Eurovision 2012 Günlüğü 9

PİKNİK “MOOD”U, ENGELBERT AMCA, “HAVA NAGILA” VE DAHA BİRÇOK ŞEY…


Bu yazıyı nerede, ne zaman okursunuz bilmiyorum ama ben şu an basın merkezinde, şahane bir Bakü akşamında vuruyorum klavyenin tuşlarına. Bugün yine otel sorunları yüzünden buradakilerin deyimiyle “çetin” bir gün geçirdim ama nihayet şu saatlerde rahatladım.



Dün gece geç saatlerde otele döndüğümüzde asansörün arızalı olduğunu görmemiz ve sırtımızda çantalarla, on ikinci kata, merdivenleri kullanarak çıkmamız, odaya çıktıktan bir süre sonra sigortaların atması ve karanlıkta kalmamız, bugün saatlerce elektrik arızasını giderememeleri, üstüne bir de kombinin su ısıtmaması ve onun tamir süreci… Kaldığımız yer Eurovision için gelecek misafirleri ağırlamak üzere dört yıldızlı otele dönüştürülmüş epeyce büyük bir bina. Bu yüzden bu arızalar silsilesini de makul karşılamak lazım belki ama hepsi üst üste gelince bir hayli can sıkıcı oldu doğrusu.


Geldiğimiz günden beri şahit olduğumuz hummalı hazırlıklarda sona yaklaşılmış olmalı ki, bugün Cyristal Hall ışıklar içerisinde bir başka görkemli geldi gözüme. Bakü’nün Hazar denizine dökülen ışıklı gece silueti ise gerçekten görülmeye değer. Bir de akşam üstü aç bilaç geldiğimizde, bahçede yakılmış dev mangallarda pişen kuzu pirzolaları, közlenmiş patlıcanları, tandır ekmeklerini görünce ben benden gittim. Kilimleri yaymışlar ki çimlere, her çim gören Türk vatandaşı gibi, anında piknik “mood”una geçiş yaptık ve nefis manzaraya karşı çayıra çimene yayıldık.


Dün bütün gün basın merkezindeydik. Provaların tamamını ekrandan izledim, salona gitmedim. Arada da basın toplantılarına girdim. Basın en çok Norveç ve İngiltere’ye ilgi gösterdi. Norveç’in temsilcisi İran asıllı Tooji, on yaşındayken, kendi deyimiyle “politik nedenlerden ötürü” ailesiyle birlikte Norveç’e yerleşmek zorunda kalmış. Tabii bizde olduğu gibi, yabancı basında da böylesi politik altyapısı olan hayat hikâyeleri ilgi çekiyor. Sorular da oradan geldi zaten


İngiltere’nin temsilcisi Engelbert Humperdinck ise, bir dönem plakları milyonlar satmış, dünyaca ünlü, eski bir şarkıcı ve dahası bu seneki yarışmanın en yaşlı şarkıcısı olması nedeniyle ilgi görüyor. “Bir şarkıcının ülkesini temsil etmesi çok önemli. Gerçi ben plaklarımla milyonlarca insana ulaştım ve dünyanın hemen her yerinde kırk beş yıl süresince konserler verdim ama bu görev için ülkemin beni seçmesinden onur duydum,” dedi. Evet, “Eurovision önemsiz bir yarışmadır, Avrupalıların da umurunda değildir,” diyenlere Engelbert amcanın bu sözlerini duyurmayı bir borç biliyorum. Yılların şana şöhrete doymuş şarkıcısı bile bunu onur duyulacak bir görev addediyor ve bunu açıkça ifade ediyor.


Buradan almamız gereken bir ders daha var. Düşünün, sayın Humperdinck’in bizdeki karşılığı kim olabilir? Erol Büyükburç?.. Berkant?.. Biraz daha yakına gelirsek, Selçuk Ural, Aydın Tansel, Erol Evgin, Ersan Erdura?.. Şimdi bunlardan birini Eurovision’a göndermeye kalksa TRT?.. Demediğimizi bırakmayız herhalde. Onu bırakın, ben Sertab’dan sonra “Eurovision’a kim gitsin?” tartışmalarının yapıldığı günlerde Nükhet Duru önerisini dile getirdiğimde bile tepki görmüştüm. Oysa hali hazırda Türkiye’de canlı şarkı söyleme performansı Nükhet Duru kadar iyi şarkıcı sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Neyse… Zaten İngiltere’nin Humperdinck’i göndermiş olması bize emsal teşkil eder mi? Hiç ihtimal vermiyorum ama yine de yazmadan edemedim bu konuyu.


Dün gece Euro Club’da İsrail’in partisi vardı. Geçen sene Almanya’da en havalı partiyi İsrail yapmıştı. Ev sahipliğini Dana International’ın yaptığı partiye hemen tüm ülkelerin temsilcileri katılmış, şovlar, eğlenceler gırla gitmişti. Bu sene de beklentimiz yüksek gittik haliyle ama sonuç hayal kırıklığı oldu. Bu sene zaten genel olarak daha az eğlenceli bir hava var her yerde. Dün geceki parti de bu havanın kurbanı oldu sanki. Çok fazla dışarıdan davetli vardı, Eurovision meraklıları çok azdı ve olanlar da çok geç geldiler. Sahneye birkaç ülke temsilcisi çıktı, o sırada biraz eğlencenin dozu yükseldi, sonra kötü bir “dj”, arda arda alakasız bir şekilde bağlanmış şarkılar çalmaya başladı. Normal şartlar altında Euro Club’ın tozunu attırması gereken şarkılar bile yeterince etki yaratmadı.


Partinin en havalı konuğu Loreen oldu. Hemen herkesin favori gösterdiği İsveç’in temsilcisi Loreen, tam bir assolist gibi davranıyor. Salona girerken korumalar etrafında etten duvar örmüştü. Sahneden indikten sonra da aynı şekilde salonu terk etti. Evet, şarkısını söyledi ve gitti. Uzun kalmadı, kimseyle fotoğraf çektirmedi. Zaten genel olarak “cool” bir tavrı var, sahnede şarkısını söylerken de öyle duruyor. Şarkı esnasında salonda kıyametler koptu. Sanırım Loreen biraz da bu gazla, kendini şimdiden birinci görüyor. Açıkçası kadının çok kendine özgü, vahşi, tuhaf bir karizması var. Ben de sahnede izlediğim an, şarkı hakkındaki bütün fikrim değişti. Tabii bu ekrana ne kadar yansır, yarışmada ne olur, ne biter bilemem.

Partiye bizim Bonomo Team gelmedi. Ben de öyle olacağını tahmin ediyordum zaten. Dünya üzerinde her türlü kültürel etkinlikte kendini gösteren bir Yahudi lobisi gerçeği var. İsrailliler de Yahudiliklerinin altını çizmeyi tercih ediyorlar bu nedenle. Dün sahneye çıkan tüm ekipler de bunun bir parçası oldular ve  “şalom”larını “Hava Nagila”larını esirgemediler.

Hal böyleyken İsrail’in, Can Bonomo’nun musevi kökeninden istifade etmeyeceğini düşünmek safdillik olurdu. Ama Can bu konuda hassas davranıp, meseleye dinini karıştırmamayı tercih etti. Tam tersini yapsa, bu ona ciddi bir oy potansiyeli olarak geri de dönebilirdi oysa. Ama bence doğrusunu yaptı. “Bu bir şarkı yarışması, ben de ülkemi temsil etmeye geldim,” diyor da, başka bir şey demiyor. Dün geceki partiye bizim ekip katılsaydı şayet, bu hem Türkiye’de, hem de yabancı basında olduğundan farklı gerekçelerle açıklanabilir, yorumlanabilirdi.

….........................


Yukarıdaki satırlara son noktayı koyduğumda saat onikiye geliyordu. Hemen toparlandık ve koşar adımlarla salonun yolunu tuttuk. Zira ilk yarı finalin kostümlü provası başlamak üzereydi. Gece saat on ikide niye kostümlü prova yapılıyor derseniz, size aradaki saat farkını hatırlatmak isterim.

Şu an saat sabaha karşı dört buçuğa geliyor ve ben ancak bilgisayar açma fırsatı bulabildiğim için yarı final izlenimlerimi yazmaya ancak başlıyorum.

Öncelikle şunu söylemeliyim ki programın akışı yine tipik bir Eurovision gecesinden farklı değil. Son birkaç yıldır şarkı önceleri ekrana gelen “postcard”larda konsept çalışmalar yapılıyordu. Drama öğeleri kullanan da gördük, bilgisayar animasyonları da. Azerbaycan ise klasik seksenli yıllar “postcard” tekniğini tercih etmiş. Her bir şarkıdan önce Azerbaycan’ın tarihi, kültürü, turistik unsurları ve bugünkü Azerbaycan üzerine hazırlanmış görüntüler geliyor ekrana. Böyle devasa bir tanıtım fırsatının kim kaçırmak ister ki?


Tıpkı geçen seneki gibi bu sene de iki kadın, bir erkek sunucu var. Erkek sunucu, geçen yıl Azerbaycan’a birincilik kazandıran şarkının solistlerinden biri aslında: Eldar. Salonda sırtları bize dönük durdukları için göremedim ama “led” ekranlardan izlediğim kadarıyla her üçü de ekranda çok sempatik görünüyor. Zaten “Eurovision sunucusu sempatikliği” diye de bir şey var bu hayatta. Meltem Cumbul ve Korhan Abay’a rağmen… Hâlâ var.

Provalarda birkaç kez girip çıktığım salon bende geçen seneki etkiyi yaratmamıştı aslına bakarsanız. Ama bugün bütün o sistemin tam kapasite kullanımı karşısında yine şapka çıkarmaktan kendimi alamadım. Evet geçen seneki inanılması güç büyüklükteki “led” ekran ve o ekranın oylama sırasında ortadan ikiye ayrılıp “gren room”un ortaya çıkması filan nefes kesiciydi ama bu sene de salondan ziyade ekranda etki yaratacak bir dekor hazırlanmış. Zaten salonda izlemenin en büyük dezavantajı, bu sene sahne platformunun çok yüksek olması. Sahnenin zeminini, hatta bir yere kadar sahnedekilerin bacaklarını bile göremiyorsunuz.


Dekordaki derinlik, üçgen parçaların içerisine yerleştirilmiş “led” ekranların yarattığı illüzyon, ekranda üç boyutlu görüntü hissi doğuruyor. Eğer iyi bir televizyonunuz varsa, yarışmayı HD yayınla seyretmenin tadına doyulmayacaktır (TRT sanırım HD formatında yayınlayacak.)

Yarışma şarkılarına ve performanslara gelince… Onları da yarın yazayım artık ki ekran karşısına kurulmadan önce okuyun. Bu arada ben de biraz uyuyayım.

Takipte kalın!

21-22 MAYIS 2012

Yavuz Hakan Tok

2 yorum:

  1. Hakan Bey; İsrail'den son yıllarda Türkiye'ye hemen hiç oy gelmiyor... Geçen yıl Stephan Raab olağanüstüydü; 2000'de de öyleydi; ama Bülend Özveren onun 2000'de de yarıştığını nedense söylemedi; oysa unutulmaz bir show yapmıştı. 2000'de son sıradaki Avusturyalı bayan sunucunun "And finally; congratulations to Stephan Raab; Germany 12 points." sözü ve Stephan'ın gönderdiği öpücükler unutulacak gibi değil. 2011'i hep onunla hatırlayacağım; çıtayı o kadar yükseltti ki; keşke puanlamayı da o sunsaydı; bir sunucu bile "Where's Stephan?" dedi; ekran başındaki bir çok kişi gibi!... Bu akşam yarı final TRT Müzik'de yayınlanıyor; bu da daha az kişinin izlemesine neden olacak; oysa TRT 1'de yayınlamalıydı; TRT bu şekilde yarışmaya duyulan ilgiyi nasıl arttıracak! Mesela her yarı finalden sonraki gece ilk ona girenler tekrar yayınlanmalı; direkt finalde yarışacaklar da öyle; seyircilere tanıtılmalı; seyirciler bir mukayese yapmalı; sadece programda bir kez izlemekle heyecanlı bir yarışma ortamı yaratılamaz; bu, bir haftaya yayılmalı; yarışmadan bir hafta sonra ilk ona girenler tekrar yayınlanmalı; izlemeyenler için; bari seneye izleyelim, diye özendirilmeli; ama TRT 1'de yayınlanmalı; TRT Müzik'de değil!

    YanıtlaSil
  2. Siz hangi otelde kalıyorsunuz acaba?

    YanıtlaSil