Nükhet Duru Röportajı (2015)

"NE KADAR ÇOK ŞARKI SÖYLERSEM, O KADAR KÂR"


(8 Mayıs 2015 tarihli Milliyet gazetesi Cumartesi ilavesinde yayımlanmıştır. Burada yayımlanan röportaj, gazetede yayımlanmayan bölümleri de ihtiva etmektedir.)

Nükhet Duru, “Aşkın N Hali” adı verilmiş yeni albümünde, Tanju Okan, Hümeyra, Selda Bağcan ve  Nilüfer gibi kendi döneminin şarkıcılarının yanı sıra, Şebnem Ferah, Halil Sezai, Cem Adrian ve Redd gibi bugünün popüler isimlerinin şarkılarını da söylüyor. Duru’yla hem yeni albümü, hem de ‘Nükhet Duru olmak’ üzerine konuştuk.   


YAVUZ HAKAN TOK: Geçen yıl boyunca Timur Selçuk’la birlikte bir konserler serisi, şimdi de böylesi bir albüm… Özlenen Nükhet Duru geri mi döndü? Nerelerdeydi?

NÜKHET DURU: “Gel kaliteli kaliteli şarkı söyle de insanları toplayıp dinletelim,” diyen yoktu ki. “Hiç oynatmadan gitti!” diyorlardı. Ama artık sanıyorum insanların da kulağı biraz yoruldu müzikteki sentetik işlerden. Sentetik bir iç çamaşırı ne yapıyorsa insan vücuduna, sentetik müzik de ruhuna aynı şeyi yapıyor. Eğer fazla nazik olmaya çalışmazsam, müzikte son yıllarda gerçekten bir kirlilik vardı. Bunun kenarından geçerek, çok da içinden olmadan ama dışında da değilmişim gibi davranmaya çok uğraştım, emek verdim. Ama gördüm ki samimi olmaya çalışmakla gerçekten samimi olmak aynı şey değil. “Müziğe ilk başladığım biçimde nasıl yapabilirim?” dedim. Timur Hoca’yla verdiğimiz konserlerde halkın o şarkıları nasıl sevdiğini ve yeniden söylendiğinde nasıl tazelenebildiğini gördüm. O beni cesaretlendirdi.


YHT: Tamamen canlı çalınıp söylenmiş, canlı kaydedilmiş bir albüm yapmak fikri nasıl oluştu?

ND: O konserler sırasında, oturup, konuşuyor, günde 16 saati filan birlikte geçiriyorduk ekip olarak. Kendi aramızda yaptığımız beyin fırtınalarında müzisyen arkadaşlarım dediler ki: “Nükhet sahnede şarkı söylerken o kadar iyisin ki, bizi uçuruyorsun. Çalarken çok zevk alıyoruz.” E mademki bu kadar zevk alıyoruz, girelim stüdyoya, sahnedeki gibi çalıp söyleyelim diye düşündük. Orkestra şefim Osman İşmen de “Eski zaman gibi işte, en iyi bildiğim şey,” dedi. O yıllarda Onno Tunç, sadece şarkıların bas partisyonlarını çalardı, ben onun üzerine söylerdim. Diğer enstrümanlar benim söyleyişime uyarak çalardı. Bu, günümüzde ne her müzisyenin, ne de her şarkıcının yapmaya alışkın olduğu bir şey. Artık “edit” diye bir şey var. Hece, kelime, harf, virgül, nokta, ünlem… Girip söyleyip çıkmak yok. Yok yarısını alıyorsun, yok ilk cümleyi bir daha alıyorsun. “Aa burada sorun var,” diyorlar, hemen onu otomasyona sokup detoneyi temizliyorlar. Tüfek icat oldu mertlik bozuldu. Biz halen stüdyoya girip, çalıp söyleyip çıkabiliyorsak, bunun bir değer olabileceğini düşündük.


YHT: Orkestrayla birlikte stüdyoya girmek zor ama bir yandan da eğlenceli olsa gerek?

ND: Öncelikle sahnedeymiş gibi hissetmek için şıkır şıkır, süslü püslü, makyajlı gittim stüdyoya. Hani müzisyenler birlikte oturup doğaçlama çalarlar ya, o havaya girebilmek için de birazcık içki içtim. Onlara da içirdim. Sofralar kurdum. Yenildi, içildi. Sonra “Kalkın girelim artık kayıt yapalım,” dedik. Göz göze, birbirimize bakarak yaptık o kayıtları. İki buçuk gün kadar bir sürede bütün albümün kaydı bitti. Kalakaldık biz de. “Bir tane daha mı yapsak acaba?” dedik birbirimize. Normalde bir tek şarkı yapıyorsun, bir ay stüdyoya gidip geliyorsun. Benim buna vaktim yok, bunu anladım. Kalan ömrümde ne kadar çok şarkı söylersem o kadar kâr bana.


YHT: Siz bir de fena halde konsantre oluyorsunuz şarkı söylerken. Geçen yaz bir konserde yanağınıza kağıt peçete parçası yapışmıştı. Aşağıdan o kadar işaret ettiler ama fark etmediniz bile. Orada değildiniz sanki.

ND: Sahiden kimseyi görmüyorum. Oyunculuğun bir şizofrenisi vardır ya, bu da şarkıcılığın şizofrenisi galiba. Şarkıya, melodiye, sözlere o kadar sarılıyorum ki o anda, başka hiçbir şey görmüyor ve duymuyorum. Ben mesleğimi hep bir tiyatro oyuncusu tarzında yaptım. Hayatta beni en fazla tedavi eden şey, adına meslek dediğim şey olduğu için, kendi gönlümde duyduğum melodileri dilime döküyorum. Bu tabii ki öyle çabucak olmadı. Şu an en iyi dönemimi yaşıyorum şarkıcı olarak. Çünkü telaşlarım yok ve ne istediğimi biliyorum. Eskiden de ne istediğimi biliyordum ama ne istemediğimi bilemiyordum bir türlü. “Bu olmaz,” demeye çok utanıyordum. Duyduğum, gördüğüm her şarkıya yapışıyordum. Onu da söylerim, onu da söylerim… Niye böyleydi bilmiyorum, bir gizli delilik olsa gerek.


YHT: Hiç kendinizi yorgun hissedip, çekip gideyim, hayatımı yaşayayım diye düşündüğünüz olmuyor mu?

ND: Yorulmam ben. O kadar çok sevdiğim bir iş yapıyorum ki yorulmam mümkün değil. Sevdiğim işin arkasındaki detaylardan yoruluyorum sadece. Özgürce seçim yapamamak, tavrını koyamamak; tavrını koyduğunda yetmiş defa tokatlanmak... Mesela fiziksel olarak herkes her şeyi yapar, saçını, giyimini değiştirir, ben bir yerime bir şey yapınca “Aaa saçmaladın ama!” derler hemen. “Çok moda, herkes lens takıyor, ben de takayım,” dedim, “Allah kahretsin seni, ölü balık gibi bakıyorsun!” dediler. “Bak bu da dekolte, omuzlarım açık,” diyorum mesela, “Yok şekerim, senin göğüs dekolten olacak illa,” diyorlar. Öyle bir yerleşmiş imaj var ki üzerimde... Üstelik parayla da alınmamış, kendiliğinden oluşmuş. Sokakta yolumu çeviriyorlardı bazen. Bir taraftan mutlu ediyor bu beni ama bir taraftan da cendereye sokuyor.


YHT: Bir de son dönemin müzik piyasası kuralları var… Müzik televizyonlara, radyolara şarkı, klip beğendirmek filan… Kıdemli bir şarkıcı olarak zorunuza gidiyor mu böyle şeyler?

ND: Benim kimseye beğendirmeye hevesim yok. Ben yaptığım işi beğendim mi, salarım çayıra Mevlâm kayıra. Bu albümde de şarkıları seçerken kim sever, kim sevmez, hangisi hit olur, hangisi olmaz gibi hesaplar asla güdülmedi. Ben sevdiğim şarkıları sıraladım, bilmediklerimi de bana önerdiler, dinledim, yine sevdiklerimi seçtim.

Ayrıca bütün bu karmaşanın içerisinde herkes kendi radyosunu, kendi televizyonunu oluşturmaya başladı aslına bakarsan. Eskiden de kolay değildi bu işler. Bundan otuz yıl önce bir şarkıyı bulurduk, çalması, söylemesi, kaydetmesi iki ayı bulurdu. Zaten üç tane stüdyo vardı. Boş zamanını bulacaksın, sıraya gireceksin. Zaten arabeskçiler çok para verir, stüdyoları kapatırdı. Biz gece on ikiden sonraya yer bulurduk çoğu zaman. Müzisyeni bulacaksın, stüdyoya getireceksin, çaldıracaksın. O meşakkatle yaptığımız şarkıların çoğu da denetimden geçmezdi. Benim repertuarımın neredeyse yüzde altmışı yasaklıydı. Yüzde kırkıyla ben Nükhet Duru oldum. Yok o solcu derlerdi, yok kıyafeti dekolte derlerdi. Bazen sebebi de belli olmazdı. O kadar üzülürdüm ki. Zaten bir tane kanal var. Yok, bir türlü şarkıyı duyuramıyorsun. Hadi şarkı geçti diyelim, bu defa da ayda birden fazla televizyona çıkamazdın. Nasıl çıldırmadık ben bunu bilmiyorum.    


YHT: Bunca yıldır bu işi yapıyorsunuz ama ben bildim bileli siz hiç multi milyoner bir şarkıcı da olmadınız bir türlü… Nerede hata yaptınız acaba?

ND: Bunu hata olarak görmüyorum. Herkesin benden beklediği şöhret ve başarıya da sahip olmadım aslında. Yakınlarım, benim yeteneklerimi bilenler benim dünya standartlarında bir şarkıcı olduğumu söylerler. Üstelik de okulunda okumadan… Oysa ben okulunda okuyordum aslında. Benim o gün geçtiğim yollardan bugünkü gençler geçemez çünkü artık öyle bir platform yok. Benden beklentiler çoktu, istekler çoktu. Ama ben bütün o beklentilere cevap verecek olsam, Nükhet’i kaybedebilirdim. Kendi istediğim yerde kalmayı tercih ettim.

Bugün ne mutlu ki arkamda bir kalbi kırık ordusu bırakmadım. Ben beni kaybetmeden hâlâ Nükhet Duru’yum. Bir sürü şeyden vazgeçtim. Geçen bir toplantıda oturduğum koltuktan kalkıp birine yer vermişim, sosyal medyadan yazmışlar hemen, “Senin o koltukta oturman lazımdı,” diye. Ben yer vermekten o kadar mutluyum ki oysa. İnsanların kendine fazladan mana yüklediklerini düşünüyorum. Hanedan lakaplarına takılmıyorum hiç… Ne kraliçe, ne sultan, ne prenses… Hiç oralarda değilim. Ben başladığı zamanki ruhunu hâlâ taşıyan küçük bir şarkıcıyım. O kadar hak edilmiş gibi görünen unvan var ki etrafta. Bunların hepsi insan icadı şeyler oysa. Benim arkamdan “insandı” desinler, bana yeter. Bırakın beni, şarkımı söyleyeyim. İzin verseler metro istasyonlarında şarkı söyleyeceğim ama vermiyorlar.


YHT: Albümün ilk klip şarkısında, “Ben sana hâlâ aşığım,” diye haykırıyorsunuz. Çok içten bir şey var o haykırışta. Kim üstüne alınmalı bu itirafı?

YHT: Kim isterse… Bana ne, benden çıktı laf, onlar düşünsün. (Gülüyor.) E tabii vardır kenarda köşede kalmış bir şeyler… Aslında o hissi yaşamış olmak, zamanla geçmiş olsa bile, canlandırmaya yetiyor. Çok şükür ki ben yaşadım. Hayatımda aşksız kaldım diyemeyecek kadar mutluyum. Bundan sonra ne olur bilmem. Gelin ata binmiş, ya kısmet demiş.

YHT: Sosyal medyayı kullanmayı seviyorsunuz gördüğüm kadarıyla. Kendiniz yazıyorsunuz genellikle ve orada insanlara umut veren bir Nükhet Duru var. 

ND: Ben hayatı güzelleştirmeye geldiğime inanıyorum. Bunu bin yıldır da söylerim. Birisini birazcık tebessüm ettirebiliyorsam, bu kârdır. Oraya yapılan yorumlar hoşuma gidiyor. Hayata baktığın noktayı değiştirmek gerekiyor. Bu öğrenilebilir bir şey. Ben de öğrendim. Doğru insanlarla arkadaşlık ederek, bana yanlış gelenlerle ahbap olup ama uzaktan idare ederek… Sosyal medyanın sadece şu gün buradayım bugün şuradayım diye kullanılmasını çok dramatik buluyorum. Bu kadar mı yalnız diye düşünüyorum o kişi için. Çok da ayıp geliyor bana. Gelin bize, hadi bilet alın der gibi…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder