iyi çaldı başından bugüne. Bu albüm de bu geleneği sürdürüyor. Üstelik Cingi’nin artı değeriyle.
Beatles’dan Queen’e “rock” müziğin naif zamanlarından şatafatlı günlerine dek uzanan bir zaman diliminde yaşaması gerekirmiş Cingi’nin. Sesi tam da oralardan tınlıyor çünkü. Türkiye’de “rock” şemsiyesi altına sığınmış ne kadar solist varsa hepsini bir tarafa, Cingi’yi başka bir tarafa koymak lazım. Yüksek Sadakat zaten başından beri bahis konusu dönemin tadını hissettiren, bununla birlikte arabeske ve alaturkaya selam durmadan Türkiyeli “rock” yapabilmiş ender gruplardan biri (en azından son yirmi yıl için konuşursak.) Hâl böyle olunca ilk bakışta çok kolay göze görünmeyen Sadâkat ve Cingi ortak paydası doğru bir bileşime dönüşüyor. Bu albüm en çok bunu gösteriyor.
10 şarkı ve 1 farklı versiyonun yer aldığı albümde, teklilerden bildiğimiz iki şarkının yanı sıra tanıdık bir şarkı daha var ki o da Ajda Pekkan’ın “Farkın Bu” albümünde seslendirdiği “Ucuz Roman”. Hem o albümün bütününde, hem de Ajda Pekkan’ın sesinde doğru yerde değilmiş gibi tınlayan şarkı, bu sefer kendi evinden ses veriyor. Hem bu şarkı, hem de “Seninle”, çok tipik, hatta belki biraz da bu nedenle klişe Yüksek Sadâkat şarkıları.
Albümde iki şarkının bestesi Selçuk Sami Cingi’ye ait. Bir şarkının sözünü Cingi ve Kutlu Özmakinacı birlikte yazmış. Diğer tüm şarkılarda ise Özmakinacı’nın imzası var. Düzenlemeler grup tarafından yapılmış. Özellikle de albümün kayıt ve “mix”ine imza atan Doruk Onatkut’u tebrik etmek lazım. Solist sesinin kulağımıza sokulmadığı, buna karşın gitarların ve davulun doyurucu bir şekilde duyulabildiği “rock” albümü pek kolay çıkmıyor bu toprakların stüdyolarından.
Bana sorarsanız küçük ama aslında büyük bir şarkı olan “Sanki”yi, hem çok İstanbullu hem de çok dünyalı bir ruh haline dokunurken, “gülüşü soğuk” kısmında Queen’e de bir selam çakan “Tünel”i ve benim pek bayıldığım 60’lar 70’ler şirinliğinde, adı gibi sahiden de yürüyüş temposunda ilerleyen “Yürüyorum”u öncelikli olarak sıraya dizerim. Bildik Yüksek Sadakat formatının bir parça dışından ses veren “Bir”i de es geçmem tabii.
Kartonet baskısının çok özenli olduğunu söylemek mümkün değil. Şarkı sözlerinin yazılı olduğu kartlarda her bir şarkının bir renkle vurgulandığı tasarım ise, şayet renklerin “mood”larına inananlardansanız, şarkıları dinlemeden bir fikir sahibi olmanızı sağlayabilir.
(8 Eylül 2014 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
“Ona göre albümünde 17 yaşında bestelediği şarkısı da olması sebebiyle geç kalınmış bir albüm; hayata göreyse tam zamanında…”
Yukarıda cümle Selin Atasoy’un resmi internet sitesinde yer alan biyografisinden bir alıntı. Pek sık karşılaşmadığım türden edebi bir dille yazılmış bu biyografinin özellikle bu cümlesini alıntılamak istedim çünkü üreten, yazan, çizen söyleyen herkes için anahtar olacak bir cümle bu. Nitekim Selin Atasoy da daha çocuk yaşlarında kapıldığı müzik tutkusunu, aldığı psikoloji eğitimiyle koşut olarak besleyip büyütmeye devam etmiş ve hatta psikoloji bölümünü tercih etmesinin sebebi de günün birinde müziklerini de kendisinin yapacağı, senaryosunu yazıp yöneteceği bir sinema filminin karakterlerini psikolojik derinliklerini vererek yaratabilmekmiş. Zaten üniversite yıllarında da İzmir’de ve civar tatil yörelerinde sahneye çıkıp şarkı söylemeye, bir yandan yazdığı şarkıları biriktirmeye başlamış. Selin Atasoy’un ilk albümü “Hiç”, 2014 yılının Şubat ayında Seyhan Müzik etiketiyle yayımlandı.
Ona göre geç kalınmış, hayata göreyse tam zamanında çıkmış bu albümde sekiz şarkı var. Yedi şarkının sözlerinde ve dört şarkının bestesinde Selin Atasoy’un imzasını görüyoruz. Yanı sıra bir şarkıda Burak Erkul, iki şarkıda Kerem Türkaydın, Selin Atasoy’la bestelere birlikte imza atmış, bir şarkının söz ve müziği ise Selin Atasoy ve İsmail Kırkan’ın ortak imzasını taşıyor. Albümde aranjör olarak yine Kerem Türkaydın ve Burak Erkul’un isimlerini görüyoruz. Üstelik çalan müzisyenler arasında Efe Bahadır, Cudi Genç de var. Vokalistler ise Sibel Gürsoy, Dünya Kızılçay ve Tuba Önal.
Yakından takip edenlerin de fark edeceği üzere bu isimler aslında Sıla’nın uzun süredir birlikte çalıştığı ekipten. Yani Selin Atasoy’un henüz ilk albümünü yapıyor olmasına rağmen sırtını sağlam bir yere dayamış. Nitekim bu da albümü dinlemeye başladığınız anda hissediliyor. Düzenlemelerden kayıtlara, hiçbir unsur oldubittiye getirilmemiş, alelade yapılmamış. Tabii eğer malzemeniz yeterince iyi değilse, dünyanın en iyi aşçısını da bulup getirseniz, ortaya iyi bir yemek çıkmayabilir. Neyse ki albümün ana malzemesi, yani şarkılar yeterince iyi ve birlikte çalışılan ekip, albüme katma değer olarak yansımış.
Gerek şarkı sözleri, gerekse şarkıların melodik kurgu biçimleri yer yer sahiden Sıla’yı anımsatıyor ama Selin Aatsoy’un ses rengi ve şarkı söyleme tekniği çok farklı. Pek alışık olmadığımız, az bulunur bir ses rengi var Atasoy’un. Hani acaba caz söylese daha mı iyi olur diye düşündüren seslerden.
Albümün en dikkate değer iki şarkısından biri, ilk klip şarkısı olarak da seçilen “Öğren Gel” ve bugünlerde ikinci klip şarkısı olarak servis edilen “Cellat”. Her ikisi de hem kayıtsız kalınmayacak kadar iyi, hem de ortalama dinleyici profilinin kulağına daha yakın gelecek şarkılar. Keşke albümün tamamı bu çizgide olsaymış. Çünkü diğer şarkıların düzenlemelerinin içinden geçen “rock” dokunuşlarr bir parça eğreti duruyor. Müzikalitesine diyecek laf yok belki ama yanlış elbise seçimi gibi bir durum var ortada. Bu altı şarkı arasında ise “Hiç Olsa” ve Kavafis’in o meşhur şiirinden el almış “Bu Şehirsiz Olamaz” öne çıkan şarkılar.
Mehmet Turgut tarafından çekilen fotoğraflar ve Gözde Mutluer tarafından yapılmış kartonet tasarımı ise, özellikle kapaktaki kompozisyon albüm hakkında pozitif değil, negatif bir etki uyandıran cinsten. Bu albüm daha albenisi yüksek ve etkili bir görsel çalışmayı hak ediyormuş.
(1 Eylül 2014 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Serkan Yıldız, İzmirli genç bir müzisyen… Ege Üniversitesi Devlet Konservatuarı’ndan 2010 yılında mezun olmuş ancak çocukluğundan beri müzikle iç içe olan Yıldız, konservatuar eğitiminden önce de, eğitimi sırasında da sahneye çıkmaya devam etmiş. Bir dönem Tual grubuyla birlikte çalışmış, bir yandan da müzik eğitmenliği yapmış. Serkan Yıldız’ın ilk albümü “Ölüm de Var”, 2014 yılının şubat ayında Arpej Müzik etiketiyle yayımlandı.
Artık her genç müzisyen müzik dünyasına atılırken kendi imkânlarıyla bir şeyler yapmak zorunda. Kimse “Gel kardeşim, seni çok beğendim. Al şu kadar para, gir stüdyoya, albümünü yap,” demiyor. Şayet Arpej Yapım gibi, Sekiz Müzik gibi, 3 Adım Müzik gibi “no name” şarkıcıların/grupların kendi imkânlarıyla hazırladıkları albümleri yayımlayacak birkaç cesur firma da olmasa işleri iyice zorlaşacak. Nitekim Serkan Yıldız da albümünün prodüktörlüğünü kendisi yapmış ve Arpej Müzik sayesinde raflara çıkarmayı başarmış.
Albümde on şarkı var ve şarkıların tamamının söz ve müzikleri Serkan Yıldız’a ait. Düzenlemelerse Arda Kaynak ve Gürsoy Tanç tarafından yapılmış. Albümün ilk klibi, isim şarkısı olan “Ölüm de Var”a çekildi.
Kapağına aldanmayın; bu bir yeni yetme “rockçı” albümü değil. Daha ziyade “pop - rock” sularında dolaşan, yer yer Anadolu – “rock”a da selam çakan, melodik ve naif şarkılardan oluşan bir albüm bu. En çok Feridun Düzağaç, sonra biraz Mazhar – Fuat – Özkan, biraz Emre Aydın, biraz Kıraç ve bir parça da Cem Karaca etkisi hissediliyor tüm albüm boyunca. Bu hem şarkıların dolaştığı temalar, melodik yapılar açısından, hem de Serkan Yıldız’ın şarkıcılık tekniği açısından böyle. Özellikle “Deli Mavi” ve “Al Beni”deki Feridun Düzağaç etkisi çok belirgin. Bir ilk albüm için göz ardı edilebilir etkilenmeler bunlar. Yıldız muhakkak zaman içerisinde kendi stilini bulacaktır.
“Ölüm de Var” albümdeki en şanslı şarkı gibi görünse de, isminin taşıdığı soğukluk nedeniyle bir çıkış şarkısı olarak riskli bir seçim olmuş. “Sitem Etme”, önümüzdeki sonbahar için iyi bir seçim olabilir mesela. Ticari açıdan etki yaratabilecek bir şarkı çünkü. Prodüksiyon imkânları daha geniş olabilseydi, “O Yar Benim”i gümbür gümbür davullarla, “Deli Gönülde Aşk”ı daha güçlü nefesli sazlarla dinlemek enteresan olabilirdi. Ancak bu halleriyle zayıf duruyorlar. “Rüzgâr” albümün iyi şarkılarından biri ama, bir “hit” değil. “Ihlamur Çiçeği”, Emre Aydın şarkılarını anımsatıyor. Ardından gelen “Esaret” de aynı çizgiden yürüyor. Eyüp Hamiş’in ney’iyle renk kattığı “Kovdun Gayri Gidiyorum” ise ilk dönem MFÖ şarkılarının tadında. Bu arada kartonette bu şarkının sözleri neden yok, orası meçhul.
Devrin Usta tarafından çekilen fotoğrafların süslediği kartonetin tasarımını Çiler Erbil yapmış. Hem Serkan Yıldız’ın hem de albümün ismi kapak renginin içinde zor ayırt ediliyor. Kapak fotoğrafındaki deri ceketli Serkan Yıldız ise albümün içeriğinin çok dışında, çok başka bir algı uyandırıyor. Yani pazarlama açısından doğru bir kapak olmamış. Hep söylüyorum; özellikle ilk albümlerde tanınırlık yüzdesini arttırmak adına doğru kapak tasarımı çok önemli. Hele ki günümüzde, dijital platformlarda albüm kapakları küçücük görünüyorken...
Ardı ardına yayımlanmış onlarca yeni albüm arasından bir dinleyişte fark edilecek, Serkan Yıldız’ın gelecekte neler yapacağını merak ettirecek, eksiklerine, kusurlarına rağmen hiç de fena olmayan bir ilk albüm bu. Bir kenara not düşmek lazım.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.