Alooooo, İstek Çalıyor musunuz?


(Şubat 2011 tarihinde oydar.com 'da yayımlanmıştır.)

Radyodan şarkı istemek eskiden bu kadar kolay değildi. Şimdi kısa mesajla, elektronik postayla, radyonun internet sitesinde ya da telefon aplikasyonunda istek bölümüne yazarak şarkı istenebiliyor. İstek programları yapan radyocular anında ekranlarına düşen istek şarkıları, radyonun otomasyon sistemindeki şarkılar arasından bir iki “tık”la bulup yayına verebiliyorlar. Her şey çağın gereklerine uygun bir hızla olup bitiyor.

Oysa eskiden öyle miydi ya? TRT zamanında istek yapmanın tek yolu vardı; o da mektup yazmak. Bu sebeple radyo programlarında adres verilirdi. “TRT Ankara Radyosu, Sıhhiye/Ankara”, “TRT İstanbul Radyosu, Harbiye/İstanbul”, radyolardan duya duya ezber ettiğimiz adreslerdi artık. Siz bu adrese, hangi program için yazdığınızı da belirterek bir mektup yazardınız. Artık hangi şarkıcıdan hangi şarkıyı,kim için, ne için istiyorsanız hepsini anlatırdınız mektupta.

Mektubunuz dikkat çeksin isterseniz, renkli, desenli kağıtlar, zarflar seçebilir, hatta abartıp, mektup kağıtlarına parfüm bile sürebilirdiniz. Zarfın içine kurutulmuş çiçekler , üzeri ışıltılı pullarla, yaldızlarla bezenmiş, manzara resimli kartpostallar koymak gibi şıklıklar da yapabilirdiniz. Yetmişlerde yapılırdı böyle şeyler. Komik, saçma ya da abartılı kaçmazdı.

Mesela bizim mahallede bir Safiye abla vardı. Hayatını adeta radyodan şarkı istemeye adamıştı. Her hafta düzenli olarak, özene bezene mektuplar döşenirdi İzmir Radyosuna. Bir önceki paragrafta bahsettiğim bütün taktikleri ilk kez onun mektuplarında gördüğümü söyleyebilirim. Bazen, çalınmasını istediği şarkıyı söyleyen şarkıcının resmini de bir gazete ya da dergiden keser, onu düz bir kağıdın üzerine güzelce yapıştırır, hatta üşenmez, kenarlarına da renkli kalemlerle süslemeler yapardı.

Vakti zamanı gelince de bütün mahalleyi ayağa kaldırır, hangi programsa o artık, dinleyelim diye herkese haber verirdi. Gerçekten de çoğunlukla Safiye Abla’nın dikkat çekici mektupları işe yarar, istediği şarkı, üstelik adının da anons edilmesiyle birlikte, çalınmaya başlardı. Ne vakit Safiye Abla mahallede muzaffer bir komutan edasıyla dolaşıyor olsa, bilirdik ki o gün ya da bir gün önce istek şarkısı çalınmış radyoda, adı anons edilmiş. Herkesin onu tanıdığını, meşhur olduğunu filan zannederdi sanırım.

Bugün bile anlamadığım şey, Türkiye’nin dört bir yanından mektup gönderenlerin, istedikleri şarkının çalınıp çalınmadığını nasıl takip ettikleri. Hadi bugün istek yaptığınız saat içinde şarkınızı duymanız kuvvetle muhtemel de, o günlerde düşünün; siz mektubu yazdınız, e zaten mektubun yerini bulması neresinden baksanız onbeş gün, bir ay. Sonra sıraya sokulması, sıranın size gelmesi ve günün birinde çalınması... İnsan her gün düzenli olarak dinlese bile kaçırır yani, mümkün değil. Ama yine de o dönemlerde radyolara (abartısız) çuvallar dolusu mektup gönderildiği bilinen bir gerçek. Zamanla azalmış olsa da, elektronik mektupların yaygınlaştığı şu son beş on yıl öncesine kadar da bu iş böyle devam ediyordu; hatta ben de şahit oldum ucundan kıyısından bu duruma.

Doksanlarda özel radyoların yaygınlaşmasıyla birlikte bir anda memleketin yarısı radyo dinleyicisi, yarısı da radyocu olmuştu malum. O ara istek çılgınlığı da almış yürümüştü. Çünkü bir verici, bir kasetçalarla mahalle aralarına kurulmuş nice radyonun ne programcısı, ne yayıncısı vardı. İki kelimeyi yan yana getiren her cesaret sahibi genç kendini radyocu sanınca, radyo programı denilen şey, istek yapan kişilerin ve istedikleri şarkının anons edilip çalınmasından ibaret hale gelmişti. (“Bugün değişen ne var, ” diye sorarsanız, korkarım cevap veremem.)


Üstelik bu mahalle arası özel radyolarda dinleyici istekleri anında yerine getiriliyordu. Şöyle bir tablo getirin gözünüzün önüne. Yaz gecesi, hava sıcak, evlerinin içi daha da sıcak. Balkonlara, kapı önlerine, bahçelere masalar kurulmuş, sandalyeler atılmış, çaydanlıklar dışarı çıkarılmış, fonda da kasabanın yerel radyosu canlı yayında. Mesela karşı komşunuz sizin de dışarıda oturduğunuzu görüyor, uzaktan size selam vermek yerine alıyor eline telefonu, ezbere bildiği numarayı çeviriyor ve radyodan sizin için bir istek yapıyor. Radyocumuz hemen istenen şarkının yer aldığı kaseti bulup çıkarıyor, şarkıyı sardırıyor ve iki dakika sonra şöyle bir anonsla şarkı yayında; “Mehmet Bey, şu an balkonda oturan karşı komşusu Ali Bey için istemiş bu güzel çalışmayı.” Bunu duyan ve radyoda adını duymuş olmanın coşkusuyla göğsü kabaran Ali Bey durur mu? O da hemen çeviriyor radyonun numarasını.

Bu anlattığımda bilin ki zerre abartı yok. Doksanlı yılların ilk yarısında, bir Trakya kasabasında bizzat görüp yaşadığım bir tecrübedir. Aynı günlerde Türkiye’nin başka şehirlerinde de benzer şeyler yaşandığa eminim sizler de şahit olmuşsunuzdur. O günlerde olduğu gibi bugünlerde de bir radyonun telefonu açıldığında en çok şu soruyla karşılaşılır; “Aloooo, istek çalıyor musunuz?”

MP3 teknolojisinin, dijital müziğin ve dijital müzik çalarların artık kaçınılmaz bir şekilde hayatımıza girdiği, yani müziğin iyiden iyiye her an ve her durumda dinlenebilir, erişilebilir bir şey olduğu bu çağ ve bu zamanda neden hala radyodan şarkı istemekten bıkıp usanmayız, orası ayrı bir tartışma konusu. Galiba mesele çalan şarkıdan çok, şarkının kim için istendiği ve çalındığı. Yani radyodan adımızı duymak hoşumuza gidiyor; mesaj göndermek ona keza. Bu değişmedikçe, radyodan istek yapmaktan kolay kolay vazgeçemeyeceğiz gibi gözüküyor. Öyleyse lafı, bu konuda türetilmiş en demode espriyle bağlayalım; “Bizim oralardan Hale, Jale, Lale ve bütün mahalle için gelsin… Hadi yine iyisin, iyisin, iyisin…”    

ŞUBAT 2011

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder