Yakın dönemin alternatif müziğinde adını sıklıkla duyduğumuz
bir müzisyen Can Güngör. Çok sayıda albümde prodüktör ya da aranjör olarak
gördük adını. 2014’te ilk teklisini, 2015’te ise ilk albümünü yayımladı. Aktif
olarak müziğin içinde olmasına karşın kendine pek zaman ayıramıyor olsa gerek
ki ilk albümden bu yana sadece iki tekli geldi Can Güngör cephesinden. Bir
üçüncüsü ise geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle yayımlandı.
“Dışarıda Kış” Can Güngör’ün yakında piyasaya çıkarmayı
planladığı ikinci albümü “Sular Dar”ın habercisi aslında. Şarkının söz, müzik
ve düzenlemesi Can Güngör’e ait. “Albümü bu şarkı kadar uysal beklemeyin, zira
maceralı epey şarkı var,” diye not düşmüş Can sosyal medya hesabında.
Sahiden de “uysal” bir şarkı, evet. Hatta bu uysallığıyla bana bir parça Fikret
Kızılok şarkılarının atmosferini anımsattı.
Sesin ve sözün enstrümanlardan daha ön planda olduğu bir şarkı
“Dışarıda Kış”. Dışarıda hakikaten kış var iken dinliyor olsanız bile üşütmüyor,
emin olun. Karanlık da değil, karamsar da soğuk da. Pekala bir yaz akşamına da
eşlik edebilir hatta. Ben çok sevdim.
(21 Nisan 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Seversiniz, sevmezsiniz, müziği size hitap eder ya da etmez ama içinde bulunduğu dönemin kısır döngülerini kırmaya, ezber bozmaya yeltenen her müzisyen tarihe not düşülmeyi hak eder. Ceyl’an Ertem ilk solo albümünü yayımladığı 2010 yılından bu yana giderek daha geniş kitlelerin farkına vardığı, tanıdığı ve sevdiği bir şarkı yazarı ve şarkıcı olmanın ötesinde müzisyen sezgileri ve duyarlılıklarıyla yaşayan, ortaya koyduğu işlerle bunu hissettiren bir genç kadın. Nitekim son albümüyle de en çok bunu mimliyor.
Ertem’in beşinci albümü “Yine de Âmin” geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü. Albümde Ertem’in kendi yazdığı şarkıların yanı sıra Yıldız Tilbe ve Sıla imzası taşıyan şarkılar da var. On bir şarkı ve bir de “remix”in yer aldığı albümün Cenk Erdoğan, Can Güngör, Steven Kamperman, Cihan Mürtezaoğlu ve Tunç Çakır’dan oluşan kalabalık bir aranjör kadrosu var.
Aranjör kadrosu kalabalık ama bu isimlerin hepsi zaten Ertem’le birlikte çalışan, çalan ve onun müziğini iyi bilen müzisyenler. Dolayısıyla Ceyl’an Ertem ortak paydasında ortaya çıkan müzik aynı ortak bakış açısını taşıyor. İçinde nefeslilerin ve yaylıların da olduğu orkestra müziği. Üstelik aynı anda, fiilen birlikte, bir arada çalan bir orkestra.
“Yine de Âmin” birden fazla sebeple müzik tarihine not düşülecek bir albüm ama en önemli neden hiç kuşkusuz canlı kaydedilmiş olması. Üstelik de Gaziantep’te, Gaziantep Üniversitesi Mâvera Kongre ve Sanat Merkezi Konser Salonunda.
Her bir enstrümanistin stüdyoya ayrı ayrı zamanlarda gelip kendi partisini çaldığı (çoğu zaman yazılmış özel bir partinin de bulunmadığı), sonrasında o farklı kayıtların bilgisayar marifetiyle bir araya getirildiği bir teknoloji var nicedir. Çok kanallı ve dahi dijital kayıt imkânları bu kolaylığı sağladığından beri albümlerin müzikal tadında tuzunda bir eksilme yok mu? Var. Hem de çok. Her şeyden önce bir arada çalan müzisyenlerin yarattığı enerji, duygu eksik.
İşte Ceyl’an Ertem de ‘70’lı yılların albümlerini dinlerken hissettiği o enerjiyi yakalamak derdiyle bu albümü canlı kaydetmek istemiş. İyi ki de öyle yapmış. Belki bir şarkının “bmp”inin başından sonuna tutmadığı, çalan ya da söyleyenlerin zaman zaman hata da yaptığı ve öyle bırakılmış o naif plak kayıtlarından biri değil dinlediğimiz ama canlı işte. O yumuşaklık, o sıcaklık daha ilk şarkıda hissediliyor nitekim.
Ertem kendi dünyasının şiirli, resimli, hikâyeli şarkılarını söylüyor yine. Kimi zaman hayata, kimi zaman aşka dair cümleler kuruyor, onları kendine has melodilerle beziyor, kendi üslubunca ses veriyor sonra o şarkılara. İlk albümlerine kıyasla daha net, daha berrak şarkı söylüyor artık. Şarkılarından daha umutlu, daha aydınlık cümleler de geçiyor. Daha dışa dönük eskiye göre, içine kapanık değil. Tüm bunların toplamı Ceyl’an Ertem isminin peşinde koşanların sayısını artıracak mı ya da artırdı mı, evet. Bu kötü bir şey mi, şüphesiz hayır.
Yanı sıra albüm kapağında hem bir Taner Ceylan resmi kullanılmış olması hem de Aytekin Yalçın’ın çektiği fotoğrafların Sadi Güran’ın illüstrasyonları ve Melek Boçoğlu’nun grafik uygulaması ile katılmış görsel zenginlik ve dahi albüm isminin aynı adlı Sinem Sal şiir kitabından alınmış olması gibi detaylar, gösterilen özen ve uğraş kadar nicedir unutulmaya yüz tutmuş bir olguyu, albüm ruhu, albüm iklimi ya da kimliği denilen şeyi anımsatıyor.
“Efsunlu Dünya”, “Beni Öyle Bilme”, “Korsan” ve “Nilüfer” albümde beni daha çabuk yakalayan şarkılar oldu. En çok sevdiğim “Esmer” ise ticari açıdan da albüme dinamo olabilecek güçte. Ben olsam bu albümü öncelikle bu şarkıyla servis ederdim.
Ceyl’an Ertem bu albümle bir yandan klişe bozmakla, öte yandan yerini sağlamlaştırmakla kalmıyor, Türkiye’de yapılan müziğin geleceği için de umut vaat ediyor. Bu umuda sahip çıkmak lazım.
(12 Ocak 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.) Ceyl’an Ertem’in dördüncü albümü “Yuh!”, 2015’in Kasım ayında, Sony Müzik etiketiyle piyasaya çıktı. Önceki albümlerinde ağırlıklı olarak kendi şarkılarını seslendiren Ertem, bu albümü tamamen “cover” şarkılarla kotarmış.
Albümde daha önce başka seslerden dinlediğimiz 10 şarkı var. Zülfü Livaneli’nin 1977 yılında seslendirdiği, sonrasında Grup Yorum, Serhad Raşa, Rahmi Saltuk ve pek çok sayıda ismin de albümlerine aldığı “Mapusun İçinde Üç Ağaç İncir” adlı anonim türkü, bu albümün açılışında “Mapushane İçinde” adıyla çıkıyor karşımıza. (Yeri gelmişken bu türküyü Ahmet Kaya’nın hiç söylemediğini, internette Ahmet Kaya diye yüklenen kayıtların Serhad Raşa’ya ait olduğunu da söyleyeyim.)
Yine aynı ekolden, yani ağırlıklı olarak muhalif şarkıcı ve grupların repertuvarlarından eksik etmediği türküler/şarkılar ekolünden, anonim bir türkü olan “Odam Kireçtir Benim”, Nesimi’nin “Haydar Haydar”ı ve Mahzuni Şerif’in “Yuh Yuh!”u da albümün Anadolu kanadında duran diğer “cover”ları.
Ahmet Kaya’nın yakın zamanda Halil Sezai tarafından da yeniden söylenen “Arka Mahalle”si, adına “özgün müzik” denilen türün (yani yukarıda bahsi geçen ve ‘70’lerde çok popüler olan türkü/şarkı formunun ’80 ve ‘90’lara uzantısı olan türün) bir örneği olarak karşımıza çıkıyor.
‘80’lerin “hardcore” arabeskinin en vurucu örneklerinden “Bir Erkek Yüzünden”in ilginç de bir hikâyesi var. Söz ve müziği Cengiz Tekin’e ait bu şarkıyı aslında ilk olarak 1988 yılında Devran Çağlar seslendiriyor, hatta Çağlar’ın başrolünü oynadığı aynı adlı bir de Yeşilçam filmi çekiliyor. Ancak Bergen’in ölümünden önce yayımlanan son albümü “Yıllar Affetmez”de şarkı “Bir Erkek Yüzünden” olarak seslendiriliyor Bergen tarafından. Tıpkı Emrah’ın seslendirdiği “Acıların Çocuğu”nun, Bergen’in “Acıların Kadını” şarkısına dönüşmesi gibi. Albüm piyasaya çıktığında kimse birkaç ay sonra Bergen’in öldürüleceğini bilmiyor ama onun bir erkek yüzünden nasıl bir hayat yaşadığını herkes biliyor. Ve bu şarkı Bergen’in hayat hikâyesiyle özdeşleşmiş şarkılardan biri olarak Ertem’in albümünde de ayrı bir yerde duruyor.
Albümdeki geri kalan 4 şarkı ise pop ve alternatif kulvarından seçilmiş. Henüz 17 yaşında iken mahkeme kararı ile yaşı büyültülerek 12 Eylül yönetimi tarafından idam ettirilen Erdal Eren’in, idam sehpasına gitmeden önce çekilmiş son fotoğrafındaki o son bakışından yola çıkarak Aysel Gürel tarafından yazılmış ve bestesi Onno Tunç tarafından yapılmış “Son Bakış” bu şarkılardan biri. Genç yaşta hayata veda etmiş ve adeta efsaneleşmiş Yavuz Çetin’in “Oyuncak Dünya”sı, Mehmet Güreli’nin, sözleri Görkem Yeltan tarafından yazılmış “Uçurtma”sı ve Bulutsuzluk Özlemi klasiklerinden Nejat Yavaşoğulları şarkısı “Beynim Zonkluyor” da diğerleri.
“Oyuncak Dünya”nın başında Yavuz Çetin’in sesini duymak bir sürpriz. “Uçurtma”yı ise Ceyl’an Ertem, Cihan Murtezaoğlu ile birlikte söylüyor.
Çok farklı tür ve tarzlardan bir araya getirilmiş şarkıların ortak noktası, söyleyecek bir sözü olmaları. Yer yer doğrudan, yer yer ince ince ama hep bir şey anlatıyor bu şarkılar. Yakın geçmişin karanlık odalarından çıkıp gelmiş olsalar da, bugünlere de dokunuyorlar bir şekilde. Aslında değişen bir şey olmadığını da gösteriyorlar. Kadın cinayetleri hâlâ gündemimizde, idam cezası kalkmış olsa da, yok yere hayatı zindan edilenler, düşünceleri yüzünden demir parmaklıklar arkasına sürülenler hiç de az değil. Çalanlara, kıyanlara, nefsine uyanlara “Yuh!” demeye devam ediyoruz hâlâ. Arka mahallelerde kurşunlara gelebilmek hâlâ çok mümkün… Ve daha bir sürü şey…
Albümün en dikkat çekici yanı ise düzenlemeleri. Cenk Erdoğan’ın cazdan “blues”a, saykodelik “rock”tan popa uzanan bir çizgideki düzenlemeleri, bu farklı türleri aynı potada ustaca eritmeyi başarıyor.“Bir Erkek Yüzünden”in Can Güngör ve “Uçurtma”nın Cihan Mürtezaoğlu düzenlemeleri de aynı şekilde.
Ceyl’an Ertem ise zaten sahne programlarında seslendirdiği bu şarkıları canlı kaydeder ve söylerken, sahnedeki konsantrasyonunu albüme de yansıtmış. Bir hayli “saykodelik”, bir hayli “dark” ve yer yer dinleyeni yoran bir şarkı söyleme biçimi bu. Doğal olarak seveni kadar sevmeyeni de olması kaçınılmaz. Bu şarkıların ve düzenlemelerin yarattığı atmosfer içerisinde bana çok da rahatsız edici gelmedi.
Bununla birlikte, ben olsam “Odam Kireçtir Benim” gibi çok ama çok fazla dile pelesenk olmuş bir türküyü, Bulutsuzluk Özlemi’nin içinden başka şarkılarının sözlerini de geçirdiği, grubun müziği içerisinde anlam kazanacak ve tek başına dinlendiğinde biraz eksik kalacak “Beynim Zonkluyor”unu albüme almak konusunda o kadar emin olamazdım.
Albümün içinden çıkan küçük zarfta her şarkı için ayrı hazırlanmış küçük kartlar ve o kartlarda Gezi günlerinin duvar yazılarına selam duran fotoğraflar var. Zarfın üzerinde ise “Hey çocuk! Üretmelisin! O zaman yermeye ve yuhaya vaktin kalmayacak. Üstelik emeğin değerini anlayıp, meyve veren ağacı taşlamaya utanacaksın,” cümleleri ile Ceyl’an Ertem onu ve müziğini eleştirenlere tabiri caizse “ayar veriyor”.
Muktedirin yanına yöresine otağ kurmayanların, hele ki karşısına geçip söz söyleyenlerin bir şekilde susturulduğu, kesilip biçildiği, yenilip yutulduğu bir ülkede, bu zamanda bu albümü yapmak, seçilen şarkılardan kartonetine kadar bu kadar net bir tavır ortaya koymak hiç kolay değil. Sadece bu bile tek başına önemli. Seversiniz, sevmezsiniz, o ayrı mesele.
Seyircinin “biz hazırız, artık başlayabilirsiniz,” anlamına gelen alkışları üzerine kararıyor ışıklar. Adap bu olmuş. Seyirci geç geldiği, yerine geç yerleştiği için hiçbir konser zamanında başlayamıyor. Neden sonra yerleştiklerinde ise kuliste çoktandır hazır bekleyenlere alkışlarla haber veriyorlar. Önce ışıklar kararıyor, sonra perdede Turkcell reklamı dönüyor, ardından müzik başlıyor, perde açılıyor.
(Milliyet Sanat dergisi Ocak 2015 sayısında yayımlanmıştır.) Galatasaray’da, Babajim Stüdyolarındayız. Mabel Matiz, üçüncü albümünün vokal kayıtlarını yapıyor. Buradaki kayıt odası penceresiz, dört duvar bir oda. Kayıt için içeri girip kapıları kapattınız mı, kimseleri görmek mümkün değil. Mabel’in önündeki mikrofonlara doğru şarkı söylerken yüzünü döndüğü duvarda ise bir Barış Manço resmi asılı.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.