"SANATTA HATIR GÖNÜL OLMAZ"
(Milliyet Sanat dergisi Nisan 2017 sayısında yayımlanmıştır. Aşağıdaki röportaj dergide yayımlanmayan bölümleri de içermektedir.)
“Gazino zamanlarına geri dönmek mümkün olsa, yine pop söyleyen bir şarkıcı mı olurdunuz, yoksa assolist mi?” diye soruyorum. “Tabii ki assolist,” diyor gülerek. “Hiç kendimi yormazdım. Nasıl olsa eğitimini de almışım, direkt Türk müziğini patlatır giderdim.”
“Gazino zamanlarına geri dönmek mümkün olsa, yine pop söyleyen bir şarkıcı mı olurdunuz, yoksa assolist mi?” diye soruyorum. “Tabii ki assolist,” diyor gülerek. “Hiç kendimi yormazdım. Nasıl olsa eğitimini de almışım, direkt Türk müziğini patlatır giderdim.”
Bir assolist edasında değilse bile gayet mesafeli bir
şekilde başlıyor sohbete Funda Arar. “Yeni tanıştığım bir insanla hemen samimi
olmayı seven biri değilim. Bir sınamam, tartmam lazım. Biraz konuşacağım,
muhabbet edeceğim, anlayacağım, güveneceğim… Ondan sonra anca samimiyet
kurabilirim. Benimle yeni tanışmış bir insanın boynuma atlayarak canım cicim
demesinden de çok hazzetmem. Ama kanım ısındıysa, güvendiysem o insana,
muhabbetin Allah’ını da yaparım,” diyerek açıklıyor bu durumu daha sonra.
Funda Arar’la geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan (Kıraç’la
yaptığı düet mini albümü saymazsak) on birinci stüdyo albümü “Aşk Hikâyesi”ni
konuşmak için bir araya geldik. DMC etiketiyle yayınlanan albümde Gülşen,
Gökhan Tepe, Buray gibi Funda Arar’ın daha önce hiç çalışmadığı besteci ve söz
yazarlarının isimleri dikkat çekiyor.
YAVUZ HAKAN TOK: Neden farklı isimlerle çalışmak ihtiyacı hâsıl oldu bu defa?
FUNDA ARAR: Kendiliğinden gelişti aslında. Zaten albüm yapmaya
başladığınız bir şekilde duyuluyor ve beste ve söz yazarı arkadaşlar şarkı
göndermeye başlıyorlar. Biz de soruyoruz bazen var mı şarkı diye. Böyle böyle
şarkılar elimize geldi. Tabii yapımcımızın bulduğu ve bize dinlettiği şarkılar
da oldu. Bu kez benim daha önce hiç çalışmadığım isimlerin şarkıları denk
geldi. Çok da güzel oldu benim için. Bir solist olarak farklı duygulara
tercüman olmak, onları dile getirmek güzel bir şey. O farklılıkları tabii ki
kendi içinizde, kendi “sound”unuzla, kendi duygunuzla, söyleyiş tarzınızla
beraber seslendirmek…
YHT: Gülşen mesela… İlk bakışta çok ayrı tarzlarda iki isimsiniz.
FA: Evet, tarz olarak çok yakın değiliz ama zamanında dinlediğim
bazı Gülşen şarkılarının bana da uyabileceğini kendi aramızda konuştuğumuz
olmuştu. Gülşen’le rastlaştığımızda da söylemiştim bunu. Sonra bir gün Samsun
demir aradı ve “Gülşen sana bir şarkı yapmış,” dedi. Gerçekten de benim
hamuruma çok uygun bir şarkı çıktı ortaya.
YHT: Gülşen’den böyle bir şarkı gelmeseydi, siz arayıp ister miydiniz
acaba?
FA: Zaten konuştuğumuzda ben “Bana uyan bir şey çıkarsa dinlemek
isterim,” demiştim Gülşen’e. Onu bilerek bu şarkıyı gönderdi. Ama
çıkmayabilirdi elbette öyle bir şarkı. Zaten şu gerçek de var ki insanlar bana
şarkı gönderirken daha yavaş, duygusal şarkıları tercih ediyorlar. Çünkü ilk
günden bugüne Funda Arar deyince insanların aklına hep bu tarz şarkılar
geliyor. Ama ben biraz farklılıklar da olsun istiyorum. Yine benim tarzıma uyan
ama daha hareketli şarkılar da söylemek istiyorum.
YHT: Sahiden de başından beri öyle “ağır” bir tavrınız var. Neden oldu bu?
FA: Benim ses tonuma, tınıma, tavrıma, tarzıma da yakıştırılıyor
o tarz şarkılar. Ben de seviyorum galiba. Albümlerimde ‘hi’” olan şarkılar hep
bu tarz şarkılar oldu. Pek hareketli ‘hit’ şarkım olmadı benim.
YHT: 2000’de çıkmıştı ilk albümünüz. O günlerde mesela Hande Yener de yeni
çıkmıştı ve bir hayli hareketliydi onun müziği. Siz neden o yola girmediniz?
FA: O kulvarda çok insan vardı zaten. Çok yapılıyordu öyle
şarkılar. Ve o kulvarda iyi olanlar da bir şekilde sıyrıldı zaten. Ama benim
doğamda o yok. İlk albüm zaten büyük bir patlama yaratmadı ama sağlam bir giriş
oldu benim için. İnsanların dikkatini çekti ama kesinlikle ticari bir albüm
değildi. Yine de bana yaradı.
YHT: Türk müziği eğitimi aldınız, sonra bir dönem öğretmenlik de yaptınız.
Albüm çıkarmaya doğru nasıl yol aldınız sonra?
FA: Hiç öyle ay ben de albüm yapayım, şöhret olayım kafasında
biri değildim. Yüksek lisans yapayım, okulda kalayım, akademik kariyer
edineyim, ne bileyim, radyo sınavlarına gireyim, klasik Türk müziği korosuna
gireyim. O kafalardaydım. Hayat işte. Öyle insanlar çıkartıyor ki karşısına,
çok bambaşka şeyler olabiliyor. İlk albümünün prodüktörü Yücel Arzen’le okuldan
arkadaştık biz. O albümdeki şarkıları Yücel okuldayken çalardı zaten, çoğunu
biliyordum. Hatta ben de eşlik ederdim, birlikte söylerdik bazen. Sonra onun bir
plak şirketiyle tanışması, şarkıları benim okuduğumu söylemesi… Her şey o kadar
tesadüfi gelişti ki. Ben şöyle bir zorluk hiç çekmedim mesela: Ay elime “demo”
kasetimi aldım, plak şirketlerini dolaştım da, ne zorluklar çektim, süründüm
yıllarca filan… Hiç öyle bir şey yaşamadım ben. Öyle bir hikâyem yok. Ama
elbette ki sektörün içine girdikten sonra sinek gibi yere yapıştığımı
hissettiğim zamanlar oldu tabii.
YHT: O ilk albüm hiç dikkat çekmeseydi de girdiğiniz bu yolda devam eder
miydiniz yoksa küsüp bir kenara mı çekilirdiniz?
FA: Devam ederdim. Ben bir şeye başlıyorsam eğer, onu devam
ettiririm. Tabii ki o dönemde çalıştığım şirketin (TMC Müzik) de çok büyük katkısı var. Onların emeğini hiçbir zaman
göz ardı edemem. İlk albümün ticari bir getirisi olmamasına rağmen şirketim
arkamda durdu ve üç tane klip çekti o albüme. Öyle bir yapım şirketi olmasaydı
benim için çok daha zor olabilirdi. Arkamda durmaları, sonrasında ikinci bir
albüm yapmaları, onun da arkasında durmaları benim için büyük şanstı tabii.
YHT: ”Tamam ben bu işi başardım artık,” dediğiniz an, o kırılma noktası
neydi sizin için?
FA: “Alagül” şarkısı ve o albüm. Ben o albümden sonra üniversite
konserlerine gitmeye başladım. Çok duygulandığım anlar oldu. Sahnede şarkının
nakaratı girdiğinde binlerce üniversite öğrencisinin benimle birlikte
söylemesi… Orada anlıyorsunuz zaten, “oldu bu iş,” diyorsunuz.
YHT: O zaman henüz 25 yaşındaymışsınız ama çok daha olgun zannetmiştik sizi
biz. Öyle bir duruşunuz vardı sanki.
FA: Şarkıların da etkisi var galiba bunda. Tabii ilk çıktığınızda
piyasaya şartları içerisinde bir çekingenlik de oluyor insanda. O kadar çok
korkutulmuşsunuz ki zamanında, kurtlar sofrası bilmem ne… Yerler seni,
mahvederler… Hani filmlerde filan da vardır ya gazozuna ilaç atarlar… Öyle bir
endişe oluyor. Konuşmaya bile korkuyorsunuz.
YHT: Türk pop müzik tarihinin bugünleri yazıldığında bir gün, Funda Arar
için ne yazılsa hoşunuza giderdi?
FA: Türk pop müziği tarihinde ismim olması zaten çok güzel bir
şey olur. Kaliteli ve iyi işler yaptığımın yazılmasını isterim herhalde. Bir de
ben başka tarzlarda da albümler yapmak istiyorum, sadece pop müziği değil. Türk
müziği albümü yaptım zaten. Bir tane daha yapmak var aklımda. Belki pop-caz
tarzı, yumuşak şarkıların olduğu bir albüm de yapabilirim.
YHT: Türk müziği albümü yapmak bir nevi rüştünü ispat etmek gibi bir şey
midir? Neden pop müzikçiler Türk müziği albümü yapmayı hedef alıyorlar hep.
Tarkan’ın Türk müziği albümünü beğendiniz mi mesela?
FA: Akademik olarak incelendiğinde bütün albümlerde bir şey
bulursunuz. Ama popüler müzik yapan ve söyleyen sanatçıların Türk musikisi
albümü yapması ve onları dinleyen kitleye bu müziği duyurması benim açımdan
yeterli. Akademik olarak elbette hatalar olabilir. Ama ben kendimden biliyorum.
Beni dinleyen insanlardan böyle çok mesaj aldım. Ben daha önce hiç
dinlemiyordum ama siz yaptınız diye aldım dinledim ve çok sevdim diyenler oldu.
Bu çok önemli bir şey. Kendi müziğimize sahip çıkmamız gerektiğini düşünüyorum.
Zaten bizim yaptığımız popüler müzik içinde de tutan şarkılar genellikle
makamsal olanlardır. Bizim içimizde bu var zaten, ondan kaçamayız.
YHT: Yaptığınız şarkının ya da albümün en çok kimin tarafından beğenilmesi
sizi mutlu eder?
FA: Hiç kimse. Benim beğeniyor olmam lazım. Ben beğenmedikten
sonra, ben mutsuz olarak yapıyorsam bir işi, bir anlamı yok. Piyasanın şartları
budur diye mutsuz olacağım bir işi yapmak istemem. Yapmadım da şimdiye kadar. O
bana çok yansır zaten. Mutsuzsam yapamam.
YHT: Ama şu anda bu özgürlüğe sahipsiniz. Peki bir de şöyle düşünelim. Ya
tutmamış olsaydı albümleriniz ve bu işten para kazanamıyor olsaydınız… O durumda
bir çok genç şarkıcı var mesela halihazırda.Küçücük barlarda küçücük paralar
karşılığı şarkı söylüyorlar.
FA: Yine aynı şekilde devam ederdim. Demek bahsettiğiniz
müzisyenler onu yapmaktan mutlu. Öyle olmasa daha fazla para kazanabilmek için
piyasanın şartlarına uygun işler yaparlar. Kişinin mutlu olması gerekiyor,
insana hizmet etme odaklı düşünüp o şekilde iş yapmanız lazım. Ben bu işe
başladığımda da kariyerimi bu şekilde planlamamıştım, başta da dedim. Şartlar
ve belki kader de demek lazım. Ama ben şöhret olacağım bu piyasayı da
mahvedeceğim gibi düşüncelerle gelmedim. Benim isteğim hep bir şeyleri
söylemek, aktarmak, müzik yapmaktı. Öyle düşündüğünüz zaman zaten maddi
karşılığını da şöhreti de buluyorsunuz diye düşünüyorum.
YHT: Yakından takip eder misiniz müzik piyasasını?
FA: Çok takip ettiğimi söyleyemem açıkçası. Sevdiğim bir şey
olduğunda elbette dinliyorum ama ay bu da ne yapmış diye ıncığına cıncığına
kadar didik didik etmiyorum yani. Zaten hangi birini takip edeceksin? Her gün
yeni bir şeyler çıkıyor. Sektör olarak çok zor günlerden geçmemize rağmen, her
şey bitti dememize rağmen bitmemiş gibi yapılıyor ve yapılması da gerekiyor tabii.
Geminin bir şekilde yürütülmesi lazım. Herkes bir şeyler yapmaya çalışıyor.
İyisi var kötüsü var. Ama hepsini kim ne yapmış diye takip etmek açıkçası
gerçekten çok zor. Ama mesela Sezen Aksu bir albüm yaptığında elbette ki
alıyorum, dinliyorum. O kemikleşmiş isimler zaten bellidir, ne yaptılar, ne
söylediler diye merak ettiğiniz.
YHT: Kiminle çalışmayı çok isterdiniz?
FA: Onno Tunç’la çalışmayı çok isterdim.
YHT: Gazinolardan bahsetmiştik başında.Şaka bir yana şarkı söyleyecek sahne
giderek azalıyor galiba.
FA: Sektörde bu anlamda çok büyük bir sıkıntı var. Çok fazla
şarkı, albüm çıkıyor ama geri dönüşü yok. Geri dönüş dijital platformlardaki
tıklanmalar değil. Geri dönüş sahnedir. Sahneye çıkıp şarkılarını
söyleyemiyorsan, sanaldır olan biten. Bu anlamda sektörde büyük bir sıkıntı var.
Canlı müzik yapılan mekân kalmadı. Büyük konser dediğinizde de zaten yıl da kaç
konser yapacaksınız ki? E, sahneye çıkıp söyleyemedikten sonra o şarkıları niye
yapıyor bu insanlar? “YouTube’da şu kadar izlendi,” demek için mi?
YHT: Kontrollü biri misiniz? Son sözü siz mi söylersiniz hep?
FA: Evet. Tabii ki benim için çalışan bir ekip var. Ama ekiple
konuşulur, tartışılır. Fikirlerine, yaptığı işe güvendiklerime karşı
teslimiyetçiyimdir. Öyle gıcık bir tavrım da yoktur. Bazı insanlar olur olmaz
her şeye karışır, karşı tarafı irrite ederler, “lanet gelsin nereden
çalışıyorum şununla” noktasına getirirler ya… O da çirkin bir şey. Ne bana
yapılmasını isterim, ne ben yaparım.
YHT: Ama burada tehlikeli de bir durum var zira yıllardır birlikte
çalıştığınız müzisyen Febyo Taşel, aynı zamanda eşiniz.
FA: Olsun. Son sözü yine ben söylüyorum. Bugüne dek kavga
derecesine gelecek kadar müzikal anlamda zıt düşeceğimiz durumlar yaşamadık.
Yaşasaydık ne olurdu bilmiyorum. Ama elbette ki yapılan işi beğenmediğimde de
söylemek zorundayım. Çünkü bu profesyonel bir iş. Sanatta hatır gönül olmaz.
Ben onu kabul etmiyorum. Kardeşiniz de olsa, eşiniz de olsa…
YHT: Evli ve çocuk sahibi olmak bir şeyleri değiştirdi mi mesleki açıdan?
FA: Hiçbir anlamda zorluk çekmedim açıkçası. Çünkü ben planlı ve
programlı yaşayan bir insanım. Savruk yaşayan biri olmadım hiçbir zaman.
Evlenmeden önce de, evlendikten sonra çocuğum olmadığı dönemde de hiç savruk
yaşamadım. Tabii çok planlı yaşamak da çok sıkıcı elbette, o kadar da değil.
Her şeyi dakika dakika planlayanlar da bana çok sıkıcı gelirler. Bir yere
kadar. Ama benim çok sansasyonel yönüm olmadığı için de ben çok etkilenmedim.
Magazinin göbeğinde bir isim olsaydım bazı şeyler belki problem de olabilirdi
ama ben problem yaşamadım.
YHT: Peki mesela bir klip çekiminde ya da stüdyodayken “ay akşama ne
pişirsem acaba,” ya da “hafta sonu da perdeleri yıkamak lazım,” filan gibi
şeyler geçer mi aklınızdan? Yoksa hiç karışmaz mısınız o işlere?
FA: Elbette pamukların içerisine sarıp tahtta getirip
götürmüyorlar beni. Ama istesem de bir ev kadını gibi yapamam yani. Her gün
haldır huldur evi temizleyeyim, ay bak bugün süpürgeyi açamadım durumu elbette
ki olmuyor ama ben mutfakta olmayı çok seven biriyim. Keyif alıyorum yemek
yapmaktan. O yüzden evdeysem, işim yoksa yemek yapıyorum. Hele ki evde çocuk
olunca tabii ki evde yapılan yemeği yemesini istiyorum her zaman. Sağlıklı ve
düzgün, iyi beslenmeye çok dikkat ediyorum. Evde tabii ki yardımcılarım oluyor.
Onlara da aynı şekilde söylüyorum. Zaten ben varsam mutlaka ben yapıyorum yemek
işini. Severek yapıyorum.
YHT: ”Star gibi yaşamıyorum,” diyorsunuz yani.
FA: Star gibi yaşamıyorum derken… Sahne dışında öyle pek
egolarım yok benim. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” durumu yok bende.
Ben buna hep işim, mesleğim olarak bakarım. Ben sahnede starım evet. Kılığım,
kıyafetim, saçım, başım, makyajım bunun için. Ama sahneden indiğimde öyle bir
durum yok yani. Ya da ben buyum diye bana kıyak geçilsin istemem. Herkes gibi
sıraya geçilecekse geçerim, öyle de yaparım, o tarz egolarım yok.
YHT: Mesleğiniz ve tanınır biri olmanız oğlunuzu ne kadar etkiliyor?
FA: Benim şarkı söylediğimi, mesleğimin bu olduğunu, babasıyla
benim müzisyen olduğumuzu biliyor. Çünkü ben konsere gidiyorum, şuraya
gidiyorum buraya gidiyorum diye söylüyorum. Ama evde çok da televizyon
açılmadığı için her şeyin farkında değil. Tabii duyduğu zaman annesinin sesini
tanıyor. Annesinin ünlü olmasından rahatsız mı? Bilemiyorum, onu çok belli
etmiyor şu anda ama üzgün şarkı okumamdan rahatsız, o kesin. Üç buçuk yaşında
ve bana “Anne sen neden hep üzgün şarkı söylüyorsun?” diye soruyor. Onun için
sırf neşeli ve hareketli şarkılardan oluşan bir albüm yapacağım, “Al,”
diyeceğim “çocuğum bak annen neşeli şarkı da okuyor.”
YHT: Oğlunuz da anne babasının yolundan gider ve müziği meslek olarak
seçerse, ne yaparsınız?
FA: Elbette isterse isteğine karşı çıkamam. Sanatın hangi dalı
olursa olsun sanat bir aşk çünkü. Onu engelleyemezsiniz, karşı çıkamazsınız.
Mümkün değil. Eğer isterse ve yeteneği varsa ben en iyisine yönlendirmeye
çalışırım. Dünya çapında bir virtüöz olmasını çok isterim. Ama şunu da
söylerim: “Bana güvenme! Senin anne babanın mesleği müzik diye kimseye sırtını
yaslayamazsın.” Biz kimseye sırtımızı yaslamadık. Kendi başına başaracak bazı
şeyleri. Gerekirse sürünecek. Ben kimseyi arayıp da “bu da benim oğlum,” filan
demem. Sanatta kıyak olmaz. Yeteneğin varsa zaten olursun, yoksa da kaybolur
gidersin. O da başka bir şey yapsın, ne yapayım.
YHT: Müzikte geleceğe dönük planlarınız neler?
FA: Farklı tarzda birkaç albüm yapmak istiyorum. Müzisyenin
kendini beslemesi lazım. Kendimi zorlamam lazım. Var olanı tekrar edip yapmak
benim için kolay. Zoru denemek istiyorum. Belki ticari anlamda aman aman
albümler olmayacak ama beni mutlu edecek işler olacak diye düşünüyorum.
YHT: Bir “Funda Arar’a saygı albümü” de var mı planlar arasında?
FA: Yok. Henüz erken.
MART 2017
güzel bir röportaj olmuş. Özdemir Erdoğan'ın "Yarın Belki Geç Olur" şarkısını bir gün mutlaka okuyacağına inanıyorum. ona çok yakışır bu şarkı. başkası cover yapmadan kendisi okusun bu muhteşem şarkıyı.
YanıtlaSilSaygısızlık etmek istemem ama insanların onda yere göğe sığdırılamayacak ne gördüğüne hiç bir zaman anlam veremeyeceğim.
YanıtlaSil