"BİZDE ALBÜMÜN RAF ÖMRÜ BİR SENE"
(Milliyet Sanat dergisi Nisan 2016 sayısında yayımlanmıştır. Buradaki röportaj dergide yayımlanmayan bölümleri de içermektedir.)
“Komik olmanın zekâyla çok ilintili olduğunu düşünüyorum
ben,” diyorum. “Belki bir şeylerden kaçış da olabilir,” diye cevap veriyor daha
ben cümlenin arkasını getirmeden. Lafı ağzımdan alıyor yani. Evet komik, evet
eğlenceli ama Emel’in hikâyesi bu ülkede sevdiğiniz işi yapabilmek için
geçmeniz gereken taşlı dikenli yollara, bu esnada sahip olmanız gereken azme,
inada ve sabra ve elbette şansa dair çok şey anlatıyor ve bu nedenle “Emel’le
bir röportaj yaptık, aman ne güldük ne güldük,” cümlesini kuramamak pahasına,
bu hikâyenin içine girmeye heves ediyorum.
Emel’in dokuz yıl aradan sonra yayımlanan yeni albümü “Emel
İle Yeniden”, eski şarkılarını yeni düzenlemelerle seslendirdiği bir ‘en
iyileri’ projesi. Geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle piyasaya sürülen albüm, on
şarkı ve bir farklı versiyondan oluşuyor. Bu vesileyle Emel’le bir araya geldik
ve hem albümü, hem de onu bu albüme kadar getiren 30 yıllık kariyer hikâyesinin
ilk yıllarını konuştuk.
YAVUZ HAKAN TOK: Son albümünüzden bu yana dokuz yıl geçmiş. “Artık o şarkı söylemeyi
bıraktı,” diyorlardı sizin için. Bırakmış mıydınız sahiden?
EMEL MÜFTÜOĞLU: Ben zaten bu işe profesyonel olarak başladığımda, 40 yaşına
gelince bırakacağım demiştim. Bu işin mutfağında olmayı daha çok sevdiğim için
böyle bir karar vermiştim. Çok fedakârlık isteyen bir iş bu. Ajda Hanım gibi
çok sistemli olursun; ne şarkı söylemeyi bırakırsın, ne fizik olarak kendini
bırakırsın. Kararlısındır. Benim böyle bir enerjim yok açıkçası. Yapmamayı
tercih ettim. Ama hayatın ne getirip ne götüreceğini de bilemezsiniz. Öyle bir
proje çıkar ki karşınıza, yaparsınız. Onun için de çok keskin, net bir şey
söylemedim. Hiç öyle bir beyanım olmadı.
YHT: Göz önünde görünmeseniz bile müzik piyasasında adınız hep anılıyor. Size
danışan, sizden fikir alan, sizinle yol alan çok müzisyen var. “Müzik
piyasasında her yol Emel’e çıkar,” gibi bir durum var sanki?
EMEL: Estağfurullah, o kadar da değil. Ama evet, iyi bir aracıyım
ben. Bu piyasada çok fazla arkadaşım var ve hepsi de iyi arkadaşlarım. Benim
onların mutfaklarında olan her şeyden haberim oluyor dolayısıyla. Bir şarkı ilk
çıktığında benim mutlaka haberim oluyor ve ben o şarkının kime giydirileceğini
hemen hissedebiliyorum. E ismini düşündüğüm kişi de zaten tanıdığım biri
oluyor.
EMEL: Aynen öyle oluyor evet. Ama ben aslında bundan keyif
alıyorum. Herkes albümünü yaparken mutlaka arayıp “Sen bilirsin, bana uygun
şöyle şöyle şarkı var mı?” diye soruyor. Bir bakıma görevimmiş gibi oldu bu.
Ama hiçbir zaman da gocunmuyorum bundan.
YHT: Bir “best of” albüm yapma fikri nasıl doğdu?
EMEL: Fikri değil, emri diyelim. Emir Sezen Aksu’dan geldi. “Bunu
yapacaksın,” dedi. O deyince boynumuz kıldan ince.
YHT: Ama sizden böyle bir albüm bekleyenlerin sayısı da az değildi galiba?
EMEL: Sosyal medya üzerinden sürekli bunu işitiyordum. Yakın
çevremden de. Şu bakımdan da çok aklıma yattı: Bizde bir albümün raf ömrü en
fazla bir sene sürüyor. O bir seneden sonra aradığınızda o albümü
bulamıyorsunuz bile. Benim ’90 yılından bu yana yaptığım albümlerin hiçbiri bende
bile yok. Dolayısıyla o şarkıların tekrar söylenmesi gerekiyordu.
YHT: Neye göre seçildi şarkılar? Kriter neydi?
EMEL: Onların seçimini de tamamen Sezen Aksu yaptı. Hatta bu
konuda sitem de alacağımızı biliyorduk, “Niye şu şarkı yok, bu şarkı yok?” diye
ama onun altından kalkamazsınız. O zaman hepsini yeniden söylememiz gerekir.
Biz “Karlar Düşer” albümünden itibaren mümkünse her albümden en bilinen, en
kült olmuş bir iki taneyi alalım gibi bir mantıkla gittik. Aslında albüme en
çok koymak istediğim şarkılardan biri, en fazla istek alanlardan da biriydi:
Ercan Saatçi’nin bestesi “Sakatlık Bende”.
Yeni düzenlemesini de Ercan yapacaktı ama çok uzadı o iş. Ben de iyisi
mi bu böyle çıksın, ona sonra bakarız dedim. Yoksa bir sene daha bekleyecekti
albüm. Tabii sosyal medya üzerinden “Çok sevdik, çok güzel albüm ama keşke şu
da olsaydı,” diye her gün birisi bir şarkı ismi ekliyor. Bunun sonu yok.
YHT: Eskileri tekrar dinlerken “ay ne kötü söylemişim” mi dediniz daha çok,
yoksa “vay be, ne şahane işler yapmışım” mı?
EMEL: İyinin sonu yok. Şunu biliyorum ki, bu söylediklerim önceki
söylediklerimin daha iyisi. Ama ben stüdyodan çok sıkılan bir insanım. Stüdyoya
girip şarkı söylemek konusunda ciddi bir fobim var. Benim ‘demo’ kayıtlarımı
hep arkadaşlarım okur, onlara söyletirim. Çok fazla kalamıyorum stüdyoda. Beni
iki üç kere söylettirdin söylettirdin, dördüncüye yakalamak zor. Bir de ben
zaten oldum olası “Vay be ne şahane söylemişim” demedim hiçbir zaman. Ama tabii
özellikle birkaç şarkımda hala bugün bile kullanılabilecek ‘sound’lar
yakalanmış. Bunun en iyi örneği “Çal Beni”dir mesela. Bugün aynı şekilde
çıkarsam yeni yapılmış zannedebilirler.
YHT: Ama mesela “Karlar Düşer”in orijinal düzenlemesi pek de şahane
değildir, değil mi?
EMEL: Aynen öyle. “Karlar Düşer” albümünü yapıp bitirdiğimde o
şarkı yoktu içinde. Bora Ebeoğlu’nun sözlerini yazdığı Grek adaptasyon şarkılar
vardı ağırlıkla. Çünkü ben o müziği de çok severim. Bülent Özdemir’le
çalışıyordum o zaman sahnede. Bülent bir gün geldi, “Bir şarkı var, ortalık
yıkılıyor,” dedi. Beni bir kulübe götürdü, hakikaten herkes ayakta, masaların
üzerinde “Karlar Düşer”i söylüyor. Albüme alalım hemen dedik. Uzun süre
şarkının söz yazarını aradık. İstanbul dışında yaşıyormuş. Onu bulduk, gittik,
izin aldık ve albüme son anda girdi o şarkı. Tamamen Bülent’in öngörüsüdür ve
onun sayesindedir. Eğer o şarkı olmasaydı o albüm bir şey olmayacaktı belki de.
Fakat ben o şarkının neden bu kadar sevildiğini bir türlü anlayamadım. “Karlar
düşer, düşer düşer ağlarım”… Ne var bunda? Duygusal desen duygusal değil.
Açıkçası bu albüme de almak istemedim o şarkıyı. Sezen “Olmaz öyle şey,” dedi.
Ama Murat Yeter yeni düzenlemesini de o kadar güzel yaptı ki resmen kanım
kaynadı şarkıya.
YHT: Peki eskimiş miydi bu şarkılar sizce?
EMEL: “Sound” eskiyor. Onu nasıl fark ediyorsunuz? Gece bir yere
gittiğinizde, kulüplerde filan mutlaka çalıyor. Bütün o yeni “sound”ların
arasında onu çaldıkları zaman ses eski bir radyodan gelir gibi oluyor. O zaman
fark ediyorsunuz eskidiğini. Onun için güncelledik şarkıları. Tabii ben de
dâhil hepimizin tutucu bir tarafı var. Çok da orijinallerini bozmadan yapmak
gerekiyor. Ona da sadık kalalım istedik.
YHT: Bir de bu şarkıları çok az bilen ya da belki de hiç bilmeyen yeni bir kuşak yetişti. Bir kuşak içinse çocukluğunun şarkıları bunlar. Yani bir nostaljik durum var ortada. Bunu kabullenebiliyor musunuz?
EMEL: Ben çok unutkanım. Çok şeyi kolay unuturum. Ama konuşmaya
başladığımdan itibaren duyduğum bütün şarkıları ezbere bilirim. Tek bir
satırını bile unutmadım. Kendi şarkılarımı bile unuturum ama çocukluğumda ya da
gençliğimde dinlediğim şarkıların hepsi hafızama kazınmış haldedir. Eski
şarkılar beni çok fazla etkiliyor. Aslında herkesi etkiliyor. Sürekli kendimi
güncellemeyi seven bir insanım aslında. Kafa yapısı olarak bulunduğum çağın hep
ilerisinde olmuşumdur. Çok genç arkadaşlarım vardır mesela onlar bana hep “Biz
seni kendi yaşımızda görüyoruz,” derler. Ama buna rağmen o nostalji denilen şey
hepimizi bir şekilde etkiliyor işte. O bir şarkı sana çok fazla şey
hatırlatıyor. Biz o günleri gayet güzel bir şekilde yaşadık. İnşallah o güzel
şeylerin bir kısmını bile olsa bugünlere taşıyabiliriz. Gençlerden bir kişinin
bile bunları sevmesi bana mutluluk verir.
YHT: ’90’larda “Karlar Düşer”le kıyametler kopardınız ama aslında sizin
kariyeriniz ‘80’lere de uzanıyor. Bir Emel-Erdal ikilisi döneminiz var.
EMEL: Evet. Güneş gazetesinin ses yarışmada birinci oldum ama vaat
edilen hiçbir şey yapılmadı. Bu büyük bir hayal kırıklığıydı. Bir çırpınma,
debelenme, sinirlenme, bütün duygular bir arada. Şimdi ne olacak? Bir şekilde
bulaştım ama nasıl olacak? Bir de İzmir’den gidip geliyordum buraya. Güneş
gazetesine gittim yine bir gün. Haklarımı aramaya çalışıyordum. Gazetede bir
Hey dergisi gördüm o gün. O dergide Attila Özdemiroğlu albüm yapmak için yetenekli
gençler arıyor diye bir haber var. Hemen orada telefon açtım verilen numaraya.
Ben bu arada kendimi çok meşhur zannediyorum. Yarışma kazanmışım düşünsenize.
Attila Özdemiroğlu çıktı telefona. “Merhaba, ben Güneş gazetesi yarışması
birincisiyim. Sizinle mutlaka görüşmemiz lazım,” dedim. “Tabii ki, ben size
önümüzdeki haftaya randevu vereyim,” dedi. “Yok,” dedim. “Önümüzdeki hafta
olmaz. Bugün görüştük görüştük, ben İzmir’e dönüyorum.”
YHT: O kadar da kendinizden eminsiniz yani?
EMEL: Çok eminim. Dedim ya meşhur zannediyorum kendimi. Halbuki Attila
abi kibarlığından dinliyor beni, tanıdığından değil. Bir an durdu, “E peki
buyurun gelin” dedi. Erdal da yanımdaydı o sırada. Birlikte gittik. Atilla abi
uzun uzun anlattı. “Böyle bir projemiz var, gençleri alıp eğiteceğiz,” dedi.
“Beni kimsenin eğitmesine gerek yok. Zaten konservatuarlıyım, yarışma
birincisiyim,” deyiverdim. Attila abi o kadar beyefendi, o kadar zarif bir
insan ki... Bir başkası olsa kapıyı gösterir. O, büyük bir sabırla “Peki beni
sizi dinleyeyim o zaman” dedi. Ben bir şarkı söyledim, Erdal bir şarkı söyledi.
Sonra nasıl oldu bilmiyorum, Erdal’la birlikte de bir şarkı söyledik. Attila
abi birden durdu. “Türkiye’de hiç Al Bano - Romina Power gibi bir kadın erkek
ikili yok. İkili olur musunuz?” diye sordu. Ben o zaman ikili değil on ikili dese,
gene olacağım yani. Artık bir şeyler yapmak istiyorum çünkü.
Sonra işte bir
plak hazırlanmaya başlandı. Bayağı uzun sürdü ve ben bu yüzden İzmir’den gelip
buraya yerleşmek zorunda kaldım. Bu arada bir çocuğum var, eşim İzmir’de
stajyer avukat ve biz telef olmaya başladık. Çocuğumu istiyorum, evimi
istiyorum. Sonunda bir süre sonra onlar da İstanbul’a gelmek zorunda kaldılar.
Ama çok ağır bir şey İstanbul’da yaşamak. Albüm bir türlü bitmek bilmiyor.
Sonunda bitti ama işin promosyon kısmını bilmiyoruz tabii. O albümden kimsenin
haberi olmadı. TRT tek kanal. Albümde hiçbir şarkı denetimden geçmedi. Hiç
duyuramadık. O yüzden o plağı sadece bir Erdal’ın annesi bir de benim annem
filan aldı.
YHT: Ama ben sizi televizyonda sık sık gördüğümü hatırlıyorum o yıllarda.
EMEL: Çünkü sonra bir tane “Hasret” diye bir şarkımız geçti
denetimden. Ve biz o şarkıyla yüzlerce programa katıldık. Her yerden çıkıp “bir
yer olmalı bir yol olmalı” diye o şarkıyı söylüyorduk. Bir Erdal’ın kafası
çıkıyor bir benim kafam çıkıyor, kuklalar gibi. Ve o şarkıyla tanıdı insanlar
bizi. Sonrasında Altın Güvercin yarışmalarına filan da katıldık tabii.
YHT: Çok komik değil mi o acemi çaylak halleriniz?
EMEL: Biz bazen evde nostalji geceleri yapıyoruz. Geçen de Sezen,
Sertab, ben oturduk Youtube’dan o eski görüntüleri izledik. Sertab’ın da
“Akdeniz” diye bir şarkısı var festivalin birinde. Seyredip seyredip güldük o
gece. Çok da tatlı tabii bir taraftan… O heyecanı hatırlıyorsun.
YHT: Emel – Erdal ikilisinin ömrü ‘90’lara kadar sürdü, değil mi?
EMEL: ‘90’ların başında Erdal’la bir albüm daha yaptık. O zaman
Mirkelam daha şarkı söylemiyordu. Onun bir bestesini çok beğenmiştim ben,
“Alaturka Benim Canım” diye. Albümün adı da oldu o şarkı. Fakat yine tın yok.
Ben çok daraldım. O arada Zeki Alasya ve Metin Akpınar bir kabare
yapacaklarmış. Benim de olmamı istiyorlarmış, ama sadece ben. Erdal’la konuştum
ben de. “Biz ayrılalım artık,” dedim. “Böyle bir yere varmıyor.” Bir de ben çok
baskın bir karakterim. Çok saat gibi çalışırım. Düzenli, vakitli, dakik…
EMEL: Fazla rahat. Böyle söyleyince de kızıyor bana ama evet. Bir
de iki kişi olduğunuz aman başarı senin, başarısızlık diğerinin oluyor, insanın
yapısı böyle.
YHT: Sonra ilk solo albüm çalışması başladı.
EMEL: Benim babam askerdi. Şahin Özer’le Afyon Orduevi’nde
askerliğini yaparken tanışmıştım. Sonra bir gün bir davette karşılaştık. Ne
yapıyorsun ne ediyorsun derken “Gel sana albüm yapalım”, dedi. İyi güzel. “Ama
ikili olarak değil, tek yaparım,” dedi. Ben de artık tek başıma bir şeyler
yapmam gerektiğine iyice karar verdim. Böylece “Karlar Düşer” albümünü yapmaya
başladık. Öyle de devam etti.
YHT: Albümün ilk kaset baskısının kapağında Erdal’la birlikte
fotoğrafınızın olduğu afişin Erdal’ın olduğu kısmını yırtarken poz vermiştiniz
hatta.
EMEL: O kadar çocuktum ki…
Sinan Çetin çekti o fotoğrafları. Çekimin ortasında “Sizin birlikte bir
afişiniz var mı?” diye sordu. Sonra o afiş getirtildi. “Şimdi böyle bir şey
yap,” dedi. Ben de yaptım. Ne derlerse onu yapıyordum ben. O da olay olmuştu
sonra. Şimdi ölseler öyle bir şey yaptırmazlar ama işte o zaman yapmışım.
YHT: Bu albümde sizi Erdal’la birlikte yıllar sonra o şarkılarınızdan
birini yeniden söylerken görmek de ilginç olabilirdi belki.
EMEL: Bu bir “best of” olduğu için öyle bir şey düşünmedim ama her
zaman söylüyorum Erdal çok iyi bir sestir. Ülkeye gelmiş en iyi erkek seslerden
bir tanesidir hatta. Komando gibi de bir şarkıcıdır. Erdal’la her zaman her
şekilde söylenir yani.
YHT: Şarkıcılığa devam eder ve kendi albümlerinizi yaparken bir yandan da
başka şarkıcıların albümlerine prodüktörlük yapıyordunuz o yıllarda.
EMEL: Şahin Özer firmasının bünyesindeki birçok ismin prodüktörlüğünü
yaptım o dönemde. Patron o zaman politikaya soyunmuştu, tamamen benim üzerime
bırakmıştı o işleri. Bayağı da küçük yaşlardaydım o zaman. Bu albümleri
yaptıkça, kendime albüm yapmaktan çok başkalarına yapmayı sevdiğimi fark ettim.
İşin mutfağında olmayı daha çok seviyorum.
YHT: Nedir sizi mutfağa bu kadar çeken? Şarkıcı olmanın şarkı söylemekten azade külfetleri mi? Fiziğini korumak gibi, sürekli göz önünde yaşamak gibi…
EMEL: Arkadaşlarımın hiçbirinde böyle bir şey yok ama bende var.
Dünyada parayla yapılmayacak tek şeyin şarkı söylemek olduğunu düşünüyorum.
Çünkü şarkı söylemek çok fazla duyguyla bağlantılı bir şey. İçinden gelecek, o
keyfin olacak… Bunu her an içinden gelerek yapan insanlar var. Mesela İbrahim
Tatlıses… Her defasında bu kadar temiz, bu kadar hatasız ve bu kadar duygulu
söylenir mi? Bunu gördüm yani. Böyle bir sürü insan var. Onun için o kadar iyi
şarkıcılar. Ben mesela her gün çalıştığımız dönemlerde her gün aynı şarkıları
söylemekten de sıkılıyordum. O iş sanki bir ödevmiş gibi gelmeye başladığında
fena daralıyordum. Benim biraz değişik bu konudaki ruh halim.
EMEL: Çünkü her gece çalışıyorduk. Her günümüz doluydu ve her gün
de insanlar dinlemeye geliyordu. Ne acayip değil mi? Oralardan buralara nasıl
gelindi? O insanlar şimdi neredeler bilmiyorum.
YHT: Peki bu ”best of” albüm bundan
sonra yapacağınız yeni albümlerin habercisi olabilir mi?
EMEL: Açıkçası yeni bir şey yapmayı hiç düşünmedim. O kadar
içinize sinen bir iş olur ki yaparsınız, hiç büyük de konuşmamak lazım.
Olabilir tabii ki. Ama benim aklımda hep kendi söylemeyi sevdiğim şarkılardan
bir albüm yapmak var. Galiba en çok da Zülfü Livaneli şarkıları… Onları söylemeyi
çok isterim.
EMEL: Hayatımın en keyifli, en güzel günleriydi. 60-70 bin kişi
filan geliyordu o konserlere. Toplu bir ayin gibi.. Tüyleriniz diken diken
oluyor. Sahne heyecanını orada yaşıyorsunuz. Belki o şarkıları söyleme
isteğimin bununla bir ilgisi olabilir.
YHT: Bugün geriye dönüp baktığınızda, “Keşke o yarışmaya hiç katılmasaydım,
dizimi kırıp otursaydım da evinim kadını olsaydım,” gibi bir düşünce geçiyor mu
aklınızdan?
EMEL: Hayatı hiç öyle düşünmüyorum. Ne yaşamanız gerekiyorsa hayat
seni bir şekilde oraya götürüyor.
EMEL: Zorladım çok zorladım tabii. Hiçbir şey tesadüf değil,
şansına olmuyor hiçbir şey. Ama hiçbir zaman da geri dönüp de “öyle olsaydı da
böyle olur muydu” demiyordum açıkçası.
YHT: Kızınız Çağrı da şarkı söylüyor ama sizin kadar zorlamıyor sanki?
EMEL: Çağrı çok özgürlüğüne düşkün bir kız. Göz önünde olmayı çok
sevmiyor. Ama müziği benden çok daha fazla seviyor. Yirmi dört saat şarkı
söylemekten bıkmayan bir çocuk. Çok da güzel şarkılar yapıyor. Bunu bir annenin
söylemesi garip tabii. Çocuğunun yaptığı şarkılar tabii ki sana güzel gelecek.
Ben öyle değilim ama.
YHT: Müdahil oluyor musunuz yaptığı şarkılara filan?
EMEL: Hiç. Ben beste yapmaktan anlamam. Konservatuarda hangi
dersteydi hatırlamıyorum bir ödevimiz vardı ve beste yapmak zorundaydık
hepimiz. O zaman bile o kadar ağır geldi ki, oradan bir parça, buradan bir
parça çalarak yaptım besteyi. Çünkü beceremiyorum, olmuyor. Tabii hocam hemen
anlamıştı. Söz yazamaya kalksam hiç romantik bir insan olmadığım için aklıma
hep komik şeyler geliyor. Şarkı yazan arkadaşlarım o an bir şey yazıyorlarsa
beni yanlarında çok tutmuyorlar bu yüzden. Bir söz yazmış, devamını getirmemi
istiyor mesela. Öyle bir tamamlıyorum ki olaydan kopuyorlar. Yaptığına
yapacağına pişman oluyor, “Gider misin lütfen?” durumuna geliyor.
MART 2016
Anonim seçeneğini kapayın madem yorumlara katlanamıyorsunuz, anlamıyorum gerçekten.
YanıtlaSil