Aşkın Nur Yengi’yle 2016’da röportaj yaptığımız zaman, bir
şarkının oluşum sürecinde yan yana bile gelmeye gerek görmeyen besteci –
aranjör ya da besteci – şarkıcı üretimlerine alışamadığını, ‘90’larda içinde
büyüdüğü ekip çalışmalarını aradığını ve özlediğini söylemişti. Haksız
sayılmazdı ancak bugün ekip çalışmalarının tamamen bittiği de söylenemez. Bu
biraz da kendinizi bir ekibe teslim edebilmekle ilgili ki Aşkın’ın bu konuda
pek müşkülpesent olduğu ama buna mukabil kendi başına şarkı seçimi konusunda da
pek başarılı olamadığı bir gerçek.
Onun durduğu yerden bakınca zaten konumlandığı yer açısından
sektörel bir rekabetin içinde olmasına ihtiyacı yok. Amenna, yok ama her şeye
rağmen bizim onun sesinden yeni ve fakat iyi şarkılar dinlemeyi talep etmeye
hakkımız var. Yıllardır ediyoruz da nitekim.
Bir süre önce geminin dümenine Sezen Aksu geçti. Tıpkı
yıllar önce olduğu gibi. Bir Sezen Aksu prodüksiyonu olacak yeni albüm ne zaman
piyasaya çıkar, onu bilmiyoruz ama bu kadim işbirliğinin 2019’a aksetmiş ilk
ürünü geçtiğimiz günlerde dinleyici karşısına çıktı.
Sony Müzik etiketi ile yayımlanan “Allah’tan Kork”, söz ve
müziği Sezen Aksu’ya ait bir şarkı. Aşkın Nur Yengi şarkıyı Mehmet Erdem ile
birlikte seslendiriyor. Düzenleme ise İlker Bayaraktar ve Onno Tunç’un kızı Ayda
Tunçboyacı tarafından yapılmış.
“Allah’tan Kork” Sezen Aksu inceliğinin ve bilgeliğinin imbikten
geçirilip bugünün hızına, telaşına uydurulmuş hali adeta. Daha az söz, daha
kolay akılda kalıcı melodi ve güncel “sound” anlayışı tam da bu yüzden
tasarlanmış gibi. Hiç itirazım yok, zamana ayak uydurmak lazım. Kaldı ki Aşkın
Nur Yengi’nin en ihtiyacı olan şey de bu.
Üstelik şarkı hem Mehmet Erdem hem de Aşkın Nur Yengi için
bir dönüm noktası olmuş. Zira Mehmet Erdem başından beri söylediği şarkılarda dolaştığı
tonların dışına çıkmış ilk kez. Aşkın da son yıllarda kötü bir alışkanlıkla sesini
oturttuğu o yanlış yerden çekip kurtarmış. Biraz da düet söylemenin gereği olsa
gerek, daha orta tonlarda, daha kulağa hoş gelen bir yerde ve de daha genç bir
şarkıcılık tekniğiyle söylüyor şarkıyı.
Belki büyük bir “hit” değil ama parlak, hoş, ferah bir şarkı
“Allah’tan Kork”. Bu arada yazmadan edemeyeceğim; düet yapan iki şarkıcı neden sadece bir tek kare fotoğraf çektirir ya da basına sadece bir tek kare servis edilir, onu da asla anlamış değilim.
(17 Eylül 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Öyle bir albüm hayal ettim ki bir an… “Bu Havada Gidilmez”i Barış Manço, “Erkekler de Yanar”ı Erkin Koray, “Göç”ü Mazhar-Fuat-Özkan, “Nazlı Ay”ı Selda Bağcan, “Gidelim Buralardan”ı Kayahan söylüyormuş mesela… Ne güzel hayal… Ama boşa değil. Nazan Öncel şarkıları hepsinden izler sürmüş, bal toplamış meğer. Şimdiye dek Öncel’in sesi ve şarkı söyleme biçimi o kadar baskın çıkmış ki bunu bu kadar açık ve net fark edememişiz. “Ve Nazan Öncel Şarkıları” albümü bana her şeyden önce bunu anlattı. O şarkıları neden bu kadar sevdiğime dair yeni bir ipucu buldum.
Öncel’in tamamı yeni şarkılardan oluşan “Durum Şarkıları” albümünün üzerinden henüz kısa bir zaman geçmişti ki geçtiğimiz günlerde “Nazan Öncel Şarkıları” isimli saygı (ya da proje) albümü DMC etiketiyle piyasaya sürüldü. İyi de oldu zira büyük bir kısmı Nazan Öncel’den başkasının sesine değmemiş, orijinal versiyonları ise düzenlemelerin yapıldığı dönemin müzikal anlayışında yıllanmış bu şarkıların bugüne, bugünün sesleri ile güncellenmesi zamanın gereğiydi artık. Her proje albümü gibi riskini de içinde barındıran bu çalışma, o riski bertaraf edebilmiş de üstelik.
Bugüne dek müziğine hep uzak durduğum Manuş Baba’nın “Bu Havada Gidilmez” yorumuna ve özellikle de düzenlemesine bayıldığımı söyleyeyim en başta. Benzer şekilde yine pek semtine uğramadığım Koray Avcı’nın İskender Paydaş tarafından düzenlenmiş “Erkekler de Yanar” versiyonu da şarkının hakkını vermiş. Her iki düzenleme de bu iki şarkıyı ‘70’lere (daha doğrusu ‘70’ler “sound”unun bugünlerde tekrar moda olmuş seslerine) doğru yürütürken çok sıcak bir damar yakalamayı başarmış.
Gökhan Türkmen’in GT Band ile birlikte düzenleyip seslendirdiği “Nazınla Dünya Sazınla Dünya” ve İskender Paydaş düzenlemesiyle Fatma Turgut’un seslendirdiği “Zor Dünya”, bugünün müziğinde de kendine alan açabilecek, yeniden keşfedilebilecek kadar kulak dolduruyorlar.
Nazan Öncel “Bırak Seveyim”i sanki aslında Hayko Cepkin için yazmış da Cepkin Hakan Kurşun’la beraber şarkıyı düzenleyip bugün anca söyleyebilmiş gibi. Çağan Irmak, Çiğdem Erken ve Erim Akman’ın birlikte düzenlediği “Göç”ü öyle içten sevmiş belli ki adeta o kalp sızlatan hikâyelerinden birini yazmış da filmini çekivermiş oracıkta şarkıyı söylerken.
“Aynı Nakarat” gibi her satırı buram buram ‘90’lar tüten bir şarkı ancak (Onur Aşar ve Caner Özgür’ün düzenlemesiyle) Eypio’nun yaptığı gibi bugünlere taşınabilirdi. Buna karşın Ozan Çolakoğlu “Yalnızlar Treni”ni bir on yıl kadar önce düzenlemiş, Tarkan da o zamanlar söylemiş gibi. Belli ki Tarkan hem şarkı seçiminde hem de seçilen şarkının yeni düzenlemesinde yine sıfır risk hesabı yapmış. Açıkçası Sezen Aksu’dan da Nazan Öncel’le benzeştikleri yerden değil, ayrıştıkları yerden bir şarkı duymayı isterdim. Zira “Gitme Kal Bu Şehirde”, İskender Paydaş’ın şarkıyı güncelleyen düzenlemesine rağmen Sezen Aksu’nun sesinden daha dinlemeden duyulabilecek bir şarkı. Aynı cümleler kelimesi kelimesine Sıla’nın İskender Paydaş düzenlemesiyle seslendirdiği “Beni Hatırla” için de kurulabilir. Bir yandan doğru seçim diye düşünüyor ama öte yandan heyecan duymuyorsunuz dinlediğinizden.
Nazan Öncel’in alaycı, asi ve sert “Sokak Kızı” ise Can Güngör’ün düzenlemesi ve Ceyl’an Ertem’in yorumuyla daha acılı, daha içine kapanık ve daha karanlık bir hale bürünmüş.
Albümün bir de sürprizi var. Nazan Öncel’in ablası Neylan Okan, kardeşinin “Nazlı Ay” adlı şarkısını Janti’nin (Hamit Ündaş) düzenlemesiyle seslendiriyor. Nazan Öncel’in tınısını hatırlatmakla birlikte kendine has bir karakteristiği de olan Okan’ın sesi albüme bir kardeşlik nişanesi bırakıyor.
İyisi, daha az iyisi, eh işte idare ederiyle albüm Nazan Öncel şarkılarının tadını damakta bırakarak bitiyor. Daha fazlasını dinlemek istiyor, geçmiş Öncel albümlerine sardırıyorsunuz bir kez daha. Duydum ki bu projenin devamı gelecekmiş. Bence de gelmeli. Çünkü sırada yeniden seslendirilmeyi bekleyen daha çok ama pek çok şarkı var.
(2 Nisan 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Şöyle hakkınca bir saygı albümü yapmayı bir türlü beceremiyoruz galiba. Geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle piyasaya çıkan “Merhaba Gençler 2018” adı verilmiş Cem Karaca saygı albümü de bu genellemenin içinde yer alacak gibi gözüküyor.
Prodüktörlüğü Sude Bilge Demir tarafından yapılan albümde on üç Cem Karaca şarkısı ve bir de Cem Karaca anısına yazılmış müzikli şiir var. Şarkıların bir kısmı zamanında Cem Karaca’nın kaleminden çıkmış, bazıları ise başkaları tarafından yazılıp üstat tarafından seslendirilmiş. Fark etmez. Sonuçta her şeyden önce her söylediği şarkı onun hayat hikâyesinin bir parçası olmuş ya da en azından onun sesinde bizi hikâyesine inandırmış şarkılar. Hâl böyle olunca başka kim söylese aynı etkiyi veremeyeceği başından belli. Zaten bu önyargıyı kırmak da neredeyse imkânsız.
Bu bir yana, bir şarkıyı “cover” yapmakla, bir saygı albümünde seslendirmek arasında ciddi bir fark var. Bir şarkı yazarına saygı göstermek için şarkısını söylüyorsunuz ama şarkının sözlerinde, melodisinde değişiklik yapıyorsunuz. Belki de hayatta olsa asla kabul etmeyeceği değişiklikler… Her şeyden önce buna hakkınız yok. Sözgelimi bu albümde Fırat Tanış, o cânım “Sevda Kuşun Kanadında”yı Emirhan Cengiz’in düzenlemesiyle zaten yeterince sönük bir biçimde seslendirmemiş gibi bir de “aşk ne ustam” sözü “dedim ustam” olmuş. Niye ve ne hakla?
“Çok Yorgunum”un adı “Yorgunum Kaptan” olmuş mesela. “Bindik Bir Alamete Gedeyoz Kıyamete”de, kartonette bile sözler doğru şekilde yazılmış olmasına karşın “gidiyoruz” diye söylüyor Kök. Cem Karaca da bilmez miydi öyle söylemeyi?
Şarkı ve şarkıcı eşleşmesi anlamında şahsen beklentimi yüksek tuttuğum “Sen de Başını Alıp Gitme”nin Sıla yorumu maalesef ki albümün çıtasını düşüren işlerin başında geliyor. Hadi “Ne olur” yerine ısrarla “N’olur” demesini sineye çektik diyelim ama alkışı duymuş, ihaneti görmüş, ekmeğini bölmüş de yemiş o onurlu kadın ya da adam bu derece ezilir miydi bu şarkıyı söylerken? Sezen Aksu’nun “Git”i olsa anlardım ama bu şarkı öyle bir şarkı değil ki.
Şehirli bohem melankolisini bol bol anlatsın kendi şarkılarında, onu severiz yine ama konser kulisinde bile “bodyguard”larla oturan Teoman mümkünse “Tamirci Çırağı”nı söylemesin mesela artık.
Cem Karaca şarkıları denilince şahsen ilk onda bile aklıma gelmeyecek, Cem Karaca’dan değil Barış Akarsu’dan popüler olmuş “Islak Islak” albümün ticari kaygısını açık eden işlerden sadece biri. Ayrıca Mehmet Erdem’in albümlerini sever ve dinlerim ama bu şarkının onun için doğru bir şarkı olduğunu asla söyleyemem. Aynı şekilde Can Bonomo da kıymetlidir benim için ama “Namus Belası”nı seslendirirken sözlerin ne anlattığını tam olarak anladığından şüpheliyim. Hiç de öyle oyuncaklı, eğlenceli bir şarkı değil zira.
“Memlekette şarkıcı, grup kıtlığı mı var, neden Şevket Çoruh?” diye soracak gibi olduğumda albümdeki en iyi yeniden yorumlardan biri olduğunu fark edip susarım.
Halil Sezai’nin “Oh Be”si memlekete döndüğü için kendisine “dönek” diyenlere meydan okuyan ve tam tabiriyle “döndüm ulan size ne” diyen Cem Karaca’nın “Oh Be”si değil; araya sıkıştırılmış Sansar Salvo’nun dramatik “rap”ine rağmen değil. “Reggae” ritminde bir şarkı bulduk, suyunu çıkaralım versiyonu. Ara “intro”daki Halil Sezai doğaçlamasının başka açıklaması olamaz.
Bunlar ve bunlara benzer pek çok sebep var bu yazının ilk paragrafını bana yazdıran. Hepsi buraya sığmaz. İyi şeyler de yok mu? Elbette var ama bütünü kurtaracak kadar değil. Sözün özü; olmasa da olurmuş denilecek bir Cem Karaca saygı albümü daha var elimizde çünkü bundan önceki de bundan daha iyi değildi maalesef.
Bir de şu var ki, ta o zamanlar yazılmış, söylenmiş Cem Karaca şarkılarıyla bugünlere dair neler neler anlatabilmek mümkündü. Zaten onu yapamıyorsa bir Cem Karaca saygı albümü, Cem Karaca’dan geriye ne kalır ki? Kapaktaki gibi bir illüstrasyon mu sadece?
(22 Mart 2018 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
‘70’lerde yabancı şarkılara Türkçe söz yazılarak oluşturulmuş parçalar anlamsız bir şekilde “aranjman” diye adlandırıldı ve o tabir bugüne kadar geldi. Türk bestecilerin yeni yeni eserler üretmeye koyulduğu o yıllarda yabancı şarkıları Türkçeye adapte etmek kolaycı bir yoldu belki ama aslında bir o kadar da zordu. Neyse ki muazzam söz yazarlarımız, aranjörlerimiz, şarkıcılarımız vardı. Yeri geldi o “aranjman” diye küçümsediğimiz kimi şarkılar orijinallerinden daha güzel, daha anlamlı ve daha kalıcı oldu. “Kadınım” da bunlardan biriydi.
1973’de Serge Reggiani tarafından seslendirilen, Fransızca sözleri Jean-Loup Dabadie, bestesi Alain Yves Reginald’e ait olan “T'as L'air D'une Chanson”, 1974 yılında Mehmet Teoman’ın yazdığı Türkçe sözlerle Tanju Okan tarafından seslendirildi ve Türk popunun klasiklerinden biri olacak “Kadınım” böyle doğdu. Evet, şarkının Fransızca hali de etkileyici idi ama Türkçe versiyonu kadar değil. Evet, şarkının orijinalinde de Serge Reggiani “Me femme (kadınım)” diyordu ama Tanju Okan gibi değil.
O zamandan bu zamana şarkıyı Teoman, Levent Yüksel, Yaşar ve Mehmet Erdem gibi dört karakteristik ve ne Tanju Okan’a ne de birbirlerine benzeyen ses yeniden seslendirdi. Kıyas kabul etmezdi; kimse Tanju Okan gibi “Kadınım” diyemezdi. Zaten biz de o kıyası yapmadan dinledik bu yeni versiyonları.
Dört X Dört’ün solisti olmasının yanı sıra yaptığı dizi müziklerinden de tanıdığımız Deniz Tuzcuoğlu, 2017’nin hemen başında “Kader İzmir’den Yana” adlı ilk solo teklisiyle çıkmıştı karşımıza. Tuzcuoğlu geçtiğimiz günlerde TMC etiketiyle yayımlanan yeni teklisinde “Kadınım”ı yeniden seslendiriyor.
Şarkının ister istemez daha “rock” sularda yüzen yeni düzenlemesinde Dört X Dört elemanlarının imzası var. “Rock” dediysem aklınıza Teoman’ın düzenlemesine benzer bir düzenleme ve yorum gelmesin. Bu düzenleme ve yorum önceki tüm yeniden seslendirmelerden daha parlak, hatta bazı yerlerde daha agresif. Buna karşın Deniz iyi bir şarkıcı ve nüanslı şarkı söyleme biçimiyle, kimseyi de taklit etmeye çalışmadan, şarkıya yeni bir tat, yeni bir ruh katmayı başarıyor.
Gelgelelim şarkıya başka bir hikâye kazandıran şey sadece yeni düzenleme ve yorum değil. Deniz’in bu şarkıyı çok uzun süre önce kaydettiğini ve epeyce bir zaman şarkının klibinde kim oynamalı, o “kadınım”, sıradan bir klip kızı olmamalı diye titizlendiğini biliyorum. O arayışın nasıl sonuçlandığını ise ben de herkes gibi klip çıkınca gördüm.
Klipte bir klip kızı yok; bir çift var. Oyuncu değiller; rol yapmıyorlar. Gerçek hayatın içinden geçen gerçek hikâyelerini anlatıyorlar. Halen hastanede yatan ve kalp nakli bekleyen, ulusal organ nakli listesinin en üst ve acil sıralamasında olan Beyhan Tekün ve ona bir bebek gibi bakan eşi Cemal Tekün… Onların uzun yıllara dayanan aşk, dostluk, yoldaşlık hikâyesi. Bir taraftan gözlerinizi doldururken, bir taraftan da organ naklinin önemine ve hayatiyetine de dikkat çeken klip, böylece şarkıyı da bambaşka bir yere taşıyor. Kalbe başka türlü dokunuyor.
Başta Deniz Tuzcuoğlu olmak üzere, bu işte emeği geçen, imzası olan herkesi tebrik etmek lazım. Kulağa çok romantik gelebilir ama şarkılar bazen gerçekten hayat kurtarır. Umarım ve dilerim ki bu şarkı ve klip Beyhan Hanım’ın ve onun gibi organ nakli bekleyen nicelerinin umudunu güçlendirir, hiç ölmeyecekmiş gibi, hayata ne kadar ince ipliklerle bağlı olduğumuzu unutarak, kendimizden başka kimseyi umursamadan yaşayıp duran biz fanilere de okkalı bir tokat olur. Umarım ve dilerim ki bu şarkı ve klip nice hayatın kurtulmasına vesile olur.
Mehmet Erdem rahat, mutlu ve huzurlu. En çok da o huzurdan mütevellit olsa gerek, hemen hiç birinci tekil
şahıs yok dilinde; hep üçüncü çoğul şahıs var. “Yine bir Ahmet Kaya şarkısı
söyledik,” diyor misal. Hâliyle bu kışkırtıcı sorum bile o meşhur televizyon
klişesini, “stüdyoda gerginlik” hâlini yaratmıyor. Sahiden bir stüdyodayız
oysa. Yeni albüm konserleri için orkestrasıyla birlikte prova yapacaklar
birazdan.
(Milliyet Sanat dergisi Ocak 2016 sayısında yayımlanmıştır.)
“Bir Çapkın Dilenci” takma adlı Ekşi Sözlük yazarı, “sesi sigara kokan adam” diye tanımlamış Mehmet Erdem’i. Sigarayla, sigara kokusuyla başınızın hoş olup olmamasına bağlı olarak bunu iyiye de yorabilirsiniz, kötüye de. Nitekim Mehmet Erdem’in sesini seven de var sevmeyen de. Son üç yıldır ülkenin canlı müzik yapılan mekânlarında en çok rağbet gören isimlerinden biri olduğu düşünülürse, seveni daha çok gibi. Bu zamanda bir pop şarkıcısının geniş kitlelerce sevilmek için iyi sesten daha fazlasına sahip olması gerektiği ise bir sır değil. “Duruş” denilen şey mesela… Pek beylik, hatta komik ve bir o kadar da muğlak bir kelime belki ama nice popüler figürü rezil eden de vezir eden de, yaptığı işin kıymetini azaltan ya da arttıran da çoğu zaman duruşu oluyor; bu da bir gerçek.
Popüler figürleri kimi zaman bize hiç benzemediği, kimi zamansa bize çok benzediği için severiz. Mehmet Erdem ikinci gruba girenlerden. Sokakta yanımızdan gelip geçen herhangi bir kara kuru adamdan, her ailede mutlaka en az bir tane bulunan o sessiz sakin ağabeyden, kardeşten, dayıdan ya da kafa dengi bir arkadaştan, “kanka”dan “kaardişim”den farksız. Sahnede, ekranda boy gösterirken de böyle bu, stüdyoda şarkı söylerken de. Geçen yıl yaptığımız röportajdan biliyorum, oturup sohbet ettiğinizde de böyle. Yani aslında sesinin çapağı yüzünden çokça benzetilen Leonard Cohen - Tom Waits bohemliği değil söz konusu olan. Ya da fiziğinin ilk anda çağrıştırdığı türden bir karanlık, içine kapanık ve sırlı adam da değil. Hal böyle olunca, bunca sevilmesini de yine pek beylik, hatta komik ve bir o kadar da muğlak bir kelime açıklayabilir ne çare: “samimiyet”.
İLERİ GÖRÜŞLÜ KÜLT ŞARKI
Solistlik performansını bir kenara koyarsak, yaptığı müziği hafife almak hiç de âdil olmaz. İlk albümünden itibaren kendine bir tarz yarattığı âşikar. Bunda birlikte çalıştığı müzisyenlerin, özellikle de müziğinin arkasındaki itici güç olan aranjör ve müzik adamı Alper Atakan’ın payı büyük. Zaten Mehmet Erdem de bir enstrümanist, bir müzisyen. Hepsinin toplamından ortaya çıkan Mehmet Erdem müziğinin iki ana damarı var: Türk popunun ‘70’ler ve sonrasından seçilmiş şarkılar (yani “cover”lar) ve Mehmet Erdem ve/veya Cihan Güçlü’nün elinden çıkmış yeni şarkılar. Mehmet Erdem’in 2015’in son günlerinde Sony Müzik etiketiyle piyasaya çıkan üçüncü albümü “Hepsi Benim Yüzünden” de aynı formülle kotarılmış. Albümdeki 12 şarkının yine yarısı eski, yarısı yeni.
Eskiler tarafında bir Barış Manço, bir Mehmet Güreli, bir Ferdi Tayfur, bir Orhan Gencebay, bir Sezen Aksu ve bir de Mersinli İsmail şarkısı var. Barış Manço’nun kocaman bir hayat dersini boca ettiği ve adeta bugünleri parmağıyla gösterdiği ileri görüşlü kült şarkısı “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa” çok ama çok Manço işi bir şarkı olarak “cover” havuzunda çok sık oltaya takılmamışlardandı. Ta ki 2004’te Kurban’ın “Sert” albümünde seslendirilene kadar ki o düzenleme de albümün adı gibi pek “sert”ti. 2011’de Kurtalan Ekspres’in “Göğe Selam” albümünde Manço’nun kırk yıllık yol arkadaşları şarkıyı yeniden seslendirirken, orijinalinin kötü bir röprodüksiyonunu koymuşlardı önümüze. Şarkının bu versiyonu ise gerek yeni düzenlemesi, gerekse sesini alışageldiğimizden farklı bir biçimde kullanan Mehmet Erdem’in yorumuyla hiç de fena değil.
Mehmet Güreli’nin hem albümlerde hem konserlerde, akustik kayıtlarda çok sayıda isim tarafından çok kez yeniden seslendirilmiş “Kimse Bilmez”i, bundan da öte ortalama bir Türk televizyon dizisi izleyicisinin şu olmazsa bu dizide muhakkak en az bir kere denk geldiği, nedense dizi yapımcılarının vazgeçemediği bir şarkıdır malumunuz. Bu, tabiatı icabı pek sakin şarkı Mehmet Erdem’e de pek yakışmış haliyle. Sezen Aksu’nun “cover” yapılmadık hiçbir şarkısı kalmayan “Gülümse” albümünden “Seni Kimler Aldı?” da hakeza öyle.
Bir Ferdi Tayfur şarkısı olan “Dur Dinle Sevgilim” ise albümün beklenmedik şarkı seçimlerinden biri. Şarkının albüme alınması kararında Ferdi Tayfur’un orijinal versiyonundan ziyade Gülden Karaböcek versiyonu etkili olmuş. Yapıldığı döneme göre çok “avant-garde” bir düzenlemesini olan o versiyon, koyu bir arabesk şarkının nasıl popa dönüştürülebileceğinin de öncü örneklerinden biri. Mehmet Erdem versiyonu ise tüm Alper Atakan düzenlemeleri gibi, caza göz kırpıyor.
Orhan Gencebay’ın erken dönem bestelerinden biri olan ve yıllardır adeta anonim bir türkü gibi çalınıp söylenen “Hey Gidi Koca Dünya”sı ve Mersinli İsmail’in daha önce Pinhani tarafından da seslendirilen “Bir Elmanın Yarısı” türküsü, albümün eğlenceli ve hareketli şarkılar kontenjanını dolduruyor.
Söz ve müziği Cihan Güçlü’ye ait olan ve Güçlü’nün 2010 yılında yayınlanan ilk albümünde de seslendirdiği “Olur O Zaman”, bu albümün çıkış şarkısı olmuş. Cihan Güçlü’nün aynı albümün bir başka şarkısı olan “Acıyı Sevmek Olur mu?” da bir önceki Mehmet Erdem albümünün çıkış şarkısıydı. Buradan hareketle Cihan Güçlü şarkılarının Mehmet Erdem’e Cihan Güçlü’den bile fazla yakıştığı söylenebilir mi bilmiyorum. Ancak Güçlü- Erdem işbirliğinin doğru bir kimya yakaladığı ortada. Nitekim yine söz ve müziği Cihan Güçlü’ye ait, ancak bu defa sıfır kilometre bir şarkı olan “Hepsi Benim Yüzümden”, albümün en iyi şarkılarından biri olarak ilk dinleyişte öne çıkıyor. Albümdeki bir diğer Cihan Güçlü şarkısını, “Benim Kadar”ı ise Mehmet Erdem, Cihan Güçlü ile beraber seslendiriyor. Bir de sözleri Cihan Güçlü’ye, bestesi Mehmet Erdem’e ait “Gün Gece Oldu” adlı şarkı var ki, o da albümün sıfır kilometre şarkılarından bir diğeri.
BONUS NEJAT İŞLER
Albümün bütünü içerisinde farklı bir yerde duran “Gidesim Var”ın sözleri Mehmet Erdem’e, bestesi Mehmet Erdem ve Raim Paksoy’a ait. Asi bir şarkı “Gidesim Var”. Hatta bir nebze “rap” havası taşıyor. Bu şarkıda Nejat İşler’in Mehmet Erdem’e eşlik ediyor olması da albümün sürprizlerinden biri. Hayır, oyunculuğun yanı sıra müziğe de gönül verdiği bilinen, yakın zamanda yayınlanan son Teoman albümünde bir de şarkısı bulunan Nejat İşler’in şarkı söylemesi sürpriz değil belki ama bu albümde ve böylesi bir şarkıda karşımıza çıkması adeta bir “bonus”.
Söz ve müziği Mehmet Erdem’e ait “Hoş mu Sandın?” ise tıpkı bir önceki albümde yer alan “Sen Kimsin?” adlı şarkı gibi, Mehmet Erdem’in Barış Manço müziğinden ne derece etkilendiğini gösteren bir şarkı.
Bakmayın siz albüm kapağındaki poz kesen, yüzü Photoshop beyazına kesmiş genç adama; Mehmet Erdem yine bildiğimiz Mehmet Erdem. Sesine biraz daha hâkim, biraz daha temiz şarkı söylüyor; bu albümün önceki albümlerden bir farkı varsa o da bu detay olabilir. Onun dışında şayet Mehmet Erdem müziğini seviyorsanız, bu albümü dinlerken de gönül rahatlığıyla sevmeye devam edebilirsiniz.
(24 Kasım 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Galatasaray Lisesi’nde öğrenci iken müzik öğretmeni Candan Erçetin’in teşvikiyle konservatuarda yarı zamanlı müzik eğitimine başlayan Cihan Güçlü, üniversite eğitimini de konservatuarın klasik gitar bölümünde almış. Kendi şarkılarını da yazmaya başlamış bu süreçte. Candan Erçetin’in onun bestelerini albümüne alması ile de ilk profesyonel bestecilik deneyimini yaşamış. İlk albümü “Ama”yı 2010 yılında piyasaya çıkaran Cihan Güçlü, yaptığı müzik türünün meraklılarınca keşfedilmiş ve dikkat çekmişti ama o albümde “Hani Hayat Bir Oyundu?” adıyla yer alan, Mehmet Erdem’inse ikinci albümünde “Acıyı Sevmek Olur mu?” adıyla seslendirdiği şarkısı, Cihan Güçlü isminin daha geniş kitlelerce tanınmasını sağladı. Erdem’in o albümüne adını veren “Hiç Konuşmadan” da bir Cihan Güçlü bestesiydi.
Cihan Güçlü’nün ikinci albümü “Kim Anlıyor ki?”, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle piyasaya çıktı. Tıpkı ilk albümünde olduğu gibi, bu albümde de Cihan Güçlü (bir şarkı hariç) kendi bestelerinden oluşan bir repertuarla dinleyici karşısına çıkıyor. Düzenlemeler ise Alper Atakan tarafından yapılmış.
Yukarıda “yaptığı müzik türünün meraklılarınca” tabirini özellikle kullandım zira Cihan Güçlü’nün yaptığı müzik türünün yapanı da, dinleyeni de çok bu ülkede. Yalın’dan başlayıp Fettah Can’a kadar sayılabilecek onlarca isim var. Şarkıların akışları, kullanılan temalar, şarkı söyleme biçimleri filan çok benzer bu isimlerin. Farklılıklar ise ancak detaya indiğinizde göze çarpıyor.
Mesela Cihan Güçlü’nün farklılığı, kimi şarkılarında bir pop şarkısı ortalamasında iyi sözler ve güçlü melodiler yakalaması. Bu albümde de “Korkuyorum”, “Yalandır Güldüğüm” ve “Kim Anlıyor ki?” bu anlamda nispeten öne çıkan parçalar. Bununla birlikte albümün çıkış şarkısı olarak da seçilen “Canım Sevgilim”, “Gitme” ve “Bihaber” başta olmak üzere, albümün ağırlığındaki şarkılar çok bildik bir tavır üzerinden yürüyor. Fena mı? Değil belki ama yeni bir şey de sunmuyor dinleyene.
Cihan Güçlü’nün çok iyi bir solist olduğu söylenemez. Mesela “Korkuyorum” şarkısında yer yer sesindeki deformasyon net bir biçimde duyuluyor. Sanırım özellikle öyle kalsın istenmiş; yoksa teknik olarak halledilmeyecek bir mesele değil. Aslında farklı bir ses rengi olmasına rağmen, sesini kullanma biçimi, kelimeleri vurgulaması da ortalamanın izinden gidiyor. Böyle olunca da şarkıyı söyleyenin kim olduğunu bilmiyor iseniz, benzerlerinden ayırt edebilmeniz imkânsız hale geliyor.
Albümde söz ve müziği Cihan Güçlü’ye ait olan 10 şarkıdan biri olan “Biz İkimiz”, ilk albümden çıkıp gelmiş ve bir takım değişikliklerle bu albüme tekrar girmiş. Bir de “cover” var. Sezen Aksu’nun “Serçe” albümünde yer alan ve sözleri Aksu’ya, bestesi Hurşit Yenigün’e ait olan “Gelen Gideni Aratır”, ‘70’lerin moda akımı disko müziğinin bir Türk usulü denemesiydi ve bugüne dek hiç yeniden seslendirilmemişti. Özellikle “cover” konusunda epeyce deneyimli Alper Atakan, şarkının ritmini bugüne uydurmakla birlikte, orijinalindeki keman ve gitar partisyonlarını çok fazla değiştirmeden, o havasını korumayı tercih etmiş. Şarkı böylece farklı bir renk olarak albüme hareket katmış.
Bütününde eli yüzü düzgün, özenli, temiz bir albüm bu. Cihan Güçlü, şarkıcılığından ziyade şarkı yazarı olarak bu albümle daha fazla dikkat çekecektir. Keşke albüm kapak tasarımına da bir parça özen gösterilseymiş. Kapak görseli, kullanılan yazı karakterleri filan hiç profesyonel görünmüyor çünkü. “Kim Anlıyor ki?” başlığında soru işaretinin konulmamış olması da cabası.
“Yeni bir Halil Sezaimiz oldu,” dersem çok mu abartmış olurum bilmiyorum. Elbette Halil Sezai ve Mehmet Erdem’in müzikleri arasında dağlar kadar fark var. Aralarındaki benzerlik sadece yarattıkları etki açısından konuşulabilir.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.