Hem Okudum Hem de Yazdım

TÜRK POPUNDA BESTECİ-ŞARKICI SORUNSALI


Günlerden bir gün, meşhur bir şarkı sözü yazarımız, ismi lazım değil bir şarkıcımızın albümündeki şarkı sözleri hakkında yazdığım eleştirilere kızmış, gönlünü almak için telefon açtığımda da bana o yaşına dek aldığı müzik eğitimlerini sayıp dökmüştü.

Eleştiriye tahammülsüzlük ayrı bir konu belki ama, hiçbir eleştirinin de kalp kıracak, onur zedeleyecek ve dahası yazan, çizen, söyleyen tayfasına mahsus ayağı yerden tamamen kesik egoyu yerle yeksan edecek kabalıkta olmaması gerektiğine dair aldığım ilk derstir bu tatsız telefon görüşmesi.

Aslında hiç müzik eğitimi almamış olsa da ya da almış da bunu orada ifade etmemiş olsa da ona hak verecektim ben. Buna aymıştım. Yoktan var etmenin hazzı kadar sancısı da çoktu çünkü. Herkese bahşedilmiş bir yetenek de değildi üstelik. Bu sırça ruhları incitmeden, kırıp dökmeden savunmalıydı kişi yapılmışı beğenmeme hakkını.

Kaldı ki beğenmediğiniz bir işin sahibi değil, ortaya koyduğu, (yani haliyle beğeniye sunduğu) idi aslında. Bir şarkısına taptığım birinin bir başka şarkısını vasatın altına yerleştirebildim kolayca. Beğenmek de koşulsuz şartsız değildi, tıpkı beğenmemek gibi.

Olumlu ya da olumsuz eleştiri yapmanın kişisel ve genel geçer nedenleri vardır. Eleştiren objektif olmak zorunda değildir. Tamamen kişisel nedenlerle taraf olabilir, tarafgir davranabilir. Ama bazen öyle genel geçer nedenler vardır ki ortada, kişisel nedenlerin yarattığı tarafgirliğe yüzü tutmaz eleştirenin; ya da tutmamalıdır diyelim (tutanlar var çünkü). Eleştirmeni güvenilmez kılan tam da budur zaten; genel geçer kriterler ayan beyan ortada iken ısrarla taraf olmak. Zamanla haksız, hadsiz, adaletsiz, (ya da tam tersi) yandaş, yağcı sıfatlarından bir ya da bir kaçının adının başına konulmasına sebep olan da budur.

Gelelim asıl mevzua… Bir besteci ya da bir söz yazarı, hiç müzik eğitimi almamış olsa ve şarkı söyleyemese bile şahane şarkılar yazabilir mi? Elbette yazabilir; örnekleri çoktur. Şarkı yazmak şarkı söylemek için gerekçe değildir. Şarkı söylemek de şarkı yazmak için. Ya da en azından yakın zamana kadar öyleydi.


Şöyle bir bakalım… Türk popunun kilometre taşı şarkı yazarlarından biri olan Fikret Şeneş hiç plak doldurmadı mesela, sahneye de çıkmadı. Çiğdem Talu ve Aysel Gürel ona keza. Yetmiş, seksen ve hatta doksanlar boyunca ortalığı yıkıp geçmiş Selmi Andak, Melih Kibar, Cenk Taşkan, Garo Mafyan, Atilla Özdemiroğlu, Onno Tunç ve bu listeye dahil edilebilecek daha bir çok besteciyi şarkı söylerken hiç duymadık. Şarkı söyleyebiliyor ya da söyleyemiyorlardı, onu bile bilmiyoruz.


Buna karşın memleketin ilk şarkı sözü yazarlarından Fecri Ebcioğlu birkaç plak ve bir albüm yaptı. Dönemdaşı Sezen Cunhur Önal da bir şiir plağı yaptı, sözlerini yazdığı bazı şarkıların kayıtlarında da vokal yaptığı biliniyor. Ülkü Aker de sembolik bir 33’lük plak doldurdu ama arkasını getirmedi. Şehrazat ise işe şarkı söyleyerek başlamış olmasına rağmen, albümlere besteci olarak imza atmaya başladığı 1990 yılında bu yana sadece bir tek şarkı yayınladı (ki o da özel bir albüm içindi).


Bu kadar örneği üst üste koyarsak şu genellemeyi rahatlıkla yapabiliriz ki; ülke popüler müziğine sayısız unutulmaz şarkı kazandırmış en “baba” şarkı yazarlarının hemen hiç biri “ben şarkıcıyım” diye ortaya çıkmadı. Şarkı söyleme denemelerinin hepsi bir deneme, bir anı, bir fantezi olarak kaldı. Çünkü onlar mutfak işçisiydiler ve yaptıkları işin hazzıyla yetinmekten hoşnuttular (ki telif yasaları işlerliğini kazanmadığından doğru düzgün para da geçmiyordu ellerine). Daha fazla, daha çok göz önünde olmak, tanınmak, şöhret olmak o kadar da umurlarında değildi.


Doksanlar ve sonrasında peyda olan “ben kendi bestelerimi söylerim” furyası, bir sürü iyi şarkıcının kötü besteler nedeniyle tepetaklak olmasına ya da bir sürü iyi bestenin kötü şarkıcılıklar nedeniyle kıyıda köşede kalıp unutulmasına neden oldu.

Zamanında çok parlak çıkışlar yapmış bir dolu isim, ilk albümlerinde harcadıkları birkaç güzel bestenin ötesine geçip, sonraki albümlerinde “hit” şarkı çıkaramadılar. Buna rağmen kendi bestelerini söylemekte ısrar edenlerin sonu hep hüsran oldu.


Fatih Erkoç ve Harun Kolçak gibi iki şahane müzisyenin bir türlü istikrar tutturamamaları bundan değil midir? Şarkıcılığı tartışılır olsa da, sahne enerjisi ve sempatikliğiyle “pop-star”lığını uzun yıllar sürdürebilecek Mustafa Sandal’ın, üstelik “Aşka Yürek Gerek” ve “Pazara Kadar” gibi “hit”ler de yakalayabilmiş olmasına karşın, ısrarla kendini tekrar eden  besteleri nedeniyle karaya oturması? Aynı sebeple “Metamorfoz” albümünde çuvallayan Tarkan?.. Doksanlar popunu başlatmış Yonca Evcimik ve Hakan Peker gibi iki ikonun yine kendi bestelerini yapma telaşıyla “hit” yakalayamaz hale gelmesi?.. Candan Erçetin bile kendi bestelerinin ağırlıkta olduğu son albümlerinde cepten yemiyor mu sizce?


Bir de tam tersi var… Doksanların son demlerinde Türk popunun ritmini hızlandıran, önce İzel, sonra Hande Yener’e verdiği şarkılarla bir fenomene dönüşen Altan Çetin… Onun nispeten yavaşladığı dönemde Alper Narman’la birlikte bayrağı devralan Fettah Can… 2001 yılında yaptığı ve ilgi görmeyen ilk albümünden çok sonra, besteleriyle ikibinonlu  yılların en gözde bestecisine dönüşen Soner Sarıkabadayı… Işın Karaca, Yonca Lodi, Ferhat Göçer, Yeşim Salkım gibi isimlerin seslerinden bir dolu “hit” şarkıya imza atan Zeki Güner… Ve zincirin en son, en taze halkası; beğensek de beğenmesek de epeyce çok sayıda şarkıcının rağbet ettiği bestelerin sahibi Sinan Akçıl…


Bu saydığım isimlerin hepsi şu veya bu şekilde şarkı söyledi, söylüyor. Peki içlerinden hangisini şarkıcı olarak kabul edebiliriz?.. Bunu galiba zaman gösterecek.


Tabii kimseye “Sen otur sadece beste yap, şarkı markı söyleme!” ya da “Sen sadece şarkı söyle, beste meste de yapma!” diyemeyiz. Dinleyici olarak olsun olsun beğenmeme ve dinlememe hakkımızı kullanırız olur biter. Herkes her istediğini yapmak da, denemek de, hatta başarısız olsa, çok eleştirilse dahi ısrar etmekte özgürdür.      

Ama şu bir gerçek; iyi şarkının, kalıcı şarkının, unutulmayacak, kulağa, dile, kalbe yer edecek şarkının tek bir vektörü yok. Ne iyi bir şarkıcı yeter tek başına, ne iyi bir besteci. Doğru yerde, doğru zamanda, doğru kişiyle buluşmayan şarkı ömürsüz olmaya, gelip geçici olmaya mahkumdur. Suçu kimse başkasında aramasın. Herkesin egosu en  iyi yaptığı işin verdiği hazla yetinse, zaten bunca lakırdıya da gerek kalmazdı haliyle.

Yakında benim de “single”ım çıkacak! Nasıl mı? Onu da müsaadenizle bir sonraki yazıda anlatayım.

NİSAN 2011      

Yavuz Hakan Tok

2 yorum:

  1. Senin kadar efendi muzik yorumu yazan az bulunur Hakan. Yazilabilecek pek cok seyi susarak soylemissin :)Cok guzel olmus...

    YanıtlaSil