2014 yılında yayınlanan “Aşk Beni Bulunca” adlı teklisiyle
müzik sektörüne ilk profesyonel adımını atan Gökçe Kılınçer, 2016 yılında ilk
albümü “Kalbimde İzi Var”la adından bir hayli söz ettirmişti. Üniversite
yıllarında eğitim için gittiği Londra’ya yerleşen ve müziğini orada üreten
Kılınçer, bugünlerde Hicazplaks etiketiyle 45’lik plak formatında yayınlanan
yeni teklisi “Sev Derim / Neyleyim” ile tekrar gündemde.
(15 Ekim 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Sena Şener henüz 20 yaşında. 15 yaşında internete yüklemeye başladığı videolar ve ses kayıtlarıyla kendi kitlesini yaratmış, sonrasında Mahmut Orhan’la birlikte kaydettiği “Feel” adlı şarkısıyla tanınırlığını epeyce artırmış.
2016’dan bu yana dört adet tekli yayımlayarak müziğin profesyonel kulvarından ses vermeye başlayan Şener, Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları projesinde seslendirdiği şarkı ile de adından söz ettirmişti. Sena Şener’in ilk albümü “İnsan Gelir İnsan Geçer”, geçtiğimiz günlerde Pasaj Müzik etiketiyle yayımlandı.
Her şeyden önce çok enteresan, çok kendine has, farklı, karakteristik ve etkileyici bir sese sahip Sena. Ama hepsi bu değil. Şarkılarını da kendi yazıyor ve hatta düzenliyor. Yaşından beklenmeyecek yetkinlik ve olgunlukta şarkılar bunlar üstelik. Neresinden baksanız “özel” bir yetenekle karşı karşıya olduğumuz su götürmez.
Sena Şener’in albümünde daha önce tekli olarak yayımlanmış dört şarkıyla birlikte toplam on şarkı var. Bunların tamamı onun 15 yaşından bu yana yazdığı şarkılar. Mesela “Çirkin Dünya” yazdığı ilk şarkıymış. Albüm kartonet yazısında hem bu albümün oluşum sürecini bu şarkının başlattığını söylemiş hem de müzik eğitimi olmamasına rağmen şarkılarının düzenlemelerini kendisinin yapmasının hikâyesini anlatmış.
Sena Şener’in müziği, şarkıları ve şarkı söyleme biçimi çokça depresif, içe dönük ve kara bulutlu. Zor olanın mutlu şarkılar yazmak olduğunu ve aslında kolay olanı yaptığını anlatıyor röportajlarında. Dinleyici olarak o bulutların gölgesinde kalmaktan hoşnut olduğunuz sürece Şener’in müthiş sesinden ve kendine has dünyasından payınızı alıyorsunuz. Aksi takdirde işiniz biraz zor olabilir.
Müzikal nitelik bakımından kendi sınırları içerisinde son derece özen ve titizlikle hazırlanmış bir albüm bu. Bir bütün olarak iyi. İçinde farklı coğrafyaların tını ve tatları barındıran melodiler, derinlikli sözler barındıran şarkılar var başından sonuna.
Ve fakat Sena Şener’in bir falsosu var ki bence bütün bu artıların karşısında kocaman bir eksi olarak duruyor. O da çok belirgin ve rahatsız edici diksiyon problemi. Evet, biliyorum son yıllarda ne kadar ağzınızın içinden, çeneniz kapalı ve telaffuzunuz bozuk şarkı söylerseniz o kadar “alternatif” buluyorlar sizi ve o yüzden de kimse buna takılmıyor, hatta bazen “doğallığı bozulmasın” diye özellikle yapılıyor ama elbette işin doğrusu bu değil. En azından olmamalı. Şarkı sözlerini dinleyenlerin net bir biçimde anlaması ve kelimelerin doğru anlamlarını bulabilmesi için şarkı söylerken bir parça amatör ruhtan sıyrılmanın Sena’ya büyük faydası olabilir.
Albüm kapak ve kartoneti Fethi Karaduman tarafından çekilmiş fotoğraf ve Kaan Bağcı tarafından yapılmış illüstrasyonlar ve tasarımla şarkıların ruh halini bütün bütüne yansıtıyor. Kitapçıkta şarkı sözlerinin yanlarına iliştirilmiş ve Sena Şener’in tabiriyle “şarkılara sığdıramadığı” cümleler de CD satın alanlar için “bonus”.
Kendi müziğini yazan, şekillendiren ve söyleyen herkesin ama özellikle de Sena gibi çok genç yaşta bunu yapabilenlerin önünde eğilmek lazım. Bunun bir ilk albüm olduğu düşünülürse, bu yolda Sena’yı epey parlak bir geleceğin beklediği de aşikâr. Söylemişti dersiniz.
Bir dönem Bulutsuzluk Özlemi’nin bas gitaristi olarak
tanıdığımız, sonrasında hem solo işleri hem de içinde yer aldığı kolektif
çalışmalarla adından söz ettiren Demirhan Baylan memleketin nevi şahsına
münhasır müzisyenlerinden. İkiz çocuk sahibi olduktan sonra müziğe dört yıllık
bir “babalık molası” veren Baylan, geçtiğimiz günlerde kendi hesabına
yayınladığı yeni albümü “Yapayanlış Şarkılar”la tekrar sahaya döndü. Demirhan
Baylan’la yeni albümünü ve daha fazlasını konuşmak için sonbahara selam duran
bir Kuzguncuk öğleden sonrasında bir araya geldik.
“Ülkü Aker o şarkıyı yazdığında benim yaşım çok gençti,” diyerek başlıyor anlatmaya. Şarkı birdenbire patladı, plağı çok sattı, Altın Plak aldı. “Hemen peşinden bir şey daha yapmak lazım,” diyorlar. Ülkü de diyor ki “Genç yaşında kalbinin işine son verdirttik kızın, bari bu defa kalbini affettirtelim.” Sonra da oturup “Kalbimi Affettim”i yazıyor. Ama ben sonra anladım ki bu işin yaşı başı yokmuş. Kalbin işine hiç son vermemek lazım.”
‘80’li yıllarda tek kanaldan yayın yapan siyah beyaz
televizyonlarımızda az buz müzikal film izlemedik. İncir çekirdeğini
doldurmayacak konuları, durup dururken şarkı söylemeye ve dans etmeye başlayan
oyuncuları, neşeli şarkılarıyla o şahane müzikal filmler… Müzikallere tutkuyla
bağlanmış bir kuşak varsa bu ülkede, bilin ki televizyon sayesindedir. Zira ne
Braodway prodüksiyonlarının Türkiye’ye gelebilmesi ihtimali mümkündü o yıllarda
ne de Türkiye’de kısıtlı imkanlarla sahneye konulan yerli ve yabancı
müzikallerin Broadway ihtişamını yakalaması. İyisiyle kötüsüyle yapılanları da
sevdik, bağrımıza bastık, o ayrı. Ama yurt dışına gidip yerinde izlemek gibi
bir lükse sahip değilseniz, müzikalin hasını izlemek ancak filmler sayesinde
mümkün oldu memlekette.
(1 Mayıs 2018 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Edis başkaydı; ilk gördüğümüzde anlamıştık. Bunun formüle edilebilir bir izahı yok. Bazıları başkadır. “Şeytan tüyü” derdi eskiler. Öyle bir tılsım, öyle bir hemen fark edilirlik, ayırt edilebilirlik, öyle bir anında etki yaratabilme gücü. “Allah vergisi” de derdi eskiler.
İşte tam da bu yüzden henüz sadece dört tekli yayımlamış Edis’in uzunca bir süredir beklenen ilk albümü önemliydi. Edis başkaydı, evet ama bunu nasıl değerlendirecekti? Ya da değerlendirebilecek miydi?
Edis’in ilk albümü “Ân”, geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlandı. Albümde 12 şarkı var. Daha önce tekli olarak yayımlanmış “Çok Çok” ve bir Erkin Koray “cover”ı olan “Gün Ola Harman Ola” dışındaki tüm şarkılar sıfır kilometre Edis şarkıları.
Albümün “teaser”ını dinlemek bile Edis’in risk almak pahasına farklı bir şeyler, en azından güncel Türkçe pop müzik içerisinde sıraya sokulamayacak bir şeyler yaptığını anlamama yetti. Albüm çıktı; yanılmadığımı anladım.
Neredeyse her gün yeni bir sürü şarkı çıkıyor, adını ilk kez duyduğumuz bir sürü şarkıcı görüyoruz dijital platformlarda. Ama ne çare. Müzik dinleme alışkanlıklarımızın değişmesi bir taraftan, müziğin pazarlanma şartlarının değişmesi bir taraftan derken oluşan kısır döngünün çarkları hepsini öğütüveriyor. Olmuşlar da olmamışlarla birlikte dijital çöplüğü boyluyor üç beş günde. “Star” konumundakilerin bile etkisi eskisi gibi uzun süreli olamıyor artık. Büyük patlamalar beklemek yersiz bu şartlar altında. Taş üstüne taş koyan, ağır da olsa emin adımlarla ilerleyen sağ çıkacak bu kaostan. Edis bu albümüyle tam da bunu başarıyor.
Bu albümde ilk dinleyişte kafadan “hit” denilebilecek bir şarkı yok. O kadar kolay algılanır, dile pelesenk olur şarkı da yok. Tutun ki yaz başı çıksa, belki de yazlık mekânların “playlist”lerine giremeyebilirdi bu şarkılar. Ama bana güvenin, bu yaz boyu duyacağız biz Edis şarkılarını. O zamana kadar en azından birkaçını sindirmiş olacağız çünkü. Tıpkı “Çok Çok”un uzun vadede bir “hit”e dönüşmesi gibi.
Bir albümü bir tekliden ayıran en önemli şey bir birden fazla boyutunun olması şüphesiz. Bu anlamda Edis’le aslında yeni tanışıyor olduğumuz söylenebilir. Güçlü ve zayıf yanları, vizyonu, derinliği, felsefesi (en azından şimdiki zaman diliminde) nedir ne değildir, bu albümle görüyoruz. Mesela “Gencim, yakışıklıyım; o halde genç kızların gönlünü çelecek yapış yapış romantik ya da şöyle sokak sloganlı bir bıçkın delikanlı şarkısı yaparım, parsayı toplarım,” gibi bir kafada olmadığını teklilerinden az çok anlasak da albümünde bunu net bir şekilde görüyoruz. Yok çünkü öyle bir şarkı.
Onun yerine hemen her biri farklı bir biçimde, neresinden baksanız yirmi otuz yıldır aynı sulardan beslenen Türkçe pop klişelerine göre yenilikçi, özgür denemeler barındıran şarkılar var. Twitter’da bir yorum okumuştum, “Edis’in yaptıklarının dünyada çoktan modası geçti,” diye. Bu ülkede müzik yapanlardan, bu ülkenin şartları içerisinde, dünyada yapılmamışı yapacak, yeni bir moda, akım yaratacak bir müzikal yenilik beklemek hayalperestlik olur. Onu geçiniz. Ama ayakların bu topraklara basmakta iken ellerinle sınırların dışına uzanabiliyorsan, bu bile başarıdır ki Edis bunu yapmış, en azından yapmaya azmetmiş işte.
Albümün en “catchy” şarkılarından biri olan “Roman”, söz ve müziği Edis’e ait, düzenlemesi Ozan Çolakoğlu tarafından yapılmış bir şarkı. Albümü bu şarkı açıyor ve hemen ardından “Çok Çok” geliyor. Dünyada genellikle albümden önce çıkan tekli şarkıları, daha önce yayımlandı diye albümün sonuna konulmaz. Bu bize has bir uygulamadır ve şarkı sıralamasına, albüm bütünlüğüne verdiğimiz (daha doğrusu vermediğimiz) önemin de göstergesidir. Bu yüzden bu albümde bu şarkıyı ikinci sırada görmek hoşuma gitti. Müzikal akışta ve hikâye içerisinde yeri orasıymış ki oraya konmuş diye düşündüm.
“Çok Çok”un peşi sıra gelen “Yalan”, Edis, Alper Narman ve Onurr’un ortak yazdığı bir şarkı. Düzenlemeyi Osman Çetin yapmış. Ardından Yasemin Mori’nin Edis’e eşlik ettiği “Sevişmemiz Olay” geliyor. Her iki şarkı da genç ve ateşli, dinamik şarkılar. Mori’nin Serhat Şensesli ile birlikte yazdığı şarkıyı Şensesli düzenlemiş. Yasemin Mori ile Edis’in ilk kez tanıştıkları güne şahit olmuşluğum var. Radyo Boğaziçi’nin bir ödül töreninde BÜMED’de kulis olarak ayrılmış bölümdeydik. Edis, Yasemin’e hayrandı. Oracıkta kırk yıllık ahbap oldular, kimyaları anında tuttu. Yasemin de başından beri çemberin dışındadır ya hep. Edis’e çok yakışmış yazdığı şarkı bu yüzden.
Albümün bence en iyi şarkılarından biri “Sen Özgür Ol”, Mustafa Ceceli’nin düzenlemesini yaptığı bir Edis bestesi. Edis’i ilk kez yavaş bir şarkıda dinlerken şarkıcılığının farklı bir boyutunu da görmüş oluyoruz.
Tıpkı “Sen Özgür Ol” gibi batılı bir orta tempo şarkı olan “Ân” ile albüm hiç etkisini azaltmadan devam ediyor. “Ân”ın düzenlemesi bir başka vizyonu geniş müzisyenin, Gürsel Çelik’in elinden çıkmış. Söz ve müziği yine Edis’e ait olan “Bana Ne” ise Ozan Bayraşa tarafından düzenlenmiş.
Bazı aranjörler bazen “uçmak” isteseler de şarkıcılar ya da şarkıcıların onlara getirdiği şarkılar fazla yükselmelerine izin vermez. Bunu düşününce “Bana Ne”de de görüldüğü üzere, Edis ve şarkılarının aranjörlere fırsat verdiği söylenebilir. Bu kadar oyuncaklı düzenlemelerin açıklaması bu olsa gerek. (Bu arada, “Bana Ne” ayrı yazılır; kartonetteki gibi bitişik değil.)
Bir başka Edis bestesi “Eyvallah”, Osman Çetin’in düzenlemesiyle albümün sekizinci sırasında. Kolay algılanabilir, çok bildik armonik dizimlerle yazılmış ama düzenlemesinin zenginliği ile sıkmayan bir şarkı “Eyvallah”.
Edis, Alper Narman ve Onurr ortaklığının bir diğer şarkısı “Doldur İçelim” var sırada. Düzenleme Ozan Çolakoğlu tarafından yapılmış. Adından da anlaşılacağı üzere, alaturka temalı bir şarkı bu. Basbayağı oryantal bir düzenleme de yapılabilirdi ama öyle yapılmamış neyse ki. Albümün ticari açıdan iş yapacak şarkılarından biri olduğu söylenebilir kolaylıkla.
“Dur De” benim albümde en sevdiğim şarkıların başında geliyor. Hem melodi gücü de hem Edis’in yerinde yorumu ile ilk dinleyişte kendini gösteren “Dur De”nin söz ve müziği Edis’e, düzenlemesi Gürsel Çelik’e ait.
Sözleri Edis’e, müziği Edis ve Gürsel Çelik’e ait “Köle”nin düzenlemesini de Gürsel Çelik yapmıştı. Akışı kolay, formülü belli bir dans şarkısı “Köle”.
Albümün kapanışında ise Erkin Koray’ın 1996 çıkışlı albümüne adını veren, söz ve müziği de Koray’a ait bir şarkı. Bugüne dek hiç “cover” potasına girmemiş bu şarkıyı Gürsel Çelik’in düzenlemesi ile dinliyoruz. Şarkının bu düzenlemesinin Erkin Koray versiyonundan çok daha iyi olduğu aşikâr. Şarkı da Edis’e beklenmedik bir biçimde çok yakışmış. Bana Edis’in “cover” yapması için bir şarkı sorsalar, ben kırk yıl düşünsem, bu şarkı aklıma gelmezdi mesela.
Çok farklı akımların birbirinin içinden geçtiği düzenlemelerin toplamda bir müzikal bütünlük oluşturduğu, kendi içinde tutarlı, kendi üslubunu ve tavrını yaratmış bir albüm “Ân”. Başta da yazdığım gibi, Edis’i üç boyutlu olarak dinlememizi, tanımamızı sağlıyor her şeyden önce. Şahsen ben uzun uzadıya dinleyip bir iyice tanıdım. Ve tabii yeterince tamamlanmamış yerini de gördüm.
İlk albümler genellikle yıllardır biriktirilmiş şarkılardan oluşur ve o tekamülün farklı evrelerinden zengin bir içerik devşirmek daha kolaydır. Bu bakımdan albüm doyurucu. Gelin görün ki şarkı sözlerinin büyük kısmında bir konu bütünlüğü, bir hikâye eksikliği, tutarsızlık, hatta bazen mantık hataları söz konusu. Evet bir şeyler anlatıyor ama satır araları eksik kaldığı için Edis’in kafasında canlandırdığı hikâyeye dinleyenin vakıf olması zorlaşıyor.
Bunu bir örnekle açıklayayım: “İstemesen de, hayır desen de bu aşkı tek başıma yürütürüm” diyen birisi aynı şarkının başka cümlesinde “Uymazsa cebimde bir küçük eyvallah yok,” diyor. İlk cümleyi söyleyen ikinci cümleyi söylemez oysa. Hadi söyledi diyelim. Aşkı bitirmek mi istiyor, her şeye rağmen devam ettirmek mi, isyankâr biri mi, yoksa ne olursa olsun sineye çeken biri mi anlamak mümkün değil.
Ya da bir başka örnek: “Gücümü sola verdim yorgunum, her geceme seni koydu ne zor durum.” Gücünü sola vermek, kalbe yüklenmek olsa gerek. Peki her gecesine onu koyan kim ya da ne? Birini geceye koymak ne demek?
Bunlara benzer pek çok örnek var albüm boyunca karşımıza çıkan. Biliyorum bu zamanda bunlara kafa yormak gereksiz. Melodiye uygun akan, dile kolay gelen kelimeler dinleyiciye yetiyor ve şarkılar artık genellikle bu teknikle yapılıyor; dinleyici de hikâye peşinde koşmuyor, çoğu zaman bir tek cümle ya da kelime yetiyor şarkıyı sevmesine; gerisini duymadığı bile oluyor. Ama Edis’in bu kaosun içinde parladığı yerde kendini bu anlamda da farklı kılmasını, daha incelikli ve detaycı olmasını beklerdim.
Albüm kapak ve kartonet fotoğrafları Erdi Doğan tarafından çekilmiş, kreatif direktörlüğü Sezer Arıcı, tasarım ve sanat yönetmenliğini de Ozan Şanal üstlenmiş. Edis’i “bebek yüzlü jön” ya da “temiz yüzlü, iyi çocuk” gibi “artist” bir imaja mahkum etmeyip, doğal ve sade haliyle bırakan, tasarımı da ihtişam üzerine değil, asimetrik bir sadelik üzerine kuran bu çalışmanın çok ama çok doğru olduğunu da söyleyebilirim.
Edis başkaydı. Bu albüm gösteriyor ki başkalığı tek atımlık barut değilmiş. Umarım bu durum bundan sonra da böyle devam eder.
(24 Nisan 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Daha önce pek çok kez yazdım; Nazan Öncel’in eğlenceli yanını da severim sevmesine ama onun acıtan, rahatsız eden, dürten şarkılarını her zaman ayrı tutarım. “Göç”ü, “Demir Leblebi”yi, “Sokak Kızı”nı hiçbir şeye değişmem. Üretenin değişimini, tekamülünü, farklı şeyler yapma isteğini de bilirim bilmesine ama o albümlerden bu yana her yeni çıkan albümünde öylesi şarkılar aramışlığımı, buldukça diğerlerinin arasında kayırmışlığımı da itiraf ederim.
İşte geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle piyasaya çıkan yeni Nazan Öncel albümü “Durum Şarkıları” ben ve benim gibi düşünen Nazan Öncel severler için tam da o özlemi gidermek için çıkıp gelmiş gibi. Daha kapağını görür görmez çakıyorsunuz “durum”u. Dinledikçe, acıdıkça, rahatsız oldukça, dürtüldükçe de “Oh be!” diyorsunuz, hayranlık bu ya. Bizi eğlendirmeye çalışan çok nasılsa; varsın Nazan Öncel de acıtsın.
Sözleri, müzikleri, düzenlemeleri ve karakteristik Nazan Öncel şarkı söyleme biçimiyle “Nazan Öncel eskisi gibi değil” diyenlere sille tokat girişebilecek bir albüm “Durum Şarkıları”. “Bana Bir Sen Yetersin” mi desem, “Kısa Çöp” mü desem, “Mükemmel Kusur” mu desem… Bu defa öyle bir tane, iki tane değil, sözsüz bir “Girizgâh”la başlayıp “Kuşlar da Gitti”ye kadar süren, her bir şarkısı Nazan Öncel inceliği, derinliği, zenginliğiyle dolu (biri enstrümantal) 12 yeni şarkıdan oluşan bir albüm bu. Yakınlarda kaybettiğimiz, Nazan Öncel’in uzun yıllar yol arkadaşı olmuş, benim de sayısız defa çeşitli vesilelerle nezaketinden, inceliğinden payımı aldığım bir kıymetli insanın, Akşit Togay’ın anısına ithaf edilmiş bir albüm.
Albümün tek ticari ve eğlenceli şarkısı “Kimler Gelmiş”i Nazan Öncel, Manuş Baba ile birlikte söylüyor. İlk klip de bu şarkıya çekildi zaten. Onun eğlencesi bile dozunda, tadında; abartılı ya da samimiyetsiz değil.
Gelgelelim bu albüm, bir yitenin ardından hesapsız ve plansız bir şekilde, biraz da kısa bir zaman zarfında ortaya çıktığından mıdır nedir, ciddi anlamda teknik kusurlar barındırıyor. Bazı şarkılarda ya enstrümanlar yanlış çalınıyor, ya Nazan Öncel detone oluyor diye düşünecek kadar kulağınıza ters gelen sesler duyuyorsunuz. “Bana Bir Sen Yetersin”in 03:33’ünden sonra, “Gezgin”in neredeyse tamamında var mesela… Solist başka telden, enstrümanlar başka telden çalıyor gibi yer yer. Sanki kontrşan olması, daha alttan duyulması gereken tamamlayıcı sesler gereğinden fazla yüksek (ya da dengesiz) kalmış gibi. Belki bir “mix” sorunu. Bazen de sanki şarkıları önce Nazan Öncel çıplak sesle, öylece söylemiş de sonra üzerine enstrümanlar çalınmış gibi. Öyle bir uyumsuzluk hâli. Oysa bugünün stüdyo teknolojileriyle halledilemeyecek şeyler değil bunlar. Onun için aceleye gelmiş diyorum ya.
Zaman zaman hepimizin başına gelir. İçinde olduğumuz işe o kadar alışırız ki dışarıdan başka bir kulakla dinleyemez, başka bir gözle göremez hâle geliriz. Bin kere yeniden okuduğum yazılarımdaki yazım hatalarını fark edemediğim çok olmuştur. Bu da onun gibi bir şey olsa gerek. Yoksa ne Nazan Öncel ne de düzenlemelerin ve “mix”in büyük kısmına imza atan Hakan Kurşun böylesi hatalar yapacak müzisyenler değiller. Tabii bu kadar kıymetli şarkılarla dolu bir albüm için az buz talihsizlik değil bu. Belki yeni bir “mix”le yeniden derlenip toparlanmalı, ikinci bir baskı yapılmalı.
Kapakta Akşit Togay tarafından çekilmiş fotoğrafın Ergün Gündüz tarafından yapılmış illüstrasyonu, kartonette yine Ergün Gündüz’ün elinden çıkmış diğer illüstrasyonlar, Nazan Öncel’in kartonet tasarımı ve Özgür Arcan’ın grafik uygulaması tek kelimeyle mükemmel. “Kimler Gelmiş”in aynı dokuda hazırlanmış klibi de öyle. Bunun altını da özellikle çizmek lazım.
Günahı sevabıyla bu albüm bize bir kez daha Nazan Öncel’in gözünden, kaleminden, dilinden gördüğümüz, okuduğumuz, duyduğumuz şeylerin hayata bakışımızı nasıl değiştirdiğini, bize nasıl başka kapılar, pencereler açtığını, bizi nasıl daha zengin, daha aydınlık, daha duyarlı yaptığını hatırlatıyor. Çünkü bizim, hele ki şu zamanlarda, bu şarkılara çok ihtiyacımız var.
(9 Nisan 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Cihan Mürtezaoğlu şarkılarını internet platformlarında, YouTube kanallarında dinleyip seven de vardı, adını Ceyl’ân Ertem, Mabel Matiz, Burcu Tatlıses gibi isimlerin albümlerinde görüp bilen de. Yıllardır müziğin alternatif ve de çoğunlukla bağımsız kanadında varlığını göstermiş bir müzisyendi. Şarkı söylüyordu, şarkı yazıyordu, enstrüman çalıyordu, düzenleme yapıyordu. “Sultan Süleyman”ı Mabel Matiz’in söylemesi için yeniden düzenleyip uzun yıllar boyu pek eğlenceli sandığımız o şarkının içindeki saklı ağıtı çekip çıkarması bile tek başına Cihan Mürtezaoğlu’nun müzikal kalibresi hakkında bir fikir vermeye yeterdi aslında. Derken 2016’da ilk albümü “Bitsin Bu Delilik”le çıktı karşımıza. Geçtiğimiz günlerde ise Mürtezaoğlu’nun yeni albümü “Deli Zaman”, Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle yayımlandı.
Hakkında yazılan yorumlarda Bülent Ortaçgil’den Orhan Gencebay’a uzanan bir skalada pek çok isme benzetilmiş olsa da aslında nevi şahsına münhasır bir müzisyen Cihan Mürtezaoğlu. Kendine ait bir dili, şarkılarının bir melodik yapı biçimi ve düzenlemelerinin belirgin bir kimliği var. Bu büyük bir avantaj. Sevenleri de en çok bu yüzden seviyor zaten.
Öte yandan bu yeni albümün ilk albüme kıyasla artıları ve eksileri var.
Her an detone oluverecekmiş gibi şarkı söylüyordu Cihan Mürtezaoğlu. Özellikle tercih edildiğini düşündürmekle beraber, o pes tonlar zaman zaman dinleyicide gerginlik yaratmıyor değildi. Hece bölmeler ve prozodi hataları da cabası. Tüm bunlar ilk albümde çok belirgindi ve bu bakımdan ilk albüm onca amatör ya da yarı profesyonel Cihan Mürtezaoğlu videolarının ve de ses kayıtlarının bir uzantısı gibiydi. Bu albümde ise nispeten daha fazla şarkıcı gibi şarkı söyleyen bir Cihan Mürtezaoğlu var. Amatör kayıt meraklıları için bu tek başına “Cihan da bozdu,” yorumu yapma sebebi olsa bile, bu işin doğrusu budur, böyle olması gerekir zaten.
İlk albüm uzun bir zamana yayılmış şarkıların bir toplaması gibiydi. Birçoğu zaten bir kitle tarafından bilinen şarkılardı. Bu albümse göze görünür bir albüm bütünlüğü taşıyor ve bu bütün daha pop, daha “hafif” tınlayan şarkılar da barındırıyor. İkinci bir “Cihan da bozdu,” yorumu da buradan gelebilir ya da tam tersine Cihan bu albümle daha önce onu hiç dinlememişlere de ulaşabilir; işin o kısmını zaman gösterecek.
Mesela aslen bir Ferdi Tayfur şarkısı olan “Bana Sor” da dâhil olmak üzere birden fazla şarkıda Mürtezaoğlu’nun müziğine katkısı tartışılır dozda bir alaturka ritim, melodi, makam iklimi var. Derinlik değil, hafiflik veren bir doz.
Albümün tek “cover”ı “Bana Sor.” Onun dışındaki 10 şarkının söz ve müzik ve düzenlemelerinde Cihan Mürtezaoğlu imzası var (3 şarkının düzenlemesinde Mürtezaoğlu’nun yanı sıra Zafer Tunç Resuloğlu’nun da adı geçiyor.) Başından sonuna bütün düzenlemelerde sadelik, sakinlik ve akustik “sound” hâkim ki bu da bu zamanda müzikte en sevdiğimiz şey olabilir.
Ersin Şahin’in çektiği fotoğraflarla Başak Ünal’ın nefis kartonet ve kapak tasarımı ise albümün bir başka artısı.
Sonuç itibariyle daha ikinci albümünde “acaba ne yapmış” diye merakla dinleme hissi uyandıran, uzun vadede çok daha incelikli işler yapacağından kuşku duymayacağımız bir müzisyenin muhtemelen bir “ikinci albüm” sendromu yaşayarak yaptığı bir albüm bu. Kulak kabartmaya değer.
(2 Nisan 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Şöyle hakkınca bir saygı albümü yapmayı bir türlü beceremiyoruz galiba. Geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle piyasaya çıkan “Merhaba Gençler 2018” adı verilmiş Cem Karaca saygı albümü de bu genellemenin içinde yer alacak gibi gözüküyor.
Prodüktörlüğü Sude Bilge Demir tarafından yapılan albümde on üç Cem Karaca şarkısı ve bir de Cem Karaca anısına yazılmış müzikli şiir var. Şarkıların bir kısmı zamanında Cem Karaca’nın kaleminden çıkmış, bazıları ise başkaları tarafından yazılıp üstat tarafından seslendirilmiş. Fark etmez. Sonuçta her şeyden önce her söylediği şarkı onun hayat hikâyesinin bir parçası olmuş ya da en azından onun sesinde bizi hikâyesine inandırmış şarkılar. Hâl böyle olunca başka kim söylese aynı etkiyi veremeyeceği başından belli. Zaten bu önyargıyı kırmak da neredeyse imkânsız.
Bu bir yana, bir şarkıyı “cover” yapmakla, bir saygı albümünde seslendirmek arasında ciddi bir fark var. Bir şarkı yazarına saygı göstermek için şarkısını söylüyorsunuz ama şarkının sözlerinde, melodisinde değişiklik yapıyorsunuz. Belki de hayatta olsa asla kabul etmeyeceği değişiklikler… Her şeyden önce buna hakkınız yok. Sözgelimi bu albümde Fırat Tanış, o cânım “Sevda Kuşun Kanadında”yı Emirhan Cengiz’in düzenlemesiyle zaten yeterince sönük bir biçimde seslendirmemiş gibi bir de “aşk ne ustam” sözü “dedim ustam” olmuş. Niye ve ne hakla?
“Çok Yorgunum”un adı “Yorgunum Kaptan” olmuş mesela. “Bindik Bir Alamete Gedeyoz Kıyamete”de, kartonette bile sözler doğru şekilde yazılmış olmasına karşın “gidiyoruz” diye söylüyor Kök. Cem Karaca da bilmez miydi öyle söylemeyi?
Şarkı ve şarkıcı eşleşmesi anlamında şahsen beklentimi yüksek tuttuğum “Sen de Başını Alıp Gitme”nin Sıla yorumu maalesef ki albümün çıtasını düşüren işlerin başında geliyor. Hadi “Ne olur” yerine ısrarla “N’olur” demesini sineye çektik diyelim ama alkışı duymuş, ihaneti görmüş, ekmeğini bölmüş de yemiş o onurlu kadın ya da adam bu derece ezilir miydi bu şarkıyı söylerken? Sezen Aksu’nun “Git”i olsa anlardım ama bu şarkı öyle bir şarkı değil ki.
Şehirli bohem melankolisini bol bol anlatsın kendi şarkılarında, onu severiz yine ama konser kulisinde bile “bodyguard”larla oturan Teoman mümkünse “Tamirci Çırağı”nı söylemesin mesela artık.
Cem Karaca şarkıları denilince şahsen ilk onda bile aklıma gelmeyecek, Cem Karaca’dan değil Barış Akarsu’dan popüler olmuş “Islak Islak” albümün ticari kaygısını açık eden işlerden sadece biri. Ayrıca Mehmet Erdem’in albümlerini sever ve dinlerim ama bu şarkının onun için doğru bir şarkı olduğunu asla söyleyemem. Aynı şekilde Can Bonomo da kıymetlidir benim için ama “Namus Belası”nı seslendirirken sözlerin ne anlattığını tam olarak anladığından şüpheliyim. Hiç de öyle oyuncaklı, eğlenceli bir şarkı değil zira.
“Memlekette şarkıcı, grup kıtlığı mı var, neden Şevket Çoruh?” diye soracak gibi olduğumda albümdeki en iyi yeniden yorumlardan biri olduğunu fark edip susarım.
Halil Sezai’nin “Oh Be”si memlekete döndüğü için kendisine “dönek” diyenlere meydan okuyan ve tam tabiriyle “döndüm ulan size ne” diyen Cem Karaca’nın “Oh Be”si değil; araya sıkıştırılmış Sansar Salvo’nun dramatik “rap”ine rağmen değil. “Reggae” ritminde bir şarkı bulduk, suyunu çıkaralım versiyonu. Ara “intro”daki Halil Sezai doğaçlamasının başka açıklaması olamaz.
Bunlar ve bunlara benzer pek çok sebep var bu yazının ilk paragrafını bana yazdıran. Hepsi buraya sığmaz. İyi şeyler de yok mu? Elbette var ama bütünü kurtaracak kadar değil. Sözün özü; olmasa da olurmuş denilecek bir Cem Karaca saygı albümü daha var elimizde çünkü bundan önceki de bundan daha iyi değildi maalesef.
Bir de şu var ki, ta o zamanlar yazılmış, söylenmiş Cem Karaca şarkılarıyla bugünlere dair neler neler anlatabilmek mümkündü. Zaten onu yapamıyorsa bir Cem Karaca saygı albümü, Cem Karaca’dan geriye ne kalır ki? Kapaktaki gibi bir illüstrasyon mu sadece?
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.