NTV’de yayınlanan Söz ve Müzik belgeselinin Kayahan özel bölümü için kolları sıvadığımızda 2014’ün yaz aylarındaydık. Projeyi ilk konuştuğumuzda çok heyecan duydum ve hemen çalışmaya başladım. Önce elimin altındaki bütün eski dergileri tarayıp Kayahan haberlerini, fotoğraflarını topladım, yetmedi birkaç gün kütüphaneye gidip Kayahan’ın 60’larda ve 70’lerde katıldığı müzik yarışmalarının haberlerini buldum. Bir aya yakın devam eden bu süreç boyunca bana hep Kayahan şarkıları eşlik etti. Çünkü birini yazmanın yolu önce onu anlamaktan geçiyor. Ve birini anlamanın yolu da onun ürettiklerini tekrar tekrar dinleyerek, okuyarak mümkün oluyor en çok. En azından benim için öyle.
(2 Nisan 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Çağın kaçınılmaz gereği dijital müzik, sadece müziği en iyi kalitede dinleme zevkini ve tutkusunu değil, aynı zamanda albümlerin bütün olarak bir eser olduğu gerçeğini de tarihe gömecek gibi gözüküyor. Albüm kapakları birer “tag” artık sadece. Kartonetler ise detaycı dinleyici dışında kimsenin umuru değil. Ogün Sanlısoy’un yeni albümünü elime alınca ilk aklıma gelen bu oldu. Çünkü Sanlısoy’un bizzat kendisi tarafından çizilmiş albüm kapağı ve kartonet içerisindeki illüstrasyonlar ve Melek Boçoğlu’nun tasarımıyla albüm, sıradan bir CD kutusuyla paketlenmekten kurtulup, içinden şarkıların geçtiği bir kitaba dönüşmüş. Böylece dinlediklerimizin hafızalarımıza yer edecek görsel izdüşümü en doğru biçimde imlenmiş. Bu yazıya albüm kartonetinden başlamam da bu örnek alınması gereken işe vurgu yapmak nedeniyledir zaten.
Kitapçığın çocukluğumuzdan kalma masal kitaplarını andırması boşuna değil muhakkak. Şarkıların hikâyelerinde tam da içinde geçtiğimiz döneme ait, acıtıcı, sert gerçekler var. Ama bu gerçeklerin çok uzun yıllar sonra bir masal gibi anlatılmayacağını nereden bilebiliriz ki? Sanatın/sanatçının işi tam bu değil mi zaten? Geçmiş zamanın öğretisini, şimdiki zamanın şahitliğinden geçirip, gelecek zamanda anlatılacak masallar bırakmak…
İşte Ogün Sanlısoy, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle piyasaya çıkan yeni albümü “Sen Uyurken”de bunu hakkıyla yapıyor. Hem müzikal nitelik, “sound”, şarkı sözü, beste ve icra anlamında adamakıllı bir Türkçe “rock” albümü nasıl yapılır onu gösteriyor, hem de bir müzisyenin dünya görüşünü, fikrini, hissini şarkılarla nasıl dillendirebileceğine dair zeki ve nitelikli bir örnek veriyor. “Çal”ın özellikle önceki cümlenin ikinci önermesine dair bir zirve olduğu rahatlıkla söylenebilir. “Ağaç” ve “Onbeş” de hemen peşine eklenebilir. İlk önerme ise albümün bütününü kapsıyor. “Bir albüm kaydında gitarlar, davullar nasıl tonlanır?” sorusunun bin türlü cevabı vardır belki ama “Türkiye’de kaç tane iyi örneği var?” diye sorsanız cevap vermek zordur çünkü.
Aynı şey, Türkçe “rock” şarkılarında geleneksel Türk motiflerinin kullanılması konusu için de geçerli. Arabesk nağmelerden alaturka makamlara, geniş bir yelpazeden beslenen güncel Türk “rock” müziğinde kimse zamanında Moğollların, Cem Karacaların, Erkin Korayların tutturmayı başardığı dozu tutturamıyor. Çünkü artık o dozu Kral TV, Powerturk, bilmem ne FM’ler ve avaneleri belirliyor. “Gitarları yumuşat,” diyorlar mesela. “Davulun sesini kıs, biraz da ney, klarnet üflet…” Ya da açık açık “Bu cümleyi kullanma, bu şarkıyı albüme koyma!” Bu, yaptırım gücü yüksek kartele karşı, kendi müzik anlayışına sahip çıkmak da tek başına bir direniş artık… Belli ki Ogün Sanlısoy, müziğiyle de direnenlerden. En azından bu albümün yakından gösterdiği o.
Albümdeki dokuz şarkının da söz ve müzikleri Ogün Sanlısoy tarafından yazılmış. Kayıtlarda elektrik ve akustik gitar da çalan Sanlısoy’a, davulda Sertan Soğukpınar, bas gitarda Sertan Coşkun, yine gitarlarda Onur Ataman ve “keyboard”da Cihan Barış eşlik etmiş. Albümün prodüktörü Tarkan Gözübüyük’ün de dâhil olduğu bu ekip, şarkıların düzenlemelerine de birlikte imza atmış. Bilenler bilir, zaten bu isimlerin her biri, ortaya çıkan işin birer garantörü gibi.
“Rock” müzik dinleyicisi olmasanız, popa daha yakın dursanız bile kalbinize dokunacak “Son Defa”, “Sen” ve “Gün Olur”, hem Anadolu “rock” denemelerini, hem de klasik “rock” formunu sevenlerdenseniz kulağınıza çok sıcak gelecek “Merhem”, “Sonsuza” ve “İsterse” ama illa ki “Çal”, Gezi’de canınız yanmışsa “Ağaç”, Berkin’e ağlamışsanız “Onbeş”… Her biri tek başına bu albümü dinlemenize, sevmenize neden olabilir.
Albüm kitapçığının son sayfasında ve albümün son “track”ine gizlenmiş son saniyelerinde her masal kitabını bitiren cümle var: “Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…” Masal nerede biter, muradına eren kimler olur, kerevetine kimler çıkar, şimdilik bilmiyoruz. Belli olduğunda ise muhtemelen biz buralarda olmayacağız. Bugünlerin masalını bu şarkılar anlatacak o günlere. Bizim kârımızsa, ilk dinleyenler hanesine yazılmak olacak.
(30 Mart 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Onca eleştiriye, onca söze rağmen şarkıcılık iddiasından vazgeçmiyor Sinan Akçıl. 2014 yılında Poll Production ile yollarını ayırdıktan sonra DMC saflarına geçen Akçıl, Nisan ayında piyasaya sürülen “Tabi Tabi” (ki “tabii” kelimesi öyle yazılmıyor biliyorsunuz) adlı albümünün üzerinden çok zaman geçmeden “Hatırlasana” adlı teklisini dijital platformlarda yayımlamıştı. Sinan Akçıl’ın yeni albümü “Best Of Aşk” ise 2015 yılı Şubat ayında raflarda yerini aldı.
Adından anlaşılacağı üzere, Sinan Akçıl’ın yazdığı “en iyi” aşk şarkılarından oluşturulmuş bir albüm bu. Zeynep Casalini’nin seslendirdiği “Dokunma Bana” ile başlıyor albüm. Ferhat Göçer’in sesinden sevdiğimiz “Biri Bana Gelsin”, Funda Arar’ın söylediği” Hafıza”, ilk kez Hande Yener’in seslendirdiği “Teşekkürler”, “Dön Bana”, “Çöp”, Ziynet Sali tarafından seslendirilmiş “Rüya” ve “Her Şey Güzel Olacak”, İzel’in sesinden kulaklara yer etmiş “Gurur” ve “Anlayamazsın” ve de Ajda Pekkan’dan dinlediğimiz “Arada Sırada” albümde yer alan şarkılar.
Yanı sıra “bonus track” diye nitelendirilmiş, “Okyanus” adını taşıyan bir de yeni şarkı var. O da dâhil olmak üzere, tamamı yavaş ve orta tempoda, romantik aşk şarkıları. Nitekim Cem İyibardakçı, Febyo Taşel, Serkan Ölçer, Birkan Şener, Erdem Yörük ve bizzat Akçıl’ın kendisinden oluşan kalabalık bir aranjör kadrosu olmasına karşın, albümün bütünü aynı akustik “sound” üzerine inşa edilmiş. Alışageldiklerimizin aksine alabildiğine sakin, alabildiğine telaşsız, gürültüsüz, patırtısız bir Sinan Akçıl albümü bu…
Ve işin enteresan tarafı, çok da doğru bir sıralamayla dizilmiş şarkıları arka arkaya dinlediğinizde, “adam ne güzel şarkılar yazmış” dedirtiyor size (“Her Şey Güzel Olacak”ın şarkı sözlerini bu genellemenin dışında tutarım, o ayrı.) Söyleyen kendisi olsa bile dedirtiyor bunu. Zira bakmayın böyle sakin durduğuna, albümün alt metninde çok büyük bir iddia var slında. Hatta belki sırf bu nedenle bile yapılmış olabilir: “Ben bir sürü güzel şarkı yazdım ve bunları hep önemli isimler söyledi. Ayrıca her birini ben de söyleyebilirim.“ Ben olsam, bu kadar da eleştiriliyor iken, Ajda Pekkan’ın, Hande Yener’in, Ferhat Göçer’in seslerinden sevilmiş şarkılara kendi sesimi vermeye cesaret edemezdim asla. Ama Sinan Akçıl bu… Cüreti ve becerisi arasında denge kurmayı önemsemeyenlerden… Bir yazımda onu Hülya Avşar’a benzetmem boşuna değildi.
Buna karşın şunu da kabul etmek lazım ki bu albüm Sinan Akçıl’ın şarkıcı olarak kendini gösterdiği en iyi albümü olabilir. Sonuçta ses aralığı ve tınısı Allah vergisi bir şey ve bir yere kadar geliştirilip değiştirilebiliyor ama şarkı söylemek öyle değil. Onu çalışarak öğrenebilmek mümkün… Ve Akçıl bu anlamda bir adım ileri gitmiş görünüyor. Vurguları, baskıları, prozodisi önceki albümlerine nazaran çok daha iyi... Zaten seçilen şarkılar onun ses sınırlarını zorlamayacak aralıklarda düzenlenmiş ve bu da çok doğru olmuş. Hani “filancanın buğulu sesinden duygu yüklü şarkılar” klişesine oturmuş yapılan iş. Tabii haliyle vokallere çok iş düşmüş ve Muraz Aziret ile Yonca Kocadağ, üzerilerine düşeni hakkıyla yapmışlar, bizim duyduğumuz veya duyamadığımız (gizlenmiş) destek vokalleriyle.
Her ne kadar bu albüm, önceki Akçıl albümlerine göre çok daha “müzisyen” işi gibi duruyor olsa da, Sinan Akçıl’ın “teen-age” pop müzik dinleyicisinin “star”ı olma hevesinden vazgeçmediğini anlamak için albümün kapak fotoğraflarına bakmak yeterli. Bu imajı taşımak için bir on yıl kadar geç kaldığını söylemekse sanırım faydasız.
Son olarak Sinan Akçıl’ın bir televizyon programında müzik eleştirmenleri için söylediği bir cümleye istinaden doğan cevap hakkını kendi adıma kullanayım. “Müzik eleştirmenlerinin sevmediği albümler çok satıyor, şarkılar çok seviliyor,” gibi sığ bir argümanı dillendirecek son kişi bir müzisyen olmalı. Zira halkın sevip sevmemesi de, albümün satılıp satılmaması da bir müzik eleştirisi içerisinde ancak haber değeri taşır ve asla birer eleştiri kriteri değildir; hiçbir zaman da olmamıştır. Ve müzisyenler de bunun böyle olduğunu pekala bilir. Ya da en azından ben öyle sanıyorum.
Türkçe müzik sektörü içinde birçok açıdan dikkate değer bir albümü yazmak için, piyasaya çıkışının üzerinden bir yıl bile geçmiş olsa geç değildir sanırım. Kaldı ki albümün üçüncü klibi de geçtiğimiz günlerde servis edildi.
(23 Mart 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.) Özge Fışkın’la hiç tanışıklığımız yoktur ama tanıyan herkes onun çok komik ve eğlenceli olduğunu söylemiştir bana. Bunu çok acayip bulmuşumdur zira onun bende yarattığı izlenim tam tersidir. Kitlelere hitap eden bir iş yaptığınızda, yaydığınız ya da yansıttığınız enerji meselesine güzel bir örnektir bu. Söylediğiniz şarkılardan çektirdiğiniz fotoğraflara, göründüğünüz klipten, verdiğiniz röportajlara uzayıp giden bir sarmaldır bu. Hepsinin toplamından size dair bir imaj çıkar ortaya ve bu her zaman sizin gerçek haliniz olmayabilir.
Tüm bunları Özge Fışkın’ın yeni klibini izlediğimde geçirdim aklımdan. İlk defa neşeli, samimi, yani hep anlatıldığı gibi bir Özge Fışkın görüyordum o klipte çünkü. Nitekim albümün tamamını dinleyince de yanılmadığımı anladım.
Ankara kökenli bir müzisyen olan Özge Fışkın’ı, müzik macerası daha eskilere dayansa da, geniş kitlelere tanıtan 2000’li yıllarda Sertab Erener ve Levent Yüksel’e vokal yapması oldu. Hatta o meşhur Eurovision birinciliğimizde, Sertab Erener’le birlikte sahne üzerinde olan kızlardan biri de Özge Fışkın’dı. Sonra 2007 yılında ilk albümü “Kiliitler”i, 2012 yılında ise ikinci albümü “Bir Avuç Fotoğraf”ı yaptı. Fışkın’ın yeni albümü “Her Şeyin 1 Zamanı Var” ise, geçtiğimiz günlerde Pasaj Müzik etiketiyle yayımlandı.
Her ne kadar “rock” müzikle yetişmiş, hep “rock” müzik dinlemiş, ona gönül vermiş de olsanız da bu, sizin “rock” icra etmek için gerekli niteliklere doğuştan sahip olduğunuz anlamına gelmeyebilir. Bu noktada gerçekçi olmak, fazla da zorlamamak lazım… Özge Fışkın’dan bir Şebnem Ferah çıkmazdı; çıkmadı da. Tıpkı Sertab Erener’den ya da Aylin Aslım’dan çıkmayacağı gibi (gerçi Şebnem Ferah’ın şimdiki halinden de artık bir Şebnem Ferah çıkmaz gibi görünüyor ama o ayrı mesele.)
Sanırım Özge Fışkın da bu gerçeğin ayırtına varmış. Daha net, daha kendine münhasır bir Özge Fışkın var çünkü bu albümde. Biraz daha popülere, belki popa yakın ama kesinlikle çok daha samimi.
Albümde on şarkı var. Bunlardan biri ilk kez 1983 yılında Ajda Pekkan’ın seslendirdiği, Türkçe sözleri Fikret Şeneş tarafından yazılmış bir Mia Martini şarkısı: “Sana Doğru”. Bu şarkıyı daha önce Zuhal Olcay’dan ve Yeşim Salkım’dan dinlemiştik, yakın zamanda yayımlanan yeni ENBE albümünde ise Işın Karaca seslendirdi. Ajda’nın 2000 yılında yeniden seslendirmesini de saymıyorum. Şarkı şahane, ona diyecek yok. Özge Fışkın’ın albümündeki Gürkan Bozacı ve Gürbüz Barlas düzenlemesi de şahane olmuş. Ne ki ben olsam albümdeki tek “cover” için bir şarkının beşinci seslendireni olmayı tercih etmezdim.
Bir de Mabel Matiz bestesi var albümde ki, “Son Kale” ismini taşıyan bu şarkıda Mabel, Fışkın’a vokal de yapmış. Mabel ne yazsa, ne söylese kabulümüz. Bu şarkı da Özge Fışkın’a çok yakışmış ayrıca. Ama bence albümün en büyük üç kozu, ilk üç sırada yer alıyor. Albümün çıkış şarkısı “Kusuruma Bakma”, caz tınıları taşıyan “Teferruat” ve açılış şarkısı “Neyse ki”. Bugüne dek bir Özge Fışkın şarkısı dendiğinde aklıma hemen bir şarkı adı gelmeyebilirdi ama galiba bundan sonra bu üç şarkıdan biri illa ki gelecek.
Eski stil gitarları ve “rock’n roll” ritmiyle dikkat çeken “Asla”, sözleriyle de dinleyici kolay tavlayacak şarkılardan. Albümün en depresif şarkısı olarak tanımlanabilecek ve senfonik “rock” etkileri taşıyan “Yeraltı”nda Şebnem Ferah vokal yapmış.
“O Kadar”, “Masal” ve “Top Sende” ise bütünde hissedilen Özge Fışkın müziğini tamamlayan şarkılar. Zaten başından sonuna dek davulun ve gitarların tonlarından bir retro tadı almak mümkün ki bu üç şarkı da bundan nasibini alıyor. “Top Sende”den bir Blondie tadı alabilirsiniz mesela.
Tabii bu yeni Özge Fışkın müziğinde Özge Fışkın kadar, albümün müzik direktörlüğünü de yapan Gürkan Bozacı’nın ve Gürbüz Barlas’ın da payı var. Fışkın sekiz şarkıda söz yazarı olarak görünüyor, besteler ise bu üçlünün farklı kombinasyonlarının elinden çıkmış.
Albümün ilk kliple görsel devamlılık sağlayan kartonet fotoğrafları Aytekin Yalçın tarafından çekilmiş, tasarım ise 1MM Design tarafından yapılmış.
Sahiden “Her Şeyin 1 Zamanı Var” ve Özge Fışkın için doğru zaman buymuş demek ki. Bundan daha doğru bir albüm ismi olamazdı.
“Umut dolu, naif ve güzel duyguları uyandıran bir şarkı yaptık. Umarım tüm sevgililerin hoşuna gider,” demiş Sibel Tüzün. Ben basın bültenini yalancısıyım. Neden sadece sevgililerin? Çünkü bahis konusu şarkı, Sevgililer Günü münasebetiyle yayımlandı. Daha doğrusu Sevgililer Günü münasebetiyle yayımlanan birçok şarkıdan biri oldu. Bir kere oradaki o pazarlamacılık durumu bana sevimsiz geliyor. Sevgililer Günü için kalp şeklinde kaşar üreten peynir firması da var ona bakarsanız. Gerek var mı? Bence yok.
Sibel Tüzün’ü ilk albümünden uzun yıllar sonra İskender Paydaş’la tekrar buluşturan “Aşk Bize Yeter” adlı bu şarkının söz ve müziği Can Temiz’e aitmiş. Temiz iyi şarkılar yazmış bir besteci ve grubu Model için yazdıklarından farklı olarak bu defa depresif olmayan, aksine Sibel Tüzün’ün de dediği gibi umutlu bir şarkı yazmış. Orası tamam. Ama şarkının melodik yapısı, yürüyüşü filan basbayağı bir ‘80’li yıllar Kuşadası Altın Güvercin ya da olsun olsun Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye finalleri havası taşıyor. Yani naifliğin dozu biraz fazla kaçmış gibi. Hal böyle olunca da şarkıyı ne Sibel Tüzün’ün şarkıcılığı, ne de İskender Paydaş’ın aranjörlüğü yükseltebilmiş.
Bir de sormak lazım tabii: Duvarları neden yakıyoruz? Yıksak olmaz mı?
Onur Baştürk, ilk teklisi “Sen Yine de Gitme”nin üzerinden bir yıl geçmişken, geçtiğimiz günlerde piyasaya çıktı ikinci teklisi “Hep Aynı Anda”yla bir kez daha besteci ve şarkıcı olara karşımıza. Bomonti Müzik etiketiyle yayımlanan teklideki şarkının söz ve müziği Onur Baştürk’e ait, düzenleme ise Daniel Taşel tarafından yapılmış.
Her şey iyi, hoş… Şarkı güzel, etkili, yine bir önceki şarkı gibi “pop-rock” bir çizgide. Ne ki bu defa Baştürk bir şarkıcı gibi değil de, şarkının “demo”sunu kaydetmiş bir besteci gibi söylemiş. Ya da şöyle söyleyeyim, bu şarkının gezindiği tonlar, Baştürk’ün sesinde en iyi tınlayan tonlar olmamış. Özellikle pes seslerde bu handikap hissediliyor. Ben Baştürk’ün yerinde olsam, bu şarkıyı çok daha yükseltebilecek bir şarkıcıya ya da gruba vermeyi tercih ederdim.
Bununla beraber bir önceki tekliyle paralellik ve devamlılık sağlayan ve hem klip de hem de teklinin kapağında karşımıza çıkan siyah beyaz görselliğin son derece doğru bir tercih olduğunu da söylemem lazım.
Kurgu dalında bir Altın Portakal ödülü de kazanmış bir sinema emekçisi Aylin Zoi. Yıllardır sinema sektöründe çalışırken, müzisyen yönünü ilk kez 2014 yılında yayımlanan ve üç şarkıdan oluşan “Mecaz” adlı mini albümüyle gösteren Aylin Zoi’nin albümle aynı adı taşıyan şarkısının Umur Turagay tarafından çekilmiş, bir kısa film tadındaki klibini hatırlayanlar vardır mutlaka. Hatırlamaya da bilirsiniz gerçi zira bu tarz şarkıların ve kliplerin müzik kanallarında pek rağbet görmediği herkesin malumu.
“Bu tarz şarkı” derken kastın şudur ki, ana akımın tamamen dışından ses veren, haliyle pop öğeler içermeyen, kolay ezber edilmeyen, kulağa kolay yerleşmeyen, yani beylik tabiriyle alternatif şarkılar yazıyor Aylin Zoi. Şarkılarını kendi yazıyor evet. Ve küçük bir müzisyen ekibi tarafından çalınan bu şarkılar, müziği başka bir yerinden sevenlerin kulaklarına hitap ediyor.
Aylin Zoi’nin yeni teklisi “Aşk Biter”, geçtiğimiz günlerde Vav Müzik etiketiyle satışa sunuldu. Zoi şarkıyı yazmak ve söylemekle kalmamış, kayıtta gitar da çalmış ve ona Can Şengün ile Tunç Çakır eşlik etmiş. Ve tekli, Turhan Algan’ın nefis kapak görseliyle satışa sunulmuş.
Şarkının daha ilk kelimelerinde bir an Hümeyra’nın sesini duyduğumu sandım. Hani Issız Adam filmiyle yıllar sonra meşhur olan “Benim Şarkılarım” 33’lüğü vardır ya Hümeyra’nın. Aynen bu izlekte şarkılar barındırır. Böyle sakin, böyle derindir o şarkılar da. Bu şarkıda Aylin Zoi’nin ses tınısı ve vurguları da Hümeyra’yı andırıyor enteresan bir biçimde. O yüzden eski bir dosta rastlamış gibi oldum dinlerken. O albüm o zamanlar için benzersizdi. Bu şarkı da bu zamanlar için benzersizler arasında yerini alabilir pekala.
Bu Sertab o Sertab. Ben diyeyim 1994, “Lâl” zamanları, siz deyin 1999 “Vur Yüreğim”, “Yanarım” günleri… Oralardan bir yerlerden ses veriyor şarkının gerek sözleri, gerek müziği, gerekse düzenlemesi. Evet evet, “Tesadüf Aşk”tan bahsediyorum. Geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle raflara çıkan son Sertab teklisinden. Söz ve müziği Sezen Aksu’ya ait şarkının iki farklı düzenlemesi var teklide. Düzenlemeleri Ozan Bayraşa yapmış.
Tabii bütün bütüne de bu şarkının Sertab için bir eskiye dönüş anlamına geldiğini söylemek doğru olmaz. Her şeyden önce şarkıcı olarak eskisi gibi değil. O yüksek yüksek perdelerden şarkı söylemeyi seven kolaratur soprano, nicedir daha sakin; bunu biliyoruz. Nitekim bu şarkıyı da şarkının ruhuna çok uygun bir biçimde, biraz yorgun, kırık, pürüzlü bir sesle söylemiş. İyi de yapmış. Uzun zamandır dinlediğim en iyi yeni Sezen Aksu şarkılarından biri. Ve dahi uzun zamandır dinlediğim en iyi yeni Sertab şarkılarından da biri.
Şarkının “intro”sunu duyunca “Vur Yüreğim” başlayacak sanıyorsunuz bir an. Bu bir gönderme olabilir… Olmayabilir de… Ama kasten ya da değil, şarkının Sertab’ın ‘90’lı yıllarını anımsattığı bir gerçek. Yani hiç tartışmasız, en iyi zamanlarını… Umarım buradan devam eder bundan sonra. Bu arada klip karelerinden albüm fotoğrafı çıkarmak da bir başka ‘90’lar göndermesi olmuş; onu da söylemeden geçemeyeceğim.
Yeşilçam’ın ve gazino sahnelerinin şöhretleri baharı nasıl karşıladı? Genç aktris Sevim Emre’nin idealindeki erkek tipi ne? Dansöz Peri Han, nasıl “Romalı” Perihan Oldu? Bu ay 1962 yılından Ses dergilerinin sayfaları arasında dolaşıyoruz.
İki lise arkadaşı olan ve 1999-2003 yılları arasında birlikte müzik yapan Volkan Diyaroğlu ve Ziya Levent Aybay, o günlerden kalan ve geçen zaman içerisinde biriktirdikleri şarkılarını bir albümde toplamaya 2014 yazında karar vermişler. Ziya Levent Aybay, İstanbul’da reklam sektöründe çalışırken, Volkan Diyaroğlu İspanya’da resimle uğraşmış yıllar boyunca. Ve sonra tüm bu hayat deneyimlerini ve her şeye rağmen bir kenara atmadıkları müzik birikimlerini Ulan adını verdikleri bir grup olarak “Dua Tarlası” adlı bu albüme dökmüşler. “Dua Tarlası”, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle raflarda yerini aldı.
Pop müzikte ‘90’lı yıllar denilince ilk akla gelen isimlerden biri olan “Ah Canım” Ahmet, moda tasarımcısı Aslı Jackson’la birlikte seslendirdiği “Bla Bla” adlı şarkıyla müzik dünyasına geri döndü.
Tasarımcı olmasının yanı sıra müzikle de hep iç içe bir hayat yaşamış Aslı Jackson’la üç yıllık beraberliğini iş ortaklığına da dönüştüren Ahmet’in birlikte hazırladığı teklinin yapımcılığını Kenan Doğulu üstlenmiş. Aslı Jackson ve Ahmet’le, Mercedes-Benz Fashion Week etkinliğinin yapıldığı İstanbul Karaköy’deki 7 numaralı antrepoda bir araya geldik.
(9 Mart 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
2013 yılında “Ey Aşk” adlı ikinci albümüyle dinleyici karşısına çıktı Halil Sezai. 2014 yılında ise başrolünde oynadığı İncir Reçeli 2 filminin “soundtrack”inde üç şarkı seslendirdi. Bunlardan biri daha önce Sibel Can’ın albümünde yer alan ve onunla düet yaptığı “Galata”, bir diğeri yeni bir şarkı olan “Kafası Kendinden Bile Güzel”di. Üçüncü şarkı ise bildik “Beyaz Giyme” türküsünün Halil Sezaice yorumu idi ve artık bu yorum mu ilham oldu bilinmez, Halil Sezai 2015’i tamamen daha önce başkaları tarafından seslendirilmiş şarkılardan oluşan bir albümle karşıladı. 11 tanıdık şarkının yine Halil Sezaice yorumlarından oluşan ve “Ervah-ı Ezel” adını taşıyan bu albüm, yılın ilk ayında Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.
Müslüm Gürses’in ölümünden önce kaydettiği son albümüne de adını veren “Ervah-ı Ezelden”, sözleri Aşık Sümmani’ye, bestesi Yavuz Top’a ait türkü formunda bir beste. Sözleri Ergin Ergün Keleş, bestesi Onur Akın imzası taşıyan “Gaybana Geceler” de öyle. “İki Keklik” ve “Mamoş” ise anonim birer türkü. Albümün halk müziği kanadında bunlar var.
Söz ve müziği Sezgin Büyük’e ait olan ve Cengiz Kurtoğlu’nun sesinden taverna müziğinin klasiklerinden biri haline gelmiş “Duyanlara Duymayanlara” (ya da Kurtoğlu’nun seslendirdiği adıyla “Seviyorum”) ve bir Ferdi Tayfur klasiği “Prangalar” ise arabesk kontenjanından albüme giren şarkılar.
Anadolu pop denince ilk akla gelen isimler arasında yer alan Selda Bağcan ve 3 Hürel’den seçilen şarkılar ise ‘90’lı yıllardan, Anadolu değil ama pop tarafı ağır basan şarkılar: Selda Bağcan’ın Ümit Yaşar Oğuzcan şiirinden besteleyip 1992 yılında seslendirdiği “Beni Unutma” ve 3 Hürel’in uzun yıllar sonra yaptığı ilk albümden, 1996 çıkışlı “Efsane… Yeniden” albümünden söz ve müziği Feridun Hürel’e ait olan “Gece”.
Özgün müzikten haliyle bir Ahmet Kaya şarkısı “Arka Mahalle”, poptan ise Sezen Aksu – Onno Tunç imzalı “Git” ve nihayet alaturkadan ‘90’lı yılların hemen başında Muazzez Abacı’nın sesinden ortalığı kasıp kavurmuş, sözleri Cemal Safi, bestesi Selçuk Tekay imzası taşıyan“Vurgun”la repertuar tamamlanıyor.
Neresinden baksanız çok karışık bir kombinasyon gibi görünüyor. Ne ki daha albümü dinlemeden şarkı listesine bakmak bile umut verici ve heyecan/merak/şaşkınlık uyandırıcı detaylar sayesinde iştah kabartıyor. Mesela benim albümden ilk dinlediğim “Git” oldu çünkü bugüne dek yeniden seslendirilmemiş az sayıdaki Sezen Aksu “hit”inden biri olmasının yanı sıra, çok ama çok Sezen’e münhasır olması hasebiyle de başka bir seste (hele ki Sezai’nin sesinde) nasıl tınlayacağını en çok merak ettiğim şarkı idi. Ona keza “Vurgun” da ikinci sıradaydı. Söyleyeninin sesiyle çok örtüşmüş bir başka şarkı olan “Prangalar”dan nasıl bir Halil Sezai yorumu çıkmıştı acaba? Hadi bunlar çok göz önünde şarkılardı zaten ama ya “Gece” gibi az bilinen bir şarkı kimin aklına gelmişti?
Sözün özü albümü ben çok ters köşe buldum ve bu bile tek başına dikkat çekici kılıyordu bu işi. Ama dahası vardı ki onu da dinlemeye başlayınca gördüm. İlk söyleyenine mal olmuş şarkıların yeniden seslendirilmesini genellikle doğru bulmam. Bu düşüncemi haklı çıkaracak onlarca örnek sayabilirim. Ama bu albümde bunu hemen hiç dert etmedim zira Ekin Eti imzalı düzenlemeler şarkıları öyle bir biçimde Halil Sezai ortak paydasında buluşturmuş ki her biri bildik şarkıları dinlerken bile başından sonuna dek bir Halil Sezai albümü dinliyorsunuz. Bu bir...
İkincisi ve daha önemlisi ise ilk bakışta çok ticari görünebilecek şarkı listesinin içinden hiç de ticari olmayan, müzikal tadı yüksek, neredeyse bağımsız/alternatif bir iş çıkarılmış olması. Bir ters köşe de buradan geliyor zaten.
Albümde bir tek “Arka Mahalle”yi yeterince iyi bulmadım. Özellikle de Sezai’nin notaya sığmamasına rağmen “mahle” yerine “mahalle” demeye çabalamasını yersiz buldum. “İki Keklik” biraz fazla ağır seyrediyor ve alışageldiğimizin aksine türkünün coşkun melodisi yerine sözlerindeki hüzün vurgulanıyor. “Vurgun”un düzenlemesinde tamamen alaturka öğeler kullanılmış ve haliyle şarkı bu anlamda yenilenmemiş ama galiba böylesi daha iyi olmuş. Fakat gelgelelim mesela “Git”den ancak bu kadar iyi bir “cover” çıkarılabilirdi. “Duyanlara Duymayanlara” ve “Prangalar”dan da öyle.
İlk bakışta bir ara albüm, bir proje albümü gibi görünse de, çok daha fazlasını söyleyen, gösteren, sunan bir albüm bu. Mehmet Turgut tarafından çekilmiş fotoğraflarla süslü Berkcan Okar imzalı kartonet tasarımı da dahil olmak üzere, özenli, tertemiz bir iş.
İlk albümünü 2013 yılında yayımlayan Ahmet Enes, bu defa bir tekliyle çıkıyor karşımıza. Söz ve müziği Ahmet Enes tarafından yazılmış, düzenlemesi Alen Konakoğlu tarafından yapılmış “Az Çok”, geçtiğimiz günlerde Pasaj Müzik etiketiyle yayımlandı.
İlk olarak Selim Gülgören tarafından seslendirilen, daha sonra bambaşka bir düzenlemeyle Enes’in ilk albümünün de hiti haline gelen “Cennet”, Ahmet Enes için sağlam bir etiket oldu. Söküp atması kolay olmayacak. Nitekim bu yeni şarkı da ister istemez “Cennet”ten izler taşıyor. “Az Çok”, adeta “Cennet”in A bölümünün melodisinden türetilmiş gibi. Ritim yürüyüşü de çok benziyor.
Şarkının derin bir felsefesi olan, incelikli sözleri var. Her ne kadar bir pop şarkısında kulağa çok sert tınlayan “çok, yok, tok, zor” gibi kelimelerle devşirilmiş cümleler ilk dinleyişte dile kolay gelmese ve o söylemesi zor tekerleme havasında, sözlerin manasına kolay erişilemese de, şöyle bir oturup okuyunca anlıyorsunuz. Sadece bu bile Ahmet Enes’in müziğini emsallerinden ayıran bir detay. Bir de elbette, onun huzurlu ve telaşsız şarkı söyleme biçimiyle yarattığı fark var.
İzmir doğumlu Seda Telciler, konservatuvarın bale bölümünde yarı zamanlı okumuş, solfej ve piyano dersleri almış. Ses mühendisliği üzerine yüksek lisans yapmakla kalmamış, televizyonda kültür sanat muhabirliği ve oyunculuk da yapmış. Yüzünün aşinalığı da oynadığı dizilerden dolayı zaten... Kendi şarkılarını yazan ve albüm çalışmaları devam eden Seda’nın ilk teklisi “Bembeyaz”, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle yayımlandı.
1986 doğumluymuş Seda ama en fazla 20 yaşında gösteriyor. Bu da bir oyuncu ve bir şarkıcı için büyük avantaj tabii. Hele ki “teenage” bir müzik yapmaya niyetli ise… Ki öyle. Sözleri kendisine ait olan, bestesine ise Sabi Saltiel’le ortak imza attığı bu şarkıda Seda, ister istemez Nil Karaibrahimgil’in ilk dönemlerini akla getiriyor. Gürsel Çelik’in düzenlemesi de şarkının “teenage” havasının altını çiziyor zaten. Konu Nil Karaibrahimgil’e benzerlik olunca haliyle bir reklam müziği duygusu da geçiyor dinleyene. Klip de muhtemelen öyle planlanmamış olmasına rağmen bunu destekliyor. Bir diş macunu ya da toz deterjan markası bu şarkıyı ve Seda’yı reklamında kullanmak isteyebilir üç vakte kadar ve bu da bizi şaşırtmaz nitekim.
Şarkının klibinde aldığı bale eğitiminden istifadeyle dans da eden, neşeli, kıpır kıpır, cıvıl cıvıl bir Seda var. Şarkı söyleme biçimi ve ses rengi de çok enerjik, çok pozitif zaten. Haliyle dinlerken de, izlerken de içiniz açılıyor, neşe doluyorsunuz. Hem gündelik hayatlarımızın içinde, hem de müzik sektöründe buna ne kadar ihtiyacımız olduğu bu derece su götürmezken, Seda’ya ve şarkısına burun kıvırmak lüks olur. Ama bu bir tek şarkı Seda’nın müziği hakkında ne kadar fikir verdi diye sorarsanız, pek az derim. Demek ki albümü beklemek lazım...
Onur Ocaklı Kocaeli’de devam eden orta öğretimi sürecinde Belediye Konservatuarı’na da girmiş ama gelişen şartlar nedeniyle konservatuar eğitimine devam edememiş. İstanbul’a gelip Radyo – Televizyon – Sinema üzerine yüksek öğrenim yaparken ise stüdyo çalışmalarına başlayıp, kendi yazdığı şarkılardan oluşan ilk albümünü kaydetmiş. Gelin görün ki albüm içine sinmeyince yayımlamaktan vazgeçmiş. 2013 yılında yayımlanan ilk teklisi “Ben Hazırım (Dilesem Olur mu?)” ile ilk kez dinleyici karşısına çıkan Onur Ocaklı’nın ikinci teklisi “Şemsiye”, geçtiğimiz günlerde GTR Müzik etiketiyle raflarda yerini aldı.
Teklide söz ve müziği Onur Ocaklı’ya ait iki şarkı var. Her iki şarkının düzenlemesi de Ozan Bayraşa tarafından yapılmış. Ana akımın peşinden gitmeyen, buna karşın son bir kaç yıldır daha ziyade Gökhan Türkmen’le birlikte anılmaya başlayan daha “soft”, daha akustik ve daha “jazzy” bir stilin izini süren şarkılar bunlar. İki şarkı da kulağı kolay yakalıyor, iki şarkı da türün sınırları içerisinde “hit” olabilme potansiyeli taşıyor. Madem mukayeseye girdim, şunu da söylemeliyim ki, Onur Ocaklı, Gökhan Türkmen’den daha iyi şarkı söylüyor. En azından teknik açıdan böyle bu…
Ama tabii aslında bir rekabet değil, bir ortaklık söz konusu. Zira Onur Ocaklı’nın Gökhan Türkmen’in desteğiyle müzik dünyasına sağlam adımlar atarak girdiği bir sır değil.
"Şemsiye”nin sözlerindeki karmaşayı çözebilirseniz ne âlâ… Sevmemeniz, dinlerken eğlenmemeniz için bir sebep yok. Ama doğrusu ben çözemedim. Babayla konuşup istemeye gidilen kim? İstemeye gidilen bir kız varsa, çoktan evlenilmiş zevce kim? Ya o fenomen haline gelen kim? Hikâyedeki tanıdık şemsiye şu bizim bildiğimiz o açılmayan şemsiye mi? Eğer öyleyse çok ayıp değil mi? “Konuya vâkıf” olamadım velhasıl.
Bu arada Burak Ağdemir imzalı kapak illüstrasyonu şahane, onu da söylemeliyim.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.