"İYİ MÜZİK YAPMAYA ÖZENİYORUM"
Sıcak bir Ağustos öğleden sonrası, şehrin en nispeten sakin
alış veriş merkezlerinden birinin hiç de sakin olmayan bir kafesinin bahçesinde
buluştuk Mavi’yle. Onun anlatacakları vardı, benim soracaklarım. Başından beri
müziğini sevdiğim, kendi içinde istikrarlı çizgisinde yürümek istediğini hep
belli etmiş ama ara sıra yan yollara da sapmak durumda kalmış, enteresan
hikayesi ile de şahsına münhasır Mavi’yle ilk kez tanışmıyorduk belki ama ilk
kez bu kadar uzun uzun oturup konuşacak bir fırsat buluyorduk. Ara sıra
gündelik koşturmacalara bir ara verip birine kulak vermek, onun hikayesinin
içine girmek ve belki de bir şeyler öğrenmek şu zamanın hızı ve telaşına rağmen
insana insan olduğunu hatırlayan bir şey. Röportaj bahane.
Mavi bir süre önce müzik uzun süredir birlikte
çalıştığı DMC’den ayrılıp 2010 yılında ilk albümünü yayımlayan Pasaj Müzik’e geri döndü ve “Saz Söz Mavi” adını verdiği
projesiyle dinleyici karşısına çıktı. Proje kapsamında her ay yeni bir şarkı
yayımlanıyor. Şu ana kadar dört şarkı ("Silmesinler İzlerimi", "Gidersen", "Dünya Güzeli", "Müstahak") yayımlandı ve beşinci de yolda. Bu röportajda Mavi’nin
en başından bugüne dek süregelen müzik macerasını bulacaksınız.
YAVUZ HAKAN TOK: Hukuk eğitimi aldığınızı biliyoruz. Bambaşka bir
dünya. Oradan buraya nasıl geldiniz?
MAVİ: Çok gönüllü geldim çünkü ben hiç avukatlık yapmak
istememiştim. Şarkı söylemeyle, bir şeyler yazmakla, hayal gücüyle, böyle
şeylerle alakalıydım.
YHT: Hani klişedir ya o… Çocukken elinize saç fırçası alıp aynanın
karşısına geçiyor muydunuz?
MAVİ: Valla geçiyordum ama başka bir sürü saçma şey daha
yapıyordum çocukken. Saçlarımı kesip kesip çekmeceye de sokuyordum ama oradan
berberliğe yürümedim baktığınız zaman. Evet vardı o klişe ama benimki biraz
tutucu bir aile. Ki o jenerasyon daha garanti meslekler düşünen bir jenerasyon.
Bizimkiler avukat. Beni üniversitenin ilk günü o bölüme zorla kaydırıverdiler
“Bitirince istediğini yaparsın”, diyerek. Çok uzun sürdü o yüzden bitirmem.
Arada yurt dışında yaşadığım zamanlar oldu. Oyunculuk dersleri aldım bir ara.
Ufak ufak şarkı yazmaya başladım. Birkaç kere okulu bırakıp Türkiye’de veya
yurt dışında bir sanat okuluna gitmeye çalıştım ama bizimkiler bayağı böyle bir
ölüm haberi almış gibi davrandıkları için en sonunda zar zor bir şekilde
bitirdim okulu.
YHT: Ama okulu bitirmekle kalmamış, mesleğe de atılmışsınız?
MAVİ: Bitirmişken hadi staj da yapayım, avukatlık belgesi
alayım, e onu almışken hadi kendimi bir deneyeyim meslekte diye iki sene
avukatlık yaptım evet ama çok mutsuz oldum. Ofis hayatı, plazalarda
toplantılar, hiç ilgim olmayan hisse sözleşmeleri, hiç yürümeyen hukuk sistemi…
Bayağı mutsuz oldum. Kafamdaki plan o zamanlar gittiği yere kadar bu işi yapıp,
belki kırk yaşından sonra bırakıp gönlümün istediği şeye yönelmekti. İstediğim
şeyin ne olduğunu o zaman tam olarak bilmiyordum. Müzikle biraz uğraşacaktım,
biraz bir şeyler yazacaktım, seyahat edecektim. İç mimari ile de uğraşmak
istiyordum. Böyle planlarım vardı ama sonra anladım ki bazı şeyler için kırk
biraz geç bir yaş olabilir. Enerji anlamında ve gözü karalık anlamında. Bir de “Mutsuz
olduğum bir yerde daha fazla niye kalayım,” dedim ve bir gün uzun süren bir
grip ve panik atak sonrasında ofisten koşarak çıktım, bir daha da dönmedim.
Bayağı seyahat ettim o dönemde. Avukatlıktan kazandığım paraları bir güzel
yedim. Sonra beş parasız bir şekilde “Aaa ben bu şarkılarıma aranje yaptırayım
ve yayınlayayım,” diye bir fikre kapıldım.
YHT: Aile ne dedi bu duruma?
MAVİ: Bugün beni aradılar “Senin hakkında tatlı bir şey
çıkmış gazetede, okudun mu?” diye. Daha yeni yeni kabulleniyorlar yani. Yeni
bir şeyler deniyorlar, öyle söyleyeyim. Dediğim gibi o jenerasyonun kafasında
kötü çağrışımlar yapan bir iş şarkıcılık. Seni tanısalar bile başka bir takım
görseller geliyor gözlerinin önüne. Şimdi şimdi anladılar aslında korktukları
şeyin başlarına gelmeyeceğini. Bir de tabii herkes olayları kendi
perspektifinden görüyor. Mesela bana babam “İleride takım elbisen ve
kartvizitin olmadığında kendini zayıf ve güçsüz hissedeceksin,” derdi hep.
“Ezileceksin insanların yanında,” derdi. Ben hiç öyle olmadım mesela. Halen de
ezilmiyorum. Hatta öyle bir geçmişim olduğunu da gayet unutuyorum.
YHT: Nasıl oldu müzik sektörüne girişiniz?
MAVİ: Şan dersi almaya başladım. Şarkılarıma birkaç amatör
aranje yaptırdım. Bu esnada şarkılar birikmeye başlamıştı ve zannettim ki ben
böyle kimsenin söylemediği çok enteresan bir şey söyleyeceğim. Popun bu durumda
olmasının sebebinin daha iyisinin yapılmaması olduğunu zannediyordum ve daha
anlamlı bir şeyler yapıldığı zaman kaç zamandır beklenen bir şeye insanlar su
bulmuş filan gibi atlayacaklar diye düşünüyordum.
YHT: Müzik çevrelerinden tanıdığınız birileri var mıydı?
MAVİ: Hiç yoktu. Sıfır yani. O dönem çalıştığım şan hocamın
tanıdıkları, piyano dersi aldığım arkadaşım filan. DMC’ye gittim, geri döndüm.
Çünkü dedim ya bir şifa bulduğunu zannediyorum ve kendimi çok beğeniyorum çünkü
yaşım küçük. İki, ilk defa piyasaya girmişim ve kimsenin bir şeyini
çekemiyorum. O yüzden Samsun Demir götürdüğüm CD’yi dinlediğinde “Ya şu şarkı
iyi ama senin tipin biraz alternatif görünüyor, saçları boyayalım, bu şarkıyı
çıkar, şu şarkıyı Ceceli düzenlesin,” filan demeye başlayınca “Ya biz bunlar
için aylardır uğraşıyoruz, bu ne cüret!” diyerek, kapıları çarparak filan
çıktım DMC’den. Tabii üç sene sonra pıs pıs ederek geri döndüm. Sonra kapıları
çarpmamayı öğrendim tabii, şimdi de Pasaj Müzik’le çalışıyorum işte. Avukatlığa
geri döneceğim gibi de görünmüyor.
YHT: O zamanlar hayal ediyor muydunuz bu işte bu kadar ilerlemeyi?
MAVİ: Çok hayal ediyordum evet. Bazı işlerde, arkada değil,
önde olduğun işlerde işin özünden öte esasen beğenilme ve onaylanma ihtiyacı ön
planda oluyor. Biraz daha kendinle barıştığında ve beğenilme ihtiyacın
azaldığında bu defa hırsın da azalabiliyor. Ben mesela geçen sene öyle bir
noktaya geldim. Yaptığım işin beni sadece mutlu ettiği kadar hayatımın merkezinde
olacağı bir noktadayım. Ama tabi dürüst olmak gerekirse o ilk dönemlerde
hayallerim daha bir beğenilmeye, tanınmaya yönelikti. Meğerse tanınmayı hiç
istemiyormuşum. Şimdi çok tanınmıyor olmaktan, özgür yaşayabilmekten çok
mutluyum.
YHT: Hayaller yavaş yavaş gerçeğe dönüşünce ne oldu?
MAVİ: Valla bazen hayal ettiğin şeyler gerçek olduğunda sana
o kadar da fazla bir şey ifade etmeyebiliyor. Ya hayalin gerçek olana kadar sen
yorulmuş oluyorsun, hevesin kaçmış oluyor, bir şey oluyor. Veya gelişmiş
oluyorsun ve o artık senin için o kadar büyük bir şey olmuyor. Hatırlıyorum ilk
albüm çıktığında Etiler D&R mağazasının vitrininde ben vardım, yanımda da
kimdi hatırlamıyorum ama müzikteki ağa babalardan biri. Şöyle bir baktım ama
benim hayalimdeki his o değildi. Ben o anda kendimi kıtalar keşfetmiş filan
gibi hissedeceğimi zannediyordum ama “Aaaa albümün kapağı güzel olmuş,” filan
deyip geçtim yani.
YHT: Ayşegül nasıl ve neden Mavi oldu?
MAVİ: Ayşegül, “Mavi” ismini ortaokulda aldı üstüne. Bir
arkadaşım vardı, gitar da çalardı, birlikte şarkılar söylerdik. Bayağı spritüel
şeyler konuşur, birbirimize kitaplar tavsiye ederdik. Ben ona bir isim
takmıştım, o da bana “Sen “Mavi”sin bence,” demişti. Zaten çok da sevdiğim bir
renkti. Özgürlük, gökyüzü, deniz, su, su kuşu ben. Sonra herkes Mavi diye hitap
etmeye başladı hatta davasını açıp isim olarak almayı bile düşündüm o dönem ama
uğraşmadım sonra. Albüm çıkacağı zaman da “İşte şimdi zamanı,” diye düşündüm ve
Mavi olarak çıktım. Bir yandan kötü çünkü Google’da aratınca çıkmıyorsun ama
iyi tarafı da şu ki yaptığımız işin şizofrenik bir durumu var. Ortaya bir ürün
çıktığı zaman sen de kendini o zannediyorsun ama sen değilsin aslında o.
Şarkıları yazan sensin ama ortaya çıkan şey bir ürün. Mavi o ürün için bir şey ifade
ediyor ama Ayşegül beni daha yakından tanıyan, aslında gündelik hayatta çok da
öyle “photoshop”lu görünmediğimi, çok argo kullandığımı filan gören insanların
bildiği ismim. İkisi de bir arada belki ama bir yandan da ayrı ayrı şeyler
gibi. Beni de rahatlatıyor o yüzden; kişilik bölünmesi yaşamıyorum en azından.
YHT: “Şarkılarını ve kendini bir ürün olarak ortaya koymak ise ciddi ve
sarsıcı bir durummuş,” demişsiniz bir röportajınızda. Bunu açalım mı
biraz?
MAVİ: Aslında kendi fotoğrafını çektirmek de öyle,
telesekreterdeki mesajını dinlemek de öyle. Kendinin sandığından farklı biri
olduğunu görüyorsun. “Ay benim sesim böyle mi?” diyorsun ya da vesikalık
çektirdiğinde tek gözünün küçük olduğunu fark ediyorsun. Bu işin içinde olmak
demek bunları görmek demek. Mesela televizyon programını izlediğinde aslında ne
kadar kaşının gözünün seğirdiğini, utandığını, o anda özgüvensiz olduğunun çok
belli olduğunu fark ediyorsun. Kendini çirkin buluyorsun filan. Sonra bir de
şeyler başlıyor… Mesela klip çekerken yönetmen “Öyle durma, sola doğru bak,”
diyor, sen anlıyorsun ki sağ tarafında hiç iş yok. Stüdyoda kayıt yapıyorsun,
aranjör “Şurada sesini Melodyne’la düzeltmek gerekebilir,” diyor. “Aaaa canım
ne gerek var, orası gayet karakteristik,” diyorsun. Yani her şekilde egon
törpülenmeye başlıyor. Bir de “zalim sosyal medya” çağında herkesin “Madem ben
bu işi yapamıyorum o zaman neden yapanları yerin dibine geçirip
rahatlamayayım?” dediği bir zamanda tek kelimeyle “gömüldüğün” bir durum söz konusu.
O yüzden de bir ego yıkanması yaşıyorsun ve aslında bir yandan da iyi bir şey
bu. Çünkü çoğu insan bu elekten geçmiyor. 60-70 yaşlarına gelip, hiçbir
eleştiri kabul etmeden, bu yüzden de değişmeden, aynı kalmayı iyi bir şey
zannederek, “Ben zaten mükemmelim,” diyerek devam edebiliyor insanlar. O
anlamda iyi bir şey.
YHT: Ama öte yandan insan kendini mükemmel hissetmezse bu işleri
yapamazmış gibi geliyor bana.
MAVİ: Bir gelişme payı her zaman olmalı. Evet, sonuçta
hepimiz mükemmel bir oluşumuz ama gideceğimiz bir yer her zaman var. Kendimizi
bilip ona uygun yerlere gitmek lazım. Olmuşsan ölmüşsündür bence. Bir tek
taşlar değişmiyor yeryüzünde, onlar da ufalanıyorlar bu yüzden.
YHT: İşin içine profesyonel olarak girince neler gördünüz?
MAVİ: Aşırı da içine girmedim. Sosyalleşmeyi, akşamları
çıkmayı filan çok sevmiyorum zaten artık. Tam o yaş dönümüme denk geldi.
Birazcık gezindim, sonra çekildim. Neler gördüm? Bir, kimsenin senin telefonuna
geri dönmesini filan bekleme. Herkes çok meşgul ve bu kişisel bir şey değil.
Kimlerin kimlerin telefonlarına dönmediğini ve arayanın kriz geçirdiğini
biliyorum. Yani kim olursan ol çok önemli biri değilsin, bunu kabulleneceksin.
Onun dışında sektörde profesyonelliğin olmadığını görüyorum. Aranjörlerde de
öyle, menajerlerde de öyle, herkeste. Benim iki menajerle çalışmaktan son anda
vazgeçtiğim oldu ve her ikisi de çok duygusal tepkiler verdiler bu duruma. “Bu
mesajı aslında sevgiline yazıyor olman gerekiyor,”dediğim durumlar oldu. Garip
bir şekilde oralarda bir ayarlar kaçıyor. Yabancı özentiliği yapmak istemiyorum
ama profesyonellik anlamında Avrupa’dan ve Amerika’dan çok uzaktayız.
Bir de şunu gördüm: “Ne garantiyse onu yapalım, şu tuttuysa
onun üç benzerini yapalım.” Tutan şeyin tutmasının tek sebebi o altyapı olmayabilir.
Belki başka şeyler de vardır. Sen üç benzerini yaptığında çoğunlukla vasat bir
şey yapıyorsun. Dolayısıyla çoğu insanın, hatta çok iyi yıldızların da garanti
olsun diye diskografilerinin büyük şirketler tarafından vasatlaştırılmasını son
birkaç yıldır üzülerek takip ediyorum.
YHT: Oyunu kuralına göre oynamak adına istemediğiniz kimi şeyleri de
yapmak zorunda kaldınız mı?
MAVİ: Çok. Bir de şu anlamda biraz salağım (aynen kelime
bu): Ben çok fikir alırım, çok da dinlerim. Özellikle sudan çıkmış balık
olduğum zamanlarda dinliyordum. Ama düşüncesini ciddiye alacağınız insanın,
sonrasında o düşüncesinin gerektirdiği başka şeyleri de peşi sıra yapması
gerekiyor. Misal, bir şarkıyla ilgili fikir verdi, “Bu şarkıyı yap,” dedi. O
şarkıya bir de klip çekilmesi düşünülüyor. Ama sonra o şarkının klip bütçesini,
doğru platformlarda tanıtılmasını filan sağlayamazsan o şarkı zaten bir işe
yaramıyor. Yani bir fikir akla geliyor ama arkası gelmiyor. Yine bir Türk
klasiği aslında bu. Daha ortada bir şey yokken işin son cilasını düşünmek. Bir
lastiğimiz var, üç lastik, bir de araba olsa tamam olacağız gibi bir hadise.
Tamam, benim saç rengimi ve kıyafetimi değiştirelim ama ona gelene kadar belki
de esas benim müziğimi değiştirmeniz gerekiyordu, belki de beni tamamen atmanız
gerekiyordu filan. Sektörde her şeyi yönetebilen, geniş ekipler yok. Ya
yönetici tarafında sıkıntı var, ya iş takibi kısmında sıkıntı var. Genel olarak
bir kopukluk oluyor ve bu yüzden herkes yaptığı işi kendi kovalıyor, ben dâhil.
Kovalamazsan da ucu kaçıp gidiyor zaten.
YHT: Şimdi yedi yıl geriye dönseniz, neleri yapmazdınız?
MAVİ: Şimdi olsa acele etmezdim. Çünkü kimse kimsenin işini
“ay hemen çıksın” diye beklemiyor. Bir takım işlerde, şarkı seçimlerinde,
kliplerde insanları ittirdiğim, acele ettirdiğim oldu benim de. Acele
etmeseydim daha iyi bir şeyler çıkardı ortaya belki. Onun dışında tabii
çalışmasaydım dediğim insanlar filan var.
YHT: En çok hangi işlerinizin ilgi gördüğünü düşünüyorsunuz?
MAVİ: Ben kamuoyu yoklamasını esas Twitter’dan yapıyorum.
Çünkü bir şarkıyı insanlar ne zaman birbirlerine göndermeye başlamışsa
(şarkının sahibini etiketlesin ya da etiketlemesin) o şarkı yayılmış demektir.
YouTube tıklamalarına filan bakmıyorum, inanmıyorum onlara çünkü. Mesela benim
“Yakışmaz Bana” ve “Kış Masalı” şarkılarım deliler gibi çalındı ama biri beş
yüz bin tıklama, biri de ona yakın bir yerlerde duruyor. Ama ikisi de çok
paylaşıldı, onu biliyorum. “Kaptan” var bir de. İlk şarkım “Otuz” da ilk
çıktığında benim hikâyemin de etkisiyle o zaman bayağı bir ses getirmişti.
Beyazlar, Okanlar, gazeteler, röportajlar filan epey bir ivme sağladı bana ama
belki o başka bir şarkı da olsa aynı şey olurdu.
YHT: Kendi yazdığınız şarkılar mı, başkalarından şarkı almak mı?
MAVİ: Kendi yazdığım şarkılar tabii çünkü diğer şarkılar çok
pahalı. Çok beğendiğim şarkılar var. Mesela Alper Narman ve Onur Özdemir’in
şarkılarını hep çok beğeniyorum. Metin Arolat’a verdikleri “Karavan” diye bir
şarkı vardı mesela. Onu bir Onur’un sesinden dinlemek lazım. Zaten çoğu şarkıyı
Onur söyleyince deniz derya oluyor. “Cehennem” diye bir şarkıları vardı, şimdi
Ayşe Hatun Önal’ın albümünde, onun da peşinden beş sene filan böyle ağlayarak
koştum. Ama bütün bunlar on ayaklı filan işler. Asla şarkıyla bitmiyor mesele.
Şarkıyı alıyorsun, senin sesine yakışmıyor, sana yakışıyor, aranjede şarkı
ölebiliyor. Hepsi güzel oluyor, klip de saçmalanabiliyor. Klip de güzel oluyor
bakıyorsun ekonomik krize denk geliyor, tanıtımı olmuyor, ortada kalıyor filan
derken… Hem şarkıya, hem aranjeye, hem klibe o kadar para vermek… Kimse o kadar
zengin değil, şayet galerici bir sevgilin yoksa. Benim yok. Büyük risk bence bu
iş. O yüzden hediye eden varsa alırım, verdiler de almadım değil ama onun
dışında zor.
YHT: Nasıl şarkı yazıyorsunuz? Bir formülünüz var mı yoksa
kendiliğinden mi gelir şarkılar?
MAVİ: Daha çok kendiliğinden. Asla formüle dayalı değil,
kafam basmaz zaten öyle şeylere. Daha çok şöyle oluyor, “Artık bir şeyler
yazmam lazım, aylardır yazmadım,” deyip oturup saatlerce bir şarkıya çalışıp
sinirlendiğim bir noktada, o anda birden bambaşka bir şarkı çıkıyor. “Müstahak”
öyle çıktı mesela. Yavaş bir şarkıyla cebelleşirken, onun melodisi geldi
birden. Aynı gün “Dünya Güzeli” de çıktı. Anladığım kadarıyla angarya yaparken
hayal gücü oradan bir yerden fırlıyor. Ama orada olman lazım ki onu
yakalayabil. Biri demiş ya hani “İlham geldiğinde orada olmakta fayda var,”
diye. Dolayısıyla ben de en azından zaman ayırmaya çalışıyorum. Kalem kağıt
alıyorum, klavyeyi önüme çekiyorum, kulaklığımı takıyorum. Önceden yazdığım
şeylere bakıyorum filan.
YHT: “Geçmişinde ciddi yaralar varmış gibi bir görüntü veriyor”
demişler Ekşi Sözlükte sizin için?
MAVİ: Evet ya, niye öyle? O ne enteresan tespittir öyle?
Vardır, doğrudur, hatta çok vardır. Böyle enteresan tespitler oluyor.
“Gidersen”i stüdyoda okurken bir şey oldu. Benim okuduğum yerle Caner’in (Karamukoğlu)
olduğu yer arasında cam yok ve birbirimizi görmüyoruz. Şarkıyı okuyorum filan
derken o ara ben Caner’e bir şey anlatmaya başladım. Kafamda bir mesele var,
bir takım olaylar var. Onları anlatıyorum, o bir şey sordu filan, sinirim
bozuk, ben ağlamaya başladım. Kulağımda kulaklık, Caner içeride. “Dur oraya
geleyim,” dedim. “Hele şu şarkıyı bir oku da, sonra konuşuruz,” gibi bir şey
söyledi. Sonra şarkıyı ben bir oku! Öyle “ağlak” bir kayıttır “Gidersen”. Sonra
klip çekilirken de bir kış günü, çok soğuk bir yer, hem üşüyorum, ağzımdan
buhar çıkıyor, hem de ağlayacak haldeyim filan. Biri YouTube’da klibin altına
şöyle yazmış: “Eğer ağlamamak için tavana bakıyorsan, gerçekten bitmişsindir.”
YHT: Demek ki insanlara geçmiş o his.
MAVİ: Evet, geçiyor bir şekilde. Sadece hoşa giden yorumlar
da değil. “Onlar anlamaz,” filan derler ya bazen dinleyenler, izleyenler için.
Anlıyorlar! Doğru kelimeyle ifade edemeyebilir ama bir şekilde seni inandırıcı
bulmuyor mesela yaptığın bir işte ve hemen puanını veriyor. Çünkü herkesin öyle
ya da böyle bir duygusal zekâsı var ve samimiyeti de samimiyetsizliği de
hissediyor.
YHT: Bu yeni projeden bahseden basın bültenlerinde “iyi müzik” tabiri
geçiyor. Nedir iyi müzik?
MAVİ: Aslında öyle çok büyük iddialarda bulunmuyoruz. Acayip
yeni bir şey de keşfediyor değiliz. Müzikte keşfedilmemiş bir şey keşfetmek
bence biraz zor. Artık tamamen susup durmamız belki yeni bir şey olabilir. Ama
hedefi “radyoda duydukları anda aman değiştirmesinler” olmayan, “20 saniyede
‘intro’dan söze girsin” olmayan yani matematiği olmayan bir şey yapıyoruz. Dinlemekten
sıkılmayacağımız, eskiden olduğu gibi canlı kaydedilmiş, partisyonları
defalarca dinleyebileceğimiz bir şey yapmaya çalışıyoruz. Müzikalitesi olan,
sözlerinin de nispeten edebi değeri olan ama günümüzün diliyle de harmanlanmış
şarkılar. Mesela sadece vurucu olsun diye konulmuş sözlerle değil, gerçek
hisleri ifade eden sözlerle bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Birazcık samimiyet
peşindeyim ve iyi müzik yapmaya özeniyorum, öyle diyeyim.
YHT: Bir de Sıla’ya benzetilme durumu var klip altı yorumlarında.
MAVİ: Tiplerimiz benzemiyor aslında ama kliplerde
benzetiyorlar. Sesle alakalı olarak benzediğimizi düşünmüyorum açıkçası. İzel’e
daha çok benziyor bence. Candan Erçetin’e, Nazan Öncel’e filan benzetenler de
oluyor. Sıla’yla belki şöyle bir ortak noktamız var: Kendi şarkılarını yazan
kadınlarınız ve galiba ikimiz de biraz “dayı” tipleriz. Bizde biraz birisini
birisine benzeterek konumlamayı seviyor insanlar. Hadi yurt dışına gidersin de
San Marco Meydanına “Burası da buranın Bağdat Caddesi,” filan dersin ya. Onun
gibi. Sıla’ya benzetilme muhabbetinin biraz suyu çıktı ama yapacak bir şey yok.
Sandığım kadar benzersiz birisi değilmişim demek ki.
YHT: “Saz Söz Mavi” bir akustik
proje ve akustik müziğe karşı yükselen bir ilgi var son zamanlarda. Bunu neye
bağlıyorsunuz?
MAVİ: “Herhalde artık sıkıldılar”a bağlıyorum; inşallah tabii.
Bizde müzik sektörü batarken dizi sektörü hortluyor. Dizilerde gitar-vokal
şarkıları dinledikçe insanlar duyguları tekrar akustikte bulmaya başladılar
galiba. Bunu şu anda buldum, daha önce düşünmemiştim. Ama sahiden de Onno Tunç
tadında daha kalabalık aranjeler değil ama gitar- vokal işleri yürüyor. O
yüzden Sofar videoları filan ilgi görüyor. Çünkü müzik dinleme alışkanlıklarını
biraz da gündelik alışkanlıklar belirliyor ve insanlar müzik televizyonu
izlemekten dizi izlemeye doğru kaydılar.
YHT: Siz kimleri dinlerdiniz, dinlersiniz en çok?
MAVİ: Ortaçgil çok dinledim, Yeni Türkü, Nazan Öncel,
özellikle Sezen çok dinledim. Ama hiç Sezen’e benzetmediler beni; üzülüyorum ne
yalan söyleyeyim. Onun gibi söylemeye çalışmıyorum tabii ama birine benzemeye çalışsam
o Sezen olurdu. Onno Tunç bestelerini filan geçmişte yaladık yuttuk zaten.
Sonra Night Arc dinlerdim ben, Arto Tunç. Fikret Kızılok dinlerdim. Türk sanat
müziği dinlerdim, Samime Sanaylar, Zeki Mürenler, Müzeyyen Senarlar… Hâlâ
dinliyorum. George Michael’i çok sevdim, Michael Jackson’ı çok sevdim, Duran
Duran dinledim o dönemler. Tabii son yedi senedir bu işlerin içinde olduğum
için birazcık mesleki deformasyon oldu galiba, çoğu zaman dinleyesim gelmiyor.
Çünkü iş icabı zaten sürekli bir şey dinliyor oluyorsun ve soğuyorsun konudan.
Ama hiç utanmadan güncel şeyleri de dinlediğimi söyleyebilirim. Rihanna
dinliyorum mesela. Türkiye’den de Yüzyüzeyken Konuşuruz’u, Adamlar’ı çok
beğeniyorum. Mabel’in şairliğini, Kalben’in şarkılarını… Pop tarafında insanlar
artık kendilerini tekrar ediyor gibi geliyor bana. Yalın’ı da, Kenan Doğulu’su
da, ne bileyim. Oralardan artık kendime yeni bir şey bulamıyorum. Göksel’den
buluyorum arada. Onurr’u beğeniyorum.
YHT: “Yok artık bunu da mı yapmışlar?” dediğiniz oluyor mu müzik
sektörünü takip ederken?
MAVİ: Valla oluyor. Benim insan olarak “Buna da mı albüm
yapmışlar?” dediklerim de var. Bana kalsa bazı insanları direkt sileceğim müzik
dünyasından. Ama bana kalmıyor tabii. Aynı şeyi benim için de söyleyen vardır.
Ama sahiden bazı şarkılar olmamalı, bazı şarkıcılar olmamalıydı. Mesela Ayşe
Hatun Önal’ın “Çak Bir Selam”ını ilk dinlediğimde “Ya bunu nasıl söylemiş?”
dedim ama üçüncü beşinci dinlememde eşlik ediyordum, söylüyordum, çok beğendim
şarkıyı. Ama o şarkıyı almak bile bir risk o anlamda. Ben utanırdım söylemeye.
Zaten o utanç duygumu aşabilsem, muhtemelen bir sürü “hit” şarkım olurdu
şimdiye dek. Bir de ben bu işe hikâyelerim var, yazacağım, kendi dilim olacak
diye girdim. Yoksa bir şarkı alacağım ve bir numara olacağım diye girseydim, o
bambaşka bir kafa. Bir seferlik o parayı harca, o şarkıyı söyle, imajını yap,
çık, olsun bitsindi ama öyle olmadı.
YHT: DMC’den Pasaj Müzik’e geçiş nasıl oldu?
MAVİ: Bizim şirket kalabalıklaştıkça kalabalıklaştı. O kadar
çok isim var ki onların arasında kanallarda, radyolarda filan da artık bir
ezilme durumu oluyordu. Şirketten dolayı pop yaptığımı düşünenler antipatik
yaklaşıyor, alternatif görenler radyolarda çalmıyordu. Ben artık çok pop bir
şey de yapmak istemiyordum bir yandan. Pasaj Müzik zaten DMC’nin işbirliği
içinde olduğu bir şirket. Benim de yapı olarak Pasaj’la anlam bütünlüğü
yakalayacağımı düşündük. Bir de seneler önce Pasaj Müzik’e de bir rest
çekmişliğim vardı. Seneler sonra “Ben galiba o zaman ayıp ettim. Alır mısınız
beni?” diye geri döndüm. DMC’dekiler de hâlâ yakın arkadaşlarım ve onlarla
fikir alışverişi yaptığım oluyor bu arada.
YHT: Pasaj Müzik’in DMC’den transfer yapması sık görülen bir durum
değil aslında.
MAVİ: Demek ki ben DMC sanatçısı değilmişim zaten (gülüyor.)
Evet, evet belki de Pasaj sanatçısıymışım. Tabii sonuçta alternatif müzik de
yeni parladı. Benim yedi sene önce firmalara ilk dinlettiğim şarkılar, Hasan
Meten’le Ada Müzik stüdyosunda yaptığımız akustik albüm için bana şunu
söylemişlerdi: “Bu albüm piyasada tutmuş birisinin cesaretle ama üçüncü albüm
olarak yapacağı bir albüm.” Sonrasında Kalben mesela geçen sene onu yaptı. Ben
o zaman onu yapsaydım ya da ısrar edip bekleseydim, daha pop bir şeyler
yapmasaydım muhtemelen şu anki alternatifin öncülerinden biri ben olacaktım. O
dönem öyle bir durum olmadığı için ben de birazcık akıl dinledim. O zaman için
doğru akıldı çünkü kimse beş sene sonrasını bilemiyor ama yine de insanın her
konuda kendine güvenmesi ve kendine ihanet etmemesi lazım.
Röportaj burada bitiyor ama sohbet bitmiyor tabii. Kafe
giderek kalabalıklaşır, saatler hafta içi iş çıkış vakitlerini göstermeye hazırlanırken,
Mavi’yi bir arkadaşı ile baş başa bırakıp bilumum marka oyuncak, kulaklık, telefon filan
satan zincir mağazalarından birinin kıyısına köşesine yerleştirdiği kitap ve
müzik raflarına şöyle bir göz atmak üzere alışveriş merkezinin dehlizlerine doğru
yol alıyorum. Derken birlikte fotoğraf çektirmeyi unuttuğum geliyor aklıma ve
gerisingeri dönüyorum. Fotoğraf denilen şey hayatımın önemli bir kısmında hiç
de kolay elde edilemeyen, zahmet, emek ve sabır isteyen bir şeydi. Bizim kuşak iyi bilir.
Nükhet Duru’yla çektirdiğim ilk fotoğrafın 36’lık filmin ilk karesi olması
nedeniyle o filmin dolmasını, dolduktan sonra tab edilmesini beklemem, sonra
ilk kareyi fotoğrafçının nedense tab etmediğini görünce yaşadığım hayal
kırıklığı ve sonra filmin tekrar beklemem ve sancılarla geçen bekleme süreci
sonunda o biricik fotoğrafa kavuşmam bu konuya dair travmatik bir hikaye olarak
kazılı hâlâ beynimde. Hal böyleyken hayatının her anını çık çık çık fotoğrafa
döküveren, bir şeyi yapmadan, yemeden, biriyle konuşmadan, bir yere gidince ya
da gitmeden ilk önce fotoğraf çeken / çektiren genç neslin o refleksi yok
bende. Mutlaka unutuyorum her defasında. Neyse ki bu defa unutmanın kıyısından
dönüyorum.
Fotoğraf da böylece çekiliyor ve ben Mavi’yle bir kez daha
vedalaşıp, bana röportajdan hemen sonra dinlettiği yeni şarkısının mutlu
melodilerini mırıldanarak malum zincir mağazaya yollanıyorum. “Şarkının adı ‘Mecnun’
olmasın; ‘Annen Düşünsün’ olsun demiştim dinledikten sonra. Bakalım, çıkınca
göreceğiz ne olacağını.
EYLÜL 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder