Ajda Pekkan’ın Ozan Doğulu albümünde yer alması ve bu yazı uzun
süredir beklenen yeni albümünden bir şarkıyla değil de “Yalnızlık FM”le
karşılaması müzik sektörü için şaşırtıcı bir gelişmeydi. Nitekim tam da “Yalnızlık
FM”i dinlemeye başladığımız günlerde Ajda’nın yakında bir Sinan Akçıl şarkısıyla
karşımıza çıkacağı haberleri yapıldı. Şöyle bir haber çıktı mesela: “Müzisyen
Sinan Akçıl, daha önce de şarkı verdiği Ajda Pekkan’a jest yaptı. Süper Star’ın
yeni çalışması için “Canın Sağ Olsun” isimli bir eser verdi.”
Ortada bir taktik savaşı dönüyordu, orası kesindi de Twitter’da
Sinan Akçıl’ın da paylaştığı ama sonra nedense sildiği bu haber neresinden
baksanız yakışıksızdı. Bir kere her şeyden önce Sinan Akçıl Ajda Pekkan’a jest
yapamazdı. Ortada bir jest varsa, onu da olsa olsa Sinan Akçıl’ın şarkısını
seslendirerek Ajda Pekkan yapmış olabilirdi. Yoksa 55 yılın Ajda’sına jest
yapmak öyle her babayiğidin harcı değildi.
Bu cümleleri aynen bu şekilde yazdım Twitter’da Sinan Akçıl’ın
paylaşımının altına ama sonra “Yine öğreten adamlık yapma!” dedim kendi kendime
ve daha paylaşmadan sildim o gün. Gelin görün oradaki yersiz (hadi “üstünlük”
demeyeyim) “denklik” çabasından tek rahatsız olan ben değilmişim demek ki. Birkaç
gün sonra “Canın Sağ Olsun” Ozinga & DMC ortak etiketiyle yayımlandı, peşi sıra klip servis edildi. Sonra
klip gerisingeri yayından kaldırıldı. Yeniden yüklendiğinde bir şeyler
değişmişti. Şarkıdan Sinan Akçıl’ın sesi çıkarılmıştı. Diğer dijital platformlarda
şarkı bir süre ilk haliyle kaldıktan sonra, onlar da değiştirildi.
Üstüne uzun uzun yazılacak bir mesele ama ben daha fazla
uzatmayacağım.
Söz ve müziği Sinan Akçıl’a ait “Canın Sağ Olsun”un
düzenlemesinde Ozan Çolakoğlu, Tarık İster ve Sinan Akçıl’ın ortak imzası var.
Ajda’nın yıllardır saplanıp kaldığı “kulüp şarkısı” yörüngesinden çıkamayan, klasik
Ajda şarkılarını mumla aratan, gelip geçici bir “hit”. Eğlenceli, kolay ezberlenen,
kolay eşlik edilebilen, ritmi ve “sound”u itibarıyla da hedef kitlesi belli bir
şarkı. Geçen yıllarda yaptığı şarkılara nispetle bir tık daha derli toplu, daha
eli yüzü düzgün, Sinan Akçıl’ın son dönem bestelerine bakıldığında da çıtası
biraz daha yüksek ama hepsi o. Ajda kariyerinin unutulmaz şarkılarından biri
olmayacağı kesin. Günü kurtarır mı? Muhtemelen.
Şarkının en iyi tarafı Ajda’nın o boğucu şarkı söyleme
biçiminden uzaklaşıp bildiğimiz Ajda gibi söylemiş olması. “Yalnızlık FM” beni
bu konuda çok mesut etmişti ki bu şarkıda da bir miktar o Ajda havası var. Ajda’ya
bunu kim söyler nasıl söyler bilemem ama popülerin tam göbeğini yakalarken de klasik
tavrını koruyabilmesinin mümkün olabileceğini, bu orta yolu bulabilecek nice
besteci, şarkı sözü yazarı ve aranjör olduğunu biri söylemeli artık. Önce bir
yüzünü ekşitip “Aeahaheah demode!” filan der ama zekâsıyla seni beni cebinden
çıkaracağını son Cengiz Semercioğlu röportajında bir kez daha gördük, eninde
sonunda anlayacaktır. Kim bilir belki de çoktan anlamıştır.
Ozan Doğulu’nun yeni proje albümü “130 BPM Kreşendo” geçtiğimiz
haftalarda DGL etiketiyle piyasaya sürüldü. Albüm belki başka bir yazının
konusu ama işin içinde bir şarkı var ki ayrı bir yazıyı hak ediyor. Ajda Pekkan’ın
seslendirdiği “Yalnızlık FM”den bahsediyorum elbette.
Çok zaman var ki Ajda’dan Ajda gibi bir şarkı dinlemedik. Söylediği
bir şarkının “hit” olmasından, liste başlarına yerleşmesinden filan bahsetmiyorum.
Hani Ajda’nın ‘60’laran bu yana yetişmiş nice şarkıcıya ilham vermiş, örnek olmuş
şarkıcılık stili, kendine has vurguları, kelimelere sesiyle dokunuş biçimi,
küçük, bazen de büyük oyunları var ya… İşte onları gösterebildiği bir şarkıdan
bahsediyorum.
“Yalnızlık FM” işte tam da bu şansı vermiş Ajda’ya. Nihayet
kendi gibi olabilmiş. Sözleri yazan Saadettin Dayıoğlu ve bestenin sahibi (Ah
Canım) Ahmet tam da bu maksatla çıkmışlar yola şarkıyı yazarken ve dört dörtlük
bir Ajda şarkısı çıkarmışlar ortaya. Nitekim Ajda’yı Ajda yapan Fikret Şeneş –
Ajda işbirliğinin bütün dinamikleri var bu şarkıda.
Fikret Şeneş’in Ajda için seçtiği yabancı şarkıların büyük
kısmı çok Batılıdır ama bir o kadar da bizim kulağımıza yakındır. Mutlaka melodisi
çok güçlüdür. Ona keza Şeneş de kaleminin gücüyle yüceltir o şarkıyı. Ahmet’in tam
da bu eksende besteler yaptığını zaten yıllardan beri biliyoruz. Saadettin
Dayıoğlu da şarkı sözlerinin hem inceliği, zarafeti, hem de (sözün melodiyle
örtüşmesi, Ajda vurgularına uygun hecelerin doğru yerlere oturtulması gibi)
teknik anlamda başarısıyla adeta Fikret Şeneş’ten el almış gibi.
Bu albüm için Ozan Doğulu “Yalnızlık FM”i iki farklı biçimde
düzenlemiş. Albümün açılışında dans versiyonu, kapanışında ise yavaş versiyonu
var. Yani albümün sonunda Ajda adeta “bis” yapıyor ve alkışın büyüğünü alıyor.
Zira şarkının yavaş versiyonu günün moda ritim anlayışından azade, öylece bir
klasik olmaya aday.
60’larda şöhreti yakalayan, ‘70’lerde “Süper Star”lığını ilan
eden, ‘80’lerin başında Eurovision macerası nedeniyle bir sendelese de hemen
toparlanıp zirveye yeniden yerleşen Ajda, 1985’de evlenmiş ve evinin kadını, cemiyet
davetlerinin gözdesine dönüşüvermişti. Ne de olsa 40’lı yaşlarındaydı artık ve
o zamanın algısında 40’lı yaşlarında şarkı söyleyenlere olsun olsun “popun babaannesi”
filan derlerdi. (Bknz: Tina Turner, “rock”ın babaannesi)
Ajda Tina’dan 6 yaş küçüktü. Babaanne olmaya filan da niyeti
yoktu. Silkindi, kendine geldi ve 1987 yılında yayımlanan “Süper Star 4”
albümüyle değil ama, 3 yıl sonra Emre Plak etiketiyle yayımlanacak “Ajda 1990” albümüyle “Süper Star”lık
kariyerine kaldığı yerden devam etti. Hikâyenin devamını biliyorsunuz. Sene
2019 ve biz hâlâ Ajda’nın plak şirketiyle yaptığı 20 yıllık mukaveleyi filan
konuşuyoruz.
“Ajda 1990” albümünde uzun yıllar sürmüş Ajda – Fikret Şeneş
ortaklığının sondan bir önceki örnekleri vardı ve “Her Yaşın Bir Güzelliği Var”
bu şarkılardan biriydi. Şarkının bestesi ve düzenlemesi Garo Mafyan tarafından
yapılmıştı.
“Her Yaşın Bir Güzelliği Var”, Ajda’nın olgunluk dönemine
çok yakışacak bir şarkıydı kuşkusuz ve Fikret Şeneş de sözleri yazarken bunu
düşünmüştü. Ajda’nın olgunlaşmak değil, genç kızlığa geri dönmek isteyeceğini
Fikret Şeneş bile tahmin edemediyse demek… Fakat kabul etmeli ki Ajda için
yazılabilecek en doğru şarkı sözüydü bu. Sahiden de her yaşında başka türlü
güzel olmayı başarmış biri vardı karşımızda sonuç itibariyle.
Orasını bir kenara bırakın, Ajda’nın şarkı söyleme biçimi aldığı
şan dersleri neticesi birkaç seneye kadar her nasılsa bozulacak ve bir daha
asla eskisi gibi olmayacaktı. Bu albüm ve bu şarkı da iyi şarkı söyleyen Ajda’dan
elimizde kalan son yadigarlardan olacaktı. Hakikaten bugün de dinlemelere
doyulmuyor.
Bugün Ajda Pekkan’ın doğum günü. Bu vesileyle bu şarkıyı ve
albümü hatırlayalım istedim. Sırtına yüklediği her yaşa, her yaşanmışlığa
rağmen dipçik gibi ayakta durmak ya da en azından duruyor gözükebilmek hiç kolay değil; herkesin de harcı değil. “Her Yaşın Bir Güzelliği Var” lafı herkeste şık durmuyor bu
yüzden. Duranlara ve Ajda’ya selam olsun!
“Aykut Gürel Presents Gökçe Bahadır”, serinin üçüncü albümü.
Aynı başlıkla daha önce Bergüzar Korel ve Selçuk Yöntem albümleri yayımlanmıştı ve
biri caz, diğeri ise şiir albümü idi. Bu defa ise geçmişten seçilmiş şarkıların
pop-caz düzenlemeleri oyuncu Gökçe Bahadır tarafından seslendiriliyor. Albüm DMC etiketiyle 2018'in son günlerinde yayımlandı.
“Sana Doğru” bu albümden klip çekilen ilk şarkı oldu. Şarkının
“Quante Volte” adını taşıyan orijinal İtalyanca versiyonunu İtalyanların
popüler yıldızlarından Mia Martini söylemişti. Sözleri Fikret Şeneş tarafından
yazılan Türkçe versiyon ise ilk kez Ajda Pekkan’ın “Süper Star ‘83” adlı
albümünde yer aldı. Plağın yayımlandığı dönemde albümdeki diğer “hit”
şarkıların arasında çok da öne çıkmayan şarkı sonrasında Zuhal Olcay, Yeşim
Salkım, ENBE Orkestrası ve bizzat Ajda tarafından yeniden seslendirildi ve adeta
yeniden keşfedildi.
Oyunculukta kendini çoktan ispat etmiş ve çeşitli kereler
şarkı söyleyerek müziğe de göz kırpmış Gökçe Bahadır’ın ilk resmi kaydı Tuna
Kiremitçi ve Arkadaşları projesinde Kiremitçi ile seslendirdiği “Bu Kaçıncı
Sonbahar?” adlı şarkıydı. Bu albüm ise onun şarkıcılığını ciddi bir öneri
olarak dinleyiciye sunduğu bir proje. Her şeyden önce Aykut Gürel gibi usta bir
müzisyene sırtını yaslamış olması işe bir adım önde başlamasına sebep oluyor. Nitekim
ortada müzikal nitelik açısından hayli zengin ve doyurucu bir çalışma var.
Bilinen şarkılar Aykut Gürel’in incelikli düzenlemeleri ile pop-caz sularında
ve akustik bir formda, dönemsel müzikal anlayışlardan, ritim ve “sound”
stillerinden bağımsız bir formda işlenirken Gökçe Bahadır temiz şarkıcılığı ve
kendine has ses rengiyle bütünü tamamlıyor.
Bu bağlamda “Sana Doğru”nun bu versiyonu da bugüne kadar
yapılanlar arasında en iyisi ve en çarpıcısı olabilir.
(23 Haziran 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Ajda Pekkan’ın 1993 yılında yakalandığı Ebru Gündeş gibi şarkı söyleme hastalığı, ne yazık ki durup durup nüksediyor. Arada “Hah tamam düzeldi, eski Ajda’ya kavuştuk,” dediğimiz oldu ama ne çare hastalık giderek ağırlaştı. Sesini bir içine içine çekmeler, bir kalınlaştırmalar, kelimeleri boğmalar, abartılı vurgulamalara doyamamalar…
Bakın son şarkısına…
Geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle tekli formatında yayımlanan “Ayrılık Ateşi”, sözleri Murat Güneş’e, bestesi ve düzenlemesi Volga Tamöz’e ait bir şarkı.
“Bulun bana o kalleşi” gibi Ajda’nın ağzına hiç mi hiç yakıştıramadığım maskulen ve sert bir cümleye rağmen şarkı, söz ve melodi örgüsü ve özellikle de düzenlemesiyle bir yaz şarkısının bütün gereklerini yerine getiriyor. Şunu artık kabul ettik ti Ajda’nın bunca yılın ardından müzikte kıdemini ve deneyimini konuşturarak müzikal değeri yüksek bir işe imza atmak gibi bir derdi de, niyeti de yok. Günü yakalamak istiyor, genç kalmak istiyor, listelerde başa güreşmek istiyor ve bunun için ne gerekiyorsa yapıyor.
Niyet bu iken, böylesi şarkıların etrafında dönüp durması nispeten anlaşılabilir oluyor. Nitekim en çok “Resim” ve “Yakar Geçerim”le ve bir miktar da “Arada Sırada”, “Ara Sıcak” gibi şarkılarla bu amacına ulaştığı da söylenebilir. Bu nedenle sözgelimi Demet Akalın ya da Gülşen söylese yadırgamayacağımız bir şarkıyı Ajda söyleyince de yadırgamamız gerektiğini artık öğrendik. Orasına takılmıyorum nicedir de, Ajda’nın bu şarkı söyleme biçimini ne yapacağız?
Hayır, alaturka albüm de yaptı, yetmedi “Yakarım Canını” gibi alaturka bazlı bir şarkı da söyledi ama bu şekil şarkı söyleme hevesi geçmedi bir türlü. Başta da dediğim gibi bu artık iyileşmesi zor bir hastalığa dönüşmüş durumda. Ajda’yı bu haliyle de kabullenip, sevmeye devam edebiliyorsanız, “Ayrılık Ateşi”ni son birkaç yıldır yayımlanmış en eli yüzü düzgün yeni Ajda şarkısı olarak bağrınıza basabilirsiniz. Aksi biraz zor.
(Blue Jean dergisi Şubat 2016 sayısında yayımlanmıştır.)
Konçlu Converse ayakkabılarımın beyaz bağcıklarını söküp,
yerine o sıralar her köşe başında satılmakta olan fosforlu bağcıklardan
almıştım. Studio 54’de “Brother Louie” çalarken piste çıkıp dans edeceksem, turuncu
fosforlarım cayır cayır göstermeliydi kendini. Kollarını dirseğime kadar
sıvadığım ceketimin vatkaları omuzlarımı olduğundan geniş gösterir, yüksek
belli ve pilili kot pantolonumun içine soktuğum Shetland kazağım pembe yeşil
desenleri ile göz alırdı. Ray-Ban güneş gözlüğümse kenarı kıvrılarak pantolonumun
üzerine doğru sarkıtılmış örme kemerime takılı kutusunda durur, havama hava
katardı o esnada. Kelebek tokalı tunikli, taytlı, tozluklu kızlar Flashdance
figürleri yaparken karşımda, ben kâh Tolga Savacı sanırdım kendim, kâh Patrick
Swayze.
(10 Aralık 2015 tarihinde Hayat Müzik'te yayımlanmıştır.)
Yorumcu olmak, stüdyo şarkıcısı olmak, sahne şarkıcısı olmak hep başka başka şeyler… “Entertainer” (yani eğlendirici) olmaksa başka bir meziyet. Kötü şarkıcıdan da iyi “entertainer” olabilir mesela; örnekleri çoktur. Bununla beraber iyi şarkıcı olmak “entertainer” olmaya yetmez.
Kabul etmeli ki Cenk Eren, memleketin en iyi “entertainer”larından biri. Bir dönem sahnelerde fırtınalar estiren nice isim şimdilerde hemen hiç iş yapmazken, Cenk Eren’in yıllardır ve hâlâ bu işi hakkıyla yapıyor olması hafife alınacak bir şey değil. Üstelik Cenk Eren iyi de şarkı söyleyebilen bir “entertainer”. Son albümüyle bunu bir kez daha kanıtlıyor.
İlk albümü “…Ve Cenk Eren” yayımlandığında takvimler 1995 yılını gösteriyordu. Herkes onun sahnesinden bahsederken, albümü pek ilgi görmemişti. 2000 yılında “Gözlerin” adlı ikinci albümünde albüme adını veren şarkı ve Nükhet Duru ile düet yaptığı “Deli Gönlüm” dikkat çekti. Aslında Cenk’in şarkıcılıkta yol almasında Nükhet Duru’yla 2002’de başlayan ve yıllar süren ortak sahne çalışmalarının payı büyük oldu. Nitekim 2003’de piyasaya çıkan “Kader Çıkmazı” adlı üçüncü albümden sonra, 2004’de bu defa Nükhet Duru ile birlikte “Muhteşem İkili” adlı albüme imza attı. 2006’da yayımlanan “Kiraz Mevsimi” ise onun en iyi albümü oldu. “İnce Saz” başta olmak üzere “Kiraz Mevsimi”, “Cancağızım” ve “Sarı Sonbahar” gibi olgun ve demlenmelik şarkılar sesinde çok doğru tınlıyordu çünkü.
2009 çıkışlı “Dönüm Noktam” albümü ve 2012’de yayımlanan “Kasetimi Al” adlı mini albümü “Kiraz Mevsimi” albümünün etkisini devam ettiremedi. 2014’de piyasaya sürülen “Az Zehir Az Bal” teklisi de öyle. Ve 2015’in bitmesine çok az kala Şafak Karaman Production etiketiyle Cenk Eren’in yeni albümü “Repertuvar – Tanju Okan Şarkıları” yayımlandı.
Bir kere şunu söylemek lazım ki, bir tek şarkıcının şarkılarından oluşan bir albüm yapmak (saygı albümleri bir kenara) epeyce riskli bir iş. Çok sık da yapılmıyor zaten. Bu konuda ilk aklıma gelenler İpek Açar’ın “Kayahan Şarkıları” albümü ile Mine Geçili’nin “Bir Ömrün Şarkıları” adlı Zeki Müren şarkıları albümü. Her ikisinde de bir erkek şarkıcı ve bestecinin şarkılarını bir kadın solist seslendiriyordu. Buradaysa durum daha farklı… Tanju Okan bir besteci değil, bir yorumcu ve üstelik çok da baskın karakteristiği olan, nevi şahsına münhasır bir yorumcu. Dolayısıyla daha albümü dinlemeden ilk sorunuz “Bu albüm ne kadar iyi olabilir ki?” oluyor.
Ama olmuş. Hem de beklenmedik derecede iyi olmuş. Bunda şarkıların orijinal versiyonlarındaki ruhu hiç bozmadan bugüne aktarabilmiş aranjör Sarp Özdemiroğlu’nun payı büyük. Bu şarkıların bazılarını Tanju Okan’ın Atilla Özdemiroğlu düzenlemeleriyle plağa okuduğu düşünülürse, babadan oğula geçen mirasa özenle sahip çıkmış Sarp Özdemiroğlu. Birçok aranjörün sıklıkla düştüğü hataya düşüp, eski şarkıları yeniden ele alırken kendi imzasını atma uğruna şarkıları ters yüz etmeye, trafiklerini, “intro”larını değiştirmeye yeltenmemiş. Göksel’in benzer albümlerinden de bildiğimiz üzere Sarp Özdemiroğlu bu ülkede bu işi en iyi yapan aranjörlerden biri.
Albümün başarısındaki diğer paysa elbette Cenk Eren’in. O kadar doğru ve iyi söylemiş ki bu yadigâr şarkıları, hiç yüzünüzü buruşturmadan, “Keşke bunu da söylemeseymiş,” demeden dinleyebiliyorsunuz albümü başından sonuna dek. Eh, zaten ortada zamanında çok sevilmiş, çok dinlenmiş, bugün hâla bilinen ve sevilen şarkılar var. Haliyle ticari olarak da şansı yüksek bir iş söz konusu.
Albüm, Tanju Okan’ın az bilinen şarkılarından biri olan “İki Yabancı” ile başlıyor. Bu şarkının aynı adlı diğer versiyonu, yani sözlerini Fecri Ebcioğlu’nun yazdığı ve Ajda Pekkan’ın söylediği versiyonu bilinir. Oysa Fikret Şeneş’in yazdığı ve Tanju Okan’ın seslendirdiği bu sözler, Şeneş’in yazdığı ilk Türkçe şarkı sözü olması nedeniyle de ayrıca kıymetlidir.
Tanju Okan’ın en çok bilinen şarkısı “Kadınım” ise ikinci sırada karşımıza çıkıyor. Albümün ilk klip şarkısı olarak da bu şarkı seçildi. Şöyle bir dönüp bakınca, yakın geçmişte bu şarkıyı Teoman, Yaşar ve Mehmet Erdem’in de seslendirdiğini hatırlıyoruz. Normal şartlarda bu kadar rağbet görmüş, deyim yerindeyse yıpratılmış bir şarkıyı çıkış şarkısı olarak seçmek hata olabilirdi. Ama Cenk Eren’in yorumu ve şarkının bu düzenlemesi ortada şüphe bırakmıyor. Yeri gelmişken, bu şarkının olağanüstü güzel sözleri için Mehmet Teoman’ı ne kadar yere göğe sığdıramasak az.
Moustaki’nin dünyaca meşhur “Le Meteque”inden Nino Varon marifetiyle Türkçeleştirilmiş “Hasret” de bir başka aranjman klasiği olmasının yanı sıra Tanju Okan’ın da dillerden hiç düşmemiş şarkılarından biri. “Deniz ve Mehtap” ise yıllardır hep Tanju Okan’la birlikte anılır ama aslında Okan bu şarkıyı hiç plağa okumamış, sadece Fakir Bir Kız Sevdim adlı Yeşilçam filminde ve de çok kez televizyonda, sahnede seslendirmiştir. İnternette Tanju Okan adıyla yüklenmiş sayısız video var ama çoğunu söyleyen aslında Tanju Okan değil.
Tanju Okan deyince akla gelen ilk şeylerden biri de hiç kuşkusuz onun içkili, meyhaneli, kafa çekmeli şarkılarıdır. Bu albümde “Öyle Sarhoş Olsam ki”, “Kadehi Şişeyi Kırarım Bugün” ve “Şerefe” ile sınırlı tutulmuş bu şarkılar. Buna karşın Okan’ın inceden arabeske meylettiği “Kemancı” ve “Deli Gibi Sevdim” de aynı etkiyi yaratan cinsten şarkılar. “Gözünde Yaşlarla” ise yine 70’lerden sıkı bir aşk şarkısı.
Albümün Cem Bayoğlu imzalı fotoğrafları ve Göknil Mustafa imzalı kartonet tasarımı da işin ağırlığını ve zarafetini doğru yansıtacak nitelikte.
Bu şarkıları kim söylese risk alacaktı. Ancak Cenk Eren yukarıda da bahsi geçtiği üzere, olgun ve demlenmelik şarkılarda (en azından albümlerinde) genç ve hareketli, piyasa işi şarkılarda olduğundan çok daha fazla etki yaratabiliyor. Bu nedenle de bu proje onunla çok doğru örtüşmüş. Daha piyasaya çıkalı kısa bir süre olmasına rağmen, son zamanların en çok satan albümü olması boşuna değil. Bu sebeple, prodüktör Şafak Karaman da dahil olmak üzere, emeği geçen herkesi tebrik etmek lazım.
"NİYE PUCCİNİ'DEN MAHRUM OLALIM Kİ YA DA SEZEN AKSU'DAN?"
(Milliyet Sanat dergisi Aralık 2015 sayısında yayımlanmıştır.) Nuri Harun Ateş, “kafası karışık kontrtenor” olarak tanınıyor. Bu tanımlama adının bile önüne geçmiş durumda. Kontrtenor olmanın az bulunurluğu ile kafası karışık olmanın (hele ki bu ülkede) çok bulunurluğunu aynı tamlamada bir araya getirmiş olması, yaptığı işin de özeti aslında. Türkiye’de ve yurt dışında yıllar süren şan eğitimi, tiyatro, opera ve müzikal kariyeri bir yana, Bergen’den Yıldız Tilbe’ye, Puccini’den Ajda Pekkan’a uzanan geniş bir yelpazede, müzikte tür ve tarz ayrımlarına adeta kafa tutan repertuarı ile son birkaç yıldır sahnesi büyük ilgi gören, adından çok söz edilen bir isim Nuri Harun Ateş.
Müzik piyasası büyük bir yüzdeyle dijital teklilere doğru yönelirken, toplama albümler en azından dijital teklileri CD üzerinde bir araya getirmesi açısından işe yarıyor. Yoksa toplama albüm mantığı, müzik “gurmelerinin” pek de tercih ettiği bir şey değil. Çünkü albümü yayımlayan firmanın kendi katalogundan, belki birkaç başka firmanın da desteğiyle bir araya getirdiği şarkılardan oluşan toplama albümler, genellikle bir müzikal beğeni bütünlüğü taşımaktan uzak oluyor.
İlk kez 1983 yılında Ajda Pekkan söyledi, sonra yine Ajda, 2000 yılında farklı bir versiyonla söyledi. Ardından 2006’da Zeliha Sunal, 2010’da ise Aytekin Kurt söyledi. Sıra Mert Tünay’da. Türkçe sözleri Fikret Şeneş’e ait, orijinali İtalyanca bir şarkı olan “Düşünme Hiç”in Mert Tünay versiyonu, geçtiğimiz günlerde tekli formatında Doğulu Productions etiketiyle yayımlandı.
Şarkı, tam tabiriyle özüne dönmüş. Mert Tünay ve Deniz Doğançay tarafından yapılmış düzenleme, tamamen orijinalinin tadında, ‘80’lerden çıkıp gelmiş gibi. Elbette bugünün ses kayıt imkânları ile. Yani klasik ama modern, eski ama yeni. Çok temiz, çok sade ve müzikal tadı çok yüksek. Şarkının orijinalindeki şahane bas yürüyüşü ve gitarların fazlası var eksiği yok bu versiyonda. Ajda’nın Mina’yı neredeyse birebir taklit ederek, yırtıcı bir dişilikle söylediği şarkının ilk versiyonuna kıyasla ise bu defa tam da bugünlere ait bir erkek şarkıcının kırık dökük yorumu var. Sözün özü; beş yıldızlık bir “cover”.
2011 çıkışlı “Farkın Bu” adlı albüm, Ajda Pekkan’ı şarkıcı olarak sevdiğimiz ve çok da özlediğimiz çizgide karşımıza çıkarmış bir albümdü. “Yakar Geçerim”le yakaladığı çıkış da Ajda kariyerinin en parlak çıkışlarından biri olmuştu nitekim. Ama sonra ne olduysa oldu ve arkası pek de iyi gelmedi. Bir yanda yanlış şarkı seçimleri, yersiz bir biçimde farklı tür denemeleri, bir yanda da Ajda’nın şarkıcılığına ‘90’ların ilk yarısında hâkim olan o tuhaf, boğuk, gırtlak nağmeli tekniğine geri dönüşü… Tamamen zaman kaybı bir alaturka albüm, tamamen anlamsız “Nikâh Masası”, “Tanrı İstemezse” yorumları, Orhan Gencebay’ın albümündeki “Severek Ayrılalım”, Kayahan albümündeki “Gönül Sayfam” fiyaskoları, çok zorlama “Ara Sıcak” ve “Ben Yanmışım” ve hatta “Harika”…
Çok bilinen bir şey ki Ajda müzikte her şeye ama en çok da alaturkaya heves ediyor, bu nedenle de pek tutarlı bir çizgi izleyemiyor. Ama biz onun, vakti zamanında ne kadar iyi alaturka söylediğini zaten duyduk, biliyoruz. Hiç yormasa kendini... Ajda gibi söylese de dinlesek olmaz mı? Olmuyor demek ki.
Ajda’nın yeni teklisi “Yakarım Canını”, geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle piyasaya sürüldü. Herkes bir Gülşen ya da Serdar Ortaç şarkısı beklerken, gelen bilgiler hep o yöndeyken, ani bir karar değişikliğiyle bir Can Tanrıyar bestesini seslendirdi Ajda. Hepimizi ters köşeye yatırdı, doğruya doğru. Bu iyi mi oldu, kötü mü, o ayrı mevzu.
Can Tanrıyar adından dolayı şarkının etrafında Petek Dinçöz isminin dolaşmasını anlamsız buluyorum, onu söyleyeyim. Bu bir önyargıdır ve her önyargı gibi gereksizdir. Kaldı ki karşımızdaki Ajda. İsterse “Foolish Kazanova”yı bile öyle bir söyler ki parmaklarımızı ısırırız. Şarkıcıları şu veya bu besteciden şarkı söylesin ama bundan söylemesin diye sınırlandırmak hiç akılcı değil. Ancak şunu konuşabiliriz: Bu şarkı Ajda için doğru bir şarkı mıdır? Kendi adıma cevabım hem evet, hem de hayır.
Şöyle ki; klip için de tercih edilen ilk versiyonu dinlediğimde, her şeyiyle, “Sen İste” ve “Aynen Öyle” arasındaki dönemin havasını almıştım. Hâlâ da alıyorum. Buna Ajda’nın şarkı söyleme biçimi ve bu uzun saçlı görüntüsü de dâhil. Sanki “Cool Kadın” albümünde unutulup kalmış da yeni klip çekilmiş bir şarkı gibi. Hâl böyle olunca da heyecan vermemişti hiç. Yani en azından tekli olabilecek güçte gelmiyordu kulağa.
Buna karşın şarkının alaturka versiyonuna kelimenin tam anlamıyla bayıldım. Bunun birden fazla nedeni var. Öncelikle şarkının istediği müzikal yapı buymuş ve alaturka versiyonla ortaya çıkmış. İkincisi Volga Tamöz’ün bu düzenlemesi, o her bir alaturka sazın ince ince çalışındaki ihtişam, bütünde yakalanan o meyhane/gazino havası müthiş. Son yıllarda yayımlanmış hemen her alaturka albümü iştahla dinlemiş ama aradığını bulamamış biri olarak, bu stil bir icrayla bu teklide karşılaşmak şaşırtıcı olmadı desem yalan olur. Yanı sıra şarkının bu versiyonun canlı çalınıp söylenmiş olması da Ajda’nın yapmak istediğini daha rahat yapmasını sağlamış. Salıvermiş sesini, istediği gırtlak nağmelerini yapmış ve bu versiyonda bu hâli rahatsız edici olmamış. Ama aynı şeyi diğer versiyonlar için söylemek mümkün değil. Evet, şarkıcıya stüdyoda şarkıyı defalarca okutmak, sonra iyi yerleri kelime kelime, cümle cümle keserek birleştirmek artık olağan bir teknik ama bunun getirdiği ruhsuzluk da ayan beyan ortada. İşte alaturka versiyon o ruhsuzluktan nasibini almamış ve iyi olmuş bu yüzden.
Mesela şarkının benim gibi daha orta ve üstü yaşa hitap eden piyano versiyonunda Ajda, bildiğimiz Ajda gibi söyleseymiş dinlemelere doyulmazmış. Ama bir abartı, bir abartı… Her bir kelimeye fazladan vurgular, tonlamalar, jestler, mimikler eklemeler… Nedensiz, yersiz…
(Ses dergisi Temmuz 2015 sayısında yayımlanmıştır.) Ajda Pekkan ve Tarık Akan, Ses dergisi objektiflerine niçin birlikte poz verdi? Yaşından ve boyundan büyük şöhret sahibi liseli genç kız kim? Memlekette yakıt sıkıntısı baş gösterirse ünlü yıldızlarımız ne yapacak? Tüm bu soruların cevapları 1974 yılına ait Ses dergilerinin sayfaları arasında gizli. Buyurun ‘70’lere!
NTV’de yayınlanan Söz ve Müzik belgeselinin Kayahan özel bölümü için kolları sıvadığımızda 2014’ün yaz aylarındaydık. Projeyi ilk konuştuğumuzda çok heyecan duydum ve hemen çalışmaya başladım. Önce elimin altındaki bütün eski dergileri tarayıp Kayahan haberlerini, fotoğraflarını topladım, yetmedi birkaç gün kütüphaneye gidip Kayahan’ın 60’larda ve 70’lerde katıldığı müzik yarışmalarının haberlerini buldum. Bir aya yakın devam eden bu süreç boyunca bana hep Kayahan şarkıları eşlik etti. Çünkü birini yazmanın yolu önce onu anlamaktan geçiyor. Ve birini anlamanın yolu da onun ürettiklerini tekrar tekrar dinleyerek, okuyarak mümkün oluyor en çok. En azından benim için öyle.
1969 yılının Ocak sayısına bir göz atacağız bu ay. Zira o yılın 29 Ocak’ın da dünyaya gelmişim ben de. Bu vesileyle derginin kapağında Türkan Şoray’ın Kleopatra saçları ve kırmızı karanfiliyle yılbaşı ağacı önünde verdiği nefis pozu da bilmeyenler görsün, bilenler tekrar hatırlasın istedim.
"Bu Şarkılardan Bir Şey Olmaz Dediler Ama Oldu İşte"
(Milliyet Sanat dergisi Ekim 2014 sayısında yayımlanmıştır.) Kimileri şanslı doğar, kimileri şansı ararmış. Kayahan şansı arayanlardan olmuş hep. Daha doğrusu kendi şansını yaratanlardan. Öyle ya, şimdi olduğu gibi ‘70’lerde de kimseye öyle kolay kolay “Sen çok yeteneklisin, gel hemen işe başla,” denmiyordu. Hele ki maksadınız bir müzisyen olarak adınızı duyurmaksa. Hele ki içinde debelendiğiniz yer pop arenası ise ve siz genç ve güzel bir kadın ya da sektörde eli kuvvetli bir erkek değilseniz. Bir de Kayahan gibi Ankara’dan yola düşüp gelmiş, İstanbul piyasasının çemberinden geçmemişseniz.
AJDA PEKKAN & MUAZZEZ ABACI HARBİYE AÇIK HAVA KONSERİ 17 TEMMUZ 2014
Sahnede bebek pembesi, uçuş uçuş kostümüyle on sekizinden yeni gün almış (belki de almamış), acemi, ürkek, çekingen bir genç kız var. Adı Ajda. Yanında, ona nasıl alaturka okunacağını oracıkta, o an öğreten ablası Muazzez duruyor. Durup durup yanağından makas alıyor, çenesini eliyle tutup, okşuyor, ara ara belinden kavrayıp ona destek oluyor. Herkes Ajda için orada; hepimiz. Açık Hava’yı dolduran binlerce seyirci, otuz kişilik orkestra, sesçiler, ışıkçılar, tüm çalışanlar ve Muazzez ablası… O gencecik ve tecrübesiz kızın bu ilk konserinde kendini iyi hissetmesi için hepimiz elimizden geleni yapıyoruz. Bir konserden çok, bir “kostümlü prova” izler gibiyiz aslında.
Henüz albüm çıkmadan ilk şarkı “Yakar Geçerim” radyolara servis edildiğinde, Twitter’da şuna benzer bir yorum yazmıştım: “Bu yazın şarkısını Ajda Pekkan yapmış, herkese geçmiş olsun!”
Aradan bunca zaman geçtikten sonra bunu hatırlatmamın sebebi, kehanetimin doğru çıkması. Yok hayır, öyle “aman da ben nasıl da iyi bilirim bu işleri” diye bağlayacak değilim lafı; aksine genellikle yanılırım bu tip tahminlerimde. Adına popüler müzik denilen karmaşık işte kimin, neyin, nasıl, ne derece sevilip tutulacağını önceden kestirebilmek her babayiğidin harcı değildir. Bu işi meslek edinmiş prodüktörler bile ters köşeye yatar kimi zaman; kaldı ki bir gariban müzik yazarı niye yatmasın? Mesele o değil. Mesele görünen köyün kılavuz istememesi. Şöyle ki…
Bir kere Tarkan eli değmiş ne varsa kredisi yüksek oluyor dinleyici gözünde. Bunu daha önce de deneyimledik birkaç kez. Tarkan’ın Sibel Can’a verdiği B sınıfı şarkılar bile iyi iş yaptıysa, Ajda’ya verdiği haydi haydi yapacaktı, burası belliydi.
Sonra ortalıkta bir düet lafı dolaştı ama Tarkan tıpkı Nazan Öncel’in albümündeki gibi burada da düet filan yapmamış, olsa olsa “vokal” denilebilecek bir “sesli dokunuş”la yetinmişti. Ama dedim ya Tarkan’ın sesinin (tabirimi mazur görün) ölüsü bile para ederdi havada karada. Değil “Aaaaaaa” demesi, “intro”nun üzerine öksürmesi bile yeterli olurdu. Bu memlekette pop müzik pop müzik oldu olalı gündem teşkil etmiş bir (süper müper değil artık) starlar ötesi yegane sanatkârımızla, muhtemelen gelecek kuşakların hafızasına benzer sıfatlarla kazınacak şimdilik sadece “mega” starımızın aynı şarkıda şu veya bu şekilde buluşması hiç de az şey değildi.
Tamam düetlerden/müzikal ortaklıklardan hepimize fenalıklar geldi kabul ama takdir edersiniz ki bu bir Ferhat Göçer-Petek Dinçöz ya da ne bileyim Mustafa Ceceli-Elvan Günaydın ortaklığı değil. Koskoca Ajda ve koskoca Tarkan’dan bahsediyoruz. Destur çekelim. Çekmeliydik yani. Çekmeyenler oldu; fena da yanıldılar. Tüm sayısal/fiziksel veriler (tıklanma, dinlenme, radyolarda çalınma, kulüplerde bangırdatma oranları) kadar genelin ortak fikir paydası da gösteriyor ki, 2011 yazına damgasını vuran şarkı “Yakar Geçerim” oldu.
Fark ettiyseniz “Bu şarkı Ajda’ya yakıştı mı?” sorusunun cevabını saklı tuttum yukarıdaki paragrafları yazarken. Çünkü asıl eleştirilen nokta tam da burasıydı. Ajda “ufak ufak uzarım” der mi? Ya da “pılımı pırtımı”?.. Bu zamanda “sevene zulmetmek” alaturkalığı mı kaldı? Ya da üstat Dilmener’in dört başı mamur bir Ajda hayranı olarak tek cümleyle özetlediği gibi; “Koskoca Süper Star çoluk çocuğun elinde oyuncak” mı edildi?..
Peki o zaman bir de başka bir pencereden bakalım. Ajda Pekkan’ı Ajda Pekkan yapan nedir sizce?.. Sadece şarkıları mı?.. Bence değil. Ajda Pekkan daha ilk günden beri (altmışlı yıllardan bahsediyorum) hep görüntüsüyle koşut bir şarkıcılık başarısını sürdürdü. Tam da bir “star”da olması gerektiği gibiydi her şey. Bir illüzyon gösterisiydi. Oysa o aslında “Kapı açık arkanı dön ve çık” derken de öyle bir kadın değildi. Öyle olsa, o şarkıyı söyledikten beş yıl sonra evinin kadını olup, kocasına kendi elleriyle pişirdiği kahveyi servis ederken mutlu mesut görüntülenmeyi göze alabilir miydi?
Ajda’nın hangi şarkısı ya da hangi albümü Türkiye’de popüler müziğin gidişatını değiştirdi; yeni, farklı, denenmemiş, çığır açan ve benzeri sıfatların her hangi birisine layık görüldü? Tabii ki bir çok konuda örnek ve öncü oldu ama örnek olduğu konu hiçbir zaman müzikal duruşu değildi. Hatta kim bilir belki müzikal bir duruşu da yoktu!
Mesela bahis konusu ettiğimiz “Bambaşka Biri” bugün hâlâ Demet Akalın ve türevlerinin ekmek yemesini sağlıyor. Peki Ajda o şarkının neresinde?.. Ben söyleyeyim; sadece taşıyıcısı ya da başka bir deyişle mankeni. Evet, Allah için güzel bir manken. Öyle dik duruyor, öyle yürüyor, öyle bir taşıyor ki ona biçilen şarkıları, biz onu gerçekten şarkıdaki kadın sanıyoruz. Ama aslında şarkı(lar)daki kadın Fikret Şeneş’ten başkası değil!
Denilebilir ki, başından beri Ajda Pekkan’ın bir bütün olarak elbiseyi güzel taşıma kaygısı, elbisenin kendisinden daha önemli oldu. Nitekim üzerinde en kötü elbise bile güzel durdu bu yüzden. Çünkü onun derdi kendini en güzel, en genç, en hayranlık uyandırıcı, en popüler kılacak elbiseleri giymekti. O elbiseleri kimin, nasıl yarattığı hiç önemli değildi. Bundan kırdı geçti birlikte çalıştığı herkesi. Bir Fikret Şeneş’i küstürdü, bir Şehrazat’ı… Elli bin yeni söz yazarı (buna ben de dahilim), besteci ve aranjör denedi, bugün beğendiğini yarın hiç beğenmedi; üç gün birlikte can ciğer kuzu sarması çalıştığını, dördüncü gün kapının önüne koyuverdi. Çünkü o “ne yazık ki çerçeve değil; resim arıyor”du! (Ajda’nın bütün hayatını özetleyen bu tuhaf cümlenin Serdar Ortaç’ın kaleminden çıkmış olmasındaki paradoksu ne kadar yazsam bitmez, o ayrı.)
Şimdi elli yıla yaklaşan müzik yolculuğu boyunca müzik adına duyduğu tek tük kaygı da hep kendine baktığı aynada görmüş bir “star”dan bahsediyoruz. Bu kadın altmış beş yaşından sonra neden bu minvalde kaygılara bulansın ki? Ne yapmasını bekliyoruz mesela? Bir caz albümü (ki mutlaka şahane yapar yapsa)? Zuhal Olcay, Bülent Ortaçgil ayarında kalburüstü bir şeyler? Opera aryaları ve klasik “balad”lar dolusu bir albüm?.. Hadi hepsinden geçtim; o çok sevdiğimiz yetmişli, seksenli yılların Ajda’sına geri dönse?..
Ajda’nın istediği bunların hiç biri değil. O bugünün Kral Tv’nin Top 20 listesinde Demet Akalınlarla, Hande Yenerlerle, Gülşenlerle yarışmak istiyor. Ve yarışıyor da nitekim. Nasıl mı?.. Bir Tarkan bestesiyle tabii ki! Bu kadar basit.
Eğer bugün Ajda’nın “Yakar Geçerim”i söylemesini eleştireceksek, o zaman starımız şahanemizin tam da Fransalara gidip gelmelere doyamadığı, yurt dışına açılıp açılıp sarı saçları ve yapma çilleriyle geri döndüğü, gözümüze Batılıdan da Batılı gözüktüğü günlerde plak yaptığı “Kaderimin Oyunu”nu, “Dert Bende”yi ne yapacağız?
İlk kez tamamen yerli bestelerden oluşturulan ve “jazzy” bir “sound” yakalamak için özellikle Garo Mafyan’la çalışılan 1982 çıkışlı “Sen Mutlu Ol” albümündeki aynı adlı şarkı ve hemen ardından gelen zır arabesk “Felek”i nereye koyacağız?
Ya o ayılıp bayıldığımız “Ajda ‘90” albümündeki onca şahane şarkı arasında bir anlamsızlık abidesi gibi duran “Hayırdır İnşallah” (nam-ı diğer “Ne ala Mualla”) neyin nesiydi? Ondan daha da anlamsız “Sarıl Bana”yı, “Tazem”i ve daha nicelerini duymadık, dinlemedik mi?
Yani Ajda bunu ilk kez yapmıyor sizin anlayacağınız. Çünkü onun dert ettiği duruş, müzikal bir duruş değil. Popülerin tam ortasında durmak istiyor. Ve biz de onu orada seviyoruz zaten. Gerisi yersiz “aman hiç beğenmedim”cilikten öteye geçmiyor.
Bütün bunları üst üste koyduğunuzda, yukarıda bahsettiğim nedenlerden dolayı defalarca kalıp değiştirmiş, son dakikaya kadar da son halini alamamış “Farkın Bu”, tek bir şarkısıyla bile başarıya ulaşmış bir albümdür. Ajda’nın yaşına geldiğinde , peşi sıra sürüklediği neredeyse bir insan ömrü kadar uzun bir kariyere rağmen, yenilenip, yeni kalıp, ayakta durabilen ve torunu yaşındakilerle aşık atabilen ikinci bir “star” çıkarsa günün birinde, Ajda’nın hatalarını o zaman tartışmaya başlayabiliriz. Ama şimdilik averaj Ajda’da!
“Yakar Geçerim”in gözle görülür başarısını ve (fazla geç kalmadan üzerine gidildiği takdirde) en az üç “hit” daha çıkarabilme potansiyelini bir kenara koyar ve bir bütün olarak albümü ele alırsak, bambaşka bir tablo çıkıyor karşımıza.
“The Best Of Ajda”yla doksanlı yılları tam da son dönemecinde, kıl payı kârda kapatan Ajda’nın, iki binlerin başından beri derli toplu bir albüm çıkaramadığı ortada. “Farkın Bu” ne yazık ki bu genellemeyi değiştirmeyecek bir çalışma olmuş.
“Diva” felaketinden sonra “Sen İste”yle tekrar yol almaya başlayan Ajda, “Cool Kadın”da sadece birkaç şarkılık sükse yapmış, albümün tamamı dişe dokunur çıkmamıştı. “Aynen Öyle” nispeten daha derli toplu dursa da, tam da Ajdalık Şehrazat şarkılarının (muhtemelen yine Ajda’nın isteği doğrultusunda yapılmış) fazla sentetik düzenlemeleri, müzikal açıdan tatsız bir albüm çıkarmıştı ortaya.
Kuşkusuz ki gelecekte iki binlerin Türk popu bahis konusu edilirken “Sen İste”, “Vitrin”, “Aynen Öyle” ve “Flu Gibi” başta olmak üzere, bu albümlerden bir çok şarkı da listeye girecek; ama yine de bu albümlerin hiç biri “Süper Star” serisinin ilk üç albümünden biriyle bile denk olamayacak, bunu da kabul etmek lazım. İşte “Farkın Bu” da aynı kararsız ve yarım yamalak yoldan gitmişe gibi görünüyor.
Bu albümdeki şarkıları iki ayrı kategoride toplamak mümkün. Öncelikle “Yakar Geçerim”in öncü olduğu “bugünün popu” kategorisi. “Arada Sırada”, “Hadi Gel” ve “Özetle” bu başlığın altına alınabilecek diğer şarkılar. Bu dört şarkı da başka bir kaygı taşımaksızın, doğrudan doğruya bugünün dinleyicisi yakalamak maksadıyla albüme konulmuş, bu çok belli.
Bir Sinan Akçıl bestesi olan ve aslında çıkış şarkısı yapılması düşünülürken neden sonra vazgeçilen “Arada Sırada”, üç versiyonla albüme girdiğine göre, albümü kotaranların beklentisini yüksek tutmuş bir şarkı olsa gerek. Haksız da sayılmazlar. O kadar yapışkan bir melodisi var ki şarkının, nakarat bölümünün bir türlü akmayan, dile takılan şarkı sözlerine rağmen, “hit” olması neredeyse kesin gibi. (Tam da bu satırları yazdığımın ertesi günü Sinan Akçıl’ın Twitter’da (imlâsını değiştirmeden alıntılıyorum) “ARADA SIRADA''sarkısını aynı albumun çıkış sarkısından daha cok sahiplenen Turk halkına tesekkur ederim..sevgiler..” yazması konusunda bir yorum yapmamak için kendimi zor tuttuğumu bilmenizi isterim.)
“Arada Sırada”nın Ajda’ya, Ajda’nın da bu şarkıya kattığı hiç bir şey yok. Sözgelimi Ziynet Sali de söylese dile düşermiş bu şarkı. Hatta Ajda’nın doksanların başında her nasılsa kapıldığı ve artık kurtulmuş görünse de, bulduğu her fırsatta tekrar ortaya çıkardığı şu boğum boğum gırtlak nağmelerinden, o abartılı Ebru Gündeş soslarından arınsa, daha bile etkili bir şarkı haline gelebilirmiş.
“Hadi Gel” ise tam tersine, çok sıradan bir Serdar Ortaç şarkısı olabilecekken, Ajda’nın sesinde dikkat çekici ve akılda kalıcı bir hale dönüşüyor. Ne ki bu şarkının sözleri tam anlamıyla deli saçması. Evet, Serdar Ortaç şarkılarında hiçbir zaman edebi mısralar aramadık, hatta yeri geldi onu böyle de kabul ettik ama “Yürekte yara küsmeden” ne demektir Allah aşkınıza? “Olası gözyaşı”nı geri istemek nasıl bir şeydir? Peki bir insan nasıl “servet” olur?.. Bu ve buna benzer, neredeyse her cümlede başka türlü bir akıl durgunluğu (dumur) yaşatan tanımlar, tabirler, ifadelerle dolu bir şarkı “Hadi Gel” (“Biraz erkek olalım” kısmına hiç girmiyorum farkındaysanız). Hani o sözlerinden dolayı eleştirilip duran “Yakar Geçerim” var ya, gayet masum kalıyor “Hadi Gel”in yanında inanın.
Albüm piyasaya çıkmadan ve son halini almadan çok önce Ajda Pekkan bu şarkıyı bir televizyon programında ENBE Orkestrası eşliğinde “playback” yaparak söylemiş, sonra Serdar Ortaç, henüz izni için imza bile vermediği şarkısının televizyonda seslendirilmesinden rahatsız olunca bir takım gel-gitler yaşanmıştı. Şarkının albüme girmeyeceğine kesin gözüyle bakılıyordu. Ancak iş sonradan tatlıya bağlanmış olacak ki şarkı albüme girdi ama epeyce geri plana itilmiş olarak. “Single” olarak çıksa “Resim” kadar olmasa da ona yakın ses getirebilecek “Hadi Gel”in bu albümde pek şansı yok gibi gözüküyor.
Söz ve müziği Onur Baştürk’e ait “Özetle” ise diğer üçünün arasında en genç duran, buna karşın en zayıf kalan şarkı. Melodiye değil, ritme yüklenmiş bu şarkının dans edilen, eğlenilen mekânlarda çalınma ihtimali yüksek evet ama öyle kolay eşlik edilebilecek, ezbere alınıp, birlikte söylenecek bir şarkı değil. Keşke Ajda bu şarkının nakarata doğru yürüyen bölümlerini böyle Ferhat Göçer janrından bir pes bir dik söylemek yerine sadece pesten ama adeta fısıldar gibi, seksi bir sesle söyleseydi. Çok başka bir etki yaratılabilirdi sanki.
Albümdeki bir diğer kategori ise eski Ajda şarkılarını hatırlatan, daha ziyade seksenlerdeki Ajda’nın rüzgârını estiren dört şarkı; “Farkın Bu”, “Yine Tek”, “Heves” ve “Asla”. Zaten “Heves” dışındaki diğer üç şarkının üçü de yabancı şarkılar üzerine yazılan Türkçe sözlerle oluşturulmuş (eskiden “aranjman” adı verilen yöntem) “cover”lar. Ajda’nın her dönem, her devirde şarkıcı olarak en iyi olduğu alan tam da bu zaten. Özellikle “Farkın Bu”, adeta “Süper Star ‘83” albümünden arta kalmış gibi duruyor, gerek şarkının melodik yapısı, gerekse Ajda’nın vokal tekniği açısından.
Yakın ya da uzak çevremden, albümü dinleyen, bilen hemen herkesten edindiğim izlenim, “Yine Tek”in açık ara önde olduğunu gösteriyor. Hareketli “hit”ler bir yana konulursa, “Yine Tek” sahiden de farklı bir etki bırakıyor dinleyende. Bu şarkı da “Sen Mutlu Ol”dan çıkıp gelmiş gibi. O albümdeki Garo Mafyan düzenlemelerinin tadı çok belirgin hissediliyor. Ajda’nın Doğulu olmaktan da, Batılı olmaktan da vazgeçmemiş yorumu ise en çok bu şarkıya cuk oturuyor.
“Asla” diğer ikisine göre daha yeni duran, doksanlar civarında gezinen bir “cover”. Ciddi bir şarkıcılık performansı gerektiren, enteresan bir melodik yürüyüşü var bu şarkının ama haliyle Ajda haydi haydi üstesinden geliyor. Her ne kadar Nazan Öncel’in yazdığı Türkçe sözler, Öncel’den beklenecek kadar şaşırtıcı olmasa da, “Asla”, albümün çıtasını yükselten şarkılar arasında rahatlıkla sayılabilir.
Söz ve müziği Muraz Aziret imzası taşıyan “Heves” ise, klasik Ajda tarzının izinden giderken biraz daha “Cool Kadın” albümüne yakın duran, biraz “Vitrin”, biraz “Amazon” etkisi hissedilen bir şarkı. “Başıma taç olsun, canıma yoldaş olsun,” başta olmak üzere klişeler üstü şarkı sözleri ise hayal kırıklığı yaratıyor. Keşke biraz daha özen gösterilseymiş.
Albümün bence en kötü şarkısı ise bu iki kategoriye de dâhil edilemeyecek tek şarkı olan “Ucuz Roman”. Ne Ajda’ya, ne de Yüksek Sadakat’e yakışıyor bu “Ucuz Roman”. Adeta zorla yapılmış gibi. Hani Ajda’nın “rock” söyleme hevesi deseniz, şarkının “rock”la da pek bir ilgisi yok. Enerjisi düşük, gidişi yoran, niye başlayıp niye bittiği belli olmayan, sıradanın da altında seyreden bir şarkı bu. Albüm sıralamasında “Ucuz Roman”ın hemen ardından “Arada Sırada”nın Seda Sayan versiyonunun gelmesi de bir başka ironi (Aslında Sinan Akçıl ve Tolga Kılıç versiyonu ama, stili “ver Seda Sayan söylesin” ya, o bakımdan).
Yeri gelmişken, “ay çok şahane bir şarkı bulduk, hadi dinleyicilere versiyonlardan versiyon beğendirelim” mantığıyla “Arada Sırada”nın suyunu çıkarmaktansa, başka birkaç şarkıya daha farklı versiyon yapılsa daha iyi olabilirmiş. “Yine Tek”in hareketli bir versiyonu hiç de fena olmazmış mesela.
Albümde çok sayıda aranjörle çalışılmış. Ozan Çolakoğlu, Volga Tamöz, Sinan Akçıl, Emrah Karaduman, Selim Çaldıran, Tolga Kılıç ve albümün müzik direktörlüğünü de yapan Cem İyibardakçı. Her biri üzerine düşeni hakkıyla yapmış olsa da, müzikal bütünlüğün önündeki en büyük handikap galiba bu çok çeşitlilik olmuş.
Bir de atlanmaması gereken önemli bir husus var. Herkesin bildiği üzere altmışlı yıllarda ve yetmişlerin bir kısmında şarkı kayıtları stüdyolarda canlı çalan enstrümanlar eşliğinde, bir defada yapılırdı. Sonra teknoloji geliştikçe enstrümanlar önceden kaydedilmeye, şarkıcılar bu “playback”lerin üzerine söylemeye başladı. Şimdilerdeyse hepsi birbirinden ayrı yapılıyor desem yeridir. Yani bırakın şarkıcının bir şarkıyı bir kerede baştan sona okumasını, her bir kelimesini başka bir gün söylemesi dahi mümkün. Nitekim bu rahatlığı, kolaycılığı, hileyi (artık adına ne derseniz deyin), kullanmayan yok gibi. Peki sizce Ajda’nın buna ihtiyacı var mı?
Yani Ajda stüdyoya girip dört dakikalık bir şarkıyı “playback” üzerine (elbette birkaç provadan sonra) bir defada söyleyemeyecek bir şarkıcı mı? Bence değil. Hatta şu an ülkede bunu yapabilecek yeterlilikteki sayılı şarkıcıdan biri. Ama her nedense Ajda’nın vokal kayıtları hep kesik kesik, kopuk kopuk. Belli ki kesilmiş, yapıştırılmış, “edit”lenmiş, hatta belki de “Pro Tools”lanmış (bir çeşit ses düzeltme programı).
Aslında bu problem son birkaç yıldır yayımlanan tüm albümlerde var ama doğrusu bu ya, Ajda’ya yakışmıyor. Ben Ajda Pekkan olsam, girer bir defada okur ve sesimin üzerinde bu kadar çok oynanmasına, ruhunu, duygusunu kaybedip mekanikleşmesine izin vermezdim naçizane.
Bir hayli “Photoshop”lanmış olmasına karşın, Ajda’nın şahane göründüğü Nihat Odabaşı imzalı kartonet resimleri ve genel olarak kartonetin tüm tasarımı gayet şık ve albenili. “Yakar Geçerim”in klibinde albüm kapak resimlerinin görselliğine gönderme yapılması ise görsel bütünlük açısından son derece yerinde bir tercih. Ajda tam da görmek istediğimiz gibi. Yaşsız, kusursuz, çok çarpıcı ve hatta eni konu seksi.Belki “Farkın Bu” gibi iddialı bir ismin içini doldurmayacak bu albüm. Belki “Farkın Ne?” sorusunun Ajda kariyerindeki karşılığı olmayacak. Ama kabul etmeli ki Ajda’nın bu albüme kadar gelmiş kariyeri de öyle böyle değil. En iyilerinizi yolun çok başında yapmışsanız, sonra ne yapsanız dudak bükülür, kolay hazmedilmez. Yine de yazının başında saydığım nedenlerden ötürü, bu albüm görevini yerine getirmiş, 2011’i de Ajda dinleyerek, (dinlemesek bile) Ajda konuşarak geçirmemizi sağlamıştır. Kim bilir belki de Ajda’nın farkı aslında budur!
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.